Metalaşan su kaynakları üzerine sanatsal dürtüklemeler

Metalaşan su kaynakları üzerine sanatsal dürtüklemeler

Şüphesiz bu sergiyle sanatçı, seyircinin suratına bir tokat gibi çarpmasa da, insanın doğa ile ilişkisini yeniden kurması gerektiğini iyi bir şekilde hatırlattı.

İnsel İnal - [email protected]

Gündelik hayatın tozu dumanı arasına karışan, altılı masanın mutabakat metni ile birlikte arttıkça artan, etrafımızı saran baş döndürücü hız, kişisel arayışlarımıza balyoz gibi indi. İnmeye de devam ediyor. Özellikle seçim, gündelik hayatın tüm kaygılarını politik çözüm ve çözümsüzlüklere indirgeyerek birçok kişiyi, kişisel alanlarında pasifize etti. Neyse ki çoğumuz hala, ümitlerin, karşı koyma ve ayakta kalmak için gerekli dirençleri arttırdığının farkında. Umutları yaşatmak için gerekli olanların en önemlisi, içinde kaybolunulan ve uyuşturan sosyal medyaya rağmen, hala sanat.

Genel olarak bakarsak, direnmenin söz konusu olduğu coğrafyalarda, ifade arayışları çoğu zaman sanat üzerinden de çeşitlenir. İşte bu nedenle, toplumlar ne kadar dibe batarsa sanat da o kadar sürekli ve yaratıcı olabiliyor. Sanat ve toplum ilişkisi maalesef bu anlamda biraz ters orantılı. Sosyal yaşamda suistimallerin ve adaletsizliğin yarattığı kişisel ve toplumsal mağduriyetler arttıkça, yeni ifade alan ve olanaklarının sınırları zorlanıyor.

Çünkü sanat, önce sanatçısının, sonra izleyicisinin direnç ve dayanıklılığını arttırıyor. Gitgide kopan dışarısı ve içerisi arasındaki uyumsuzluğu düzenliyor, nefes almayı kolaylaştırıyor. Gerçeklerin görülmeyen (veya hissedilmeyen) farklı ifadelerle yeniden ve farklı kodlama biçimleriyle sergilenmesi, aynı zamanda sanatı çok kıymetli bir alana da taşıyor.

Tartışıla tartışıla artık etkisini yitiren, tartışılmayan, hatta bir zaman sonra söz konusu bile edilmeyerek gündemden düşen konular, sanatçıların yeni anlatım biçimleriyle sergilerde tüm gerçekleri yeniden göstererek gün yüzüne çıkıyor ve kimi zaman da tabiri caizse tokat gibi patlayarak gündemi yeniden oluşturuyor.

Bir sergi; “Şifanın Görünmezliği & Suyun Anlattıkları”

Sanatçı Aşkın Ercan’ın henüz biten “Şifanın Görünmezliği & Suyun Anlattıkları” adlı sergisi bu tür bir hassasiyetle oluşturulmuş. Pasaj, organizasyonuyla Barın Han’da gerçekleştirilen sergi,

“Üzerine yapı inşa edilerek sömürgeleştirilen suyun bugün bize anlattıklarını duyabilir miyiz? Duyduklarımız ekolojik yıkıma karşı tehditleri azaltır mı? Suyun onaran, şifa veren, yenileyen, zorluğa karşı umudu güçlendiren yapısı ile geleceği onarmak mümkün mü?” sorularıyla seyircisinin karşısına çıktı.

Barın Han’ın küçük bir odasında gerçekleştirilen sergi videolardan oluşturulmuştu. Çalışmalardan çıkan ses ve görüntülerin çoğu zaman birbirine karıştığı bu sergi, seçim sonuçları ve süreçlerinin ortasındaki seyircisine, bilindiği için artık çok konuşulmayan, gündemden düşen önemli bir konuyu yeniden gösterdi. “Su ve suyun adaleti”. Her ne kadar sinemalarda gösterilen Kurak Günler’in etkisinde olunsa da, su seslerinin içindeki fısıltılar, bu sergiyi ayrıcalıklı bir konuma taşıdı.

“Su, her şeyi hayatın başlangıcındaki saflığa ve tamlığa dönüştürür. Su evrenin merkezinde, özünde yer alır. Su umudun ve hayallerin onarıcısı olarak bir yolculuk başlatır. Su tohumdur. Su yaşar. Su şifadır.”

WWF’nin (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) 2014 tarihli Türkiye Su Riskleri raporu, mesele hakkındaki sayısal gerçekleri hatırlamaya yardımcı olabilir.

“Dünya haritası göz önüne getirildiğinde görülen maviliklerin sadece % 2,5’i tatlı sudur. Bu suyun % 70’i buzullar içinde saklıdır. Yerküre üzerindeki suyun tamamı beş litrelik bir şişeye konacak olsa, biz insanların erişebileceği tatlı su miktarı, yalnızca bir yemek kaşığına denk gelir. Başka bir deyişle, erişilebilir tatlı su miktarı, dünyanın toplam su varlığının % 1’inden bile azdır.”

Söz konusu sergi, aynı zamanda ideolojik bir düşünce yapısını da ister istemez içinde barındırıyordu. Su hakları ve mülkiyeti gibi politik konuları da sorgulayan sanatçının bu sergisi, özellikle sanatçının saha çalışmalarından dolayı fazlasıyla önemli. Adıyaman Perre bölgesinde ve Eskişehir merkezine 30 km uzaklıktaki 20 yıl önce terkedilmiş Hasırca Çiftliği’ndeki Alpanos Hamamı’ndaki yaptığı çekimleri bu sergiye taşımış. Hiç müdahale etmeden, bir sanat eseri olsun diye çeşitli giydirmeler yapmadan görüntü ve sesleri sergiye olanca çıplaklığıyla taşıyan sanatçı, derelerde akan “suyun, onaran, şifa veren, yenileyen, zorluğa karşı umudu güçlendiren yapısı” ile sergiye gelenlere, geleceği onarmanın işaretlerini hatırlatmaya çalışmış sanki.

Sanatçı, doğada çevresini besleyerek akan dereleri özelleştiren, yapılan HES’lerle (Hidro Elektrik Santral) suyu metalaştırarak, etrafıyla kuruyan bir sistemi analiz edercesine, kendi ekosisteminde devam eden su birikintilerinin peşine düşüyor. Derelerin ihalelerle dağıtıldığı bir sistemin bozduğu ekosistemin, türler arası adaletsizliğe yol açtığına vurgu yaparak aynı zamanda, insanın doğa ile arasındaki ilişkisinin neredeyse bittiğine de vurgu yapıyor. İnsanın en önemli kaynağı olan doğayla sistemin bu acımasızlığı ile biten ilişkisini, henüz ellenmemiş, sahipsiz, doğadaki su yollarıyla tekrar hatırlatmaya çalışarak, unutulanların altını önemle çiziyor. İnsanın doğa ile bugün iktidar tarafından bir çok yerde açılan Millet Bahçeleri’nden öteye çok geçemeyen ilişkisini hatırlamasını ve yeniden iyileştirerek kurgulamasını arzu ediyor.

Aşkın Ercan, “Ekolojik yıkımın bütün göstergeleri ile gelecek senaryolarının tartışıldığı bu yüzyıl, türler arası eşitlik, iklim adaleti, kentsel adalet, suyun hakkı gibi pek çok meseleyi odağına alır. Doğa- insan ilişkisinin yoksullaşmaya başladığı ve gezegeni tehdit eden ekolojik kaygılar büyük ölçekli bir krizin olduğunu gösterir. Bütün bu tehditler ve yıkımlar karşısında geleceği onarmak mümkün mü?” diye ayrıca sorarak bir diğer taraftan çektiği tek plan ve sonsuz döngüdeki videodaki derenin akışına rağmen, baskın olan “hareketsizliği” ön plana çıkartarak, esas olan budur dercesine görüntüleri mekandaki ekranlara dağıtıyor.

“Terk edilen sular’ insanın ve diğer tüm canlıların varlığının olmazsa olmazı “su” meselesine işaret eder. Suyun hakkı ve suyun gaspını gündeme alır. Hasırca Çiftliği ve Alpanos hamamı terk edilmiş bir mekânın ve suyun hafızasına odaklanır. Üzerine inşa edilen yapı ile sömürgeleştirilen şifalı suyun bugün bize anlattıklarını görebilmek ekolojik yıkıma karşı tehditleri azaltır mı?”

Sergideki soruların sergilenen eserler yerine, sunulan yazılarla aktarılması, sergilenenleri bir hayli gölgede ya da arka planda bırakmış. Ama bu durum sergilenenleri, bir fikrin dokümanı haline getirme olasılığını da içinde barındırıyor. Böylelikle sergilenler ve aktarılan bu metinler sanatçısını aktivist/sanatçı konumuna taşıyor. Bugünün sanatçıları için çok kullanılan bu yeni tanımlardan biri olan artivist (bkz. Artivizim) sanatçı Aşkın Ercan için uyumlu bir hale de geliyor şüphesiz.

Şüphesiz bu sergi, seyircinin suratına bir tokat gibi çarpmasa da, sanatçı insanın doğa ile ilişkisini yeniden kurması gerektiğini iyi bir şekilde hatırlattı.

Ayrıca Aşkın Ercan, bu ilişkinin direnci arttıracak yöntemlerini, suyun gürültülü sessizliği üzerinden kendine özgü ifade diliyle aktarırken, hayatlarımızda bir kapıyı da ister istemez araladı.

DAHA FAZLA