Zaman, zemin, hayat çürürken...

Zaman, zemin, hayat çürürken...

“Anısı artık kitaplarda yaşayabilecek kimisi ölmüş tanıdık mekânlar eşliğinde, ağırlığı 90’larda geçen bir İstanbul fonunda ülkenin ve hayatın hızlı değişimine, içine Osman’ı anlatanların kendi hikâyelerinin de girdiği insan ilişkilerinin girift halleriyle tanıklık ediyoruz. Osman’a kendisi için bir nefret objesine dönmüş babasından öte ızdırap verenin, iki satıra sıkışmış, “beni sen bile üzemedin Levent kadar” derken andığı, yazmakta olduğu romanını olmazına inandırıp yakmasına sebep olan arkadaşı olması manidar. “

Dilek Yılmaz

Ayfer Tunç’un, Kapak Kızı ve Yeşil Peri Gecesi’nin ardından kaleme aldığı üçlemenin son romanı Osman geçtiğimiz günlerde Can Yayınları etiketiyle okurla buluştu.1992’de yayımlanan ve Sedat Simavi Ödülü’ne değer görülen ilk roman (ben 2005 tarihli gözden geçirilmiş versiyonunu okumuştum); bir erkek dergisine çıplak pozlar vermiş genç Şebnem’in karlı bir kış günü bir tren yolculuğunda ana karaktere dönüşen fotoğrafları üzerine kurgulanmıştı. Ersin ve romandan sonra da kilidi çözecek bir rol üstlenecek Selda’nın Şebnem üzerinden kendileriyle yüzleşmeleri ve iç sorgulamalarına tanıklık etmiştik.

Kapak Kızı’ndan uzun zaman sonra yayımlanan Yeşil Peri Gecesi’nde yazar on sekiz yıl önce yarattığı karakteri yeniden ve bu sefer başrolde okurun karşısına çıkarmıştı. Kapak kızı olmaya giden yolun nasıl örüldüğünün anlatıcısı romanda adı anılmayan Şebnem’di. Yatılı okuduğu başarısız lise yıllarına geldiğinde ileride lanetli olarak anacağı güzelliğinden artık emin olan Şebnem’in varlığını kanıtlamak üzere bir başkaldırı olarak soyunmasını ve sonunda hayatını mahvettiğine inandıklarıyla beraber kendini de yakmayı göze aldığı intikam hikâyesini ezber bozan penceresinden sarsılarak okumuştuk.

Ayfer Tunç güncel Türkçe edebiyatta ne yazsa merceğime giren sayılı yazardan biri. Osman da kitabın rafa geleceğinin duyurulduğu andan itibaren merakımı celbetmişti, sonuçta az çok tanıdık bir karakterdi. Okurun karakterle asıl tanışması diyebileceğimiz bu roman, Ella Caz Kulübü’nde piyanistlik yapan Osman’ın mesai çıkışında bir hafriyat kamyonunun çarpması sonucu öldüğünü öğrenmemizle başlıyor. İntiharı da düşündürebilecek ölüm şekli görgü tanıkları üzerinden ilk etapta okuru farklı bir yöne sevketse de ardından gelen Osman’la yolu kesişmiş arkadaş, akraba, tanıdıklarla yapılan röportajlar kurgunun rengini belli ediyor. Romanın ağırlığını oluşturan bu görüşmeleri gerçekleştiren anlatıcı ya da anlattıranın Osman’ın mazisine ulaşması sahaf bir arkadaşı vasıtasıyla oluyor. Gelen malzemeler içinden çıkan, yıllar içinde kaleme alınmış günlük görünümlü defterlere bütün ülkenin duyduğu malum skandal da eklendiğinde Osman’ın hikâyesini bir kitaba dönüştürmeye karar veriyor anlatıcı. Osman’ın hayatının tanıklarının izini de bu yolla sürüyor. Osman’ı, tanıyanların gözüyle anlatılanlardan olduğu kadar kendi yazdıklarından da izliyoruz. Osman kimdir dersek; varlıklı bir çevreye mensup, “kahverengi bir adamdın” diye seslendiği ve hayatı boyunca nefretle anacağı bir baba, sevgiyle anılan erken kaybedilmiş bir anne, iyi-kötü zıtlığını fazlaca yansıtan erkek kardeşten oluşan çekirdek aileye doğmuş bir Nişantaşı çocuğu. Müzik başta olmak üzere sanata hevesli ve belli ölçüde yetenekli ama arkasını getirecek iradesi yok. Yakışıklılığıyla çevresindeki kadınların merceğine kolayca giren, bestelerinden ilişkilerine kimine göre maymun iştahlılığı kimine göreyse mükemmeliyetçiliği sebebiyle başladığı hiçbir şeyle vedalaşamayan, emeği hayallerine dar gelen biri. Kafeler, galeriler, müzik stüdyoları, eğlence mekânlarını mesken tutan Osman’ın babasının yörüngesinden kurtulmak için atabildiği ilk somut adım ayrı bir eve çıkmasıyla oluyor, kısmen özgürleşmesiyse babasının ölümüyle. Ama aslında yeni bir sayfa Şebnem’in hayatına girmesiyle açılıyor. “Aşkların en güzeli başlamadan bitenidir, çünkü her aşk bitmeye mahkûmdur. Başlamadan biten bir aşkta da hayal kırıklığı, terk etme ya da yıkılış olmaz. Kısacası hayat bir kaybetme hikâyesidir Osman. Sonunda öleceğimize göre yaşamak yenilmektir,” diyor Şebnem. Başlangıçta ilişkiden sakınsa da sonrasında hikâyede ve Şebnem’in hayatında yeri mühim Gün’ün hüzünlü yamacında yakınlaşıp evleniyorlar. Ayakları yerden kesen mutluluk uzun sürmüyor. Sefahat içinde yaşamaya alışmış bir bugün insanı olarak babadan kalan serveti adım adım tüketirken heveslerinden ne vazgeçen ne de yakalayacak kadar peşinde koşabilen Osman’ı hiç eden süreç yavaş ama okuru metinde tutan hareketli bir akışla veriliyor.

Anısı artık kitaplarda yaşayabilecek kimisi ölmüş tanıdık mekânlar eşliğinde, ağırlığı 90’larda geçen bir İstanbul fonunda ülkenin ve hayatın hızlı değişimine, içine Osman’ı anlatanların kendi hikâyelerinin de girdiği insan ilişkilerinin girift halleriyle tanıklık ediyoruz. Osman’a kendisi için bir nefret objesine dönmüş babasından öte ızdırap verenin, iki satıra sıkışmış, “beni sen bile üzemedin Levent kadar” derken andığı, yazmakta olduğu romanını olmazına inandırıp yakmasına sebep olan arkadaşı olması manidar.

İnsanın yöresindekilerle ve hatta kendisiyle konuşmaktan sakındıklarını trendeki yolcudan soru soran yabancıya uzanan yolda büyüyen bir iştahla anlatması da aşırılığıyla birlikte ahvalimizle uyumlu.

Her ne kadar üç romanın birbirinden bağımsız olarak yazıldığı bilinse de, Yeşil Peri Gecesi’nden mahrum bir Osman okuması aslında eksik kalır. Mutlu aileyi yıkan kaza, aile travması, büyüleyici güzelliğiyle herkesin aklını başından alan kadın- peşinde koşulan yakışıklı erkek, cesaret edilememiş aşklar, keskin bir öç duygusu, ihanet, para ve iktidar kovalama derken bunlar üzerine okurun merakını hafifçe kamçılayarak ve yolun/dönemin değişimiyle ilerleyen karakterlerin çok da sürprizli olmayan akışları ve sonunda gelen çürüme. Meseleye bakıldığında okura yabancı gelecek pek bir şey yok aslında. Ayfer Tunç metinlerine okuru mıhlayan nasıl anlatıldığında.

Yeşil Peri Gecesi gibi Osman da hacimli bir roman. İşi bitince kayboldukları için konumları stabil olsa da teknik olarak çok karakterin ses verdiği bir roman. Farklı araçların metne kazandırdığı dinamizmle de oldukça akıcı. Röportajlardan toplanan Osman’a dair bilgiler arası çelişkiler anlatanların yorum farklarını işaret etse de yazarın neye inanacağına karar vermek üzere okurun dikkatini buraya toplamayı hedeflediğini düşündürüyor. Yeşil Peri Gecesi’nde Şebnem’in çocukluktan bu yana içine işleyen daimî sevgi arayışı ve “öz yıkım arzusu”yla açıklanan (aşırı açıklamalı) intikam hevesi ve yoğun pekiştirmelerin okuru yer yer zorlayan bir yanı vardı. Osman bu anlamda daha yalın, hacmine rağmen yormuyor. İnsanın çürümesinde zamanın ve zeminin izlerini bağırmadan resmediyor. Bununla beraber aile öyküsü hayatın bütününe mutlak biçimde hâkimdir basıncı fazlaca hissediliyor. Babasının suyuna gider gibi görünerek yolunu çizmeyi seçen ve iktidara damat olmak için önüne çıkanı ezip geçmekten çekinmeyen kardeşin sonu da, direnemese de babaya itaat etmemeyi denemiş Osman’ın sonundan parlak olmuyor.

Sürdüremiyor Osman. Okurun merakını söndürmemek üzere detayına girmeyi tercih etmediğim Uluçmüdür skandalına giden yolda Osman’a karşı içimde uyanan öfkeyi dizginlemekte biraz zorlandım. Söz sırası kendisine geldiğinde zamanın ruhuna uyum sağlamakta zorlanan bir kurban tarifine yaklaştırılsa da bunun bütünüyle tercihten azade olmadığı ve akışa teslimiyeti Osman’la kimi okur arasına mesafe koyacaktır. Tabii bu karakter olarak Osman’la okur arasında.

İlkinden sonuncuya neredeyse otuz yıla yakın zamanda ülkenin değişiminin yazarın üslûbuna da belirli ölçüde yansıması herhalde doğal kabul edilmeli. Ayfer Tunç karakterlerini diri tutmayı seviyor, bir yerlerde bir biçimde yeniden karşımıza çıkabilirler. Kapak Kızı’nın ardından söylediği gibi, çünkü “Metinler organizma gibidir, yaşamaya devam eder.”

Üç romanın sonunda zihnimde salınanın en temiz tercümesiyse vaktiyle Osman’a sessizce aşık Yonca’nın sözlerinde karşılık bulabilir: “Beni bir kadın olarak üzen Şebnem’in harcanma biçimiydi. Gerçi asıl bunda şaşılacak bir şey yoktu. Ortada bir kadın meselesi vardı çünkü. Bu toprakların bitmek tükenmek bilmeyen kadın meselesi. Kadını sindirmek, her durumda kadını suçlu çıkarmak milli sporumuz bizim. Her ne olursa olsun kadın sebep olmuştur anlayışı… İşin en acıklı tarafı da bu iddia bir kısım kadınlar tarafından da desteklenir. Tabii Şebnem olayının ezber bozan tarafı, işin içinde bir erkeğin daha olmasıydı. Bu nedenle müdürün bileti kesildi bence. O ikinci erkek olmasaydı o müdür içişleri bakanı falan olurdu herhalde. Bizde ödüllendirilir çünkü bir kadını mahvetmek.” Nereden bakılsa her yolun aileye çıktığı seride, inandığı yolda kalma iradesini koruyan sayılı karakterden biri olan Yonca’nın arkasında da bu sefer olumlu atıfla gene anne var, “Beni annemin desteği ben yaptı. Beni birey yaptı annem.”

Okurdan Yeşil Peri Gecesi kadar ilgi görür mü bilmiyorum ama tahmin ediyorum ki Osman da özellikle kurgusuyla Ayfer Tunç külliyatı içinde özel bir yerde anılacaktır.


 

Osman, Can Yayınları, 2020, 504 syf.

DAHA FAZLA