Ataol Behramoğlu ve Aydınlar Partisi

Ataol Behramoğlu’nun 30 Eylül 2017 günü Cumhuriyet’te çıkan “Meral Akşener Gerçeği” yazısı hüzünlendirdi beni. Yaşayan en önemli şairlerimizden birinin, sosyalist bir aydının, MHP kökenli, Türkiye’nin en kanlı dönemlerinden birinde, Tansu Çiller başbakanken içişleri bakanlığı yapmış sağcı bir politikacı için “Sahnede pırıl pırıl, apaydınlık bir kadın konuşuyor” diye yazması ve “Samimi, bilgili, açık sözlü, zarif…” diye devam etmesi derin derin düşündürüyor beni. Ataol Behramoğlu, “despotik iktidarı” alt etmek için Meral Akşener ve kuracağı partinin desteklenmesi gerektiğini savunuyor.Bu durum, “denize düşen yılana sarılır” atasözünü akla getiriyor. Düşündükçe düşünüyorum ve on yıl önceki, başka bir sosyalist yazarımızın hepimizi şaşırtan yazısını hatırlıyorum.

On yıl önce, 2007 Temmuz’unda, yine Cumhuriyet’te genel seçim arifesinde İlhan Selçuk bir yazı yazmıştı; “işkencecilerimi affettim!” İlhan Selçuk, AKP’yi durdurmak için MHP’ye de oy verilmesi gerektiğini savunuyordu. MHP yüzde on seçim barajının altında kalmamalıydı ve gerekirse CHP-MHP koalisyonu kurularak büyük tehlike savuşturulmalıydı.

İLHAN SELÇUK, İŞKENCECİSİNİ NASIL AFFETTİ?

O günlerde Cumhuriyet gazetesi,“Tehlikenin Farkında mısınız?” sorusuyla başlayan bir kampanya yürütüyordu. Bu tehlikenin, Cumhuriyet’i yıkacak AKP tehlikesinin bütünüyle farkında olan İlhan Selçuk, şahsi bütün kaygılarını bir yana bırakıyor ve 12 Mart’ta kendisine işkence eden faşist hareketin partisi MHP’ye oy isteyen yazı yazmayı göze alabiliyordu.

Faşizmden daha karanlık dinci gericilik,2007’den bugüne iktidarda bulunduğu on yılda İlhan Selçuk’un öngörüsünü doğrulayan ve belki de aşan ne korkunç bir tehlike olduğunu hepimize kanıtladı. Çocuklarımızı doğar doğmaz dinci eğitimle ablukaya alan, emekçiyi sendikasız, grevsiz, toplusözleşmesiz OHAL rejiminde asgari ücrete mahkûm eden, düşünen, itiraz edenleri işsizlik ve hapisle susturan, Suriye’de yüzbinlerce insanın katledilmesine, milyonlarca insanın yerinden edilmesine neden olan dinci katilleri destekleyen AKP iktidarı, geleceğimizi,boyutunu bilmediğimiz büyük tehlikelerin içine atmış bulunuyor. Kürt şehirlerini, Sur’u, Cizre’yi savaş harabeleri haline getiren, kadınlar için sokağa çıkmanın tehlikeli olduğu bir Türkiye yaratan AKP, bugünlerde medeni kanunuda ilga etmenin, imamlara nikâh kıydırmanın yollarını arıyor.

Ataol Behramoğlu’nun yazısı, bu koşullardan çıkış için çare arayan bir aydının çaresiz çıkışlarından birini yansıtıyor.

SEÇİMLERİN AYNASINDA AKP

2007’de İlhan Selçuk’un çıkışı, hepimize çok şaşırtıcı gelmişti. Çünkü henüz laiklik ortadan kaldırılamamış, eğitim imam hatip cenderesine bütünüyle alınamamıştı. Anayasa Mahkemesi ele geçirilememiş, hukuk düzeni iktidara bütünüyle tabi kılınamamıştı. Bunu sağlamak için düzenlenen 2010 Anayasa referandumunda liberal gericilerin “Yetmez ama evet!” kampanyasını ve Fethullah Gülen’in, “Kazanmak için gerekirse ölüleri bile mezardan çıkarıp oy kullandırın” fetvasını unutmuş değiliz. İyi kötü seçimler yapılabiliyordu; kaybedince geçersiz sayılan 2015 Haziran seçimi, bombalı katliamlarla düzenlenen 2015 Kasım seçimi, çuval çuval mühürsüz oyla kazanılan 2017 Nisan referandumu yapılmamıştı. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AKP genel başkanının karşısına CHP ve MHP eliyle seçenek olarak bir dublörü, Ekmeleddin İhsanoğlu çıkarılmamış ve ilk turda Tayyip Erdoğan’ın seçimi kazanması sağlanmamıştı. Kürt halkına savaş açılmamış, günlerce sokağa çıkma yasakları ilan edilerek Sur, Cizre bombalanmamış, ölüler sokaklarda bekletilmemişti.

Sosyalist aydın İlhan Selçuk bunların olmasını önlemek için, son şans olarak gördüğü 2007 seçimlerinde, dramatik yazılar yazıyor ve şahsi bütün kaygılarını bir yana bırakarak “işkencecimi affettim”, yeter ki Cumhuriyet’i yaşatmak için uzlaşalım, birlikte hareket edelim diyebiliyordu. Sosyalist bir aydının çaresizlik çığlığını, o günlerde tam anlayamamıştık.

CUMHURİYET: KURTARMAK MI, KURMAK MI?

Çaresizlik çığlığıydı; çare olamıyordu. İlhan Selçuk’un seçimlerde başarılı olarak Cumhuriyet’i yıkılmaktan kurtarmasını beklediği partiler, CHP ile MHP’nin Cumhuriyetin ve laikliğin ortadan kaldırılışına ciddi bir itirazı hiç olmadı. Hatta çarşafa rozet takan, türbanın serbestleştirilmesine onay veren parti CHP oldu.MHP ise zaten Türk-İslam Sentezi’nin partisiydi, sermayenin konjonktürel çıkarı hangi ideolojiyi gerektiriyorsa o yöne meyletmeyi politika biliyordu.

Özetle, İlhan Selçuk, çözümü yanlış yerde arıyordu. Kısa bir süre sonra gözaltına alınıp Ergenekon davasının sanıklarından biri yapıldı. Savunmasını tamamlayamadan ölümünde, farkına vardığı büyük tehlikeyi önleyememesinin büyük etkisi olduğundan kuşku duymuyorum. İlhan Selçuk’un trajedisi Cumhuriyet’i yaşatmak için cumhuriyetçi olmayan partilerden umar beklemesiydi.

Ataol Behramoğlu’nun yazısı da, aynı yanlışı tekrarlıyor. İlhan Selçuk’un CHP ve MHP’den Cumhuriyet’i yaşatma beklentisi az da olsa haklı olabilirdi. Ama artık bugün Cumhuriyet’in yaşatılması değil, yeniden kurulması gündemde. Cumhuriyet’ten geriye AKP’nin bütün kaynaklarını yağmaladığı, bütün değer ve kurumlarını yıktığı bir Türkiye enkazı kaldı. Bu enkazın onarılması değil, temizlenip yeni bir ülke kurulması gerekiyor.

BERBEROĞLU’NUN HAPSE ATILMASINDA CHP PARMAĞI

Bunu ise, sağcı Meral Akşener ve partisinin yapması mümkün değildir. CHP ile MHP’nin Cumhuriyet yıkıcısı AKP’ye eşlik ettiklerini, en kritik durumlarda yardım ettiklerini biliyoruz. Ekmeleddin Vakası, yeterli bir örnek sayılmazsa, CHP’nin Anayasayı ihlal ederek milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasında AKP ile el ele olmasını gösterebilirim. HDP’li milletvekillerinin ve CHP’li Enis Berberoğlu’nun hapsedilmesini sağlayan, Tayyip Erdoğan kadar Kemal Kılıçdaroğlu’dur.

Kemal Kılıçdaroğlu AKP ile el birliğiyle adaleti yıkmış, sonra da “Adalet” yürüyüşüne çıkmıştır. Yarısından çoğu AKP diktatörlüğüne karşı, yıkılmasını sağlamak için yollar arayan Cumhuriyetçi halkımızın CHP’ye itibar etmemesi ve hiç güvenmemesi bu niteliğinin sonucudur.

POLİTİKA VE PARTİLERİN BİTİRİLDİĞİ YERDE BİR JOKER

OHAL rejiminde Meclis, hukuk, parti, politika bitirilmiştir ve CHP artık bu bitirilenlerin jokeri rolündedir.

İşte, Meral Akşener ve arkadaşlarının girişiminin önemi ve etkisi, parti yerine jokerinin sahnede olduğu bir yerde, yeniden politika yapmaya, parti olmaya aday olduklarını göstermelerinden kaynaklanıyor. İktidara karşı bir irade beyanında bulunuyorlar. Referandumdaki tavırları, güç koşullarda elde ettikleri başarı, Evet cephesindeki MHP’nin oylarının en az yüzde yetmişini Hayır’a çevirebilmeleri,bu büyük boşlukta politika yapmanın ne kadar güçlü sonuçlar doğurabileceğini göstermiştir. Meral Akşener, Ümit Özdağ, Yusuf Halaçoğlu ve arkadaşları salonların kilitlendiği, mikrofonlarının kapatıldığı, saldırı ve ölüm tehditleri altında, kısıtlı koşullarda politika yapmışlar ve başarılı olmuşlardır.

AKP’nin başarısı ise, kendisine karşı politika yapanları engellemesi, bir biçimde yandaşı yapmayı becermesinden kaynaklanmaktadır. MHP’yi ve Doğu Perinçek’in Vatan Partisi’ni destekçisi yapabilmiş, CHP’yi, attığı gerici adımların kabul ettirilmesi yolunda sızlanarak alıştırma aracına çevirmiştir.

AKP’YE KARŞI İRADE BEYANI

AKP’nin Cumhuriyet’i ve laikliği yıkması karşısında sağlam bir politik tavır almayan CHP’nin yol açtığı boşluğu Gezi’de halk doldurmuş ama partisizlik ve programsızlık nedeniyle sonuç alınamamıştır. AKP’nin en büyük korkusu, iktidara talip olduğunu gösteren bir partinin sahneye çıkması, bunun için irade beyanında bulunmasıdır.

HDP, Selahattin Demirtaş, “Seni başkan yapmayacağız” diyerek güçlü bir irade beyanında bulunmuştur. Bugün milletvekilleri hapishanededir, Selahattin Demirtaş’ı yargılayacak mahkeme bulunamamaktadır.

Başkanlık referandumunda bir CHP milletvekili, Hüsnü Bozkurt, televizyonda, “Bu metin bir ihanet belgesidir. Bu anayasa metni, bir bölünme, 1923 cumhuriyetini tasfiye metnidir. Milletimiz bu anayasanın içine gizlenmiş tuzakları bilirse yüzde bir bile evet çıkmaz. Bu millete güvenmek gerek.Ben eminim en az yüzde 60-65 hayır çıkacak.” demiş, mühürsüz oyları hesaba katmayı unutmuş ve şöyle devam etmiştir: “Ama olur da evet çıkarsa kimse heveslenmesin, biz yine Samsun’a çıkarız, Amasya, Sivas, Ankara’ya geliriz, oradan İnönü, Sakarya, Dumlupınar ve İzmir’e kadar sizi de, yedi göbek sülalenizi de, bütün emperyalistleri yine denize dökeriz.”

Hüsnü Bozkurt, bir irade beyanında bulunmuştur. Politika yapmış, bir program ortaya koymuştur.

CHP’Lİ HÜSNÜ BOZKURT’A KILIÇDAROĞLU SUÇLAMASI

Ertesi gün Hüsnü Bozkurt’a, AKP’den önce Kemal Kılıçdaroğlu hücum etmiştir. 4 Nisan 2017, Ankara’da Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Toptancılarıyla buluşmasında, kendi milletvekili Hüsnü Bozkurt’u eleştirmeyi görev bilmiştir: “Kullanacağımız dil çok ama çok önemlidir. Her seferinde, referandum sürecinde de olan olaylarda da hep şunu söyledim. Diline hakim olamayan, memleketi iyi yönetemez. Demek ki önce dilimize hakim olacağız. Milli iradenin üstünde hiçbir güç yoktur. Öyle ‘Asarım, keserim, denize dökerim’ bunlarla olmaz.” Kılıçdaroğlu, Bozkurt’un son derece doğru ve politik sözlerinin etkisini silmek için esnaf kürsüsünü fırsat bilmiştir. Şunları da söylemiştir: “Üç tane alkış geldi diye, diline hakim olamamak doğru değildir. O zaman o siyasetçi, çabuk gaza gelir ve memleketi felakete götürür. Sağduyulu olmak, artıyı ve eksiyi bir arada görmek hepimizin görevidir. O nedenle konuşmayı tasvip etmediğimi dün televizyonların genel yayın yönetmenlerinin önünde de söyledim. Doğru bulmuyoruz. Bu memleketin huzura ihtiyacı var.” Daha fazlasını aktaramayacağım. Ülkede diktatörlük kuran bir referandumun evetle sonuçlanmasında felaket görmeyen Kılıçdaroğlu, buna direnişi “memleketi felakete götürmek”le benzeştirmiştir. Hüsnü Bozkurt’un son derece doğru ve politik sözlerini nasıl kaba biçimde geçersiz hale getirdiğini göstermek için bu kadarı yeterli.

AKP’ye karşı Hüsnü Bozkurt’un irade beyanını silmek için Kemal Kılıçdaroğlu, Tayyip Erdoğan’a biat beyanında bulunmuştur. Şu sözler aynı gün, aynı yerde söylenmiştir: “Cumhurbaşkanını biz seçtik, millet seçti. Milletin seçtiği biri tartışma konusu olur mu? Hayır, olmaz. Milletin tercihine herkes saygı duymak zorundadır.”

YANILGI ÖĞRETMENDEN DERS

Bu da yetmemiş, daha sıkı önlem gerekmiştir. Ertesi gün toplanan CHP Grup Başkanlığı, bütün milletvekillerine Hüsnü Bozkurt gibi konuşmalar yapmamaları ve grup başkanvekilinden izin almadan televizyona çıkmamaları konusunda uyarı yazısı göndermiştir.

Cumhuriyet’in yıkılışına isyan eden bir milletvekilini CHP genel başkanı böylelikle suçlu konumuna düşürmüş ve AKP düzenine ortak olduğunu açıklamıştır. Ne yazık ki, bu biatı görmemek için direnen milyonlarca CHP’li vardır. CHP’nin etkisizliğinin ve başarısızlığının temel nedeni, AKP’ye karşı politika yapmaktan kaçınması, bir parti olarak hareket etmeyerek, olmayanın jokeri rolünü oynamakla yetinmesidir.

Cumhuriyetin enkazında, HDP’yi ayrı tutarsak, iktidarı ve muhalefetiyle partisiz, politikasız bir sermaye düzeni kurulmuştur. Bu düzeni değiştirmek için irade beyanında bulunmak en büyük suçtur. Selahattin Demirtaş ve arkadaşları hapiste, cumhuriyeti yeniden kuracağız diyen Hüsnü Bozkurt, Kılıçdaroğlu’nun hedefindedir.

Böyle bir çaresizlikte, Ataol Behramoğlu’nun, AKP’ye karşı irade beyanında bulunan, parti kurmaya girişen Meral Akşener ve arkadaşlarını destekleyen yazı yazması anlaşılır bir şeydir. Ama çare değildir. İlhan Selçuk, işkencecisiyle barışacak ölçüde özveride bulunmuş ama yanılmıştır. Ataol Behramoğlu’nu da benzer bir yanılgı beklemektedir.

Bence, aydınımızın yararlıbir öğretmeninden, yanılgı öğretmeninden bir kere daha ders almanın zamanıdır. Aydın, sorunların kaynağını bilen, kurtulmak için akılcı çözümler bulabilen insandır. Bilge insandır.

CUMBUL’UN EL SIKMAMA JESTİ

Bilge insanın düşünceden yapmaya geçmesi, felsefede bir devrim yapmıştır. Marx’ınFeuerbach üzerine ünlü 11. Tezinde, filozoflar bugüne kadar dünyayı yorumlamakla uğraştılar oysa aslolan dünyayı değiştirmektir, yazar. Bizim on dokuzuncu ve yirminci yüzyıl aydınlarımız da okumadan bu tezin gereğini yerine getirmişler, dünyayı değiştirmek için eyleme geçmişlerdir. Namık Kemal ve arkadaşlarının Yeni Osmanlılar’ı, Jön Türk aydınının İttihat ve Terakki partisi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Müdaafa-i Hukuk partisi, Türkiye’nin devrimlerini yapan partilerinin hepsi birer aydın partisiydiler.

Cumhuriyeti kuran partinin, Müdaafa-i Hukuk’un İstanbul yöneticisi büyük yazarımız Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ydu ve “Politikada 45 Yıl” diye anı kitabı vardır. Büyük şairimiz Nâzım Hikmet, Türkiye Komünist Partisi üyesiydi ve bir şiirinde “en çok senin saflarında olmakla öğünüyorum” demiştir. Bugün de Türkiye, aydınların değiştirme eylemine hasret duyan bir ülke haline gelmiştir. Aklın, bilimin, sevginin, yaşama sevincinin düşmanı bir iktidar altında sömürülmektedir. Polis, yakaladığı insanları çırılçıplak soyup yüzükoyun kelepçeli fotoğraflarını servis edecek ölçüde pervasızlaşmıştır. İşten atıldıkları için açlık grevinde Nuriye ile Semih, zindana atılmışlardır. Zulme en küçük direniş kıpırtısı halkı dalgalandırmaktadır. Bir ödül töreninde iktidar yandaşı bir filmcinin elinin sıkılmaması, basit bir jest, büyük politik yankı yapan bir eyleme dönüşmektedir. Jokerlerin parti olduğu yerde, jestler parti gibi ses getiriyor.

AYDINLAR PARTİSİ

İmam hatip mezunlarının, bakkal mektebinde okumuşların, inşaatçıların parti kurdukları ve iktidar oldukları bir yerde, gerçeği bilen, geleceği görebilen aydınların parti kurması ve iktidara aday olmasından daha güzel ne olabilir.

Ataol Behramoğlu ve aydın arkadaşları, bizi jokerlere ve sağcı partilere mahkûm etmek yerine, bir Aydınlar Partisi kurarak mücadeleye davet etmelidirler. Türk aydınının onurları Yalçın Küçük, Taner Timur, Korkut Boratav, Yusuf Ziya Bahadınlı, Doğan Kuban’ın olduğu bir Aydınlar Partisi. Ataol Behramoğlu ve kuşağının, Özkan Mert, Şükrü Erbaş gibi şairlerin, Hasan Kıyafet, Mehmet Güler, Kemal Ateş, Bilgesu Erenus gibi gerçekçi yazarlarımızın, Fikret Başkaya, Mücella Yapıcı, Onur Hamzaoğlu, Ender Helvacıoğlu, Gökhan Atılgan, Deniz Yıldırım, Taylan Kara, Fatih Yaşlı gibi hocalarımızın olduğu bir parti…

Böyle bir parti girişimi doğduğunda ne kadar büyük bir aydın birikimimizin olduğu görülecektir. Yorumlamaktan, başkalarından çare beklemekten yapmaya geçtiğimizde, bu ülke insanına yakışan yeni Cumhuriyet’i kurmak için ne kadar büyük bir halk desteğimiz olduğunu da göreceğiz. Bu halk desteği, Gezi halkımız, bu büyük çöküşte ve politik boşlukta yanlış partilere ve kişilere yönelip heder olup gidecek yoksa…

Aydınlar Partisi,yeni Cumhuriyet için bir irade beyanıdır.