“Kim bu ölü, bilmiyor musun / Bolivyalı küçük asker? / Bu ölü Che Guevara, /Arjantinliydi Kübalıydı /Arjantinliydi Kübalıydı /Bolivyalı küçük asker, /Arjantinliydi Kübalıydı.”
(Şiir daha sonra Mehmet Celal tarafından şarkı şekline uyarlanmıştır…)
Yukarıdaki satırlar, Kübalı şair Nicolás Guillén’e ait. Bu satırları Che’nin Bolivya’da katledilişinin ardından, kendisine ithaf etmiştir. Peki kimdir bu küçük asker?
René Barrientos Ortuño, 1919 yılında dünyaya gelmiş, 19 yaşında orduda kariyer yapmaya karar vermiştir. Daha sonra Milliyetçi Devrimci Parti (PNR) içerisinde çalışmış ve 1952 Bolivya Devrimi’nde rol almıştır. 1964 yılı ise onun için “önlenemez” yükselişini başlatan olaylar açısından önemlidir. Önce başkan yardımcısı seçilmiş, daha sonra genel grevi bastırmış; bu olaydan bir ay sonra da askeri darbeyle iktidara el koymuştur. İktidarı ele geçirdikten sonra ise, 42 yıl sonra Evo Morales tarafından değiştirilecek olan anayasayı hazırlamıştır. Barrientos, Bolivya’nın sol tandanslı 1952 Devrimi’ne son veren kişi olarak da tanınmaktadır.
Barrientos’un iktidarının üçüncü yılında ise Bolivya’nın dağlarında bir hareketlilik başlamıştır. Bu hareketliliğin sebebini ise, 8 yıl geriye götüreceğiz: Küba Devrimi’ne. Küba Devrimi, 1959 yılında gerçekleştiğinde ulusal devrimci bir karaktere sahiptir. Kadroları için asıl amaç, Küba’nın ulusal ve ekonomik bağımsızlığını sağlamaktır. Ancak Küba Devrimi’nin kadroları arasında fikir farklılıkları vardır. Örneğin Che Guevera ve Raul Castro, devrimin sol kanadını temsil etmektedir ve kendilerini komünist olarak tanımlamaktadır. Ancak tersi bir örnek olarak Camilo Cienfuegos ise sosyalist değildir. Küba Devrimi’nin sosyalist yörüngeye oturması ve devrimin bu yönde ilerlemesi, yaklaşık 1 sene sonra Sovyetler Birliği ile oluşmaya ve gelişmeye başlayan ilişkilerle birlikte gerçekleşir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Che Guevera ve Raul Castro, devrimden önce de komünist olduklarından, bu dönemle birlikte daha da öne çıkan figürler haline gelirler. Ancak Che her ne kadar “hayalperest” ve “dünya devrimini başlatmaya çalışan maceracı fokocu” olarak anılmak istese de, devrimden hemen sonrasının sanayi bakanı ve 1960 yılında ise sosyalist bir ekonomi için kilit öneme sahip olan merkez planlama teşkilatının başkanıdır. Küba’daki ilk millileştirmeler, onun döneminde başlamıştır örneğin.
Daha sonra, Che’nin popüler imajından yararlanmak isteyen Küba hükümeti, Sovyetler Birliği, Çekoslovakya ve Demokratik Almanya’ya göndermiştir. Bu ilk gezisinde ilişkileri geliştiren Che, sosyalist ülkelere ikinci bir geziyi de 1964 yılında düzenlemiştir. Bundan bir yıl önce, yani Füze Krizi’nin bir yıl ardından ise Fidel Castro, yaklaşık 40 günlük bir SSCB ziyaretinde bulunmuştur. Che Guevera’nın, bu ikinci ziyaret esnasında Che’nin SSCB’ye üstü kapalı bir dizi eleştiri gerçekleştirdiği doğrudur ancak bu eleştirilerin özellikle ABD’li akademisyenler tarafından onun ölümüne yol açan bir “komplo”ya sebebiyet verdiği, olsa olsa basit bir yalandır.
(Che ve Yuri Gagarin, 1964, Moskova)
Bu ziyaretin ardından Che, kendisine devrimden sonra verilen Küba vatandaşlığından feragat ederek, ulusal kurtuluş savaşına yardımcı olmak için Kongo’ya geçmiştir. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere, Fidel ve Che arasındaki kimi anlaşmazlıkları, sanki Fidel, Che’yi ölüme göndermişçesine sunmak, artniyetlicedir. Çünkü, Che Kongo’dayken yahut Kongo’ya geçmeden evvel Fidel ile sürekli temas halindedir. Ya da, bu komplo teorisini öne sürenler, Che ve Fidel’in gerilla savaşı sürecinde yaşadığı tartışmalar sonucunda Che’nin rütbesinin indirilip, askerleri talim ettirme görevi verildiğini biliyorlar mı? Görüldüğü gibi, Che bu görevi hakkıyla yerini getirmiş olacak ki, devrimin gerçekleşmesine yol açan Santa Clara şehrini ele geçiren komutanlardan biri olacaktır… Kongo’daki güçlerin dağınıklığı, şartların zorluğu ve devamlı verilen kayıplar Che’yi vatanına, Latin Amerika’ya dönmek zorunda bırakmıştır. Detaylı bakıldığında görülecektir ki, Che’yi Kongo’dan çıkaran, gizlice Prag’a götüren, orada 5 ay saklayan; daha sonra gizlice Küba’ya getiren de Küba devletidir.
(Che, 1966’da Küba’da gizlenirken…)
Che’nin, Küba’ya gizlice geri dönüşünün sebebi ise, yaklaşık 2 yıldır “kayıp” olması ve Küba devletiyle birlikte, yurtdışındaki faaliyetlerde görev almasıdır. 1966 yılında Küba’da kendi seçtiği bir gerilla grubu ile birlikte, Bolivya’ya geçen Che orada bir gerilla faaliyeti örgütlemeye başlar. Peki neden Bolivya’yı seçmiştir? Bolivya’da gerçekten hiç yaprak kımıldamamasına rağmen, “maceracı” Che özellikle mi orayı seçmiştir? Che, bu hareketsiz ülkenin dağlarını mı hareketlendirmeye gitmiştir? Aslında durum çok da öyle değil. Bolivya, Latin Amerika’daki en gelişkin maden ocaklarına sahiptir; dolayısıyla güçlü bir maden işçisi hareketine de sahiptir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, kötü şartlar altında çalışan Bolivyalı madenciler 1964 yılında ayaklanmış ve greve gitmiş, daha sonra bu grev Barrientos tarafından bastırılmıştır.
Che’nin Bolivya’yı seçmesinin bir diğer sebebi ise, Bolivya’nın Latin Amerika’nın birçok ülkesinin kesişiminde yer almasıdır. Che, Bolivya’da güçlenecek ve üslenecek bir hareketin, Peru, Brezilya, Şili gibi ülkelere de temas edebileceğini düşünüyordu. Bir diğer sebep de, Simon Bolivar’dan beri süregelen, birleşik bir Latin Amerika hayalidir. Che’nin bu hayali, onun bir zamanlar motorsikletiyle tüm kıtayı dolaşmasına yol açan gezisine de ilham vermiştir. Ancak bu hayali paylaşan yalnızca Che değil, o dönemde birçok devrimci bu hayali paylaşmaktadır; bugün de aynı hayalin en büyük temsilcisi Chavez’dir…
Che, 1966 yılında Bolivya’da 16 Kübalı, 26 Bolivyalı, 3 Perulu ve 2 Arjantinli yoldaşına, bir “uluslar arası tugay”a önderlik ediyordu. 1967’ye gelindiğinde ise, hikaye sıkıntı verici bir hal almaya başlıyor. Che’nin Bolivya Günlükleri’nde de bu sıkıntının yansımalarını görebiliyoruz. İklimin kötülüğü, sıkça tekrarlanan astım krizleri, köylülerden beklenen katılımın olmayışı, ülkedeki sol güçlerden söz verilen desteğin gelmemesi… Ancak bütün bu koşullara rağmen, Che ve yoldaşları, mücadeleye devam ediyorlar. Ağustos 1967’den sonra CIA, Che’nin Bolivya’da oluşunu haber alıyor; ve bu haber onların, Bolivya dağlarına daha bir ihtimamla bakmasına sebep oluyor. Bu tarihten sonra da, saldırıların dozajı artıyor. Quebrada del Churo bölgesinde 8 Ekim’de girilen çatışmada bacağından yaralanan Che, daha sonra bir okula kapatılıyor. İlk önce CIA’den bir ajan gelip kendisini teşhis ediyor ve daha sonra ise ABD’nin “küçük askeri” Barrientos’tan gelen emirle Che öldürülüyor. Che’nin kemikleri ancak 1997’de bulundu.
(Che’nin yaralı olarak ele geçirildiği bölgeden: “Vatan ya da ölüm…”)
Bolivya’da tarih, geçtiğimiz yılın sonunda tekerrür etti. Bolivyalı bir küçük asker daha, Jeanine Anez, halkın seçtiği devlet başkanına yapılan darbeden sonra kendini devlet başkanı ilan etti. Fakat hikaye tabi ki burada sona ermiyor, mücadele de. Che’ye belki de en güzel vedayı, 8 Ekim’de Che’nin yaralı olarak ele geçirildiği çatışmadan, kuşatmayı yararak çıkan Inti Peredo yapmıştı: “Bayraklarımızda siyah var, evet yas için ama bayraklarımız asla alçalmayacak!” Bolivya’nın bugününde, solcu Morales iktidarı “küçük askerler” tarafından sona erdirildi; ancak Inti Peredo’ların mücadelesi devam ediyor…