Zamanın kayıp duyarsızlığı

Zamanın kayıp duyarsızlığı

“Küreselleşme insanların bir yerde kaçabilecekleri ve mutluluğu bulabilecekleri toprakların hala var olduğunu söyleyen son yenik umududur. Yahut bir yerlerde anlamsızlık hissine, kriterlerin yok oluşuna ve nihayetinde ahlaki körlükle duyarlılığın yitimine karşı çıkabilmesiyle sizinkinden farklı bir diyarın hala var olduğunu söyleyen son yenik umuttur.”

Nursel Çelen

Zygmunt Bauman ve Leonidos Donskis tarafından hazırlanan Akın Emre Pilgir çevirisiyle Ayrıntı Yayınları tarafından dilimize kazandırılan “Ahlaki Körlük – Akışkan Modernlikte Duyarlılığın Yitimi” isimli çalışma günümüzde insanlığın ve ahlaki tasavvurlarının adiyaforileşmesiyle (yani ahlaki değerlendirmelerin alanından muaf tutulma) oluşan tuzaklardan ve sayısız tehditten çıkış yolu olarak yeni etik perspektife eğilen diyologlardan oluşur. Ayrıca parçalanmaya, atomize olmaya ve ortaya çıkan duyarlılık kaybına gerçek bir alternatif olarak ait olma hissinin yeniden keşfedilme olasılığı üzerine yapılan konuşmaları içeririr.

İkilinin irdelediği ahlak ve duyarlılık aşınmasının saptığı belli başlı yollar vardır. Bunlardan  biri olan kötülükten başlayarak edebiyat, siyaset, sosyal medya eleştirisi ve günlük yaşamdan örneklerle ahlak ve duyarlılık yitimi üzerine sohbetleri başlamaktadır.

Donskis kötülük  için: “Görevimizi yaptığımızdan ve ahlaki bir insan olduğunuzdan en ufak şüphe duymaksızın bir yabancının yaşamını yok etmek. İşte bu kötülüğün yeni biçimidir... Kötülük savaşla veya totaliter ideolojilerle sınırlı değildir. Bugün kendisini daha çok başkalarının acılarına tepki göstermemekte, ötekileri anlamayı reddetmekte, duyarsızlıkta ve gözlerin sessiz, ahlaki bakışlardan çevrilmesinde ortaya çıkmaktadır.” demektedir.  Günümüzün en can sıkıcı ve şoke edici hakikati de aslında kötülüğün zayıf ve görünmez oluşudur. En beteriyse, hepimizde kötülük yapma potansiyelinin olması değil, inancımız, kültürümüz ve beşeri ilişkilerimizin durduramadığı durumlar ve koşullardır. Dolayısıyla filozaflar ile edebiyatçıların eserlerinden tanıdığımız şeytanlar ve kötü ruhlardan çok daha tehlikelidir ve her yere yayılmış bir haldedir.

Bauman, Eylül 2010’da Litvanya Kaunas’taki Vytautas Magnus Üniversitesinde kötülüğün doğal tarihi üzerine verdiği konferansta, kötülüğün “şeytanlarına ve iblislerine” yeni bir ışık tutmuştur. Hannah Arendt’in “Kötülüğün Sıradanlığı” kitabında ustalıkla tarif ettiği Kudüs’teki Adolf Eichmann örneğini hatırlatmıştır. Herkes duygusuz ve patolojik bir canavar görmeyi beklemişti fakat mahkemenin tuttuğu psikiyatrlar, Eichmann’ın son derece normal olduğuna dair güvence verince büyük hüsrana uğramışlardı ve hevesleri kırılmıştı. Büyük suçlara karışmış herkesi klinik vakalara dönüştürmek ve şeytanlaştırmak, travmatik deneyimleri mazur göstermeye dönük yaygın eğilimlerimiz olduğuna dikkat çekmiştir.

Bauman “Politika; insanların dünya içinde yürüttüğü çok katmanlı faaliyetler içinde, ahlaki duyarsızlıktan etkilenmiş tek alan değildir.” der. Politika mümkün olan şeylerin zanaatı olduğundan, her sosyokültürel düzen kendi politika yapma biçimini öne çıkarırken diğer türden politik pratiklerin başarılı olmasını güçleştirir ve etkili olmasını daha da zorlaştırır. Akışkan modern düzenimiz, Bauman’ın dediği gibi, kesinlikle bu kuralın istisnası değildir. Ahlaki duyarsızlık kavramından yararlanıldığında, duyarsızlık bir metafor olarak kullanılır. Başat anlamı, belli duyu organlarının, görme – işitme - koklama veya dokunmanın bozulması, bunun sonucunda normal koşullarda imgeler, sesler veya diğer izlenimleri açığa çıkaracak uyaranları algılayamama halindedir. Örneğin; organik ve bedensel duyarsızlık arzulanır, yapay yollarla tetiklenir veya ağrı kesicilerin yardımıyla insanlar kendi kendilerine duyarsızlaştırılır. Ancak Bauman, “Duyarsızlık kavramının önüne ‘ahlaki’ sıfatı eklendiğinde acının uyanık tutma, ikazda bulunma ve önleyici işlevleri genelde tümüyle unutulur.” der. Adiyaforileşmenin akışkan modern türü tüketici-meta ilişkilerinin örüntüleriyle kurgulanmaktadır. Tüketimci bir tutum, ekonominin çarklarını yağlayabilir. Ahlaki tutumlara kum serper diyerek ahlaki tutumların satın alınan mal ve hizmetlerde görmezden gelindiğini belirtiyor. Dolayısıyla kötülüğün sıradanlaşma ve şeytanlaşması kısmını çoktan geride bırakmış oluyoruz. Artık çağın gereklerine uydurulması aşamasına geçmiş bulunmaktayız ve bu aşamada Bauman’ın belirtiği gibi körleşme ve duyarsızlaşma ortaya çıkmaktadır.

Donskis, klasik siyaset her zaman özel sorunları kamusal meselelere dönüştürme gücünün yanı sıra kamusal sorunları özümseyip bunları özel, hatta varoluşsal meselelere dönüştürme gücüyle ilişkilendirmiştir. Bugün bu politik mekanizmalar bozulmuştur. Postmodern siyasi yaşamımız içinde, kamusal sorunlar olarak gördüğümüz şeyler genelde kamusal şahsiyetlerin özel sorunlarıdır diyerek, politikanın çekildiği bir zamanda yaşadığımızı hatırlatmadır. Tarihsel ve politik anlatıları yeniden meşru kılmak için ne kadar çabalarsak çabalayalım ne on dokuzuncu yüzyılın dramlarını ne de yirminci yüzyılın tutkularını ve özlemlerini  dahi deneyimleme imkanımız vardır diyerek bu akışkan modernliğin bizi küresel bir tüketici topluluğuna dönüştürdüğünü ifade etmiştir.

İkili daha sonra,  güçlenen ve küreselleşen bir korku kültürünün oluştuğundan bahseder ve bunu korku çağı olarak adlandırır. Donskis, korkunun çağımızın büyük miktarlarda ve bol sayıda tedarik ettiği belirsizliklerin, güvensizliklerin ve güvencesizliklerin dilini konuştuğunu söylemektedir. Bize bitmek bilmez şüpheler ve belirsizlikler içinde yaşamımızın ne kadar zor olduğunu hatta çekilmez hale geldiğini hatırlatmaktadır. Bauman ise korkunun yok edilebilir ve iyileştirebilir bir anormallik olmadığını, korku kültürünü ve korku siyasetini yaratan üç sebebin cehalet, acizlik ve aşağılanma olduğunu söylemektedir. Ancak yarattığı tepkilerin odak noktalarının sabit olmadığını, her toplum türünün ve her tarihsel dönemin, kendine has korkuları vardır diyerek  korkunun zaman ve topluma göre özgür olduğunu ifade eder.

Son olarak  Donskis ve Baumanbizlere akışkan modernitedeki duyarlılık kaybına, modern etik ve politik hassasiyetlerden koparılması imkansız olan “sadakat ve ihanet” kavramlarından bahsederler. Sadakatin bu dünyayı birlikte keşfetme stratejisi olduğunu, ihanetin ise kişinin  silah bırakması, teslim olması ve kendisiyle beşeri potansiyelini başka bir insanın refakatine açmada başarısız olması şeklinde açıklamışlardır. Stefan Zweig’in Don Juan ve Giacomo Kazanova üzerine yazdığı denemeye de atıfta bulunarak bu iki antikahraman üzerinden bağdaşmaz farklılıklara değinmişlerdir. Don Juan hızlı, yorgun, güçlü deneyimlerin, hazzın ve baştan çıkarmanın şampiyonudur. Yani başkalarının güvenini manipüle etmede ve sömürmede ustadır. Kazanova ise Zweig’e göre mükemmel bir aşıktır ve kısa ömürlü aşk hikayelerinin virtüözüdür. Don Juan da kısa ömürlü ilişkiler kurar ama gerçekten aşık olmaz. Ustalıkla kısa süreli ilişkiler kurmaları bakımından ikisini de modernliğin kahramanları olarak nitelendirirler. Bugün kısa ömürlü beğenilerle mucizeler yaratmak ve çok sayıda insan tarafından hoş karşılanmak için işletmecileri, idarecileri, iletişim uzmanlarını ve üreticileri seferber etmek zorunda kalmamızın oldukça ironik olduğununa değinerek Don Juan ve Kazanova’yı geçici ilişkiler kurmaya yarayan bu tekniğin klasik öncüleri olarak ilan ederler. Popüler kültürümüzde bu durum, yani herşeyi deneyimlemek “her şeyi deneyimlerken” başkaları tarafından görülmek demektir.

Bulunduğumuz dünya bizleri yavaş yavaş Don Juanlara dönüştürmüştür. Mesele sadece duygusuz cinsel ilişkiler, sevgisiz fiziksel yakınlıklar değildir. Aynı zamanda insanlar başarıları, çıkarları ve arzuları uğruna diğer insanları kendi projesinin koşulları, parçaları ve tikel unsurları haline getirerek kullanır. Donskis ve Bauman yaşadığımız bu duyarlılık yitiminin sebebinin aslında unuttuğumuz sadakat, dürüstlük ve yaratıcı ruh olduğunu bizlere tekrar hatırlatmak istemişlerdir.

KÜNYE: “Ahlaki Körlük”, Zygmunt Bauman ve Leonidas Donskis, Çev. Akın Emre Pilgir, Ayrıntı Yayınları, 270 sayfa.

 

DAHA FAZLA