Uçağınız iki gün sonra olsa da hiç başımıza gelmeyecekmiş gibi televizyondan katliam haberleri izleyip iki gün sonra da aynı havaalanından uçağa biniyoruz. Bir günlük göstermelik yasın ardından köprü açılışlarıyla “büyük devlet” fotoğrafları; aynı medya daha dün yüzlerce beden oralarda parçalanmamış gibi bizi başka bir güne uyandırıyor. Büyük kitlesel ölümlere de alışmaya yakınız sanki ve bu çok korkutucu..
Katliam haberinin hemen akabinde televizyonda bir yorumcu “Bütün bunların olmaması için ülkenin tek ihtiyacı anayasa değişikliğidir" dedi. Bunu diyebildi, hiç ölü görmemiş, hiç kan görmemiş gibi... Paramparça bedenler hala yerde yatarken, “anayasa değisikliği” dedi. Kısa bir süre sonra katliamı televizyonlarda lanetleyecek ve akabinde gidip köprü açacak kadar rahat söyledi bunu.
Bizi bunlar esir aldı. Bize kurulması mutlak iktidarın kodlarını bu şiddet karnavalı içinde kanın ve ölümlerin orta yerinde dikte ettiler ve etmeye devam ediyorlar. Bunlar olurken meclisten yüksek yargıyı feshedecek darbe dönemlerinin olağanüstü yasalarının benzerlerini çıkarıyorlar. Yargıçlık teminatı yok edilirken, evvelce kendilerinin kaldırdığı askerlerin dokunulmazlıklarını geri getiriyorlar.
Bu kan akmaya devam ederken, bize sizin güvenliğiniz ve istikrarınız için diyorlar. Tek bir adamın fiili yönetimi yokmuşcasına sözde güvenliğimiz için başkanlık güzellemeleri çekiyorlar.
Bizi ölümlerimizle, katliamlarımızla döve döve bir hayvan gibi terbiye ettiler biliyor musunuz? Insanlar sokağa çıkamadılar ilkin, güneydoğuda siviller, yaşlılar, çocuklar öldü, ölüleri sokakta günlerce kaldı, ölülerini gömemeyip buzdolaplarında sakladılar. Yüzlerce barış için yola çıkan insanları bombalarla öldürdüler. İnsanlar bu kan bitsin de ne olursa olsun dedi, “güvenlik ve istikrar” koduyla siyasi iktidar kendine iktidar yolunu açtı, Istiklal caddesi de kana bulandı, Kızılay da, Ankara garı da, Suruç da, Sultanahmet de, havalimanı da, Güvenpark da... Bizi güvenlik duygumuzla esir aldılar, katliamın dehşetinden “en azından bildiği için” ve kendisine bu sözde güvenceyle yönelene evet dediler. Bizi hayvan gibi döve döve, korkularımızla, varolma duygumuzla esir aldılar. Bizi en insani duygumuzla esir aldılar. İnsanlar bu kan dursun da her sokak başında bir polis olsun, polis asker bütün her yeri istediği gibi arasın, gerekirse olağanüstü hal ikna edilsin dediler. Özgür ve demokratik bir ülke değil korunaklı bir ülke vaadi bireyleri insanların tercihlerinde belirleyici oldu.
Güvenlik, otoriter rejimlerde yalnızca ve yalnızca iktidarı korumaya kitlenmiş, felaketler olmadan değil felaketler olduktan sonra bu felaketlerin iktidarın korunması için idare edildiği bir yönetim biçimidir, bir yönetim esasıdır. Güvenlik rejiminde aslolan iktidarın korunması esas alınarak bireylerin sınırsız denetimidir. Güvenlik koduyla tesis edilen yönetimlerde devletin ve iktidar aygıtının varoluş sebebi toplumun karşı karşıya kalması olası katliam, ölümleri olduğu için iktidar aygıtının varoluşunu meşrulaştırmak için o korkuya ihtiyacı vardır. Bunun anlamı da terörle yanyana olma veya terörü üretme veya terörün olmasına engel olmamadır. Korku üzerinden toplum terbiye edilirken, her ayrıksı sözün terörize edildiği, her farklılığın kriminalleştirildiği, insanların ırk, dil veya din üzerinden ayrıksılaştırılarak bir kimliğin diğer kimliği korku öğesi olarak saydığı bir atmosfer güvenlik üzerinden kodlanan bir devletin de olmazsa olmazıdır. Kriminal alanı belirleyici kılacak ve suçu cezalandırmakla yetkili ve görevli yargının da görevi ve işlevi aslında iktidarı korumaktır. Çünkü güvenlik güçlü iktidar ve sınırsız denetimle kodlanmıştır ve bunun da tek sahibi koşulsuz siyasi iktidardır. Yargı, güvenlik amacına yönelik iktidarın araçsallaşmasına elverişli konumda bulunmalıdır. Yargının işlevi güvenli bir toplum için olası teröristleri belirlemek ve olası teröristlere imkan vermemektir. Yargı, güçlü ve otoriter bir iktidarın ve güvenli bir devletin varoluşuna hizmet ederken, kriminal alanın genişlemesi de kaçınılmazdır. Güvenlik vaadi üzerinden kendini var eden otoriter iktidar, siyasi araçların tamamını elinde bulunduracak, siyasi alan daralarak bütün olası farklılıklar da kriminalize edilerek yargı tarafından da cezalandırılacaktır.
İktidar sahiplerinin ağızlarından düşürmedikleri “güvenlik ve istikrar” sözcüklerinin anlamı otoriter bir devlette bundan başka bir şey değildir.
Bizleri daha güçlü ve güvenlikli bir ülke vaadiyle götürmeye çalıştıkları, katliamların “bir türlü” önlenemediği, varolan tek adam rejiminin hukuki statüye kavuşturulması için elzem görülen anayasa formüllerinin bu kan ve revanın ortasında, yargının tek adama bağlandığı ve bütün güvencelerin ve özgürlüklerin “istikrar ve güçlü yönetim” koduyla askıya alındığı mevcut fiili durumun altında toplumun yarısının yönelimlerinin ana belirleyicisi bu kan ve katliamlardır.
Korkularımız, varoluş çabamız üzerinden bizi şekillendirmeye; bu toplumu terbiye etmeye devam edecek gibi gözüküyorlar. Kan aktıkça daha da sertleşiyorlar ve güvenlik dedikleri bize güvenli bir ülke de yaşam alanı da vaad etmiyor. Ugruna yaşamak için varolmak için özgürlüklerimizi teslim ettiğimiz iktidar aygıtı tam da bu korkulardan, bu katliamlardan besleniyor. Teslim olduklarımız bizi korumuyor, bizi bunlarla esir alıyor.
Katliam kabuslarıyla uyanan bu ülkeye Gezide gördüğümüz düşü anımsatmak zorundayız. Bütün ölenlerin bizden, bütün ölümlerin bizim ölümüz olduğunu, barışın da, özgür ve yaşanır bir ülkenin de mümkün olduğunu, kanın birilerinin varoluş sebebi olup bizi bunlarla esir aldıklarını anlatmak zorundayız.
Kanla, şiddetle, ölümlerle kazandılar, bizi esir aldılar... Bununla da kaybedecekler... Tarihin akışını tersine çevirecek direnç noktaları hala var... Liselerde, sokaklarda, mahkeme kapılarında, direnişlerde, grevlerde, cenazelerde... Bir öfke ve umut az, belki kırılgan ögrütlenmeye devam ediyor. Biz haklıyız. Geldikleri gibi gidecekler...