Vitrin: Yeni çıkanlar
Haftanın vitrini ile karşınızdayız, iyi okumalar diliyoruz.
03-02-2019 08:21

BİR RUMELİ RÜYASI - ESKİ YUGOSLAVYA - GÜNER ARSLAN
Geçmişi her anışında insan yeniden yazar. Hatırlayışın doğası bu... İnsan, görebilmek için çoğu zaman anıları kendinden uzaklaştırır. Dönüp bakabilmek için… Anılar eskidikçe öyküleşir ve o öyküye tutunup kalır. Buna tanıklık denir. Tanıklık etsin diye taşır kişi öyküleri omzunda. Ama gerçek ama benzer…
Güner Arslan da çocukluğunun Yugoslavya’sına, Yugoslavya’dan Bozkır’a göç edenlerin dünyasını taşıyor bize. Bildiklerini, gördüklerini ve duyduklarını öykülere bırakıyor. Bir nevi geçmişe borcunu ödüyor.
Bir Rumeli Rüyası: Eski Yugoslavya, Tito dönemi Yugoslavya’sından Türkiye’ye uzanıyor bu yüzden. Güner Arslan on beş öyküyle, on beş farklı yaşamın tanıklığına soyunuyor. İnandıklarıyla yaşamları bir türlü uyuşmayanları, göçe zorlanıp köklerinden koparılanları; dinin ve milliyetçiliğin kanla böldüğü insanları anlatıyor.
“Tito’nun ölümü halinde neler olabileceğini konuşanlar haklı çıktı. Tito öldü. Üç, beş yıl içinde halklar arasındaki birlik ruhu güneş görmüş kar misali eriyiverdi. Azınlık milliyetçiliği silahını ateşleyenler, tiyatro seyreder gibi seyrettiler olan biteni. Hırvatlar biz Germen ırkıyız diye böbürlendi önce. Boşnaklar en zengin kültüre sahip olmalarıyla övündü. Sırplar Yugoslavya’nın çimentosuyuz biz diyerek meydan okudu. Sonra silahlar çekildi. Rumeli ve Yugoslavya bir rüya gibi anılarda kaldı sadece,” diyor Arslan ve uykudan sıçrayanların yaşanmışlıklarına bakıyor. İnsanlığa yeni hikâyeler veriyor.
“Biraz kurgu, biraz gerçek. Hepsi bizim hikâyemiz. Başka nesillere aktarılsın diye…”(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Bir Rumeli Rüyası - Eski Yugoslavya, Güner Arslan, Nota Bene Yayınları, Ocak 2019, 112 Sayfa.
ARTÇI ŞOK - PATTRICE JONES
Bu kitap, şiddete ve adaletsizliğe karşı durup barış ve özgürlük için mücadele verirken kendi korkularıyla yüzleşmek zorunda kalanlar için. Her gün dünyanın dört bir yanında insanlar, inandıkları bir dava uğrunda çaba sarf ederken, yaptıkları işin korkutan ve dehşete düşüren yönleriyle yüz yüze geliyor. Yaşanılan bu travmaları bazen kabul etmek bile başlı başına güç bir hal alıyor. Deneyimlenen bu travmalar, kimi zaman da, dünyanın, diğer hayvanların ve insanların sömürülmesinden kaynaklanıyor. pattirica jones, bu kitapta, hem bu travmaları kabul etmenin hem de onlarla başa çıkmayı ertelememenin ipuçlarını veriyor. Kendi ifadesiyle, kişilere nasıl da "bir nesne değil de bir süreç, bir isim değil de bir fiil" olduklarını fark ettirmeye çalışıyor.
Bu kitap, bu tür travmatik deneyimler yaşayan, bu deneyimleri yaşayanlara yardım eden ve dünyamızdaki korku ve dehşeti azaltmak isteyen herkes için…
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Artçı Şok, Pattrice Jones, Çevirmen: Mehmet Emin Boyacıoğlu, Dipnot Yayınları, 283 Sayfa.
BEYAZ DENİZ - ROY JACOBSEN
Yıl 1944... Çocukluk adası Barrøy’e geri dönen Ingrid, artık sadece onu ağırlayan bu ıssız kara parçasında denizin ve gözyüzünün güçlerine kafa tutup kışa hazırlanıyor; ağları seriyor, çitleri onarıyor, denizi ve kuşları gözlüyor. Her karışını tanıdığını sandığı Barrøy’ü bu kez genç bir kadının algısıyla yeniden anlamlandırırken kara kış onu yalnızlıkla, korkularıyla ve beklenmedik bir aşkla sınıyor.
Norveç’in yaşayan en önemli yazarlarından Roy Jacobsen, büyük bir beğeni kazanan Görülmeyenler’in devamı niteliğindeki “Beyaz Deniz”de tabloyu daha da büyütüyor ve ülkenin kuzeyindeki küçük bir adada yaşayan Barrøy ailesinin hikâyesini İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarına taşıyor.
Ödüllü yazar Jacobsen’in içe işleyen yalın anlatımı, okurunu yine ustalıkla ve incelikle sarsıyor.
“Ingrid doğduğundan beri aramıştı, böğürtlenleri, yumurtaları, kuş tüylerini, balıkları, deniz kabuklarını, ağa asılacak taşları, koyunları, çiçekleri, tahtaları, pirinci... bir adalının kafası ve elleri neyle uğraşırsa uğraşsın gözleri durmadan arar; adaların, denizin üzerinde dolaşan huzursuz bakışlar en ufak bir değişiklik görünce oraya çivilenir, en önemsiz işaretleri algılar, ilkbaharı daha gelmeden görür, karları daha girinti çıkıntıları beyaza boyamadan tanır, hayvanları ölmeden, çocukları düşmeden önce fark eder, beyaz kanat yığınları altındaki denizde görünmez balıkları görür. Adalıların çarpan yürekleri gözleridir. (Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Beyaz Deniz, Roy Jacobsen, Çevirmen: Deniz Canefe, Yapı Kredi Yayınları, 2019, 176 Sayfa.
KARABASAN MANASTIRI - THOMAS LOVE PEACOCK
Thomas Love Peacock (1785-1866): İngiliz şair, denemeci, opera eleştirmeni ve roman yazarı. Üslubunun hâkim özelliği hicivdir. Yazar en tanınmış eseri olan Karabasan Manastırı’nı ilk kez 1818’de yayımlamış, 1837’deki basımında bazı küçük değişiklikler yapmıştır. Eser roman olarak sınıflandırılsa da Peacock’ın diğer kitapları gibi deneme, oyun, şiir ve roman türlerini harmanlayan farklı bir yapıya sahiptir. Konu alışılagelmiş tarzda bir olay örgüsüyle aktarılmamıştır. Karakterler gerçek kişilerden çok onların karikatürü niteliğindedir. XIX. yüzyıl İngiliz Edebiyatı’nda kendine özgü bir yere sahip olan Karabasan Manastırı ince bir mizahla derin bir düşünce ve renkli bir düş gücünün gücünün ürünüdür.
Yiğit Yavuz (1970): Radyo yayıncısı, yazar ve çevirmen. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. 1989’dan beri TRT’de çalışıyor. 2005’ten bu yana İngilizceden kitap çeviriyor. Mary Shelley, Jack London ve Vladimir Nabokov gibi önemli yazarların çeşitli eserlerini, bilhassa XX. yüzyıl edebiyatının önde gelen romanlarından Solgun Ateş’i Türkçeye çevirdi. Çeşitli dergilerde yazıları yayımlanan Yiğit Yavuz’un Radyonun
Abecesi adlı telif bir eseri de vardır.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Karabasan Manastırı, Thomas Love Peacock, Çevirmen: Yiğit Yavuz, İş Bankası Kültür Yayınları, 2019, 144 Sayfa.
TÜRKİYE’DE BALIK ve BALIKÇILIK - KAREKİN DEVECİYAN
Karekin Deveciyan Efendi'nin 1915’te İstanbul'da basılan Türkiye'de Balık ve Balıkçılık adlı eseri Türkiye'de balıkçılık konusunda yazılmış en önemli eserlerin başında gelir. Eser, konuyla ilgilenen herkesin takdirini kazanmış olmasının yanı sıra, son yıllarda sayıları hızla artarak yayımlanan balık ve balıkçılıkla ilgili kitapların hemen hepsinin başvuru kaynağı da olmuştur.
Türkiye'de Balık ve Balıkçılık, alanındaki ilk çalışmadır. Yazarının konuya olan hakimiyeti, büyük tecrübesinin ürünü olarak verdiği ayrıntılı bilgiler, yaptığı hassas çizimler, bugün onu yalnızca balıkçılık alanında değil, folklorik ve tarihsel bakımlardan da benzersiz bir eser olarak değerlendirmemize neden olacak kadar önemlidir. Avrupa bilim çevrelerinde de takdirle karşılanan eser, Türkiye'deki deniz ve tatlısu balıklarıyla deniz canlılarını, av aletleriyle volileri, dalyanları, göl ve akarsularla ilgili bilgilerle avlanma tekniklerini içererek, balıkçılık konusuna ilgi duyan herkes için zengin bir kaynak oluşturur. Eserin değerini tarihçi Reşat Ekrem Koçu, ünlü eseri İstanbul Ansiklopedisi'nin dördüncü cildinde şu sözlerle teyit eder:
"Balık ve Balıkçılık milli kütüphanemizde benzerine ender rastlanan muazzam eserlerdendir kendi mevzuunda ise tek eserdir."
Bugün, Türkiye balıkları ve balıkçılığı konusunda Karekin Deveciyan'ın bu dev eseri kadar zengin ve canlı ayrıntılarla bezeli bir kitabın hâlâ yazılamadığını iddia etmek abartılı sayılmaz. 576 sayfadan oluşan Türkiye'de Balık ve Balıkçılık'ta, tamamı Deveciyan'ın kaleminden çıkma 207 çizimin yanı sıra, 103 tablo ve İstanbul civarındaki dalyan ve voli yerlerini gösteren bir harita yer alıyor. (Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Türkiye’de Balık ve Balıkçılık, Karekin Deveciyan, Çevirmen: Erol Üyepazarcı, Aras Yayıncılık, Ocak 2019, 576 Sayfa.
İLGİLİ HABERLER
Vitrin: Yeni çıkanlar
Haftanın vitrini ile karşınızdayız, iyi okumalar diliyoruz.
27-01-2019 09:33

DÜNYA İLE DEVLET ARASINDA TÜRK MUHARRİRİ 1930 - 1960 - TUNCAY BİRKAN
Tuncay Birkan büyük bir emeğin ürünü olan kitabında 1930-1960 yılları arası çıkan gazete ve dergileri tarayarak, kitaplaşmadan, okura sunulmadan kalmış satırlar arasında gezerek Cumhuriyetin erken dönemlerinde –Refik Halid, Peyami Safa, Halide Edip, Necip Fazıl, Nahid Sırrı, Nurullah Ataç, Sabiha Sertel gibi– yazarların devlet ve piyasa karşısındaki tutumlarını ortaya koyuyor.
"Edebiyatta, sanatta, bilimde, düşüncede, yanlış veya eksik öncüllerden yola çıkmış olsalar da, bir şeyler kurmaya, kurulanı daha insani hale getirmeye çalışmış, içlerinde hakikaten memleket sevgisi olan" bu insanların, "düne kadar memleketin tek hâkimi olduğu iddia edilen 'İttihatçı-Kemalist zihniyet' denen asli aktörün figüranları derekesine düşürülemeyecek kadar karmaşık tepkileri, arzuları, hayalleri, kanaatleri, fikirleri ve toplumsal bağlılıkları" olduğunu hatırlatıyor bize.
"Geçmiş, olgulardan oluşan statik ve tamamlanmış bir tablo değil, hem olguları hem de olgulara dair yorumları içeren, belli perspektiflerden, belli değer yargılarını öne çıkararak bakıldıkça sürekli değişen ve hep bir yerleri soluklaşıp silindiğinden asla tamamlanamayacak hareketli bir resimdir. Aynı şey geçmişten tevarüs edilen miras için de geçerli," diyerek yola çıkan Birkan, "geçmişe bakışımızı taşlaştıran, orada sadece yeknesak bir çoraklık, devasa bir çöl gören toptancı perspektiflerin hegemonyasını sarsmayı", "yeni kuşak okurlarda, kendi acılı ve kasvetli tarihimizden işlenebilecek bir mirasın tohumlarını bulma arzusunu kışkırtmayı" hedefliyor. (Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Dünya ile Devlet Arasında Türk Muharriri 1930-1960, Tuncay Birkan, Metis Yayıncılık, Ocak 2019, 526 Sayfa.
YETİM - HATİCE MERYEM
Bu gece birini öldüreceğim. Kim olduğu fark etmeyecek. Kulağımı çekeni, ayağıma çelme takanı, kıçımı açıkta bırakanı, yüzüme tüftüf atanı, bana sidikli, bana aptal, bana moron, bana ezik diyeni, benim küçük parmağım terastaki oyun alanında demirin arasına sıkışıp morardığında hemen koşup acil yardım çağırmak yerine yüzüme katır gibi güleni. Önüme ilk çıkanı.
Yetimlik böyledir. Anan baban sağdır yine de yetimsindir. Şu dünyaya fırlatılmış da unutulmuşsun gibi. Hatırladıklarında çok geç olabilir, o zamana kadar kaç cinayet işlemiş, kaç okulu kundaklamış, kaç evden kaçmışsındır.
Hatice Meryem Yetim’i anlatıyor bu kez. Rüyalar gibi, masallar, cinaî romanlar gibi. Film gibi. “Varlığı zaten başlı başına suç” olan bu küçük kızla birlikte bütün o zorlu yolu katettiriyor bize. Karanlık yokuşlardan, ıslak çarşaflardan, soğuk avlulardan, arka bahçelerden geçiyoruz, değişip dönüşüyoruz. Yetimlik nedir, anlıyoruz. (Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Yetim, Hatice Meryem, 154 Sayfa, İletişim Yayınları, Ocak 2019, 154 Sayfa.
KADIN DÜŞMANLIĞI ÜSTÜNE KÜÇÜK ÖYKÜLER - PATRICIA HIGHSMITH
Psikolojik gerilimin ustası Patricia Highsmith, bu kez bizi bir kadın düşmanının zihninde yolculuğa çıkarıyor. “Kusursuz küçükhanım”dan “kadın romancı”ya, “dansçı”dan “koket”e, bu koleksiyonun parçası olan on yedi kadının her biri kendilerine biçilen basmakalıp rollere karşı koyuyor ve bu boğucu dünyayı yıkmak adına hem kendilerini hem de çevrelerindeki erkekleri felakete sürüklemekten çekinmiyor.
Highsmith, sıradan olduğunu düşündüğümüz hayatların gizlediği acayiplikleri ve vahşilikleri bu kez bir fabl yazarının yalın ama ironi dolu diliyle anlatıyor. The Guardian eleştirmeninin de söylediği gibi: “Bu kitabın amacı kadın düşmanlarına bir ders vermek değildir, tam tersine bir kadın düşmanına doğum günü armağanı olarak verilebilecek nitelikte bir gerilim yapıtıdır. (Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kadın Düşmanlığı Üstüne Küçük Öyküler, Patricia Highsmith, Çevirmen: Nihal Yeğinobalı, Aralık 2018, 112 Sayfa.
BEN LEYLA GENCER - EVİN İLYASOĞLU
Ünlü keman virtüozu Isaac Stern “İlk 79 Yılım” adlı kitabının önsözünde şöyle der: “Müziğin hizmetine girmek bir meslek edinmek değil, bir yaşam biçimidir. Bunun için iki şeye sahip olmalısın: Birincisi, ne olmak istediğin hakkında küçük yaştan itibaren kesin bir fikre; ikincisi, o isteğinin gerçekleşmesi için gereken özgüvene, mücadele gücüne ve gurura.”
İşte Leyla Gencer’in müzik serüveni bu düşüncenin hayata yansıması olmuştur adeta.
Safranbolulu bir baba ile Polonyalı bir annenin kızı olan Leyla Gencer Çubuklu’da dünyaya geldi, Fransız dadısının çokkültürlülüğü ve evde piyano çalan annesinin söylediği Lehçe şarkılar aracılığıyla henüz hayatının ilk yıllarında müzikle tanıştı. Soprano Arangi-Lombardi ile çalışması hayatının dönüm noktalarından biri oldu. İlk opera temsilini Ankara’da verdi. 1953’te İtalyan radyosundaki kaydıyla da ilk kez sesini dünyaya duyurdu.
Leyla Gencer, küçük yaşından itibaren sahnede olmayı aklına koymuştu. Özgüveniyle, çalışkanlığıyla, savaşçı kişiliğiyle hayatını bu fikre göre şekillendirdi. Opera kültürü olmayan bir ülkeden çıkıp, bu kültürle evrilmiş bir ülkenin, İtalya’nın ortasında kendini ispat etmek için verdiği mücadelelerle, tam yirmi beş yıl boyunca operanın mabedi sayılan La Scala’nın “prima donna”sı oldu. Sonraki yirmi beş yıl da, ölünceye kadar, eğitimci olarak opera dünyasına hizmet etti.
Zamanının büyük sopranolarıyla girdiği rekabetle, tarihi şefler ve rejisörlerle birlikte çalışmasıyla, büyük bestecilerin gölgede kalmış yapıtlarını keşfetmesiyle, repertuvarındaki yetmiş üç opera ve canlı temsillerden kaydedilen sesiyle yirminci yüzyıl opera tarihine geçmeyi başaran La Diva Turca, bugün de Divaların Divası olarak anılmaktadır.
“Ben Leyla Gencer - La Diva Turca” kitabı, sesiyle ve dramatik gücüyle iz bırakan sanatçıyı kişileştirerek kendini var etme yolculuğunda yaşadığı coşkularını, hayal kırıklıklarını, sevinçlerini, acılarını kendi ağzından hikâyeleştirirken, okuru operanın coşkulu yıllarına götürüp müzik dünyasında bir yolculuğa çıkarıyor. (Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ben Leyla Gencer, Evin İlyasoğlu, Yapı Kredi Yayınları, Aralık 2018, 352 Sayfa.
TURFANDA MI YOKSA TURFA MI? - MİZANCI MURAT
Turfanda mı Yoksa Turfa mı? romanının kahramanı Mansur, tıp eğitimi aldığı Fransa’dan varlığını devlet hizmetine adamaya kararlı bir idealist olarak İstanbul’a gelir. Fakat daha adımını atar atmaz karşılaştığı olaylar, gördüğü manzaralar karşısında şaşkınlığa düşer. Mansur tenkitçi dikkatiyle Osmanlı cemiyet ve devlet hayatını en hurda köşelerine kadar teşhir ederken, Tanzimat’tan beri doğrulmak istedikçe sendeleyen ve nihayetinde yıkılan Osmanlı’nın düşüş nedenleri canlı tablolar halinde gözler önüne serilir. Mizancı Murat okura, zamanın yeni mahsulü Mansur gibilerinin, “İlerde çoğalacak benzerlerinin ilk önceleri, yani turfandaları mıdır yoksa kimsenin beğenmeyeceği cemiyet düşkünleri, yani turfaları mıdır?” sorusunu sordurur. Mizancı Murat (1854-1917) Gazeteci, siyaset adamı, tarihçi ve yazar Murat Bey, Dağıstan’da doğdu. Rüştiye ve idadi öğrenimini burada tamamladı. Rusya’da tıp eğitimi aldıktan sonra 1873’te İstanbul’a giderek Hariciye Nezareti Matbuat Kalemi’nde çevirmen olarak çalıştı. Mekteb-i Mülkiye’de siyasal tarih ve coğrafya dersleri verdi. Darülmuallimin’de hocalık ve yöneticilik yaptı. İttihat ve Vakit gazetelerinde Türk-Rus savaşı ve dış politika konularındaki yazılarıyla kendini gösteren Murat Bey, 1886’dan itibaren çıkardığı Mizan gazetesiyle Osmanlı basınında önemli bir yer edindi. Yazıları nedeniyle gazete sansüre uğrayarak zaman zaman kapatıldı. İstanbul’da ilk örgütlü muhalefet hareketleri başladığında Jön Türkler kendilerine yakın gördükleri Murat Bey’in hareketin başına geçmesini istediler. Sarayın baskısı karşısında 1895’te Paris’e kaçan Murat Bey önce Kahire, sonra Paris ve Cenevre’de yeniden çıkardığı Mizan ve ayrıca yayımladığı siyasi risaleleriyle Avrupa’da ve Türkiye’de büyük tesir uyandırdı. II. Meşrutiyet’in ilanını takiben Mizan’ı tekrar çıkararak eski partisiyle anlaşma ümidini, Avrupa’dan dönmesini affetmeyen İttihat ve Terakki liderleri boşa çıkarınca, o, tesiri 31 Mart hadiselerine kadar uzanan şiddetli bir muhalefete geçmiştir. Olaydan birkaç gün sonra, irtica ve askeri ihtilal çıkarmak suçuyla tutuklanarak ömür boyu kalebentliğe mahkûm edilip Rodos’a sürülür. Midilli’de tamamladığı sürgünlüğünden 1912’de çıkarılan kısmi af üzerine İstanbul’a dönmüş, Peyam ve Peyam-ı Edebi’de yazmaya devam etmiştir. (Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Turfanda mı Yoksa Turfa mı? Mizancı Murat, İş Bankası Yayınları, Ocak 2019, 296 Sayfa.
Vitrin: Yeni çıkanlar
Bu pazar da yeni çıkan kitaplar ile karşınızdayız. İyi okumalar dileriz.
20-01-2019 00:44

İleri Kitap
ASRTOBİYOLOJİ - DAVID C. CATLING
İnsanlar çok eski zamanlardan beri yeryüzünde yaşamın nasıl ortaya çıktığı ve evrende yalnız olup olmadığımız gibi sorulara kafa yoruyorlar. Son dönemlerde adını giderek daha sık duyduğumuz astrobiyoloji tam da bu sorulara yanıt bulmak üzere ortaya çıkmış bir bilgi alanı. Evrende ve dünyada yaşamın kökenini, evrimini ve geleceğini inceleyen astrobiyologlar, gelişen teknolojiyle birlikte her geçen gün hayal gücümüzü kışkırtan keşiflerde bulunuyor.
Kendisi de bir astrobiyolog olan David Catling bu kitapta astrobiyolojinin temel meselelerini ele alarak bu heyecan verici bilime dair kısa ama kapsamlı bir çerçeve sunuyor. Dünyada yaşamı ortaya çıkaran koşullar nelerdi? Yaşam hangi ilkeler temelinde gelişti? Gezegenimiz mevcut haline erişmeden önce nasıl evrelerden geçti? Kitlesel yok oluşlara hangi olaylar yol açtı? Dünyamızı nasıl bir gelecek bekliyor? Gezegenler nasıl oluştu? Güneş Sistemi’nde ve ötesinde hangi gezegenlerde yaşam ortaya çıkmış olabilir veya gelecekte ortaya çıkabilir? Dünya dışındaki bir gezegende akıllı varlıklar varsa –fizikçi Enrico Fermi’nin meşhur tabiriyle– “Nerede bunlar?”
Astrobiyoloji, okuru kendi tanıdık dünyasından dışarı adım atıp üzerinde yaşadığı görkemli gezegene ve çevresini sarmalayan uçsuz bucaksız evrene meraklı gözlerle bakmaya davet ediyor. (Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Astrobiyoloji, David C. Catling, Çevirmen: Ahmet Burak Kaya, Metis Yayıncılık, Ocak 2019,168 Sayfa.
FAŞİZMDEN POPÜLİZME - FEDERICO FINCHELSTEIN
“Günümüzde uzmanlar ve siyasetçiler faşizmi, yalnızca popülizmi değil, otoriter rejimleri, uluslararası terörizmi veya devletlerin sergilediği baskıcı tutumları, hatta muhalefetin gerçekleştirdiği sokak eylemlerini de gevşekçe tanımlamak için kullanıyor. Bu gevşeklik tarihsel olarak sorunludur, faşizm kavramının bu gibi dikkatsiz kullanımları popülizmi şeytanlaştırır fakat onu var eden tarihsel sebepleri açıklayamaz. Faşizm ve popülizmin bir torbaya konulması, genellikle statükonun popülist seçeneklerin yegâne alternatifi olarak sunulmasına sebep olur.”
Popülizm şu sıra her kapının kilidini açan bir kavram muamelesi görüyor. Bambaşka ülkelerdeki hareketlere, liderlere, siyasetlere popülizm ve popülist etiketi konduruluyor. Bu adlandırmalardan da hareketle, bir fenomen olarak popülizmin ulus-ötesi bir karakter taşıdığına şüphe olmasa da onun ne olduğuna dair tartışmalar kısa vadede hız kesecek gibi görünmüyor.
Federico Finchelstein, Faşizmden Popülizme adlı bu kitabında, popülizmin ulus-ötesi karakterini tanıyarak, onu iki savaş arası dönemde, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ve Soğuk Savaş atmosferi içerisinde kavrıyor. Böylelikle popülizmi faşizme eşitleyen görüşleri bertaraf ederken, faşizm mirasından devraldıklarını göstererek, onu post-faşist bir bağlam içerisinde kavramamıza imkân tanıyor. Bu karşılaştırmalı-tarihsel okuma, savaş sonrası zuhur eden modern popülizmi kavramaya ve kavramların kullanımlarının önemini yeniden hatırlamaya bir davet niteliği taşıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Faşizmden Popülizme, Federico Finchelstein, Çevirmen: Ali Karatay, İletişim Yayınları, Ocak 2019, 320 Sayfa.
ŞEYTAN TOZU - LEO PERUTZ
Perutz’un 1933 tarihli romanı Şeytan Tozu, Almanya’da Nazilerin aynı yıl iktidara gelmesiyle yasaklandı. Halkı histeriye ve isyana sürükleyen bir laboratuvar deneyinin hummalı öyküsü muktedirleri bu denli rahatsız etmişti. Kitlenin manipülasyonu üzerine ustaca yazılmış, 1930’ların başında geçen bu romanda yazar bizi gizemli bir eski dünya atmosferine buyur eder. Girdiği komanın ardından hastanede bilinci yerine gelen Dr. Amberg, Vestfalya’nın hâlâ feodal dönemi yaşayan uzak bir köyünde doktor olarak işe başladığını hatırlar. Hizmetine girdiği Baron von Malchin, Kutsal Roma İmparatorluğu’nu canlandırma düşleri kurmakta, hatta iktidarı devralacak bir veliaht yetiştirmektedir. Baronun Tanrı inancını dünyaya geri getirmek için laboratuvarda çavdar mahmuzundan damıttığı uyuşturucu ise köy halkını felaketin eşiğine getirmiştir. Amberg’in hatırladığı bütün bu olaylar gerçek midir? Yoksa doktorların ileri sürdüğü gibi komadayken gördüğü rüyalardan mı ibarettir?..
Leo Prutz Prag’da bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Aynı zamanda matematikçi olan Perutz 1901’de Viyana’ya yerleşti ve eğitimini tamamladıktan sonra bir sigorta şirketinde çalışmaya başladı. I. Dünya Savaşı sırasında Avusturya ordusunda görev yaparken, Doğu cephesinde ağır yaralandı ve Viyana’ya döndü. İlk romanı Die Dritte Kugel (Üçüncü Kurşun) 1915’te yayımlandı. Nazilerin 1938 yılında Avusturya’yı ilhak etmesinin ardından Hayfa’ya gitti, daha sonra da Tel-Aviv’e yerleşti. Yazdığı on bir roman Jorge Luis Borges, Italo Calvino, Ian Fleming, Karl Edward Wagner ve Graham Greene gibi yazarların hayranlığını kazandı.
Onu “maceraperest bir Kafka” olarak niteleyen Borges yapıtlarının İspanyolca çevirilerinin Arjantin’de yayımlanmasını destekledi. Yazarın ölümünden sonra Der Marques de Bolibar (1920) adlı romanı Fransa’da 1962 yılından itibaren verilmeye başlanan edebiyat ödülü Prix Nocturne’ün ilkine değer görüldü. (Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Şeytan Tozu, Leo Perutz, Çevirmen: Zehra Aksu Yılmazer, İş Bankası Yayınları, 2019, 176 Sayfa.
BİLİMİN İCADI BİLİM DEVRİMİ’NİN YENİ BİR TARİHİ - DAVID WOOTTON
Bugünkü şekliyle bilim, 16. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da ortaya çıkıp zamanla Avrupa’nın diğer medeniyetlere üstünlüğünün başlıca unsurlarından biri haline gelmiştir. Diğer medeniyetler bu üstünlükle ilk önce uğradıkları askeri yenilgiler yoluyla karşılaşmışlar ve zamanla bilimin, hayatın diğer yönlerinde oynadığı rolün de farkına varmışlardır. Sonuçta bilim, çağdaşlaşma sürecinde Batı’dan ithal edilen kültür unsurlarının en önemlisi olmuştur.
Wootton’un çalışması, Avrupa’da bilimin gelişimini Yenidünya’nın keşfedildiği 1492 yılından Newtoncılığın Avrupa’da yayıldığı 1750’lere kadarki entelektüel maceranın dil ve edebiyatta bıraktığı izleri sürerek ele alıyor. Temel tezi, çağdaş bilimin, göklerde değişimin mümkün olduğunun görüldüğü 1572 yılı ile renklerin kaynağının ışıkta olduğunun anlaşıldığı 1704 yılları arasında icat edilerek evrildiği ve bu sürecin, dönemin dillerine de yansıdığıdır.
Bu kültürel değişimi ele alan Wootton, Batı dillerinde 1492’den önce de mevcut olan ilerleme, olgu, deney, hipotez, teori gibi kelimelerin anlamlarının kökten bir değişimle bilimsel düşünmeyi mümkün kılan aletlere dönüşmesi sürecini akıcı bir üslupla okura aktarıyor. Böylece “Bilimin İcadı”, şehitleri (Bruno, Galileo), kahramanları (Kepler, Boyle), propagandacıları (Voltaire, Diderot) ve emekçileri (Gilbert, Hooke) ile Avrupa’da yaşanan bu çığır açıcı dönüşümün hikâyesini anlatırken aynı tarihlerde dünyanın geri kalanında benzeri bir değişimin neden yaşanmadığı sorusunun cevabına da katkıda bulunuyor. (Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Bilimin İcadı Bilim Devrimi’nin Yeni Bir Tarihi, David Wootton, Çevirmen: Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, 2019, 680 Sayfa.
ÇOK ÇAĞI - ARZU EYLEM
“İki farklı dünya. Birisi kül tepelerinin ardında, susuz, denizsiz, şiirsiz, aşksız, insansız Beta. Diğeri yemyeşil, gecesiz, kışsız, şiirli, şarkılı, düşlü, renkli Alfa. İki dünyayı buluşturansa gittikçe sönen Güneş.
Beta’yı küle çeviren Elitler nükleer felaketin yaklaştığını anlayınca Alfa gezegenine göç ederek, sayıca kendilerinden çok olan Çirkinleri, Beta’da kaderlerine terk ederler. Yüzyıllar sonra Güneş’in sönmeye yüz tutması iki halkı yeniden buluşturur. Çirkinler Kusursuzlara, Elitler Mutlara dönüşmüştür. Kusursuzlar yapay zekâlarla yaşarken, Mutlar doğayla buluşur ve ilkel komünal yaşama geçer. Evrenin geleceği iki dünyanın sil baştan yazacağı hikâyeye bağlıdır.
Çok Çağı, aşkı yeniden icat etmek için yollara düşen Tamur’un ve atalarının geride bıraktığı çaresizlikle yüzyıllar sonra yüzleşen Mutların hikâyesi.
Çok Çağı, içinde Gılgamış’ı, Nuh Tufanı’nı ve pek çok mitolojik öyküyü saklayan; dünü, bugünü, geleceği saran bir dram. Hem ütopya, hem de distopya. Doğayı, aşkı, şiiri teknolojiye kurban eden insanlığa dair bir bilimkurgu.
Aslında Çok Çağı, Tamur’un evrene sığmayan kocaman yüreğini anlatan tanıdık bir aşk romanı.
KÜNYE: Çok Çağı, Arzu Eylem, Nota Bene Yayınları, Aralık 2018, 184 Sayfa.
Vitrin: Yeni Çıkanlar
Bu haftanın yeni çıkanlar seçkisini siz sevgili okurlarımızın beğenisine sunuyoruz. İyi okumalar dileriz…
16-12-2018 08:26

YENİ PARADİGMAYI OLUŞTURMAK - FİKRET BAŞKAYA
Mevcut kapitalist-emperyalist sistem ve onun neoliberal uygulamaları sürdürülebilir midir?
Fikret Başkaya, “sürdürülemeyeceği” kanaatinde ve Yeni Paradigmayı Oluşturmak’ı yazma amacını şöyle dile getiriyor: “Bu kitap, neden böyle olduğuna, neden bir ‘sürdürülemezlik’ durumunun ortaya çıktığına dair bir netleşme sağlama amacı taşıyor”.
Ardından, “Eğer sürdürülemeyeceğini kabul ediyorsak, radikal bir düşünce devrimine, yeni bir Rönesansa ihtiyaç var” diyen Başkaya, bu Rönesansın unsurlarını tartışmaya başlıyor.
Önce “muasır medeniyet seviyesi”, hemen peşinden de ilerleme, modernleşme, çağdaşlaşma, büyüme, kalkınma ve sürdürülebilir kalkınma kavramları enine boyuna sorgulanıyor.
“Türkiye’de yaklaşık 90 yıldır ‘muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkma’ şarkısı söyleniyor. Oysa üzerine çıkılması gereken ‘muasır medeniyet’, kapitalist yıkıcılıktan ve barbarlıktan başkası değil” diyen Fikret Başkaya, söz konusu “muasırlaşma” hedefiyle örtüşen “Avrupa”yı da, bir büyük sermaye ve Atlantik projesi olan Avrupa Birliği’nin bugün geldiği nokta itibarıyla ele alıyor.
“Sürdürülebilir kalkınma” kavramının oksimoron niteliğine, büyüme mitine, tarımın bugün gelip dayandığı çıkmazlara, toprağın öldürülmesine vb. değinen çalışmasında, doğayı ve canlıları yok eden “kalkınma” anlayışını bütün boyutlarıyla ortaya koyuyor Başkaya. Demokrasi, STK’lar, kültüralizm ve “Politik İslam” tartışmalarının ardından kapitalizmden çıkışın alternatiflerini, komüncü mülkiyet biçimlerini ortaya koyarak ve “Yeni bir paradigma için 12 öneri”sini paylaşarak tamamlıyor kitabını. Yine Başkaya’nın sözleriyle; “Ya geçerli paradigmadan, kapitalizmden vakitlice çıkılacak, ya da insanlığın bir geleceği olmayacak…” (Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Yeni Paradigmayı Oluşturmak, Fikret Başkaya, Yordam Kitap, Kasım 2018, 352 Sayfa.
MEKTUPLARDA BİR YAŞAM - JHON STEINBECK
Dünya edebiyatına kazandırdığı başyapıtları ve politik duruşunun yanı sıra sinemadan tiyatroya kadar pek çok alanda çağının entelektüel hayatına damga vurarak ölümsüzleşmiş olan John Steinbeck’in yaşam öyküsüne ölümünün 50. yılında nadide bir tanıklık: Mektuplarda Bir Yaşam.
Durmaksızın üretmiş, altmış altı yıllık ömrüne onlarca kitap, Nobel ve Pulitzer de dahil olmak üzere sayısız ödül ve başarı sığdırmış, ancak çalışırken rahatlayabilen bu keskin aklın gündelik alışkanlıklarının başında mektup yazmak geliyordu. Kaliforniya'daki gençlik döneminden yaşamının son günlerine kadar yazmayı sürdürdüğü binlercesi arasından derlenen, hem mesleki hem de özel yaşamının dökümü niteliğindeki bu seçki, Steinbeck’in gerçek utkusunun ödüllü, otorite sahibi, göz önünde bir şöhret olmaktan ziyade yalnızca üreten yalnız bir “yazar” olmak olduğuna birincil ağızdan şahitlik ediyor.
Mektuplarda Bir Yaşam, Steinbeck’in güvendiği ve çatıştığı insanlara; edebiyat otoriteleri,eleştirmenler, ödüller, yayıncılar, kadınlar ve çocuklarla ilgili görüşlerine,dünyanın geçirdiği değişim, savaşlar ve politik gelişmeler karşısında takındığı tutuma ayna tutakla kalmıyor, yazarın kendi yaratım sürecine dair de son derece gerçekçi bir portre sunuyor. (Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Mektuplarda Bir Yaşam, Jhon Steinbeck, Çevirmen: Sevim Gündüz, Sel Yayıncılık, Aralık 2018, 493 Sayfa.
DAYANIŞMA EKONOMİLERİ - ASLIHAN AYKAÇ
Son otuz yılda sosyal bilimlerin en temel konularından biri kapitalist üretim biçiminin küreselleşmesi oldu. Farklı disiplinlerden ve disiplinlerarası perspektiflerden kaynaklanan geniş bir literatür ortaya çıktı. Bu kitabımın, benim gibi küreselleşmenin “Başka bir alternatif yok” söyleminin boğucu iklimi içinde yetişmiş bir sosyal bilimcinin “küresel” olanın dışında yeni bir alan arayışı olarak okunmasını arzu ederim.
Uzun dönemli tarihsel analizlerle sistemin kendini yenileme potansiyelini vurgulayan yazarlar dahi bugün geldiğimiz aşamada kapitalist sistemin ve sisteme dayalı uygarlığın tehlikeli belirsizliklerle karşı karşıya olduğunu öne sürüyorlar. Bu belirsizliklerin bir kısmı kapitalist üretim ağının tüm gezegene yayılmış olmasından, bu yayılmanın çevre ülkeler üzerindeki etkilerinden ve bütün bunlara eşlik eden toplumsal sonuçlardan kaynaklanmaktadır.
Dayanışma Ekonomileri, üretimde ve bölüşümde dayanışmayı odağına alan ekonomilerin ve ağların imkânlarını ve sınırlarını inceliyor. Bu bağlamda günümüzün çürüyen demokrasileri karşısında “işyeri demokrasisine” vurgu yapıyor. İş ve çalışmanın niteliğinde ortaya çıkan güncel değişimleri tartışan kitap, küresel ekonomi içinde emeğin bugünkü durumunu değerlendiriyor, dünyanın farklı yerlerinden dayanışma ekonomilerine örnekler getiriyor ve küresel ekonomiye devlet ve piyasa dışındaki alternatifleri tartışıyor. – Aslıhan Aykaç (Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Dayanışma Ekonomileri, Aslıhan Aykaç , Metis Yayıncılık, Aralık 2018, 280 Sayfa.
KALAN SON GÜZEL KAĞIDIM - MARCEL PROUST
Marcel Proust tam bir mektup delisiydi. Çocukken edindiği bu alışkanlıkla, “Kayıp Zamanın İzinde”nin ciltlerini teker teker kaleme aldığı dönemlerden 1922 yılındaki ölümüne kadar, hiç durmadan binlerce mektup yazdı: Ailesine, arkadaş bildiklerine, hasım bellediklerine,üst kat komşusuna, yayıncısına, kitaplarını destekleyenlere ya da kayıtsız kalanlara...
Jérôme Picon’un derlediği ve açıklayıcı notlarla zenginleştirdiği bu seçki; zaman, üslup ve konu açısından dengeli bir dağılım sunuyor. (Tanıtım Bülteninden)
Çevirmen: Kalan Son Güzel Kağıdım, Marcel Proust, Çevirmen: Ayşecan Cengiz, Yapı Kredi Yayınları, Aralık 2018, 328 Sayfa.
PSİKANALİZ ve GÖÇ - KOLEKTİF
İstanbul Psikanaliz Eğitim, Araştırma ve Geliştirme Derneği (Psike İstanbul) tarafından Boğaziçi Üniversitesi’nde geçen sene düzenlenen 11. Psikanalitik Bakışlar Sempozyumu’nda sunulmuş tebliğlerin derlendiği bu kitap, küreselleşmenin ve savaşların beraberinde getirdiği etkiler sonucunda hepimiz için günden güne daha yakıcı bir gerçeklik haline gelen göç meselesine psikanalizin hassas merceğinden nasıl bakılabileceğine dair çeşitli örnekler sunuyor. Her biri alanlarının uzmanı olan kişilerce kaleme alınmış yazılardan oluşan bu derlemede, göçün ruhsallık üzerinde doğurduğu sonuçlar sadece bireysel veya toplumsal bir düzlemde ele alınmıyor. Aynı zamanda, psikanalizin kendisine yönelik etkileri de göz önünde bulunduran düşünümsel bir çerçevede irdeleniyor. Psikanaliz ve Göç’ün, çalışmalarını psikanaliz ekseninde yürütenler ve göç üzerine düşünen herkes için faydalı bir kaynak olmasını umuyoruz. (Tanıtım Bülteninden)
“Aslında her büyük taşınma, çevrede birbirine yoğun olarak geçmiş hem insanla ilgili olan hem de olmayan bileşenleri değiştirir. Bir yerden ayrılırken sadece arkadaşlarımız ve akrabalarımızla değil, bildik olan çevreyle de bağlarımızı kaybederiz. Aynı süreç yeni bir yere geldiğimizde de böyle işler: Sadece farklı insanlarla tanışmayız, tanıdık olmayan yerlerle, iklimle ve mimariyle de karşılaşırız. İnsandaki ve insan-dışı çevredeki değişimler göç ve sürgün söz konusu olduğunda her zaman birlikte bulunurlar.” Salman Akhtar
Katkıda Bulunanlar: Nesli Keskinöz Bilen / Salman Akhtar / Sverre Varvin / Pınar Limnili Özeren / Ümit Eren Yurtsever / Yavuz Erten / Bella Habip / Melis Tanık Sivri / Nayla de Coster / Yeşim Korkut / Gökhan Oral / Saskia von Overbeck Ottino / Deniz Yükseker / Sibel Mercan / Nuray Türksoy / Sevil Kural
KÜNYE: Psikanaliz ve Göç, Kolektif, İthaki Yayınları, Aralık 2018, 304 Sayfa.
Vitrin: Yeni çıkanlar
Sevgili İleri Kitap okurları, sizlere birbirinden farklı konularıyla ilginizi çekebilecek bir kitap listesi hazırladık. İyi okumalar, keyifli pazarlar…
16-09-2018 00:13

İleri Haber
LABİRENT – BURHAN SÖNMEZ
“Evet. Genç bir adam ormanda kaybolmuş. Günler sonra yaşlı birine rastlamış. Yaşlı adam da uzun zamandır ormanda kayıpmış ve genç adama çıkış yolunu birlikte aramayı önermiş. Olmaz, demiş genç adam, seninle zaman yitiremem, çıkış yolunu bilseydin şimdiye kadar bulurdun. Ama, demiş yaşlı adam, ben çıkmayan yolları öğrendim. Hikâye böyleydi, değil mi?”
İntihar etmek isteyen genç bir müzisyen, gözünü hastanede açar. Hiçbir şey anımsamaz, şarkılarını bile. Toplumsal bellek ile kişisel belleğin birbirine karıştığı, her şeyin ölü bir tarihin parçası haline geldiği yerde, kuşku duymadığı tek gerçek vardır: Kaburgası kırık bedeni. Kendisine benzeyen bir kentte, unutmanın lanet mi yoksa lütuf mu olduğunu bilmeden, çıkış arar. Saatler, aynalar, deniz fenerleri. Labirent, yüzeyde hüzünle akan, derinde keskin akıntılara kapılan bir yeni çağ romanı.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Labirent, Burhan Sönmez, İletişim Yayıncılık, 2018, 123 Sayfa.
VAHŞETİN ÇAĞRISI – JACK LONDON
“Yabanın sabrı; kararlı, yorulmak nedir bilmez ve inatçıdır. Bir örümceği ağında, bir yılanı yuvasında, bir panteri pusuda saatlerce kıpırtısız tutan, işte bu sabırdır.”
Jack London’ın başyapıtları arasında sayılan VAHŞETİN ÇAĞRISI’nda, St. Bernard ve İskoç çoban köpeği kırması olan Buck’ın hayatta kalma savaşını okuruz. Alaska’da altın arayıcılarına satılan kızak köpeği Buck için yalnızca uyum sağlayanın hayatta kalabileceği bir savaş başlar. Zorluklarla dolu vahşi doğada Buck nasıl hayatta kalacaktır? Hem insanlar hem de diğer köpeklerle giriştiği mücadeleyi kazanabilecek midir?
Ayakta kalmak için içgüdülerine mi ses verecektir yoksa kendini yeniden yaratmanın bir yolunu mu bulacaktır?
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Vahşetin Çağrısı, Jack London, Çevirmen: Rana Soydan, Destek Yayınları, 2018, 120 Sayfa.
DOCTOR WHO: BUZ ÇARKI - STEPHEN BAXTER
Çark. Satürn’ün bir uydusu etrafında dönüp kaynaklara muhtaç Dünya için bir maden kolonisine ev sahipliği yapan, buzdan ve metalden bir halka… Problemlerinin ardı arkası kesilmeyen bir koloni. Giderek artan ekipman arızaları ve hırsızlıklar. Çark’ta görülmeye başlanan gizemli yaratıkların hikâyelerini anlatan çocuklar. Harap haldeki madenlere inmeyi reddeden bazı genç madenciler…
Bu gençlerden biri Satürn’ün halkalarında gezerken gizemli, mavi bir kulübeyi yok olmaktan kurtaracağından habersiz.
Çark’a ulaştıklarında ise Doktor ile yol arkadaşları Jamie ve Zoe süregelen sabotajın şüphelilerinden biri haline gelince büyük zorluklarla yüzleşmeye başlarlar. Çok geçmeden kendilerini, mazisi Güneş Sistemi’nin yaratılışına kadar uzanan bir gizemin içinde bulurlar. Ve bu gizem, Çark’ı yok etmek üzeredir…
Çağımızın en büyük bilimkurgu yazarlarından biri olan Stephen Baxter’dan soluk soluğa ve benzersiz bir Doctor Who macerası.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Doctor Who: Buz Çarkı, Stephen Baxter, Çevirmen: Sevda Deniz Karali, İthaki Yayınları, 2018, 344 Sayfa.
BÎBLÎYOGRAFYAYA KİRMANCKÎ (ZAZAKÎ) 1963-2017 – MUTLU CAN
Ziwan bingeyê estbîyayîşê yew miletî yo ke az ra az neql beno. O tena wasitayê komunîkasyon û dayiş-girewtişî nîyo, eslê xo de wasitayêk aktîf yê şekildayîş û xeliqnayîşê kamîya ferdkî û komelkî yo. Fonksîyonê ziwanî, hem hetê ferdkî hem zî hetê komelkî ra zaf muhîm ê. Ziwan, mîyanê cuya komelî de herikîyeno û beno hemparê çarenuştişê komelî.
Kirmanckî (zazakî) zî bîya parçeyê qederê ma û çi heyf ke şertanê averşîyayene ra mehrum menda. Semedo ke kurdkî nêbîya wayîrê statuyê fermî, ne sazgehê ma yê musnayîş û averberdişê ziwanî virazîyayê ne zî arşîvxaneyê ma. Helbet na rewşe ziwan û kulturê kurdan ser o tesîro zaf negatîf kerdo. Bitaybetî xebata ziwan, folklor, edebîyat û nuştişî, goreyê lehçeyanê ma yê bînan kirmanckî de hîna berey dest pêkerdo. Ewro pêserîya kirmanckî ya nuştekî ra behskerdişê ma, sayeyê çend merdimanê dilsozan û zehmetkêşan mumkun beno.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Bibliyografyaya Kırmancki (1963-2017), Mutlu Can, Vate Yayınevi, 2018, 488 Sayfa.
MUTLU HAYALPEREST – PETER H. REYNOLDS
Ben bir hayalperestim. Her zaman da öyleydim.
Hayallerim ve karmakarışık kafam yetişkinlerin pek de
hoşuna gitmiyor. Ama ben bu hâlimi seviyorum. Ailem,
kendim olmama izin veriyor ve beni seviyor. Ben şanslı
biriyim ve her şey yolunda...
Nokta ve Mış Gibi’nin yazarı Peter H. Reynolds,
okurlarını onlara ilham verecek unutulmaz bir
yolculuğa davet ediyor!
Reynolds hepimize şu gerçeği hatırlatıyor:
Hayallerinin peşinden git ve mutluluğa ulaşmak için
kendi yolundan yürü!
İçeride sihirli bir sürpriz saklı!
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Mutlu Hayalperest, Peter H. Reynolds, Çevirmen: Oya Alpar, Altın Kitaplar Yayınevi, 2018, 40 Sayfa.
Bir bilmecenin peşinde: ‘Doğum Günü Sürprizi’
Doğum günlerini kim sevmez ki! Sevdiklerimizden bizlere gelen birçok güzel hediye… Fakat sürprizler uzun soluklu bir bilmeceye dönüşünce işler biraz karmaşıklaşıyor. Uzunca ve meraklı bir bekleyiş için hazır olun. Çünkü sürprizler bazen kısa sürmez!
17-02-2019 09:17

Selda Salman
Doğum günleri her zaman eğlencelidir. Tabii bir de merak dolu… Bizi seven insanlardan aldığımız hediyelerden neler çıkacağının merakı genelde kısa sürer. Paketi açarız ve içinde ne olduğunu görürüz. Peki paketi açtıktan sonra hala içinde ne olduğunu bilemiyorsak? İşte kitabımızda tam da burada işler biraz karışıyor.
“Doğum Günü Sürprizi” Doğan Gündüz’ün kaleminden çıkarak meraklı ve heyecanlı çocuklar için 2019 yılının ilk çocuk kitapları arasında raflarda yerini aldı. Resimlemesini Dilek Yördem Ceylan’ın yaptığı kitabımızda merak, çok daha fazla merak ve çokça da sabrı bir arada bulabilecek çocuklarımız. Aynı zamanda işbirliğini ve dayanışmayı da…
Doğum günü hediyelerini açmasıyla başlayan serüvenimiz uzunca bir süre devam ediyor. Kahramanımız çok sevdiği teyzesinden bir hediye alıyor. Bir kavanoz! Açıkçası biraz morali bozuluyor. Teyzesi, kelebekleri çok sevdiğini bildiği kardeşine kocaman kelebek resimli kitabını almışken elindeki kavanoza canı bir hayli sıkılıyor. Hem kavanozun dibindekiler de hiç ilgisini çekmiyor!
Ta ki akıllar karışana kadar. Teyzesi kavanozun içinde bir bitkinin tohumu olduğunu söylüyor. İyi bari, diye geçiriyor içinden kahramanımız. En azından bitkileri sevdiğimi biliyor teyzem! Fakat bu tohumları tanıyamıyor bir türlü. Ortalık karışıyor. Çünkü kocaman ailesinde hiç kimse o tohumun ne olduğunu bilmiyor. Babaannesi bile! Yüzlerce bitkinin adını ve özelliklerini ezbere bile kahramanımız ise düşünüp duruyor. Çünkü teyzesi hiçbir şekilde söyleyemeyeceğinin işaretlerini verdi bile. Öyleyse tohumu ekip beklemekten başka bir çaresi yok. Ve uzun bekleyiş başlıyor… Belki tomurcuklandığında ne olduğunu bilebilir!
“Doğum Günü Sürprizi” bitkileri çok seven bir çocuğun uzun ve meraklı bekleyişini samimi bir üslupla çocuklarımıza sunuyor. Öykümüzdeki kardeş kavgaları, beklentiler, sevinçler ise bizlere çok tanıdık gelecek. Bir tohumun tomurcuklanmasını beklerken ise aslında çocuklarımıza sabırlı olmanın, istediği bir durum veya olay için beklemenin, aynı zamanda sadece beklemekle kalmayıp gerçekleşmesi için emek vermenin önemi anlatılıyor.
Kitabımızın sonunda tohumun ne olduğu bulunuyor. Fakat nasıl? Hem de kahramanımızın hiç beklemediği şekilde ve beklemediği biri tarafından. Çünkü teyzesinin hediye ettiği tohum tomurcuklanıp bir çiçek haline geldiğinde bile kimse bilemiyor. Herkes heyecanla beklerken ve ne olduğunu öğrenmek konusunda umutsuzluğa düşerken, belki de biraz tesadüfi şekilde cevabı buluyorlar. Kahramanımız cevabı bulurken tek başına değil. Tohum konusunda aylardır dalga konusu olduğu kardeşi var yanında. Yine biraz morali bozulsa da, gelecek dönemlerde tek başına bir iş yapmaktansa birlikte çabalamanın önemini kavrayacağı kesin.
Doğan Gündüz, birçok keyifli duyguyu çocuklarımıza aynı anda yaşatıyor “Doğum Günü Süprizi”nde. Aynı zamanda sadece doğum günü hediyesi konusunda değil başka konularda da çocuklarımızı araştırmaya, ilgi duymaya ve meraka teşvik ederken canlarını hiç sıkmıyor.
Meraklı, araştırmacı ruhlu ve bilmece dolu doğum günlerini seven çocuklarımız için…
Künye:
Yazar: Doğan Gündüz
Resimleyen: Dilek Yördem Ceylan
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Baskı Yılı: Ocak/2019
Sayfa Sayısı:60
Marx'ı günümüzde aramak
17-02-2019 09:12

B. Aydın Doruk
‘’Toplumun devrimci dönüşümüne kimler önderlik edebilir?’’ ve ‘’Çevresel krizi nasıl aşabiliriz?’’ Mike Davis, kitabı ‘Eski Tanrılar Yeni Bilmeceler’i bu iki temel soru üzerine oturtuyor. Aslında bunlar Davis’in yeni sormuş olduğu sorular değil. Mike Davis bundan önceki yapıtlarında da bu soruları doğrudan veya dolaylı yoldan sorup cevap arıyordu. Fakat bu kitapta diğer yapıtlarına göre daha fazla yaptığı şey bu soruların ve cevapların içerisinde başka bir soruya cevap arıyor oluşu:
“Hangi Marx?”
Evet, aslında Mike Davis’in cevabını aradığı ve birçok noktayla cevaba giden yolu açmaya çalıştığı soru bu. Bugünün toplumunun anahtarı hangi Marx’ta? Davis, bu sorunun cevabını ararken Marksizmin temel tartışma başlıklarını tekrar açıyor ve bu tartışmaları ‘’güncellemeye’’ dönük bazı girişimlerde bulunuyor. Ve kitabın hemen hemen her alt başlığında küçük sorular sorarak tartışmayı derinleştirmeye çalışıyor.
Örneğin, kitabın ilk bölümünü Marksizmin en tartışmalı konularından birisi olan özne tartışmasına ayırıyor. Öznenin etkinliğinin nasıl anlaşıldığını incelemek için 19. yy sonu ve 20. yy başı gibi bir dönemi derinlemesine inceleyip tartışıyor. Aynı zamanda Davis, ‘kayıt dışı proletarya’nın devrimci karakterini ve bugünün devrimci öznesi olup olmadığını tartışıyor. Bu yeni ‘özne’nin geleneksel işçi sınıfı ile bağlarını kurmaya çabalıyor. Bu tartışmaları derinleştirmek için Eric Hobsbawm’a başvuran Davis, ‘’Hobsbawm’ın ‘gri kayıt dışı ekonomi alanı’ dediği alan, onun röportajından bu yana neredeyse bir milyar kişilik bir genişleme göstermiştir ve belki de ‘kayıt dışı proletaryayı’, gündelikçilikle, ‘mikro girişimcilikle’ ve geçim için suç işlemekle hayatını kazananların; yasaların, sendikaların ya da iş sözleşmelerinin koruması olmadan alın teri dökenlerin; fabrikalar, hastaneler, okullar, limanlar gibi sosyalleşmiş kompleksler dışında çalışanların; ya da yapısal işsizlik çölünde düpedüz kaybolup başıboş dolaşanların tümünün yer aldığı daha geniş bir kategori içine koymamız gerekir.’’ diyerek aslında bugün tartışmaya açılan öznenin öneminden ve büyüklüğünden bahsediyor.
Hemen ardından ise 21. yy Marksistlerinin görevini tartışan Mike Davis, bu ‘gereksiz insanlar’ın Marksistlerin gündemine girmesi gerektiğinden bahsediyor. Geleneksel işçi sınıfının ortadan kalktığını iddia edenlere ise karşı çıkan Mike Davis, bu iki ‘özne’nin yan yana geliş imkanlarını tartışmak gerektiğinden bahsediyor. Geleneksel işçi sınıfının güncel konumunu ve öznenin etkisini ve sınıf bilincini ise Marksist klasiklere inerek ele alıyor. Ve burada ‘Marx’ın en pahalıya mal olan suskunluğu’nu belirtiyor.
Mike Davis’in kitabın son bölümlerinde ise açtığı ve ‘yeni’ olan bir diğer tartışma ise sosyalist kent ve çevre tartışması. Neo liberal politikaların bütün dünyayı geri dönülmez bir felakete götürdüğünü belirten Davis, buna karşı verilecek mücadeleleri ve sosyalist kent anlayışının ne olması gerektiğini tartışıyor.
Yazıyı bitirirken kitabın oturduğu yere dair kısaca bir şeyler söylemenin önemli olacağını düşünüyorum. ‘’Karl Marx, sadece 19. yy açısından değil, aynı zamanda içinde bulunduğumuz çağı anlamak için de dev bir düşünürdür. Toplumu anlamaya yönelik başka hiçbir girişim, bu denli bereketli olmamıştır; yeter ki ‘‘Marksistler’’ ‘’Marksoloji’’yi aşsınlar ve tarihteki yeni gelişmeleri göz önüne alarak Marx’ın yöntemini uygulamaya devam etsinler.’’. Samir Amin’in bu paragrafı aslında 21. yy’da Marksistlerin temel görevini ve Mike Davis’in amacını kısaca açıklar nitelikte. Bugün kapitalizmi ve emekçi sınıfları ‘yeniden’ incelemek, Marx’ı bu incelemeye oturtmak ve Marksist bir perspektif yaratmak... Kısacası yeniden üretim sürecine girmek… İşte Marksizmi kapitalizmin ‘yeniden’ alternatifi yapacak yöntem ve Mike Davis’in önümüze koyduğu yeni bilmece bu…
Künye
Eski Tanrılar Yeni Bilmeceler- Marx’ın Kayıp Teorisi
Yazar: Mike Davis
Çevirmen: Șükrü Alpagut
Yayımevi: Yordam Kitap
Baskı:2018
Vitrin: Yeni çıkanlar
Bir haftaya daha veda ederken, yeni bir haftaya sizin için seçip aşağıda paylaştığımız yeni kitaplarla başlamanızı hararetle öneririz, sevgili İleri Kitap okurları… İyi pazarlar dileriz.
17-02-2019 08:56

MADDE 22 - JOSEPH HELLER
“Madde 22, okuduğum mantıklı tek savaş romanı.”
- Harper Lee -
“Madde 22, faşizme karşı verilen savaşta, Amerikalıların yarattığı en büyük destan.”
- Kurt Vonnegut -
“Son elli yılda yazılmış iki büyük Amerikan romanı var. Biri Madde 22.”
- StephenKing -
“Madde 22’nin muazzam başarısı, seçkin bir edebi eserin bazen gerçekten de çok geniş bir okuyucu kitlesine ulaşabileceğini gösterdi.”
- AnthonyBurgess -
“Orijinal. Kimse buna benzer bir kitap okumamıştır.”
- Norman Mailer -
II. Dünya Savaşı’nda bombardıman uçağı pilotu olarak görev yapıp askeri bürokrasinin nasıl işlediğini gören Joseph Heller tecrübelerinden ilhamla yazdığı bir kitapla Amerikan edebiyatını dönüştürdü. Edebiyatta mizahi geleneğin ve savaş karşıtlığının en önemli ürünlerinden olan Madde 22 ise yazarını gölgede bırakacak kadar popülerleşip başlı başına Amerikan kültürünün bir parçası haline geldi.
İtalya’da Amerikan ordusu adına bombardıman uçağı pilotu olarak görev yapan ve hiç karşılaşmadığı binlerce kişi tarafından öldürülmek istendiği için kızgın olan Yossarian’ın asıl derdi, askerlik görevini bitirmek için gereken uçuş sayısını her geçen gün artıran ordusuyladır. Yossarian, görevlerden feragat etmek için herhangi bir girişimde bulunursa, fazlasıyla komik bir kural olan Madde 22’ye takılacaktır: Eğer biri tehlikeli savaş uçuşlarını yapmaya gönüllüyse aklını kaybettiği düşünülür ama görevlere katılmak istemediğini belirten resmi bir başvuruda bulunursa delirmediği ortaya çıkar ve böylece görevine devam etmek zorunda kalır.
Yayınlandığı günden beri Amerikan edebiyatının köşe taşlarından biri olarak görülen Madde 22, tarihin en çok ilgi gören, en sıradışı kitaplarından biri. Edebiyatta kara mizahın doruk noktası.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Madde 22, Yazar: Joseph Heller, Yayınevi: İthaki Yayınları, 2019, 608 Sayfa
ADSIZ'DA YEDİ GÜN - FİLİZ ELASU
“Gönül gözüyle mi, dünya gözüyle mi bakacaksın bana?”
Cevap vermedi. Bekliyordu. Beyaz Renault gelse, onu kurtarsa… Ama Renault yavaştı, sabredemeyeceği kadar yavaş… Sabah güneşinin sıcaklığını, sarının turuncuya çalan parlak yansımasını önünde uzanan yolda, yolu çevreleyen çorak toprakta, sonra da yüzünde hissetti. Gözleri kamaşmıştı. Gözlüklerindeki lekeler belirginleşmiş, önündeki manzarayla gözleri arasına kirli bir perde örmüştü. Kendi kendine güldü. O, dünyaya kirli gözlük camlarıyla bakıyordu ve beyaz Renault’nun şoföründen medet umuyordu.
Arzuladığı Ses’ten, sesin sahibinden kurtulmaktı ama bunu yapabilmek için onunla yüzleşmesi gerekiyordu. Bu, çelişki değil miydi? Çelişkinin, çatışmanın olduğu yerde huzur arıyordu. Belki de yüzleşmeye yüklediği anlam yanlıştı. Aslında yüzleşme derken yüz yüze gelmeyi, savaşmayı değil, tanımayı kastediyordu. Tanımak ise, insanın gördüğünden kaçmasını değil, gördüğüyle bir miktar da olsa aynılaşmasını gerektiriyordu, tıpkı aynaya bakmak gibi…
Filiz Elasu, bu sefer Salih’in aynasına bakmaya davet ediyor bizi. Bakmadan geçemeyeceğiniz, görmeden edemeyeceğiniz mekanı ve etkileyici atmosferiyle; trajedi ve mucizenin birlikteliğini, tarihin ve şimdinin seslerinde duyacağınız; hayali ve gerçek karakterlerin eşliğinde bir hikayenin, varlığa ilişkin türlü sorunun peşinde bir yolculuğa çıkarıyor.
Adsız’da Yedi Gün bir yolculuk romanı, dışa olduğu kadar içe de dönük bir yolculuk…
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Adsız'da Yedi Gün, Yazar: Filiz Elasu, Yayınevi: Siyah Beyaz, 2019, 270 Sayfa
KÜLTÜRSÜZLÜĞÜMÜZÜN DÖRT MEVSİMİ - FERİDUN ANDAÇ
Kültürsüzlüğümüzün Dört Mevsimi, tarihimiz boyunca mevcut olan, 2000’lerin ortamında giderek sertleşen kültürel krizin ortasında yazılmış denemelerden oluşuyor. Feridun Andaç, sözünü sakınmadan, edebiyat ve yayıncılık dünyası ve gündelik hayat içindeki kültürel yozlaşmanın, düşünsel erozyonun kaydını tutuyor.
Geçmişin birikimini canhıraş yok etmeye çalışan bir siyasal atmosferin, ve aynı zamanda ticarileşmenin baskısı altında kültürel üretim süreçlerinin geçirdiği değer kaybını önümüze seriyor. Okumanın, yazmanın, edebiyatın, yaşama güç katan, bireyin gelişimine katkıda bulunan bir direnme alanı olarak kavranabilmesine ilham veriyor.
Kültürsüzlüğümüzün Dört Mevsimi, metinler, kentler, okunan kitaplar ve anılar arasında mekik dokuyan, yaşadığımız zamanı edebiyatın içinden geçerek okuyan bir yazarın güncelliğimize bakan denemeleri.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kültürsüzlüğümüzün Dört Mevsimi, Yazar: Feridun Andaç, Yayınevi: Eksik Parça, 2019, 240 Sayfa
CİHAT KISKACINDA KADINLAR - HAMİDE YİĞİT
“Savaş dediğiniz şey, bir toplumu topyekûn esir alıp biat ettirmek, sömürülme ve köleleştirilme planlarına karşı direncini kırmak değil midir? Topluma diz çöktürmenin en kritik aşaması ise kadınları teslim almaktır. Çünkü kadınlar toplumun direngen yanıdır… O yüzden ister içerideki iktidar savaşı olsun, ister işgal hedefli dış müdahaleler olsun, ilk hedef her zaman kadınlardır. Tarih boyunca bu böyle olmuştur.”
Ortadoğu’da “Arap Baharı” adı altında başlatılan savaşın korkunç yüzü birçok defa görüldü. Tunus’ta, Mısır’da, Suriye’de… Bu süreçte “cihat” savaşına katılan silahlı gruplarla hilafet devleti kurmak amacıyla ortaya çıkan eli kanlı örgüt IŞİD’in Irak ve ağırlıklı olarak Suriye’de kadınlar üzerinden yaptığı insanlık dışı uygulamalar da bütün dünyanın gözleri önünde gerçekleşti. “Cihat nikâhı” kıyılarak tecavüze uğrayan, pazarlarda üzerlerine etiket konularak satışa çıkarılan, bedenleri ganimet olarak vaat edilen kadınların yanında savaş ve cihat karanlığına karşı direnen kadınlar da vardı.
Hamide Yiğit, bu karanlığa karşı mücadele eden kadınları, Suriye’deki kadın direnişini, bölgeye özel analizler ve konunun öznesi kadınların anlatımıyla ele alıyor. Dünyaya seslerini duyuramayanların sesi olmak ve söylenmeyenleri söylemek için…
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Cihat Kıskacında Kadınlar, Yazar: Hamide Yiğit, Yayınevi: Tekin Yayınevi, 2019, 240 Sayfa
YEDİ DELİ ADAM - ROBERTO ARLT
Yedi Deli Adam, kendisine sürekli acı veren ruhunu görüp anlamaya çalışan bahtsız bir adamı ve etrafında şekillenen karanlık, absürd olaylar silsilesini anlatıyor. Delilik nöbetleriyle, ruhun ve zihnin tikleriyle, birbirinden ilginç karakterlerle, devrimci, anarşist yaklaşımlarla dolu, yazıldığı dönemin Buenos Aires’inin çarpıcı bir portresini çizen roman, RobertoArlt’ın başyapıtı kabul ediliyor.
“Acizane, Arlt’ın İsa olduğunu varsayalım. Dolayısıyla Arjantin İsrail, Buenos Aires de Kudüs’tür... Arlt keskin zekâlı, tehlikeyi göze alan, koşullara ayak uydurabilen, doğuştan hayatta kalma becerisine sahip biri... hiç kuşkusuz Arjantin ve Latin Amerika edebiyatının önemli bir parçası.”
- RobertoBolaño -
“Kitaptaki karakterler okurun ruhuna adeta musallat oluyor.”
- JulioCortázar -
“Bu kıyılarda edebiyat dâhisi olarak adlandırılacak biri varsa o RobertoArlt’tır... sanattan ve büyük, tuhaf bir sanatçıdan... doğduğu şehri herkesten daha iyi, muhtemelen ölümsüz tangolar yazmış olanlardan bile daha derin anlamış birinden bahsediyorum.”
- Juan Carlos Onetti -
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Yedi Deli Adam, Yazar: RobertoArlt, Yayınevi: Kolektif Kitap, 2019, 296 Sayfa
ÖLÜLER DİYARI - JEAN-CHRİSTOPHE GRANGE
Cinayet büro amiri StéphaneCorso, bir dizi striptizci cinayetini araştırmakla görevlendirildiğinde, ne peşinde olduğu katilin karmaşık ruh halinin ne de girmesi gereken karanlık dünyanın farkındadır. Soruşturma onu geçmişi şaibeli, goya hayranı bir ressama götürür: PhılippeSobieski’ye. Ressamla corso arasındaki düello, porno ve sadomazoşizm dünyasının labirentlerinde bir kedi fare oyununa dönüşür. Gerilimin efendisi Grangé, Ölüler Diyarı’nda insan doğasının kuytu köşelerini keşfe çıkıyor…
Sen kötüsün.
Sen bir katilsin.
Sen bir sapkınsın.
Senin kanın çürümüş, zehirli ve kokuşmuş bir kan. Soyun neyse kanın da odur.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ölüler Diyarı, Yazar: Jean-ChristopheGrange, Çevirmen: Tankut Gökçe, Yayınevi: Doğan Kitap, 2019, 464 Sayfa
İlyada’dan Bülent Şık’a
17-02-2019 08:34

İzge Günal
Sanırım Sylvester Stallone idi, ona filmlerindeki konuların neden birbirlerine çok benzediğini sormuşlardı;yanıtı ilginçti: “Zaten toplam on tane konu var” demişti, “Bunları da Shakespeare yazdı, yani sadece ben değil, hepimiz aynı konuları kullanıyoruz”. Sonrasında okuduğum her romanda, izlediğim her filmde, tiyatroda bunu hep anımsadım; hayret ama doğruydu. Belki şöyle bir ekleme yapılabilir: Konular Shekespeare’den ama bütün kişiler de Homeros’tan, İlyada’dan alınmadır. Hem tanrılar, hem de ölümlülerle birliktetüm zamanların karakter yelpazesi bu destanda neredeyse tamamlanmıştır. Bunun yanında kötülük, hile, kadın gibi, Hegel’in deyimiyle, kavramlarla yorumlama da edebiyata girmiş olur.
***
Yazının devamını okumak için buraya tıklayınız.
Marstan gelen ziyaretçi: Yaban Diyarlarda Yabancı
İthaki bilim-kurgu klasikleri serisinin 40. kitabı olan, aynı zamanda kitabın yazarı Robert A. Heinlein’ın seride yayınlanan 3. kitabı olarak okuyucularla buluşan Yaban Diyarlarda Yabancı (Yabancı) diğer iki kitabın aksine okuyucuya daha zorlu ama bir o kadar da keyifli bir okuma deneyimi vadediyor.
10-02-2019 08:34

Serkan Atak
İlk defa Artemis yayınları tarafından basılan Yabancı, İthaki’den çıkan yeni versiyonunda yine Kağan Çam’ın çevirisine yer veriyor. Ayrıca okuyucular; Müfit Özdeş’in önsözü ve Virginia Heinlein’ın sunuşunun yanı sıra, Neil Gaiman’ın sonsöz yazısını da kitap aracılığı ile okuyabilecekler.
Ay Zalim Bir Sevgilidir* kitabı hakkında yazdığımız inceleme yazısında; Heinlein’ı takdim etmek amacıyla, çağdaş bilim-kurguyu bugünkü haliyle okuyabilmemizi, onun bilim-kurgu türünü modernize etme çabalarına ve bu yönde türe yaptığı felsefi-ahlaki katkılara borçlu olduğumuzu ifade etmiştik.
Bu yandan baktığımızda, yazarın felsefi-ahlaki açıdan türe yaptığı katkının en üst düzeyde olduğu eseri ile karşı karşıya olduğumuzu belirtelim. Bu tercih; Yabancı’nın, yazarın en çok tartışılan ve okuyanları en çok etkileyen kitabı olmasını sağlarken, okuyucu açısından zorlu bir okuyucu deneyimi yaşamasını sağlıyor. Yaklaşık 700 sayfa süren bu deneyim süresince, yazarın açtığı her tartışma üzerine kafa yormak, bu tartışmaları adeta bir yap-boz gibi birbirine bağlamaya çalışmak, bu zorlu yolculuğu keyifli hale getiren unsurlar oluyor.
Heinlein, bu tartışmaları yaparken, okuyucuyu bu hararetli ortama ortak ederek, onları soru sormaya teşvik ediyor; özgürlükçü, demokrat ve anarşist ruhlu bir amfi ortamında ders verircesine keyifle hikayesini anlatıyor.Çağımızı hırsla anlamaya çalışan ve bu çağa kendi yorumu ile rengini verecek olan 68 kuşağı için, böylesi bir kitaba sahip olmak ise büyük bir armağan.
Bu durum aynı zamanda, kitabın sansüre maruz kalmasına ve ilk defa yayınlandığı 1961 yılından 90’lı yıllara kadar kısaltılmış versiyonu ile okunmasına sebep oluyor. İthaki aracılığı ile okuyacağımız versiyonun, kitabın sansürlenmemiş uzun hali olduğunu belirtelim.
Marslılar tarafından büyütülen bir insanın, dünyaya gelerek insan olmayan bir bakış açısı ile insanları anlamaya çalışmasını anlatan Yabancı, özgün konusu ile, yazar için sonsuz yaratıcılıkta bir eleştiri alanı sağlıyor. Bu eleştirinin yanı sıra yine hukuk, aile, sevgililik ilişkisi, özgür aşk, devlet, yönetenler ve demokrasi üzerine zihin açıcı sorgulamalara girişiyor. Yazarın eserleri birlikte değerlendirildiğinde, kitabın kahramanı olan Valentine Micheil Smith’in mistik bir karakter olduğu varsayımından çok, dönemin sisteme yabancı bireylerini temsil ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Aynı zamanda, kitapta geçen ve kitap açısından önemli bir yeri olan “grok” sözcüğünün, İngiliz diline girdiğini ve Oxford İngilizce Sözlüğü’nde yer aldığını belirtelim.
Şahsen, yazarın seri kapsamında yazılan Yıldız Gemisi Askerleri ve Ay Zalim Bir Sevgilidirkitaplarını, Yabancı’dan daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Ancak yazarın ve bilim-kurgu türünün takipçileri açısından, kaçırılmaması gereken bir kitap olduğunu ekleyelim.
Clarke ve Asimov’la birlikte bilim-kurgu türünün altın çağına damga vuran Robert A. Heinlein, bu sıradışı romanı ile neden büyük bir yazar olduğunu bize bir kez daha hatırlatıyor.
* http://kitapeki.com/ay-zalim-bir-sevgilidir/
KÜNYE :Yaban Diyarlarda Yabancı, Robert A. Heinlein, Çevirmen : Kağan Çam, İthaki Yayınları, 2018, 712
Üzüntüleri dalgalarla uğurlamak ve yeniden deniz olmak
10-02-2019 08:31

Ecem Güler
On bir yaşındaki Gece ve ailesinin kırılganlaşabilecek mutlulukların eşiğinde verdikleri ve ancak geçmişle yüzleşerek çıkabilecekleri mücadelesini konu alan, öyküleriyle tanınan yazar Anıl Mert Özsoy'un kaleme aldığı, Merve Atılgan'ın çizimleri ile katkı sunduğu Yeniden Deniz Olmak sizleri Ege'nin tatlı bir kasabasındaki Fesleğen Lokantası'na aile ve psikoloji üzerine düşünmeye çağırıyor.
Şehir hayatının temposundan yorulan anne ve babasıyla birlikte memleketleri Fethiye'ye dönen Gece kendini hiç bilmediği bir şehirde, hiç bilmediği bir okulda, hiç tanımadığı insanlarla bulur. Bu yabancı hayata alışmaya çalışırken tek sorun yaşayanın kendisi olmadığını fark eder. Annesi neden hep yorgun ve mutsuzdur? Neden onu sürekli sahilde uzaklara bakıp ağlarken görmektedir?
Dedesi Levent ve durgun denizin arkasından el sallayan Can adası Gece'ye bir şeyler anlatmaya çalışmaktadır. Belki annesi de lokantalarındaki masaları süsleyen fesleğenler gibidir: güzel kokular yayabilmek için çok su almaması, toprağının değişmesi, ilgi görmesi gereklidir.
Belki de deniz olmak isterken dalgaları izlemekten öteye gidemeyen bu ailenin acılarını hatıralaştırmaya ihtiyacı vardır. Belki de Levent dedenin söylediği gibi acılar gerçekten hatıralaştırdıkça güzelleşmektedir.
Günümüzün güncel aile sorunlarını ve insan psikolojisini başarılı noktalara dokunarak anlatmayı başaran romanda Gece ismiyle tanıdığımız torun ve Levent ismiyle tanıdığımız dede birlikte geçmiş yılları sayfa sayfa karıştırırken kiminin geçmişi affettiği, kiminin bugünü anladığı gerçeklerle karşılaşırlar. Hayat bazen çok eski bir kayıkla koca okyanusları aşabilmeyi göze alabilmek demektir.
Peki bu tatlı aile tüm acıları, üzüntüleri yaza sığdırıp sonbaharı umutla karşılayabilecek midir?
Yaz geçer, iyi gelir sözcükler.
KÜNYE: Yeniden Deniz Olmak, Anıl Mert Özsoy , Can Yayınları , 2019 Sayfa Sayısı: 102