Bir önceki yazıda “Günümüzün teknolojik olanakları sayesinde ağır işler tamamen robotlara yaptırılabilir, günlük çalışma süresi yarı yarıya azaltılabilir, işsizlik sorunu tamamen ortadan kaldırılabilir, artan boş saatlerde insanlar yaratıcı kapasitelerini geliştirecek etkinliklerle uğraşabilir” demiş, gündüzlerinde sömürülmeyen ve gecelerinde aç yatılmayan insanca bir yaşamın mümkün olduğunu söylemiştik. Her ne kadar mümkün olduğunu söylesek de işçi sınıfının bu olasılığı gerçek kılması için henüz erken. Öte yandan bugün sermayenin biraz da göz boyamak için hevesle dillendirdiği “tam otomasyona geçiş” iddiası da pek gerçekçi değil. Verili durumda robotlaşmanın bir sınırı var ve %100 otomasyondan söz edilemez.
Yine önceki yazıda dile getirdiğimiz endüstri 4.0’ın yol açacağı kitlesel işsizlik sorunu kimilerince “sıfır proletarya” olarak yorumlanıyor ve bu yorumun iki farklı sonucu olarak ya “işçi sınıfının sonu” ya da işçi sınıfının öfkesinin hemen devrime evrileceği sanısıyla “kapitalizmin sonu” müjdeleniyor. Bu aceleci görüşler bir kenarda dursun, biz ayaklarımızı yere sağlam basalım ve çetin mücadelelerin bir süre daha devam edeceği bu yeni evreyi kavramaya çalışalım.
Öncelikle ayan beyan ortada olan bir gerçekle, kapitalizmin yasalarının hâlâ geçerli olduğunu saptamakla işe başlayabiliriz. Sorunumuzun işçinin kanını emmek isteyen kötü kalpli patronların insanlık üzerindeki sinsi planları olmadığı açık. Kötü kalpli de olsa Hulusi Kentmen karakterleri gibi yufka yürekli de olsa bir patronun elindeki tüm teknolojik olanaklara karşın işçiyi sömürmekten, yukarıdaki alıntıda sözünü ettiğimiz olasılığı gasp etmekten başka seçeneği yoktur. Çünkü:
1.Evet, robotlar mola vermez, zam istemez, greve çıkmaz, isyan etmez. Bu nedenle patronlar için ideal işçi gibi görünür ama insansız, tümüyle robotlara dayalı bir üretimi kapitalistler istemez, isteyemez. Kapitalizm en basit tanımıyla artı-değer sömürüsüne dayanır. Artı-değerin kaynağı canlı emek, yani işçilerin emeğidir. Makineler, yani ölü emek ise artı-değer üretmez. O halde sermaye birikimini sağlayan artı-değere el koyamazsa ayakta kalamayacak olan kapitalist, bütün işçileri işten çıkartamaz. O, işçinin emeğine bağımlıdır.
2.Evet, robotlar mola vermez, zam istemez… ama alışveriş de edemez. Bir kapitalistin yalnızca artı-değere el koyması yetmez, aynı zamanda ürettiği malı satıp kâr elde etmesi gerekir. Yalnızca metaların üretilmesi yeterli değildir, metaların pazarda değişip değerini gerçekleştirmesi, Kapital’deki o ünlü formülasyonla söylersek, meta-para-meta zincirinde metanın “ölüm parendesi”ni atması gerekmektedir. Tam otomasyona geçilirse, gelirinden olmuş, satın alma gücünü yitirmiş işçiler emeğin yeniden üretimini sağlayamayacak, böylece piyasa da işlemez olacaktır. Robotlar kârın gerçekleşmesini sağlayamayacakları için patron elindeki tüm teknolojiye karşın yine de işçiye muhtaçtır.
Peki bir kapitalist için işçiden mahrum kalmak pek de mantıklı değilse neden tam otomasyondan, akıllı fabrikalardan, robotlaşmadan söz edilmektedir?
Robotlar/makineler artı-değer üretmese de toplam üretkenliği arttırarak işçilerden elde edilen artı-değerin çoğalmasını sağlar. Burada, özellikle şimdilerde Türkiye’de gördüğümüz dijitalleşme yarışındaki amaç teknolojik atılımı ilk gerçekleştiren olmaktır. Böylece alanında öncü olanlar, verimlilik artışını ilk sağlayanlar piyasadan yüksek kârı toplar. Ancak bunun da bir sınırı olacaktır elbette. Pazardaki diğer kapitalistlerin eli boş durmayacak, kendi yöntem ve araçlarını geliştirecektir. Zamanla ileri teknoloji ortalamaya düştükçe, üretim için gerekli toplumsal emek-zaman herkes için eşitlenmeye başladıkça, kâr oranları da düşme eğilimine girecektir. Bu aşamada kapitalizmin yasaları bir kez daha devreye girer: Kapitalist kârını arttıramaz ve büyüyemezse küçülmeye, yok olmaya mahkumdur.
Bu noktadan sonra sermaye ile teknoloji arasındaki cicim ayları geride kalır. Artık söz konusu olan, yüksek kâr getirmeyen bir aşırı üretim krizidir: Artan verimlilikle çok sayıda üretilen ürün, kâr oranlarının düşmesi, geliri azalan patronun maliyetleri düşürebilmek için ücretleri baskılaması, ücreti azalan işçinin tüketimi gerçekleştirememesi, satılamayan ürünler ve kriz. Burada elbette ekonomik krize, aşırı kaynak ve enerji tüketimi, atıklarda artış, vb. sorunlarla gittikçe büyüyen ekolojik kriz de eşlik eder.
Görüldüğü gibi endüstri 4.0 uygulamaları kısa erimde yüksek kârlarla sermayenin yüzünü güldürecek ancak uzun erimde eskisinden de büyük krizlere yola açabilecektir. Kapitalizm koşullarında endüstri 4.0 uygulamalarının işçi sınıfı yararına olacağı ise düşünülmemelidir bile. Sermaye, işçilerden tümüyle vazgeçemese de kitlesel işten çıkarmaların yaşanacağı kesindir.
İşsizlik ve krizlerle derinleşen çelişkilerin ise toplumsal altüst oluşları beraberinde getirmesi öngörülebilir. İşte başlıktaki sorunun yanıtı da burada gizlidir. Belki endüstri 4.0 sermaye için kapitalizmin açmazlarını -en azından bir süre daha- kapatacak bir kurtarıcı olacaktır ama üretici güçlerin gelişme düzeyi kapitalist üretim tarzıyla git gide daha da bağdaşmaz hale gelecek, kapitalizmin sonunu geri döndürülemez biçimde hazırlayacaktır.
Peki teknolojik gelişmeler kapitalizmin mezar kazıcısı mıdır? Sanmıyoruz ama kapitalizmin gerçek mezar kazıcılarının tarihsel rollerini üstlenmesinde iyi bir araç olacağını söyleyebiliriz.