Ayıp, günah, utanç: Leylekler kimi getirdi?

Cinsellik coğrafyamızda kocaman bir tabu. En küçük yaşlardan itibaren konuşulması yasaklanan, kapalı kapılar ardında çocuklara “ayıp, günah” kavramlarıyla etrafı çevrilerek aktarılan- ne kadar aktarmak denilirse!- ve sonuç olarak da ilerleyen yaş dönemlerinde neredeyse tüm bireylerin travması haline gelmiş bir konu. Böylesine gizli kapaklı konuşulmasının, yaşanmasının hatta yasaklanmasının sonuçlarını ise toplumca sağlıksız ilişkiler, mutsuz birliktelikler, cinsel istismar, birçok fiziksel ve psikolojik rahatsızlıklar vb şekilde yaşıyoruz. Oysa cinsellik, yaşamın temellerinden biri olarak birçok konu başlığı kadar doğal konuşulması, paylaşılması ve anlatılması gerekiyor. Özellikle de çocuklara… Peki nasıl? Etrafımız bu kadar çevriliyken gerçekten ama gerçekten bu ‘ayıp şey’i konuşacak mıyız? Evet, hem de kesinlikle!

Çocuklar her zaman sorular sorma ve keşfetme peşinde koşarlar. İnsanların arasındaki farklılıkları fark etmeye başladıkları zaman da sorularına yeni yeni sorular eklenir. Özellikle de cinsiyet ayrımının başlamasıyla birlikte kafaları da oldukça karışır. Bu sorular çok çeşitli olmakla birlikte, ebeveynler ne kadar kaçarsa kaçsın, en can alıcı soruyu nihayetinde duyacaklardır:

“Ben nasıl oldum?!”

Bir çocuğun dünyaya gelme süreci diğer biyolojik olaylar gibi oldukça doğal. İnsanlık var olduğundan bu yana her zaman yaşandı ve yaşanmaya devam edecek. Çocuklar içinse kendilerinin ve diğer çocukların ‘nereden geldiklerini’ ve hangi olaylar sonucunda gerçekleştiğini bilmeleri onlar için önemli. Çünkü diğer sorular gibi bu soruya da cevap aramaktan asla ama asla vazgeçmeyecekler. Ve üzgünüm, onları leyleklerin getirdiği hikayesi de bir yere kadar işe yarıyor. Bu tabloda ise nasıl cevaplar verileceğinin üstünde durmakta fayda var.

Öncelikle cevaplarımızın onların soruları kadar olması önemli. Ne demek istiyoruz? Onların sorularını cevaplarken verilen cevaplar sorunun ötesinde olmamalı ve aynı zamanda bu cevaplar onları tatmin etmeli. Onları bilişsel olarak zorlamayarak, sade ve net cevaplarla karşılık verilmeli. Zaten çocuklar bu konu üzerinden başka şeyleri merak ettiklerinde onları da sormaktan geri durmayacaklardır. Çocukların sorularını geçiştirmek veya bilimsel olmayan cevaplarla karşılık vermek ise kafalarını oldukça karıştırmanın yanı sıra, yukarıda bahsettiğimiz ‘ayıp’ duvarının bir tuğlası olmasına sebep olacaktır. Çünkü çocuklar ebeveynleri ile konuşup paylaşamadıkları konularla ilgili kendilerini güvende hissetmezler. Utanırlar, belki de korkarlar. Hem kendilerine hem de ebeveynlerine dair güvenlerini yitirebilirler. Oysa ki çok ama çok basit bir soru sormuşlardır, alamadıkları cevaplar onları belirsizliğe sürükler.

Çocukların sorularını cevaplamaktaki önemli bir diğer nokta ise bilimsel bir dil kullanmak. Özellikle üreme organlarına verilen isimler konusunda… Evrensel olarak bu organlara verilen isimleri kullanmak onların kavram kargaşasının önüne geçer aynı zamanda da cinselliği sağlıklı bir biçimde öğrenmelerine vesile olur. Örneğin kız çocuklarının üreme organlarına ‘kutu’ demenin tabusal inançsal toplumsal sebepleri olsa da bilimsel hiçbir dayanağı yoktur. Çünkü onun bir ismi vardır ‘vajina’; erkek üreme organının ‘pipi’ değil de ‘penis’ olması gibi. Aksi takdirde cinsel organlara verilen takma isimler, çocukların organların gerçek adlarında bir kötülük olduğunu düşünmesine yol açabiliyor. Yine bununla paralel olarak çocukların “özel” bölgelerine dair konuşulabilir, özel bölgelerin isimlerinin ve insanlar için anlamları üzerinde diyaloglar kurulabilir. Bahsettiğimiz kelimeleri kullanırken de oldukça net bir biçimde söylemek, kitaplar aracılığıyla tanıtmak ve üzerine konuşmak, sadece bulundukları yaş grubu itibariyle değil, ergenlik ve yetişkinlik döneminde de cinsellik algısını sağlıklı ve yaşanabilir kılacaktır.

Ve toplumsal cinsiyet eşitliği… Cinsellik konusu bu başlıktan bağımsız bir konu değil. Özellikle şenlikli sünnet törenleri yapıldığı ve kız çocuklarının bacaklarını kapatarak oturması söylendiği ülkemizde… Erkek çocuklarının ‘pipi’leri vazgeçilmez, övünülecek ve onları en güçlü kılan şey olduğunun desteklendiği; kız çocuklarının ise ergenliğe adım atmalarıyla birlikte pedlerini siyah torbalara sararak almak zorunda kaldıkları ülkemizde… Buraya daha birçok cümle –maalesef- eklenebilir. Buranın devamında yine olası sonuç ve anlayışlar üzerine uzunca tartışılabilir. Fakat çocukları cinsellik konusunda sadece bu toplumun kültürel genlerini almasını istemiyorsak ve yaşamlarını bu anlayışla devam ettirmelerine dair endişe duyuyorsak; çocukluk dönemlerinde onlarla konuştuğumuz ve paylaştığımız her şeyde bu eşitliği temel almak zorundayız. Çocuklar ile cinselliği konuşurken ‘penis’lerinin sadece –ama sadece- bir organ olduğunu, tıpkı diğer organlarımız gibi; ‘vajina’sı olan bireylerin ‘eksik’ olmadığını anlatmalıyız.

Tüm bunları bir araya getirdiğimiz tabloda ise farklılıklarımız ve benzerliklerimizle birlikte bir bütün halinde yaşamın önemini çocuklara hissettirmek durumundayız. Ve tabii eşitliğin… Aynı zamanda bir şeyi daha vurgulamakta fayda var: Bedenlerinin sadece ve sadece onlara ait olduğu. Özellikle cinsel istismar meselesine dair çocuklarda farkındalık yaratmak adına; onları korkutmadan ve ürkütmeden belli başlıklarla bu konu üzerine yoğunlaşabiliriz. İyi dokunuş, kötü dokunuş; güvende hissedip hissetmeme; “hayır” diyebilmek; ebeveynleri veya güven duydukları bir kişi ile ne yaşarlarsa yaşasınlar konuşabilmeleri gibi.

Yukarıda bahsettiğimiz başlıkların hepsi birbiriyle sarmal bir biçimde yapılanıyor. Çocuklar ile bu süreçleri geçirirken de bu başlıklara ek olarak faydalabileceğimiz kitaplar mevcut. Bu kitaplar hem ebeveynlerin çocuklarla cinselliği konuşurken yaşayabilecekleri utangaçlık duygusunu aşmalarına vesile oluyor hem de çocukların cinselliği anlama ve sorularına cevaplar bulma konusunda onlara oldukça yardımcı oluyor.

Çıtır Çıtır Felsefe Serisi’ne ait “Oğlanlar ve Kızlar”1, çocukların sorularının önlerini açan, doğayı, insanı ve cinsiyetleri anlamasında oldukça verimli bir kitap olarak karşımıza çıkıyor. “Ben Nasıl Ben Oldum”2 ise cinselliği yapay ve uzak bir başlık olarak değil insan yaşamının en doğal parçalarından biri olarak ele alıyor. Aynı zamanda eğlenceli hikayesi ve sorduğu sorularla birlikte çocukların soru işaretleri bu kitapta karşımıza çıkıyor. “Çocuklar İçin Cinsel Eğitim Öyküleri”3, farklı yaş grupları için hazırlanmış olan “Cinsel Bilgiler”4 kitapları da yine çocuklarla birlikte okuyup üstüne konuşabileceğimiz kitaplar arasında yer alıyor.

“Bedenim Bana Ait!”5 ve “Sır Versem Saklar Mısın?”6 kitapları ise cinsel istismar başlığını konu olarak ele alıyor. Çocukların bedenlerinin kendilerine ait olduğunu, istemedikleri herhangi bir davranışa ‘HAYIR’ diyebileceklerini, iyi- kötü dokunuşu, iyi ve kötü sırrı çocuklara sıralıyor.

Bu kitaplar eşliğinde çocukların sorularını sıralaması ve kendini ifade etmesi kolaylaşıyor. Bunları konuşmak çocukları olumlu etkilediği kadar doğalında ebeveynleri de olumlu bir sürece götürüyor. Ebeveynlerin yaşayabileceği korkuyu, telaşı ve utangaçlığı üzerlerinden atmalarına yardımcı oluyor. Karşılıklı olarak ise olumlu iletişim kurmak, güven ilişkisini daha sıkı bağlarla bağlamak gibi, herhangi bir problemde bu problem üzerine açıkça konuşarak çözüm üretmelerine vesile oluyor.

Çocuklarla birlikte yaşadığımız her süreç oldukça kritik ve önemli. Cinsellik başlığı da yine en kritik konulardan biri. Çocukları travmatize edip ürkütmeden ve başkaları tarafından travmatize edilmesinin önüne geçerek cinselliğe dair konuşmak da yukarıda anlattığımız gibi oldukça mümkün.

Ayıpların , tabuların ve leyleklerin prangalarından kurtularak mutlu,sağlıklı ve güven dolu bir iletişim adına…

 

  1. Oğlanlar ve Kızlar, Brigitte Labbe, Günışığı Kitaplığı.

  2. Ben Nasıl Ben Oldum, Katerina Janouch, Dinazor Çocuk.

  3. Çocuklar İçin Cinsel Eğitim Öyküleri, Yaşam Yanardağ Çelik, Net Çocuk Yayınları.

  4. 4-6 Yaş Çocukları İçin Cinsel Bilgiler, Isabelle Fougere, Epsilon Yayınevi.

  5. Bedenim Bana Ait! , Pro Familia, Gergedan Yaınevi.

  6. Sır Versem Saklar mısın?, Jennifer Moore Mallinos, RedHouse Kidz Yayınları.