Biriken sosyal öfkeyi sınıfsal kutuplaşmaya bükmek
Bütün bu çıkışsızlık ve bunalım tablosu içinde sosyalist siyaset açısından kritik anlamda bir değişimin yaşandığı, önümüzde bir sıçrama veya genişleme momentinin açıldığını görmek gerekiyor.
Erdoğan siyasal gündemi belirleme konusunda muhalefet karşısında 20 Aralık hokus-pokusuyla yeniden ele geçirdiği üstünlüğü koruyor. Bir CHP’ye vuruyor, bir HDP’ye sonra geri dönüp tekrar CHP’ye derken, Erdoğan-Saray ittifakı hamle üstüne hamle yapıp, muhalefete göz açtırmamaya çalışıyor. Fakat bunların hiçbiri, halkın Saray iktidarının yoksullaştırma saldırısına, geçinememeye karşı öfkesinin patlayacağı eşiğe doğru dolu dizgin ilerlediğimiz gerçeğini değiştirmiyor. Düzen muhalefetiyse iktidarın manevraları karşısında bir adım geri çekilmiş, Erdoğan’ın bunun sonunda şapkadan seçim sandığı çıkarıp, çıkarmayacağını bekliyor.
MUHALEFETİN KİFAYETSİZLİĞİ VE ARTAN POTANSİYELLER
‘Sokağa çıkanı tepeleriz’ diyen Erdoğan’a, ‘bizim de sokağa çıkmaya niyetimiz yok’ yanıtı veren CHP-İYİP ittifakının derdi de halkın siyaset arenasına sandık ötesi bir yolla girmesinden hazzetmediği de ortada. 23 Kasım’daki gibi öfke sokaklara taşmaya başlayınca, sosyalin hararetini düşürmeye dönük 4 Aralık Mersin Mitingi gibi istisnai eylemlere tevessül eden düzen muhalefetinin, Erdoğan’ın her kritik eşikteki efelenmesi ardından, refleksif biçimde dışavurduğu sokak hareketi karşıtı tutumunun saray rejiminin ömrünü uzattığı açık. Muhalefet saflarındaki işçi-işsiz emekçileri, emeklileri öfkelendirmesi kuvvetle muhtemel olan bu tutum, emekçi halkın son 4-5 ayda bir şok biçiminde yaşadığı yoksullaşmanın üzerine, umudunu bağladığı siyasi muhalefet iradesinin kifayetsizliğinin yarattığı çaresizliği ekliyor. Yaşam ve geçim koşulları şok edici biçimde bozulan halkın yüzyüze kaldığı bu çıkışsızlık, 2018’in ikinci yarısından beri devalüasyonlar ve fiyat artışlarıyla yaşanan sosyal bunalımı da katmerliyor.
NEGATİF KİMLİKLENMENİN GÜCÜ KIRILIRKEN
Bütün bu çıkışsızlık ve bunalım tablosu içinde sosyalist siyaset açısından kritik anlamda bir değişimin yaşandığı, önümüzde bir sıçrama veya genişleme momentinin açıldığını görmek gerekiyor. Çeşitli kamuoyu araştırmaları ve araştırmacılar tarafından farklı biçimde dile getirildiği üzere, Erdoğan’ın, saray rejimiyle yöneldiği ve hegemonyasız tahakküm anlamına gelen negatif kimliklenmeler üzerinden politizasyon/kutuplaşmanın etkisinin zayıflamakta, İslamcı siyasetin 1990’lardan beri mülksüz proletarya kesimleri arasında sahip olduğu hegemonik konum sarsılmakta, bu ikisinin kümülatif etkisi nedeniyle son yıllarda iyice cılızlaşmış sosyal-sınıfsal kutuplaşmanın güçlenmektedir. Son iki buçuk üç yılda yaşananlar, doğrudan mülksüzleştirilenler, yoksulluğa, işsizliğe mahkum edilenleri, mağduru olduğu sosyo-ekonomik sömürü, eşitsizlik, adaletsizlikleri kamusal alana, siyaset sahnesine taşımasının koşullarını olgunlaştırıyor. Sınıfsal kutuplaşmanın görünürlüğü artarken, özellikle 2019 Yerel seçimlerinde büyükşehirlerin muhalefet adaylarının eline geçmesinin de etkisiyle, Türk-Kürt, Sünni-Alevi, sağ-sol kültürel-siyasal kimlik eksenli kutuplaşmaların etkisi azalıyor.
Bu durum sosyal muhalefetin pekçok noktada zayıf karnı olduğu, iktidarın elinde halen emekçi sınıfların geniş alt katmanlarını kendine bağımlı kılan güçlü kartları olduğu gerçeğini değiştirmiyor elbette. Örneğin son haftalarda hızlı bir tırmanış gözlenen, Suriyeli göçmenlere dönük linç saldırıları emekçi sınıflar arasındaki sosyal öfkenin çarpıtılmış yansımaları olarak karşımızda duruyor. Ya da saray blokunun merkezi ve yerel aygıtlarınca sunulan sosyal yardım uygulamalarından yararlanan 22 milyon kişi arasında bu yardımların bir iktidar değişikliğiyle kesileceğinden kaygı duyan önemli bir kesim olduğu tahmin edilebilir. Buna karşın, toplumsal öfkeyi bir protesto hareketine dönüştürmekten kaçınarak büyük bir gaflet içinde olduğunu söylediğimiz düzen muhalefetinin, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi popüler belediye başkanlarının sosyal yardım-destek uygulamalarıyla iktidardan geri kalmayan performansı sayesinde bu algıyı belli ölçüde kırdığı da söylenebilir. Konda anketine göre, son aylardaki yüksek enflasyon nedeniyle, geliri giderinden az hanelerin oranının yüzde 36, denk hanelerin oranının yüzde 51 olduğu, çok olanların oranının yüzde 13’te kaldığı bir dönemde, iktidarın sosyal yardımlar sayesinde dahi yoksullaşmadaki derinleşmenin yol açtığı mağduriyeti gidermesi, açığa çıkmakta olan öfkeyi yönetmesi mümkün gözükmemektedir.
2021 YILINDA SINIFSAL GERÇEKLİĞİN GALEBE ÇALMASININ SİYASAL YANSIMALARI
Şimdi partilerle dört temel gelir grubu arasındaki oy desteğinde 2021 yılı Şubat ve Kasım ayları arasında ne tür değişiklikler yaşandığını masaya yatırarak, önümüzdeki aylarda geçinemiyoruz buhranının daha da derinleşmesi sonrasında emekçi sınıfların siyasi tercih ve protesto biçimlerinde ne tür gelişmeler yaşanabileceğine ilişkin öngörülerde bulunmaya çalışacağım. Bu aylardan Şubat, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın ve Merkez Bankası Başkanı’nın değiştirilmesi sonrasında döviz fiyatlarında yeni bir yükseliş anıdır. Bu kur şokunun bir benzeri Ekim-Kasım aylarında Merkez Bankası faizlerinin düşürülmesi sonrasında yaşanmış, enflasyonun freni patlamış biçimde yükselmesini beraberinde getirmiştir.
Yöneylem Sosyal Araştırmalar Merkezi’nin yayınladığı verilerden hareketle oluşturduğumuz tabloya göre, bu 10 aylık zaman aralığında kararsızlar dağıtılmadan önce AKP oylarında ciddi bir düşüş yaşandığı görülmektedir. AKP oyları yüzde 29,8’den 24,3’e düşerken, partinin en büyük gerilemeyi en düşük gelirli emekçi kesimlerde yaşadığını ortaya koymaktadır. Şubat 2021’de aylık geliri asgari ücretin (o dönem için 2500 TL) olan seçmenlerin yüzde 35,3’i AKP’ye oy verirken, bu oran Kasım 2021’de yüzde 25,7’ye düşmüştür. Bu gerçekten de ciddi bir gerilemedir. Söz konusu 10 aylık süreçte aynı kesim içinde oyunu gözle görülür ölçüde yükseltebilen parti CHP’dir. İBB ve ABB başkanlarının pandemi kapanmalarından beri halk ekmek, askıda fatura vb. uygulamalarla yoksul kesimlere ulaştırabilmesinin, CHP oylarının yoksul proletarya kesimleri arasında yüzde 17,2’den, 24,2’ye sıçramasında özel bir payı olduğu tahmin edilmektedir. Bunun yanında, AKP ve MHP’den kopan yoksul emekçilerin önemli bir kısmının İYİP ve diğer partilere kaydığı da anlaşılmaktadır.
Yöneylem araştırmalarının söz konusu tarih aralığında yaşanan siyasi tutum değişikliğine ilişkin ortaya koyduğu bir diğer temel bilgi, alt-orta gelir grubunda saray blokunun desteği Şubat 2021’de yüzde 36,1 iken bu oran Kasım 2021’de 28,7’ye gerilemiştir. Millet ittifakının desteğininse aynı süreçte yüzde 26,3’ten, 36’ya yükseldiği görülmüştür. Aralık ayındaki hokus-pokuslara, asgari ücret artışıyla AKP oylarındaki yüzde 2,6’lık yükselişin, muhalefet saflarına geçmiş kesimlerden iktidara geri dönüşten ziyade, kararsızlar ve oy kullanmayacağım diyenlerden kaynaklandığı görülmüştür. Aynı zaman aralığı içinde oylarını yükselten partilerden biri de HDP’dir (yüzde 7,2’den 7,8’e). Üst gelir gruplarındaki desteği gerilemiş gözüken HDP’nin asıl yükselişi, Türkiye toplumunun en geniş kesimine tekabül eden alt-orta gelir grubu içinde gerçekleştirdiği (yüzde 6,4’ten, 9,3’e) anlaşılmaktadır. En mülksüz proleter sınıf saflarında da neredeyse aynı oranda (9,2) bir güce sahip olması, HDP’nin bir seçim barajı sorunu olmamasının en önemli nedenidir.
EV KADINLARI NEDEN SARAYIN EN BÜYÜK DESTEKÇİSİ?
Sokak röportajlarında iktidarın en büyük destekçileri “telefoncu dayılar” olasa da, kamuoyu araştırmaları saray rejiminin en büyük destekçilerinden birinin ev kadınları olduğunu gösteriyor. Örneğin, Yöneylem’in bu ayki araştırma raporunda Türkiye’nin kötü yönetilmediğini düşünen tek kesim ev kadınlarıdır. Ev kadınlarının yüzde 36,5’una göre Türkiye iyi yönetilmekte, yüzde 16,3’üne göre “ne iyi, ne kötü yönetilmektedir”. AKP’nin ev kadınları içindeki bu belirgin üstünlüğü muhalefet partileriyle onların belediye yönetimlerinin üzerinde kafa yorması gereken önemli bir gerçekliktir. Peki bunun nedenleri nelerdir?
Bu sorunun en kestirme yanıtı; AKP’nin Refah Partisi’nden devraldığı mahalle ve sokak örgütlenmesi ve iktidar ve onunla bakışımlı sosyal yardım faaliyetlerinin aktif bir kadın faaliyetiyle yürütülmeye devam etmesidir.
1980 ve 1990’larda kentleşen nüfusun toplam seçmenlerin yüzde 55’ini oluşturduğu ülkede, AKP’nin mahalle örgütlenmesini sırtlamaya devam eden kadınlar, hanelerde ev kadınlarının sosyo-ekonomik yardımların birinci adresi olmasını sağlamıştır. Yoksul emekçi semt ve mahallelerinde aktif AKP çalışması yürüten kadınlara hem sosyal bir saygınlık sağladığı, hem de onlara politik bir özneleşmenin tatminini veren bu durumun nasıl değişebileceği konusunda muhalefetin restorasyoncu ve devrimci güçlerinin yaratıcı çözümler geliştirmesi gerekiyor. Sosyal yardım ve destek konusunda muhalefetin elindeki en büyük güç olan büyükşehir belediyelerin bu konuda geliştireceği yeni mekanizmaların yanında, Geçinemiyoruz eylemlerinin sözcülerinin ev kadınları olması isabetli bir tercih olacaktır.
DERİNLEŞEN SOSYAL BUHRAN NELERE GEBE?
Gelir düzeyi arasında alt katmanları oluşturan asgari ücret altı kesimler ve onun en fazla iki katına tekabül eden, özünde emekçi halk katmanları Türkiye toplumunun ezici çoğunluğunu oluşturmaktadır. Saray blokundan muhalefet güçlerine doğru yaşanan büyük sosyal destek kaymalarının içerdiği bir başka potansiyele odaklanmamız gerekiyor. Son bir yılda iktidardan muhalefete bu denli büyük bir kayma söz konusuyken, son aylarda ağırlaşan yoksullaşma ve toplumsal bunalım koşullarında düzen muhalefetinin sandığı bekleyin çağrıları halkın kendiliğinden protestosunun daha büyük bir şiddetle sokakları kaplamasının koşullarını büyütmektedir. Düzen muhalefeti Erdoğan’ın gözdağı ve restleri karşısında biz sandığı bekliyoruz diyorsa, ev kadınları dışındaki çalışanların yüzde 65’inin yaşanan sosyo-ekonomik çöküşten saray rejiminin kötü yönetimini sorumlu tuttuğu bu benzersiz konjonktürde, emekçi sınıfların büyüyen öfkesi sosyalistlerin saray rejimi ve neoliberal kapitalizm karşıtı siyasi çözümlerini toplumsallaştıracakları, düzen muhalefetinin sokak-emekçi halk korkusunu teşhir edecekleri bir atılım sürecinin kaldıracına dönüştürülebilir. Tek tek herhangi bir öznenin kadrosal ve mobilizasyon kapasitesi anlamında böylesi bir görevin altından kalkması mümkün gözükmeyebilir. Kendi örgütünün doğrusal ve tekil güçlenmesinden ziyade, örneğin HDP’yle “Demokrasi İttifakı” zemininde yanyana gelen sosyalist yapıların (en azından birkaçının) sandıktan önce sokakta biraraya gelerek yerel güçbirlikleri geliştirmeyi, halkın geçinemiyoruz isyanını sistemli bir anti-kapitalist eylem programını önlerine koymaları gerekir. “Milyonlar Aç Milyonlar İşsiz, İşte Kapitalist Düzeniniz” bu protestonunun şimdilik en iyi ifadesidir.
Geçen yazıda bıraktığımız noktaya dönerek bitirelim: Saray rejiminin propagandası ve baskısı tekrar galebe çaldığında siyasi yılgınlık ve geri çekilme tavrı yüksek eğitimli, kentli ve gri yakalı yoksullaşan küçük burjuvazi (prekarya) saflarında yeniden güç kazanıyor olsa da Enes Kara protestoları, gençliğin yoksulluğa, barınamamaya, geleceksizliğe isyan ateşinin içten içe yanmaya devam ettiğini gösterdi. Okmeydanı’ında, Antalya’da, Batıkent’te, Kadıköy’de sosyalistlerin öncülüğünde yankılanmaya devam eden, “geçinemiyoruz” çığlığı ise daha gür biçimde haykırılacağı dönemin eşiğinde. Sefalet ve çıkışsızlıkla kaim mevcut sosyal-siyasi tabloyu yırtıp atacak sosyal protesto ve patlamalarının Şubat’ın ikinci yarısından itibaren yükseleceğini öngörmek için de kahin olmaya gerek yok.
Metin Çulhaoğlu’nun son yazılarından birinde işaret ettiği üzere, sol-sosyalist siyaset sanatının esvabı mucibesi de sosyal bunalım ve öfkeyi kendi lehine bir sıçramaya dönüştürüp, dönüştüremeyeceğinde saklıdır. Sözün özü, 1 Mayıs’a kadar sokakta olan, Saray’a da muhalefetine de karşı öfkenin sosyal protestoya tercüme edebilenler kazanır, sokağı sistemli ve bilinçli bir eylem programı içinde kullanamayanlar yerinde sayar ve bu tarihsel momentin önünden geçip, gitmesini izler...