Umut Ekinci yazdı: “Marksizm ve İki Kültür”

İlki 2012’de düzenlenen Bilim Üzerine Marksist Tartışmalar Sempozyumu’nun 2013’teki ikinci başlığında sunulan bildirilerin bir kısmından oluşan “Marksizm ve İki Kültür” geçtiğimiz haftalarda Bilim ve Gelecek Kitaplığı tarafından yayımlandı. İki kültür tartışması üzerinden Marksizm ve bilim ilişkisine odaklanan bu kolektif çalışma, ilgiyi fazlasıyla hak ediyor.

Umut Ekinci - İleri Haber

Geçtiğimiz ay kitapçı raflarında yerini alan “Marksizm ve İki Kültür”ü tanıtmaya başlamadan önce kitabın hikâyesiyle ilgili kısa bir bilgi vermekte yarar var zira kitap tam bir kolektif çalışmanın ürünü. 2012 yazında başlatılan Bilim Üzerine Marksist Tartışmalar Sempozyumu’nun ikinci kitabı. Birincisi “Marksizm Bilime Yabancı mı?” adıyla Yazılama Yayınları’ndan Ocak 2014’te basılmıştı. Çeşitli disiplinlerden Marksist bilim insanlarının belirli bir başlıkta konunun farklı yanlarına yönelik sunumları içeriyordu. “Marksizm ve İki Kültür” de öyle; kitap bu açıdan bile dikkate değer.  

Marksizm ile bilim ilişkisinin daima karmaşık bir konu olduğunu söylemekte bir sakınca görmüyorum. Salt bilim olarak tanımlayamayacağımız, aynı zamanda bir praksis, felsefe ve ideolojiye atıfta bulunan Marksizm kavramının bilimle nasıl ilişkileneceği konusu zaman zaman tartışılsa da uzun bir süredir örtük kabullerle geçiştiriliyor.

İşte elimizdeki kitap bu sorunu tartışıyor. Tartışırken de bilimin bugünkü durumu ve bunun karşısında Marksizmin sunduğu olanaklara işaret ediyor. Farklı çalışma alanlarında yer alan Marksist bilim insanlarının, Marksizm ile bilim arasındaki ilişkiyi, C.P. Snow’un “iki kültür” kavramsallaştırmasının sınırlarını biraz zorlayarak incelemesi, Marksizmin kadim sorunlarından birisi olan doğa bilimleri - sosyal bilimler ikiliği üzerine de verimli bir düşünme zemini sağlıyor.

Sırasıyla gidecek olursak: “Marksizm bilime yabancı mı?” sorusunun, retorik düzeyinde bir olumlu cevabı var kuşkusuz. Ancak bunu örneğin liberalizm için sorduğumuzda da retorik düzeyinde farklı bir cevap almamız mümkün değil. Peki ya bir adım sonrası? Somutun bilgisiyle dünyayı dönüştürmeyi önüne koyan Marksizmin en az kendisini tanımlayıcı sınırlar içinde var eden bilimler kadar bilimsel verilerle ilişkili olması gerekmez mi?

Belki birkaç on yıl öncesinde tablo farklı bulunabilirdi; ancak bugün Marksizme baktığımızda çok daha dar alana sıkışan bir etkinlikten bahseder haldeyiz. İktisat, tarih, estetik gibi özgün alanlarda genişlemiş olan, bunun dışında siyasi failleri tarafından var edilen bir Marksizm etkinliğinden söz ediyoruz. Özellikle siyasi faillerin icra ettiği eksenin uzunca bir süredir bilimle mesafesini açtığı -ya da daha yumuşak bir ifadeyle yeterli düzeyde ilişkilenemediğini- söylemek gerekiyor. Bu durum şüphesiz yeni değil. Ancak Marksizmin kuramcılarından ilk birkaç isme baktığımızda durumun hiç de böyle olmadığını görmek gerekiyor. Örneğin, Engels’in “Anti Duhring”i ya da Lenin’in “Ampirokritisizm”i bu açıdan dikkate değer katkılardır (Engels’in yapmaya çalıştığının, insan biçimciliğinin doğaya yansıtılması olduğunu savunan ve burada idealist bir öz keşfeden Avrupa Marksizminin tutumunu kabul etmek maalesef mümkün görünmüyor). Bu nedenle Marksizm ile bilim arasındaki girift ilişkiyi ele alırken, “Marksizm zaten bilimseldir” ya da “Marksizm ancak toplum bilimleri ile ilişkili bir alanı tanımlar” gibi genel yaklaşımlara sığınmadan önce, daha ayrıntılı bir tartışma yürütmek faydalı olacaktır.

“Marksizm ve İki Kültür” de tam bu nedenle önemli. Bir praksis felsefesi olarak Marksizmin her durakta yeniden tanımlanması, diğer unsurlarla ilişki zeminlerinin tanımlanması, imkan ve sınırlılıklarının ortaya konması, bunun için de ön kabullerden çok daha öteye geçmek gerekiyor.

Editörlüğünü Ali Cenk Gedik’in yaptığı kitap, C.P. Snow’un edebi entelektüeller ve fizikçiler arasında tanımladığı “iki kültür” durumunu, daha sonraki yıllarda sıklıkla kullanıldığı gibi toplum bilimleri - doğa bilimleri arasındaki iki kültür üzerinden tartışmaya odaklanmış durumda. Kitabın önemli itkilerinden birisi Wallerstein’in de içinde yer aldığı Gulbenkian Komisyonu’nun hazırlamış olduğu ve son birkaç on yıldır önemli düzeyde refere edilen rapor. Bu rapor, disiplinlerarasılık meselesinin çok popüler olduğu dönemde yayımlanan, birçok sorunu eklektizmle aşmaya çalıştığı için yöntemsel olarak sıkıntılı olduğu söylenebilecek bir deneme. Bilimin giderek daha hızla yaşamış olduğu uzmanlaşma, birçok bilim insanının kendi alanı dışında düşünmesi ve üretmesini bir yana bırakalım o alanlarda üretilenleri anlamasını bile neredeyse olanaksız kılıyor. Böyle bir iklimde, bilimsel ilerleme nasıl sağlanacak sorusu, önemli bir şekilde ortada durmaya devam ediyor. Bu soruyu cevaplarken Alper Dizdar’ın bildirisinin girişinde yer alan dönemlendirmenin elverişli bir başlangıç noktası sunabileceğini düşünüyorum.

En az bunun kadar önemli olan bir nokta da Marksizmin bilgi teorisinin içermiş olduğu bütünselliğin gözden kaçmaması. Bu açıdan Can Soyer ve Engin Delice’nin bildirilerinin içerdiği paralellik oldukça önemli. Delice’nin makalesinin son kısmında yer alan şu pasaj disiplinlerarası çalışmanın eklektizmi ile Marksizmin bütünselciliği arasındaki farklılığı yöntemsel düzeyde başarılı bir şekilde ortaya koyuyor:

“Yapılması gereken disiplinlerin soru ve çözümlerini kendi nesne bağı içinde araştırırken, bilgiyi diğer disiplinlerin bilgi ve nesne bağı içinde kurmaktır. Bu bağ kurucu tutum, entelektüel bir tutum olarak düşünmenin gerisine yerleştirilmelidir. Diyalektik metod, varlığa ilişkin epistemolojik bütünü amaçlarken, bu entelektüel etiği beraberinde gerektirmektedir.” (s.93-94)

Marksizm-bilim ilişkisinin bugünkü durumuna dair giriş olarak kabul edilebilecek olan bu kitap, bir bütünlük oluşturmaktan öte, ortaya attığı ve tartışmaya başladığı sorularla önemsenmeli. Ali Cenk Gedik’in Engels’e dair girişmiş olduğu tartışma başlangıç olarak önemli. Yine bir başlangıç noktası olarak İzge Günal’ın farklı modelleri üzerinden üniversitelerin kurumsallaşmalarını incelerken iki kültür kavramının yerini irdelediği bildirisi oldukça önemli. Tolga Binbay’ın bildirisi, de son birkaç on yılda çok popüler olan sinir bilimin verileriyle, iki kültür olarak tanımlanan ve birbirinden uzak oldukları iddia edilen alanların aslında ne kadar yakın bir ilişki içinde olduklarını göstermesi açısından önemli.

Ayrıca; E. Attila Aytekin'in iki kültür kavramını sosyal bilimler ve doğa bilimleri bağlamında ele alan makalesi düzenleme komitesinin belirlediği üç kışkırtıcı soruya da odaklanarak oldukça verimli bir tartışma yürütüyor. Nurettin Abacıoğlu'nun ilaç araştırmalarına odaklanan makalesi Snow'un iki kültür kavramsallaştırmasını sağlık ve ilaç ekseni üzerinden yeniden kuruyor. F. Dilek Hilmam-Er'in özgün denilebilecek bir şekilde sosyalizm ve giysi kültürüne odaklanan makalesi ise kitabın ek ilginç metinlerinden birisi olarak dikkat çekiyor.

Marksizm ve iki kültür problematiği arasındaki ilişkiyi bütün hatlarıyla incelemek iddiasında olmayan bu kitap, bahsedilen ilişkiye ve daha genel anlamıyla Marksizm ve bilim ilişkisine dair önemli bir tartışma alanı sunuyor. Biz Marksistlere de yalnızca okumak düşüyor.

KÜNYE: Bilim Üzerine Marksist Tartışmalar - Marksizm ve İki Kültür, Bilim ve Gelecek Kitaplığı,Ed: Ali Cenk Gedik, Mart 2015, 238 sayfa.

DAHA FAZLA