Yaşadım diyebilenlerin romanı: Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim

Yaşadım diyebilenlerin romanı: Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim

Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim hayatın getirdiği türlü zorluklara göğüs gererek aşkları, dostlukları ve yoldaşlıklarıyla tarihin en uzun ve çetin savaşında safta duranların, farklı farklı milletlerden yoldaşlarıyla sanki bir anadan doğmuşçasına mücadeleye atılanların, 15’lerin mirasını yüreklerinde taşıyanların romanıdır.

Ecem Küçükdere

Nâzım Hikmet’ten söz açılınca akla ilk düşen genellikle şiirleri olur. Hatta söylemek mümkündür ki Nâzım yıllardır pek çoklarınca “aşk şairi” olarak bilinir. Bu ne bilenlerin kabahatidir, ne de Nâzım Usta'mızın kalemi yalnızca aşka dönmekte, hünerini yalnızca burada gösterebilmektedir. Bildirenlerdir onu uzun yıllarca diğer tüm sevdalarından ayıklayarak; sevmeleri, ayrılmaları ve aldatmalarıyla, asla yaşamının bütünüyle kendisini değil, sadece ucuz bir gazetenin tek sayfalık magazin eki misali belirli bir kısmını önümüze sunan. Fakat birbiri içinde eriyen ve Nâzım'da yekvücut hale gelen sevdaları, bildirenlerin yarattığı o incecik kabuğu kıracak kadar güçlüdür. Toprak gibi gebe olan havanın doğuracağı da Nâzım'ın sevdasıdır; şimdi yalnız saçının akında ve alnının çizgilerinde olan memleketine duyduğu da ve ölüm ve zafer haberleri içinden düşündüğü de bir o kadar sevdaya dairdir.

Henüz birkaç gün önce, 3 Haziran’da, aramızdan ayrılışının 57. yılında andığımız Nâzım Hikmet'in kendi hayatından kesitleri kurguyla harmanladığı Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, üzeri örtülü bir otobiyografi niteliği taşıyor. Kitabın içeriği hakkında konuşmaya başlamadan önce, özellikle yeni basım okurlarının kitabın ilk ve son sayfalarına eklenmiş görsel ve notlardan fark edeceği üzere romanın önceki basımlarından farklı bir yanı bulunduğunu belirtmek isteriz. Bu eser, yayınevinin kendisinden önce bu eseri basan bir başka yayınevinin bastığı ve Mehmet Fuat tarafından onaylı halini kullanması sebebiyle 22. basımına kadar 35 farklı yerinden sansürlü olup çeşitli aydın ve okuyucuların bu durumu fark etmesiyle birlikte artık “Narodna Prosveta"daki (1964, Sofya) sansürsüz haline uygun şekilde basılmaktadır.

Romanımızın ana kahramanlarından biri Ahmet. Nâzım Hikmet’in kullandığı takma isimlerden biri olan Ahmet Oğuz Saruhan'la doğrudan bir bağlantısı var mıdır, yoksa bu isim benzerliği yalnızca bir tesadüf müdür bilemiyoruz. Fakat roman boyunca İzmir’de şehirden uzak bir kulübeden Sovyetler’de daçalara, Anadolu’dan İstanbul’da köprü üzerinde yayın satışına uzanan anılarını kimi zaman Ahmet aktarıyor bizlere, kimi zamansa yazarımızın kendisi devam ediyor onun kaldığı yerden. Romanımızda Ahmet, parti görevi için yoldaşı İsmail'in yanına gider. İsmail, sabah fabrikadaki vardiyasına gitmek üzere kulübeden ayrılmakta; Ahmet ise kulübede kalmakta ve kuracakları matbaa makinesi için derince bir çukur kazmaya çabalamaktadır. Kendisinin ve görevinin güvenliğini tehlikeye atmamak için günlerce kulübede yalnız kalan Ahmet, nihayet kulübeden çıkıp civardaki bir çeşmeden su içtiği esnada bir köpek tarafından ısırılır. Bu olayın olduğu esnada etrafta kuduz köpekler olduğu söylentisi dilden dile yayılmaktadır. O andan itibaren Ahmet için, köpeğin ani ve şüpheli bir ölümle ortadan kaybolmasıyla, kudurmakla gelmesi muhtemel bir ölümün belirsizliklerle dolu bekleyişi başlar. Fakat her gününe kulübenin kapısına bir çentik attığı bu ıstırap dolu bekleyiş sürerken yalnız da değildir. Moskova'da üniversitedeki yurt arkadaşı, Çinli komünist Sİ-YA-U; ikisinin de ilk görüşte tutulduğu Anuşka ve yoldaşı Kerim’in anıları onunladır. Romanda diğer karakterler kadar uzun uzadıya karşımıza çıkmamış olsa dahi üniversite parti hücresi sekreteri Petrosyan’ı anmadan edemiyoruz. Petrosyan'ın, onu bu dünyadan aylar içinde koparıp alacak ölümcül hastalığına rağmen, sanki hiç ölmeyecekmişçesine araştırmaya, öğrenmeye ve mücadele etmeye ısrarının diğer tüm karakterleri oldukça etkilediğini görmek mümkün. Öyle ki Ahmet’in hastalıktan ölmeyi beklerken belki de mezarı olabilecek bir çukuru kazmaya devam edebilmesi de, her koşulda kendinden öte partisinin çıkarına uyacak kararları alma çabası da bunun âdeta onun üzerine bir yansımasıdır. Ve Anuşka'nın da, her ne kadar Ahmet bunu duymaktan rahatsız hissetse dahi Petrosyan'ın sırf bu özelliği yüzünden ona aşık olabileceğini söylediğini görmekteyiz.

Diğer ana kahramanımız olan İsmail ise, romana ismini veren cümlenin sahibi. İsmail tüm cümlelerin sonunu kiminle konuştuğu fark etmeksizin “...be kardeşim" ile bağlıyor. Öyle ki, Nâzım Hikmet’in eserinde zamanı kullanmadaki ustalığı sayesinde Ahmet'le bulundukları andan yıllar sonra evlendiğini öğrendiğimiz Neriman'a dahi aynı şekilde sesleniyor. Tıpkı Ahmet'inkiyle olduğu gibi İsmail'in yaşamıyla yazarın yaşamı arasında bir geçişkenlik olduğunu söylemek mümkün. İsmail'in Ahmet’ten sonraki hayatı çoğunlukla hapiste geçiyor. Neriman'la hapiste evlenen, müdürün odasında yan yana oturdukları kısacık zaman haricinde onu yalnızca görüş odasında görebilen İsmail hasrete ve gördüğü işkencelere rağmen yaşamaya ve kavgaya dair umudunu kaybetmiyor.

Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim hayatın getirdiği türlü zorluklara göğüs gererek aşkları, dostlukları ve yoldaşlıklarıyla tarihin en uzun ve en çetin savaşında safta duranların, farklı farklı milletlerden yoldaşlarıyla sanki bir anadan doğmuşçasına mücadeleye atılanların, 15’lerin mirasını yüreklerinde taşıyanların romanıdır. Nâzım Hikmet'in sayısı sadece dört olan ve gerçekçi olduğu kadar şiirsel ve akıcı bir anlatıma sahip romanlarından biri olan bu eseri İleri Kitap okurların keyifle okumasını dileyerek cümlelerimizi tamamlarken sizlere kitaptan bir alıntıyı bırakıyoruz:  

“Bir duvara bir el III. Enternasyonal yazdı. Duvarın dibine Kapital, korku içinde, devrildi, silindir şapkası bir yana, göbeği bir yana...”

KÜNYE: Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, Nâzım Hikmet, Yapı Kredi Yayınları, Aralık 2017, 167 sayfa.

DAHA FAZLA