27 Mayıs 2013’den öncesine kadarki son iki yılımızda, Taksim’in sözde “yayalaştırılması“ projesine ve “Topçu Kışlası İnşasına“ karşı bilimi, aklı ve toplumun çıkarını savunmak için çeşitli biçimlerde emek verdiğimizi yakından bilen hocamın sözleri hala aklımda.. Hatta haziranın ilk günlerinde İstiklal’de akademisyenlerle birlikte yürümesi ve yürürken telefon açıp söyledikleri de... Ben burada yaşananları beyaz yakalı, yirmili yaşlarının sonlarında, kadın, güvencesiz çalışan, “ne yaparsanız yapın bu memleketten bir şey olmaz“ cümlesiyle çokça karşılaşmış, kent merkezinde yaşayan, daha önce hiç gaz yememiş, hiç toma ile bu kadar yakınlaşmamış, fena sayılmayacak üniversitelerde yetişmiş biri olarak yani binlercemizin bir ortalaması olarak paylaşıyorum. Dikkat çekici olan ise bu ortalamanın bugün işçi sınıfının sermayeye en ağır ekonomik ve ideolojik zararı verme kapasitesine sahip, en gelişkin ve şekillenmekte olan kesimini oluşturuyor olduğu gerçeği.
Hafife alınamazdık, aydınlanma birikiminden gelen, toplumcu karakteri belirgin akademisyenlerin elinde yetişmiştik. Üniversitenin daha ilk günlerinde bu güzel akademisyenlerin eskiz kağıtlarımıza kocaman harflerle “KAMU“ yazdığı, mimarlar, mühendisler, doktorlar, hukukçular toplum yararına çalışır, işimiz bu! dedikleri atölyeler bizleri bugünlere hazırlamıştı. İş hayatına atıldığımız ilk haftalarda, hatta daha staj yaparken ayırdına vardığımız güvencesiz, proje bazlı (yani mevsimlik!) çalışma biçimimiz, uzun ve yorucu çalışma saatlerimiz, kent suçu projelerinde çalışma zorunluluğumuz, aylarca geciktirilen maaşlarımızla sınıfsal aidiyetini çok gecikmeden hisseden bir kuşaktık. Topluma hizmet etmesi gereken, mesleki birikimini daha yaşanılası kent ve çevreler için kullanmak isteyen insanlar olarak, emekçilerin yaşadığı mahalleleri yıkıp, yerine AVM’ler diken ofis ve şantiyelerde, aç gözlü şirketlerin boyunduruğunda çalışma zorunluluğu ile duvara toslamıştık... İstediğimiz bu değildi, ne yaşamdan ne mesleğimizden. Bir araya gelmeye başlıyorduk, bu işte bir yanlışlık vardı ve en önemlisi boyun eğmemeliydik.
Sevgili hocama dönersek Haziran Direnişi öncesi söyledikleri büyük bir anlayış, takdir ve imrenmeyle; bu dönemin gençlerinin yaptıklarına, mücadelesine, aklına, sorgulamasına hayran olduğu ama AKP hükümetinin kışla görünümlü AVM’yi parka mutlaka yapacağı, bu zamana kadar ne dediyse yaptığı, karşı durulamadığı ve kendimizi çok yormamamız gerektiğiydi! Bunu 1980 darbesini yaşamış, en verimli akademik yıllarını AKP döneminde geçiren bir kuşaktan olan hocam açısından anlayabilmiş ama “ya bu sefer yapamazlarsa?“ diye, muzip ama inancım tam bir şekilde sormuştum. Doğru bildiğimizi yapacak, karda-buzda Taksim Metro çıkışında bildirilerimizi dağıtacak, insanlarla bıkıp usanmadan her yerde konuşacak, anlatacaktık, yazacaktık yalnız değildik ve mesele 3-5 ağaçtan fazlasıydı. Bilim, teknik ve akıl dışı bir iş hem de Taksim’in orta yerinde yapılamazdı, olamazdı. İnatçıydık, inanıyorduk, boyun eğmedik....
Birbiri ardına sıralanan, çoğunlukla hızına yetişemediğimiz rant ve yağma projelerinin bir kısmını şimdilik durdurabiliyoruz veya bazen de yarattığımız basınç ile hükümetin planlarını erteletiyoruz. Gözlemleyebildiğim kadarıyla artık biraz da istediğimizi, “başka türlü”yü hayal etmeye başlasak diyen sesler çoğalıyor. Sözün kısası başka bir toplumsal düzende yaşasaydık ve söz konusu sermaye çıkarına, muhafazakar-neoliberal hegemonya lehine işletilen, insana-yaşama dair her şeye zarar veren rant projelerin hepsi halk tarafından hali hazırda durdurulmuş olsaydı. Gecelerinde aç yatılmayan, gündüzlerinde sömürülmediğimiz bir düzende olsaydık. Yani gelin adını koyalım başka türlü bir toplumsal düzende, Sosyalist bir Cumhuriyette olsaydık.. Örneğin insanca ve yaşanabilir kentler, çevreler için nereden başlar, neler yapar veya neleri yapmazdık? Ya da bugün bunu konuşmaya, üzerine düşünmeye başlamak neden bu kadar önemli? Bu satırlarda bunlar da aranacak ve daha başkaları..
Kısacası ne istemediğimizi çok iyi biliyorduk ve bu topraklarda Haziran’ı yaşadık, şimdi ne istediğimizi hep beraber konuşmaya, takipçisi olmaya dahası istediğimiz “başka türlüyü“ mümkün kılmanın yollarını beraber yürümeye başlamanın tam zamanıdır!