Bugün 105 ülkeden yaklaşık 1700 okulun öğrencileri dersi kırıp iklim için okul grevi yapacak. Türkiye’den de, ülke çapında değilse de, birkaç noktada öğrencilerin iklim değişikliğine karşı ses çıkartması bekleniyor.
İsveçli 16 yaşındaki Greta Thunberg öncülüğünde farklı ülkelerden öğrenciler aslında Ağustos 2018’den bu yana her Cuma bir araya geliyor ve iklim değişikliğine neden olan politikaları protesto ediyorlar. Nasıl etmesinler? Dünya, kapitalist etkinliklerle yaşanması zor bir yer haline geldi. Atmosferdeki karbon oranı ve ortalama sıcaklık git gide artıyor. Geçtiğimiz yıl, dünyada en sıcak 4. yıl olarak kayıtlara geçti. Türkiye içinse 2018 en sıcak 2. yıl oldu.
Greta ve diğer öğrenciler yalnızca var olan durumu ortaya koymak için sokağa çıkmıyorlar elbette, kimi talepleri var. Öğrencilerin talepleri ülkeden ülkeye değişiyor. Örneğin ABDli öğrenciler bir önceki yazıda sözünü ettiğimiz Yeşil Yeni Anlaşma’nın kabul edilmesini, Avustralyalı öğrenciler ülkelerindeki kömür madenlerinin kapatılmasını istiyor ancak hepsinin ortaklaştığı nokta fosil yakıt kullanımı ve buna bağlı sera gazı salımını azaltmak, yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak ve Paris Anlaşması’na uymak. Peki nedir bu Paris Anlaşması?
2016 yılında imzalanan Paris Anlaşması küresel ısınmayı yüzyılın sonuna kadar en fazla 20C’lik bir artışta (mümkünse 1,50C’de) sabitlemeyi hedefleyen ama bu hedefi imzacı ülkelerin karbon salımına “gönüllü” katkılarıyla sağlayacağını iddia eden bir anlaşma. 20C rastgele belirlenmiş bir eşik değil. Bilimsel öngörülere göre 20C’nin üzerinde br sıcaklık artışı gezegenimizde kısa vadede geri dönüşü olanaksız hasarlar bırakacak, insanları ve diğer canlıları bir ölüm kalım savaşına sürükleyecek.
Yalnızca grevdeki öğrencilerin değil, birçok çevreci hareketin de işaret ettiği Paris Anlaşması küresel iklim değişikliğini sonlandıracak bir sihirli değnekmiş gibi dillendiriliyor. Evet, şu an referans alabileceğimiz, 170’den fazla ülkenin imzaladığı uluslararası bir anlaşma olarak önümüzde duruyor. Ama aynı ısrarcı talepleri bundan on yıl öncesine kadar Kyoto Protokolü için de duyduğumuzu ve Protokol imzalanıp uygulamaya konsa da sonunda hiçbir işe yaramadığını unutmuş gibiyiz. Hiçbir hukuki yaptırımı ve katı kuralı olmayan bu tür uluslararası anlaşmaların iklim değişikliğini durdurmayı sağlayacak ne gücü var ne kararlılığı. Bunu geleceğe ilişkin karamsarlığımızdan değil, üretim ilişkilerinin yapısından bağımsız olarak, anlaşmanın maddelerine ve ülkelerin sundukları verilere bakarak iddia ediyoruz.
Paris Anlaşması’nın karbon salımını azaltma hedefine tek dayanağın ülkelerin gönüllü katkıları olduğunu belirtmiştik. Hal böyle olunca anlaşma ve ülkeler arasında dönen karbon salımı pazarlığı “En son kaça olur?”dan çok da öteye gidemiyor.
Sermaye çevreleriyle bozuşmak istemeyen ve gelecek planlarını sermayenin üretim ve fosil yakıt gereksinimlerine göre oluşturan ülkelerin bugüne kadar anlaşma için sundukları gönüllü katkı raporlarına baktığımızda ortalama sıcaklığın 2100 yılına kadar 20C’yi rahat rahat aşacağını, hatta 3-40C’lere varabileceğini görüyoruz. Küresel ısınmayı durdurmak için gönüllülük, kâr hesapları arasında yitip gidiyor. Sözün kısası, çare gibi gösterilen Paris Anlaşması’na uymak pek de bir şeyi değiştirmeyecek çünkü ortada gerçekten uyulacak ciddi bir anlaşma çerçevesi yok.
Geçtiğimiz Aralık ayında Katowice’de gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda okul grevinin öncüsü Greta şunları söylemişti: “Uygarlığımız, bir avuç insanın akıl almaz boyutta paralar kazanmaya devam etmesine kurban ediliyor. Biyosferimiz benim ülkem gibi ülkelerde zenginler lüks içinde yaşasın diye kurban ediliyor. Azınlığın yaşadığı lüksün bedelini ödeyen çoğunluk acı çekiyor. (…) Buraya dünya liderleri bizimle ilgilensin diye gelmedik. Bugüne kadar hep görmezden gelindik, bugün de gelineceğiz. (…) Biz buraya, beğenseniz de beğenmeseniz de değişimin kapıda olduğunu bilesiniz diye geldik. Gerçek güç halkındır.” (1)
Ne kadar da isabetli sözler.. ama bu sözlerin tamamlayıcısı Paris Anlaşması değil, olamaz da.
İklim değişikliği, doğanın sınırsız sömürüsünün bir sonucu. Çok önemli ve çok yakıcı bir sonucu ama tek sonucu değil. Gözler haklı biçimde acilen iklim değişikliğine çevrilse de bu soruna ilişkin alacağımız önlemler doğanın tümüyle kurtarılmasını sağlamayacak. Yeniden ve yeniden sorgulamamız gereken şunlar:
Atmosfere neden bu kadar çok karbon salıyoruz? Neden bu kadar çok kaynak harcıyoruz? Neden bu kadar enerji tüketiyoruz? Tüm bunlar yaşamımızı sürdürmeye ancak mı yetiyor?
Hayır, hiç de değil. Toplumsal gereksinimleri karşılamanın çok ötesinde üretim yapıyoruz. Bu işin bir ayağı, üretim çarkının gereksizcedönmesine neden olan planlı eskitme olgusu. Ancak başka bir yazıda ele almak üzere şimdilik bu geniş konuyu bir kenara bırakalım.
Gereksiz üretimle birlikte gereksiz sektörlere tonlarca kaynak harcıyoruz. Örneğin reklam sektörü dünya için ne kadar gerekli? İnsanlık için gerçekten bir kullanım değeri var mı? Dünya çapında yalnızca dijital pazarlama etkinlikleri için yılda yaklaşık 100 milyar dolar harcandığı söyleniyor (2). Yalnızca dijital harcamadan söz ediyoruz, basılı reklam, vb. bu sayıya dahil değil. Bu devasa sektörün harcadığı kaynak ve enerji miktarının doğaya olan yükünü ölçmek ise neredeyse olanaksız. Neden yapıyoruz o halde bunu? Kimin işine yarıyor? Bu soruları sürekli sormamız ve verili kabul ettiğimiz birçok durumu sorgulamamız gerekiyor.
Öğrencilerin protestosu kuşkusuz dikkatleri çekecek ve moda deyişle “toplumsal farkındalık” yaratılmasına yardımcı olacaktır. Ancak şu aşamada bu tür eylemliliklerin dönüştürücü gücü olduğunu söylemek zor. Ne zaman ki bu kendiliğinden protestolar, bu farkındalık, gerçek bir bilinç sıçramasına evrilerek harekete geçecek, işte o zaman gelecek kuşakların esenliğini güvence altına almaktan söz edebileceğiz.
Yazıyı bitirirken son bir soru bırakalım ortaya. Daha bir hafta önce, sonuna kadar haklı oldukları taleplerini dile getiren kadınlara saldıran polisin bugün de sonuna kadar haklı olan çocuklara saldırmayacağından, ülkenin enerji kaynağını neredeyse tümüyle kömüre yaslayanların “Bunlar bizim yerli ve milli kömürümüzü kıskanan güneş-rüzgar terörünün destekçileri” diye çocukları hedef göstermeyeceğinden emin miyiz?