Anlatılmak için sabırla gününü kollayan bir anekdotla başlayalım.
Geçen yıl 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü için ortak yapılması planlanan eyleme dönük bir hazırlık toplantısına katıldım. Toplantıda yirmiden fazla kadın örgütünün temsilcisi vardı. Her zamanki gibi ortak bir basın açıklaması metni üzerine tartışmalar yapıldı.
Metin oldukça kapsamlıydı. Hazırlanan metinde yok yoktu. Erkek adalet, kadın düşmanı politikalar, eril düzen, erkek şiddeti, faşist baskılar, cinsiyetçi dil, taciz-tecavüzün cezasız kalması, bölgede olanlar hatta dahası tüm dünyada kadının durumu vs vs.
Yalnız bir şey unutulmuştu. Tüm bu metinde, içinde AKP geçen tek bir cümle yoktu. Durum o kadar ironikti ki sanki katilin adını ağzına almayan bir cinayet romanıydı konuştuğumuz. Doğal olarak ben de eleştirerek katkımı sundum.
İşte tam da burada ben ‘ne AKP’si hepsi bir’ diyecek birini gardımı almış biçimde beklerken tam tersi oldu. Bir kadın eleştirime hak verip ‘tabii canım haklısınız, çok ilginç gerçekten de hiç AKP’den bahsetmemişiz, sanırım atladık onu’ dedi.
Kimi zaman toplantılarda ağır derecede iç sıkıntısı yaşayan ve olmadık sürreal çizimlerle not defterleri tüketmiş olan ben, bu cevap karşısında sürreallik işinden hiç anlamadığım sonucunu çıkardım. Çizimlerimi attım sevgili okuyucu...
***
Evet, konu basitçe bir ‘sanırım atladık onu’ meselesi değildir tabii. Konu öncelikle bugün Türkiye’de bin bir çeşit talep ve sorun etrafında kadın hareketinin, bir politik muhatabının olup olmaması meselesidir. Hatta denilebilir ki bugün kadın hareketinin en ciddi zaaflarından biri ‘muhatabı görünmez kılan’ soyut bir ataerki ya da kapitalizm eleştirisidir.
İddiamız, eğer politik muhataptan bahsediliyorsa karşımızdaki, ataerkisine kuvvet babalar gibi AKP rejimidir. Ancak ‘politik bir muhatap olarak AKP rejimi’ denildiğinde konunun AKP rejimini daha seçik/belirgin hale getirecek, politik bir konsantrasyona imkan tanıyacak bir tarih ve güncellik algısını gerektirdiği de kabul edilmeli.
O halde tarih ve güncellikse önümüze sürülen malzemeler/yorumlar nelerdir?(1)
Yorumlardan birine bakılırsa aslında Cumhuriyet ile bugünün AKP rejimi ‘erkek egemenliğinin’ yalnızca biçim olarak farklı yüzleridir.
Sözgelimi Cumhuriyet, kadınları siyasal katılımdan dışlamıştı (Kadınlar Halk Fırkası’nın önlenişi gibi) ama hukuksal olarak haklar vererek ‘gerekirse feminizmi de biz yaparız’ demişti.
Kuşkusuz resmi ideolojinin ‘kadınlara hakları verildi’ tezi, en başta Nezihe Muhittin’leri, Ulviye Mevlan’ları, Tanzimat’tan beri süregelen mücadeleleri, tüm bunların İttihat ve Terakki içindeki ciddi yansımalarını, Avrupa’daki Birinci Dalga feminizminin etkisini ve hatta hemen yanı başımızda Ekim Devrimi’nin izlerini yok saymak anlamına gelmekte.
Ancak kabul etmek gerekir ki Tanzimattan beri süregelen mücadelenin konuları olarak; eğitim hakkı, çalışma hakkı, imam nikahlı ya da çok eşli evliliğin kaldırılması, seçme-seçilme hakkı, kadını kamusal hayatta kısıtlayan kara çarşaf gibi dini baskıların kaldırılması gibi pek çok talep Cumhuriyet’in üzerine bastığı zemin olmuştu.
Bugünkü laikçi teyzelerin arketipi olarak ‘Cumhuriyet kızı’ tam da bu taleplerde vücut bulmuş, diğer bir deyişle vahiysel bir varlık olarak bu topraklara inmemiş, on yılların hararetli konularının bir uzantısı olarak doğmuştu. Kimdi bu Cumhuriyet kızı?
“... Bilgisizliğin karanlığından kurtulmuş, aklını kullanabilen, yurtsever, sorumlu, ırkçı-dinci bağnazlıktan uzak, yalnızca ev içinde değil dışında da varlığını ve üretkenliğini sürdürebilen, eğitim görme, çalışıp para kazanabilme, mal-mülk edinebilme haklarının bilincinde, erkeklerin üstlendiği toplumsal işlevlerin altından kalkabileceğine inanan, tekeşliliği savunan, Cumhuriyet'e borçluluk duyan ve ona hizmet edebilme arzusu ile güçlenmiş bir ... vatandaştır”(2)
İşte mesele, devleti ‘feministlik’ yapmaya itenin, devrimi bu alanda ilerici hamlelere yöneltenin aslında devrime kadınların çaldığı bu maya olması. Bu anlamda devrimin ilerici hamlelerinin bu topraklarla hiç bağı olmayan tümüyle yapay, zorlama, özenti vb. olarak görülmesi en başta bu mayayı yok saymakta.
Bu maya değerli bir mayadır. Bu yok sayıldığında Cumhuriyet’in, kadını ‘muasır medeniyetler seviyesinin’ göstereni ya da vitrin olarak kullandığı iddia edilecektir. Hatta kadının ille de kamusal alanda güçlenmeyebileceği, pekala sivil ve özel alanda kalarak da güçlü olabileceği savunulacaktır.(3)
Bu yok sayıldığında, aydınlık/karanlık, ilericilik/gericilik gibi kavramlar devlet patentli işler olarak değerlendirilecektir.(4)
Bu yok sayıldığında, laiklik erkek egemenliğinin ‘modern maskesi’ olacaktır.
Evet kabul edelim, Cumhuriyet yetmemiştir. Soluğu erken tükenmiştir. Bunda şaşılacak bir şey yok. Ancak ‘alternatif modernleşme’, ‘özgürlükçü laiklik’ gibi kavramların havada uçuştuğu bir tarih okuması üzerinden bugünün AKP Türkiye’sine bakıldığında varılan yer bir gerçeklik yitimidir.
Gerçeklik yitimi, geçmişin ‘devlet feminizmiyle’ uğraşıp dururken bugünün babalar gibi ‘devlet maskülizmi’ni görmemek anlamına gelmekte.
Bu gerçeklik yitimi, Cumhuriyetin modernleşme hamlesinin kadını kurtarmadığı fikriyle öyle meşguldür ki bugünün AKP rejiminde ‘alternatif modernleşmenin’ harem-selamlık hayatlarında kadının nasıl bir cendereye sokulduğuyla ilgilenecek takati yoktur.
Bu gerçeklik yitimi, Cumhuriyet kadınının kamusal varoluşuna orta sınıf etiketi yapıştırmaya öyle heveslidir ki, bugünün AKP rejiminde kadının çalışmasını ‘kadını ekonomik özgürlük parantezine mahkum etmek’ olarak gören gericiliği konu etmemektedir.
Bu gerçeklik yitimi için ‘sanırım atladık onu (AKP)’ demek mümkündür ama bizim atlama şansımız kalmamıştır…
1-Bu yazı çerçevesinde öne çıkan kimi yorumlar ele alındı. Önümüzdeki haftalarda konunun ayrıntılarına bakma fırsatımız olacak.
2- Vatan, Millet, Kadınlar, Ayşe Gül Altınay, İletişim yayınları, 5. Baskı, s. 305
3-Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti, Erkekler Devlet, Kadınlar Aile Kurar, Serpil Sancar, İletişim yayınları, 3. Baskı, s. 27
4- Feminizm Kendi Arasında, Aksu Bora, Ayizi Kitap, 2. Baskı, s.20