Zafer Kaygın: Adalet arıyoruz

Devrimci Karargah davasından 8 yıl 4 ay hapis cezası alan ve cezası Yargıtay tarafından onanan İGD üyesi Zafer Kaygın adalet arayışlarını yazdı.

(İleri - Haber Merkezi) Zafer Kaygın. İlerici Gençlik Derneği (İGD)'nin üyesi, Sabiha Gökçen'de uçak bakım firmasında çalışıyordu. Devrimci Karargah operasyonları sürerken 2009 Eylül ayında ev arkadaşı ile beraber gözaltına alındı. Gözaltında tutulduğu Vatan Emniyet Müdürlüğü'nde abisi ile karşılaştı, o da gözaltındaydı. Mahkemeye çıktı, kendisini anlattı olmadı, tutuklandı. Tam 18,5 ay kaldı hapishanede... Sonra kadar çıktı, Zafer Kaygın'a üyesi olmadığı, aynı fikirleri dahi paylaşmadığı bir örgüte üye olmaktan 8 yıl 4 ay hapis cezası verildi ve Yargıtay bu kararı onayladı. Kaygın şimdi adalet arıyor.

Zafer Kaygın’ın yazısının tam metni şöyle:

“29 Eylül 2009'da İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nün aldığı bir "ihbara" göre "hücre evi" olarak değerlendirdikleri evimize yapılan baskında, ev arkadaşım Cenk Büyükkahraman ile birlikte evimizin önünde, hiç bir yere kaçma gibi bir düşüncemiz ve konudan hiç bir biçimde haberdar olmadığımız hâlde "yakalanmış" ve cezaevine konulmuştuk.

En başta, kamu gücünün işlem, eylem ve ihmâline dair en somut örnek, asılsız bir ihbar üzerine derin bir araştırma yapılmaksızın, kolluk güçlerinin, onur kırıcı bir biçimde, önyargıya dayalı olarak, ben ve ev arkadaşlarımı darp ederek gözaltına alınmamız olmuştu.

Oysa kolluk güçleri, sözümona "hücre evi" olarak değerlendirdikleri eve baskın yapacakları sırada, muhtemelen evin içinde kimin oturduğunu bile doğru düzgün bilmiyorlardı.

Öyle ki, daha sonra gördüğümüz polis ekspertiz raporunda, son 1 ay içinde evimizde kalan İlerici Gençler Derneği'nden arkadaşım, Gökhan Aydın'ın adı dâhi geçmiyordu.

Polis Ekspertiz Raporu ve iddianame gibi belgeler gösteriyor ki, arkadaşım Gökhan Aydın, kuvvetle ihtimal, operasyona ve davaya sonradan dâhil edilmişti.

İş arkadaşım Cenk Büyükkahraman ile birlikte, yaklaşık 6 ay kadardır Şenol İskender Erdoğan adıyla tanıdığımız, maddi imkânsızlıklar nedeniyle kendi olanaklarımızla bir iş bulup, arkadaşımız olan Ulaş Erdoğan'la birlikte aynı eve çıkmış olmamız ve tarafımızın bulduğu iş ile kısa bir dönem için aynı işte çalışmamız, silahlı terör örgütüne üyelik suçlamasıyla cezaevine girmemize yetmişti.

Bu sırada, arkadaşım Gökhan Aydın'sa, baştan savma hazırlanan iddianamede, araştırılmaksızın, adımını bile atmadığı şirketin hayali personeli arasına sokulmuş ve aynı suçlamalarla tutuklanmıştı.

Oysa, dava süresince, hakkımızda lehte karar vermeye konu olabilecek telefon kayıtları hiç bir biçimde dikkate alınmamıştı. Tutuklanmadan önce, birbirimizle telefon görüşmelerimizde, Cenk Büyükkahraman ve Gökhan Aydın ile beraber ayrı bir ev arayışı içinde olduğumuz gerçeği görmezden gelinmiş ve âdeta hasıraltı edilmişti.

Tutuklu kaldığımız süre içinde, tutuklanmamıza gerekçe olarak gösterilen "kuvvetli suç şüphesi"nin ne olduğu hiç bir zaman açıklanmamıştı.

"Somut delillerin varlığı" ise, kanımca, o dönem Ulaş Erdoğan'a atılı suçlardan başka bir şey değildi.

Yargı gücü, gerek polis evresinde gerekse iddia makamı ve yargılama makamı süreçlerinde, aynı evde yaşıyorlarsa aynı örgütün üyesidirler varsayımıyla hareket etmişti.

Dava süresince, ceza yasası keyfi olarak yorumlanmış, birbirinden ilgisiz dosyalar, sadece aynı örgütün davası olması sebebine dayandırılarak birleştirilmiş, yargılama süreci keyfi olarak uzaltılmıştı.

Savunmalarımızda ve itirazlarımızda, birbiriyle örtüşen ve birbirini doğrulayan ifadelerimizle defalarca suçsuz olduğumuzu kanıtladığımız hâlde, hakkımızda somut hiç bir delil olmaksızın, Ulaş Erdoğan ile olan ev ve kısa dönem için iş arkadaşlığımız nedeniyle, 3 Ekim 2009'da tutuklanmamıza karar verilmişti.

İlk olarak tutuklandığımız 3 Ekim 2009'da, 4 gün boyunca polis, savcılık ve mahkeme süreçlerinde tarafımıza sorulan sorular Devrimci Karargah örgütüne üyelik suçlaması, gözaltında bulunanlardan kimleri tanıdığımız gibi genel geçer sorular olmasına karşın, oysa o sırada TV kanallarında, gazete sayfalarında uçak kaçırma gibi suçlamalar, isimlerimiz ve fotoğraflarımızla birlikte, basında yer almıştı.

Dahası, Zaman gazetesinde PKK kamplarında eğitim aldığımız ve Sabah Gazetesinde, yaklaşık 10 gün sonra, 3 gün çıkan bir yazı dizisi boyunca, daha sonra iddianameye de birebir geçecek olan asılsız suçlamalar, Abdurrahman Şimşek adlı bir "gazetecinin", bilgileri hakkımızda dava açan Cumhuriyet Savcısı Kadir Altınışık'tan aldığı da belirtilerek yer almış, soruşturmanın gizliliği kararı alenen ihlal edilmişti.

Daha sonra, Gökhan Aydın Temmuz 2010'da; ben ve Cenk de, 12 Nisan 2011'de tutuklu bulunduğumuz süre göz önünde bulundurularak, tahliye ettirilmiştik.

Bununla birlikte, tam yaşamlarımızı yeniden düzene sokma çabası içinde olduğumuz sıralarda, bir kaç yıl sonra, yerel mahkeme, Cenk ve benim için 2013 Temmuz ayında silahlı terör örgütüne üyelik ve kişisel bilgileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek, Gökhan için ise örgüt üyeliği suçlamasıyla mahkumiyetimize karar vermiş ve son olarak Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 24 Aralık 2014 günü, ikinci suçlamayı bozmuş, örgüt üyeliği suçlamasını ise hiç bir delil olmadan onamıştı.

Hâsılı, İskender olarak tanıdığımız Ulaş Erdoğan'a atılı suçlar ve hakkındaki deliller üzerinden, o dönem ki ev arkadaşlarım Cenk Büyükkahraman ve Gökhan Aydın ile birlikte, haksız bir biçimde cezaevinde aylarca yatmamız yetmiyormuş gibi, bir de bu davadan ceza almıştık.

Tuhaf olan, Ulaş Erdoğan ile birlikte, oturma odasında bulunan ve ortak kullanıma açık olan bilgisayarımızda bulunduğu belirtilen ve delil olarak da ek klasörlerde yer alan, o zamanlar çalıştığımız İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı içindeki My Thenic isimli firmaya ait bilgilerin, örgütsel bir eylem olarak değerlendirilebilecek uçak kaçırma gibi eylemlere ve örgüt üyeliğine delil olarak gösterilirken, fakat öte yandan bir de diğer suçlama olan kişisel verileri hukuka aykırı bir biçimde ele geçirme kapsamına da alındıktan sonra, kişisel verileri ele geçirmek ile ilgili suçlamanın Yargıtay'ca bozulup, örgüt üyeliğinden cezalarımızın ise yine aynı Yargıtay'ca onanmasıydı.

Sonuç olarak, Yüksek Mahkemenin bu çelişik kararı, örgüt üyeliği kapsamında bu uyduruk bilgilerin artık kolayca değerlendirilemeyeceğine de işaret etmekteydi.

Geriye kalan suçlamaysa, Serdar Kaya isminde bir örgüt yöneticisi ile bizzat yapılan görüşmelerden ibaretti ki, fakat bu görüşmelerde, ne ismimiz geçmekteydi, ne de bu ismi tanıdığımıza dair elde somut bir veri vardı.

Mahkumiyetimize karar veren kamu gücünün en büyük ihmali, davaya konu olan belgelerden anlaşıldığına göre, bu ismi tanıyan ve görüşmelerde bulunan yalnızca Ulaş Erdoğan olduğu hâlde, hiç bir biçimde bu ismi tanımadığımız ve hiç bir görüşme yapmamamıza rağmen, önce iddia makamının, sonra yerel mahkemenin ve son olarak Yargıtay'ın 24 Aralık 2014'te, Ulaş Erdoğan'ın bu kişi ile yaptığı örgütsel yazışmalar/görüşmeler üzerinden, Cenk Büyükkahraman, Gökhan Aydın ve benim ile ilgili, örgüt üyeliğimiz konusunda vardıkları haksız mahkumiyet kararlarıydı.

Dava süresince, en başta iddianamede olmak üzere, üyesi olduğum İlerici Gençler Derneği'ne ait evimizdeki ortak kullanıma açık olan bilgisayarda bulunan bilgi ve belgeler, İGD, yasal ve demokratik bir kuruluş olduğu hâlde, savcı Kadir Altınışık tarafından yasadışı bir örgütmüş gibi ele alınmış, aynı derneğin üyeleri olan Gökhan Aydın ve abim Barış Kaygın ile birlikte içinde yer aldığımız bir çok yasal eylem, etkinlik, kutlama ve anma günleri yasadışı eylemler gibi gösterilmişti.

Tüm bunlar, bizlere, iddia makamının ve hakkımızda mahkumiyet kararı veren İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi ve bu kararı onayan Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin üyelerinin, karar verirken siyasi görüşlerini kullanarak, muhtemelen zıt düşüncedeki bizlerin düşüncelerine önyargılı davrandıklarını düşündürmekte, dahası, sol/sosyalist siyasi tarih bilgisi açısından da ne denli zayıf olduklarını göstermekteydi.

Zira, ben ve arkadaşlarım hakkında yasadışı Devrimci Karargah örgütüne üyedir hükmünü verenler, davaya konu olan belgeler arasında Devrimci Karargah örgütünü terör örgütü kapsamında tanımladıkları Yargıtay 9. Ceza Dairesi kararında, Devrimci Karargah'ın, örgütsel açıdan İlerici Gençler Derneği ile bir ilgisi olmadığını aslında kendileri de ifade etmiş bulunuyorlardı.

Gerçekten de, Devrimci Karargah örgütünün oluşum aşamasında, benim ve üyesi olduğum İGD geleneğinin siyasi görüşleri hiç bir biçimde yer almıyor ve alması da mümkün değildi. Öyle ki, görüşlerimiz, ideolojik, politik ve örgütsel açından Devrimci Karargah ile de taban tabana zıttı.

Ne ki, cezalar onanırken, arkadaşım Gökhan ve benim için, muhtemelen, solcu değil mi hepsi bir anlayışı ile hareket edilmiş, siyasi görüşümüz gereği, davaya konu olabilecek hiç bir eylem ve fiilimiz olmadığı hâlde, hakkımızda mahkumiyet kararı verilmişti.

Cenk'in durumu ise daha traji komikti. Cenk Büyükkahraman, gerçekte politikayla ilgilenen bir insan olmadığı hâlde, "hücre evi" kurgusuna dayandırılarak solcularla birlikte suçlanmış ve o da ceza almıştı.

Şimdi, bir kez daha, yineleme gereği duyuyorum: Açık ki, söz konusu bu tutum ve kararlar, en başta, düşünce ve ifade özgürlüğümüzün zedelenmesine dönük bir harekettir.

Hiçbir zaman şiddet içeren hiç bir somut fiilin içinde yer almamış olmamıza rağmen, siyasi anlayışımızla şiddet, silahlı mücadele gibi alanlarda ters olan olan Devrimci Karargâh örgütü davası kapsamında aylarca cezaevinde tutuklu kalmamız yetmiyormuş gibi, arkadaşlarım Gökhan Aydın ve Cenk Büyükkahraman ile birlikte bir de örgüt üyeliğinden ceza almış olmamız, önyargıya dayalı, hakkaniyete aykırı ve siyasi bir karardır.

20'li yaşlarda gençler olarak, geleceğimiz elimizden çalınmakta, suça delil olarak gösterilebilecek hiç bir somut fiilimiz olmadığı hâlde, bu haksız mahkumiyet kararları ile yaşam hakkımıza kısıtlama getirilmektedir.

Aynı sebeplerle, öğrenim ve iş hayatımız, uzun bir süredir, sekteye uğramış durumdadır.

Tüm bu nedenlerle, infazlarımızın durdurulması, kararın düzeltilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına ve yeniden yargılanma istemimizle Anayasa Mahkemesine başvurmuştuk.

Fakat Yargıtay Başsavcılığı, geçtiğimiz günlerde, aynı davadan yargılandığımız eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı ile ilgili harekete geçti ve Yargıtay 16. Ceza Dairesi'ne hakkındaki mahkumiyet kararının bozulmasını talep etti ve sözkonusu dairenin Avcı ile ilgili bozduğu bu karar, bir kaç gün önce basında yer aldı.

Pekiyi ama bizlerle ilgili henüz niçin somut bir adım atılmıyor?

Anımsanacağı gibi, kamuoyunda hayli yankı bulan bu davada, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, içinde Hanefi Avcı'nın ve bizlerin de olduğu mahkumiyet kararlarını onayan Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin "pararel yapıyla" ilişkisini imâ ederek, tam bu dairede değişiklikler olacağı sırada mahkumiyet kararlarının onanmasını manidar bulduğunu ifade etmişti.

Avcı'nın mahkumiyet kararının Yargıtay 16. Ceza Dairesi'nce bozularak, bizlerle ilgili haksız mahkumiyet kararlarının hâlâ olduğu gibi durmasını da, benim manidar bulduğumu söylemem gerekiyor.

Zira, bu davada tıpkı Avcı gibi suçsuz olan bizlerin, bu davadan yargılanan ve haksız mahkumiyet kararı verilen arkadaşlarım Cenk Büyükkahraman ve Gökhan Aydın ile benim başvurularımız ve durumumuz niçin hâlâ dikkate alınmıyor?

Yoksa yasalar, eski bir Emniyet Müdürüne başka solculara gelince başka mı uygulanıyor?”