“Dil düşüncenin evidir” buyurmuş sultanlardan biri. O yüzden malum sarayla da tescillendiği üzere Erdoğan hanedanının sultanları dememiz de yerindedir. Ama bu sultanlar bildiğiniz sultanlardan değil. Bu sultanlar çağımızın gereklerini yerine getirir, her tür “moda”yı takip ederler. Hem de analı kızlı...
Önce kızından başlayalım. Malum kadın meselesi önemli. Kadın meselesinden binlerce insanın sokaklara bir anda dökülebileceği de artık tescilli, fıtrat fermanının, kadını aşağılayan türlü türlü çıkışın prim yaptırmadığı da belli, o halde ne yapmak lazım? Konuya biraz daha yakından eğilmek lazım... Hazır KADEM'de de başkan yardımcısıyken Sümeyye Hanım bu iş için biçilmiş kaftan. Öyle ya kolay mı Brüksel’lere gidip AKP’nin Siyaset Akademi’sinde “Dünyada Müslüman algısı ve eşitlik mücadelesi” konulu ders vermek. Babacığının yaptığı gibi düstursuzca değil, daha üstruplu bir şekilde kadın meselesinde bir çift laf etmek lazım. Durumdan vazife çıkartan hanımefendi tam da bunu yapmaya çalışmış. Baktılar fıtrat mıtrat tutmuyor cinsiyet eşitliği değil de adaleti diyelim buyurmuş. Hem eşitlik dersek pozitif ayrımcılık talep edemeyiz diye de çoook önemli bir tiyo vermiş. Ama ne yazık ki süsleyip püsleyince de yaldızın altında yatan ana fikir pek değişememiş. Sümeyye Hanım da eşitlik kavramını aynen babası gibi, elmalarla armutları toplamaya çalışma çabasından ibaret sanıvermiş...
Efendim bu kadar mı? Yok maalesef değil. “Cinsiyet adaletsizliği” nedeniyle İslam’ın eleştirilmesinin doğru olmadığını, bazı ataerkil yorumlar nedeniyle İslam toplumlarında bazı adaletsiz uygulamaların yerleşik hale geldiğini söylemiş. İyi de etmiş. Ama bir de sözünü ettiği yorumların Kuran’daki surelere kadar etkili olduğunu da söyleyiverseymiş iyiymiş. Ha bir de mirasta kadın erkek eştisizliğini oldukça özgün bir şekilde yorumlayıvermiş. İslam evi geçindirme görevini erkeğe verdiğine göre mirastan daha çok payı erkeğin alması da gayet yerindeymiş.
Bütün bunlar olurken anacağızı da organik hayat ile ilgili brifing vermekle meşgülmuş. Maliyeti ve masrafları konusunda rivayetin muhtelif olduğu ama bir çıtanın “Saray” isminden de anlaşılacağı üzere sabit olduğu mekanda, “Cumhurbaşkanlığı Sarayı”nda ne kadar mütevazi ve sade bir yaşam sürdüklerini, doğal beslenmeye ve tedaviye ne kadar önem verdiklerini anlataduruyormuş...
Temiz su kaynakları elinden alınıp pet şişelenmiş suya mahkum edilen; griple mücadele ediyoruz denilerek bütün kümes hayvanları itlaf edildiği için bugün tavuk, yumurta diye yediği şeyin aslında ne olduğunu bilmeyen; tarım bitirilmiş olduğu için meyve sebze diye ne idüğü belirsiz gıdalarla beslenen; hatta bütün bu garabetleri bile bulamayan çok olduğu için şükrederek yaşayan halkımıza, dalga geçercesine doğal yaşamı koruma dersi veren Emine Erdoğan bu satırların yazarına nedense Marie Antoinette’yi hatırlatmış: Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler...