Vitrin: Yeni çıkanlar
Haftanın yeni çıkan kitaplarının yanı sıra raflar arasında dikkat çeken ve önerilmeye değer başka kitaplar da bulunuyor bu haftaki vitrinde. Domenico Starnone’nin Türkçede yayımlanan ilk kitabı “Bağlar” Yüz Kitap etiketiyle, Aslı Tohumcu’dan “Taş Uykusu” İletişim Yayıncılık vesilesiyle, Susannah Cahalan imzalı “Deliler Arasında Akıllı Olmak” kitabı Say Yayınları’ndan, Akın Çokuğurluel’in dördüncü romanı “Şimdi Reklamlar” Nota Bene Yayınları ile, Andrey Voznesenski’nin unutulmaz eseri “Oza” yeni basımıyla Ve Yayınevi’nden ve son olarak Ali Akay imzalı “Delilik Gemisi” Ayrıntı Yayınları etiketiyle vitrinimizde yer alıyor. Gittikçe uzayan ve belirsiz pandemi döneminde size eşlik edebilecek altı kıymetli eseri beğenilerinize sunuyoruz. Keyifli okumalar dileriz.
21-02-2021 00:30

BAĞLAR - DOMENICO STARNONE
Cehennem başkalarıdır ve bazen o başkalarıyla aynı evdesinizdir.
Bağlar, İtalya’nın en prestijli edebiyat ödülü Strega sahibi yazar Domenico Starnone’nin Türkçede yayımlanan ilk kitabı.
Roman, on iki yıllık eşi Aldo’nun başka bir kadın için onu terk etmesi üzerine iki çocuğuyla tek başına kalan Vanda’nın mektubuyla açılıyor. İlk bakışta sıradan bir aile hikâyesi izlenimi uyandırsa da, Starnone bu romanda sosyal, ailevi, psikolojik ve ideolojik yapılar çözülürken açığa çıkan ve kahramanları altüst eden hayal kırıklığı, haset, özlem, değersizlik ve hınç duygularını, durum komedisi ve trajedi arası bir kurgu içinde ustalıkla resmediyor.
Özgürlük ile güvenlik arasında bocalayan kahramanlarıyla Bağlar, çarpıcı bir yerini bulamama anlatısı.
"Bağlar, katman katman, ustalıkla inşa edilmiş, bilmece gibi bir roman."
-The New Yorker
"Aile içi ruhsal kıyımlara dair sıkı bir hikâye."
-The Times Literary Supplement
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Bağlar, Yazar: Domenico Starnone, Çevirmen: Meryem Mine Çilingiroğlu, Yüz Kitap
TAŞ UYKUSU - ASLI TOHUMCU
"Hep aynı hikâye, diye düşünüyor. İnsanlar biner, insanlar iner.
Giderim dururum. Kapıları açarım, kapıları kaparım. Tekrar gider, tekrar dururum. Tepem atar, birine kornaya basarım. Birinin tepesi atar, bana kornaya basar. Işık yanar beklerim, ışık yanar giderim. Karşıdan geçen arkadaşa el ederim." Bezgin bir belediye otobüsü şoförü sabahın ilk saatlerinde besmelesini çekip aracını çalıştırıyor. Duraklar geride kaldıkça içerisi balık istifinden hallice oluyor. Binen herkesin derdi, telaşı, meselesi ayrı ama içinde saklı… Bu tuhaf seferin sonunda hayır mı, şer mi olacak, kimse bilmiyor...
Aslı Tohumcu, bir toplu taşıma aracına biniyor, yolcuların yüzlerine yakından bakıp zihinlerini tek tek okuyor. Bir otobüs dolusu insan üzerinden, ülkede yaşananlara, şiddete, hüzne, çaresizliğe,
sevgisizliğe, iletişimsizliğe, duyarsızlığa ve daha nicesine dair çarpıcı bir tablo ortaya koyuyor. Taş Uykusu, görmezden gelinen, unutulan, unutturulmaya çalışılan gerçeklerle bizi yüzleştirecek ve biraz da paranoyaklaştıracak bir yolculuğun romanı...
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Taş Uykusu, Yazar: Aslı Tohumcu, İletişim Yayıncılık, 2021, 100 Sayfa
DELİLER ARASINDA AKILLI OLMAK - SUSANNAH CAHALAN
“Rosenhan, psikiyatrik tanılar koymadaki yöntemlerimizin ve bilgi birikimimizin ne kadar zayıf ve hataya açık olduğunu çok çarpıcı ve etkili biçimde ortaya koyuyor.”
Jeffrey A. Lieberman
1973’te psikolog David Rosenhan “normal” insanların “deli” taklidi yaparak akıl hastanelerine girip giremeyeceğini, girseler bile kendilerine nasıl bir tanı konulacağını araştırmak üzere bir deneye girişti. Rosenhan ve yedi sahte hasta, sahte kimlikler ve sahte hastalıklarla çeşitli akıl hastanelerine girdiler. Acaba doktorlar, sağlıklı insanlara “akıl hastası” teşhisi koyacak kadar yetersiz miydiler? Ya akıl sağlığı sistemi, hastalara nasıl bir ortam ve tedavi imkânı sunuyordu?
Araştırmanın sonuçları kısa bir zaman içinde psikiyatrinin seyrini değiştirdi. Psikiyatrlar “kendilerine göre” tanı koymayı bırakıp bir akıl hastalıkları rehberi olan DSM’yi geliştirerek “bilimsel kriterlere göre” tanı koymaya yöneldiler. Fakat önemli bir sorun vardı: Rosenhan’ın bütün verileri gerçekten doğru muydu?
Nörolojik bir hastalığı varken yanlışlıkla psikiyatri servisine sevk edilen ve bu iki alan arasındaki belirsizliğin kurbanı olmanın eşiğinden dönen araştırmacı-gazeteci Susannah Cahalan, kendi öyküsüyle ilişkilendirdiği Rosenhan’ın peşinden giderek psikiyatrinin en derinlerine iniyor, akıl sağlığı sisteminden ilaç sanayisine, o zamandan bugüne dek yaşananları gün yüzüne çıkarıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Deliler Arasında Akıllı Olmak, Yazar: Susannah Cahalan, Çevirmen: Enes Toplanır, Say Yayınları, 2021, 416 Sayfa
ŞİMDİ REKLAMLAR - AKIN ÇOKUĞURLUEL
Sonra kalktım, gözüm sloganın yazılı olduğu kâğıtta, masanın çevresinde birkaç tur attım. Uzaklaştım, yakınlaştım. Eğilip okudum. Kalktım bir daha okudum. Sonra tuvalete gittim, kâğıdımı da götürdüm yanımda. İşerken baktım. Ellerimi yıkarken lavabonun önüne koydum. Yemek hazırlarken baktım. Bulaşık yıkarken bardak kırdım, elime cam parçası battı. Bardaktan geri kalanları toplarken baktım. Yatmadan önce kanepenin üstüne koydum. Gece yarısı kan ter içinde uyandığımda yine baktım. Yerinde mi diye kontrol ettim. Bir şey bekliyordum kâğıtta yazan slogandan. Kutsal bir emir gibi, oku, diyordu bana.
Evet, muhakkak başka bir şey anlatıyordu bu cümle:
Akın Çokuğurluel, dördüncü romanı Şimdi Reklamlar'da kimsenin bilmediği bir dilin, anlamadığı bir cümlenin peşinden koşan İsmet'in, vicdan azabı, suçluluk ve ölüm üçgeninde dolanan yolculuğunu anlatırken, sanal mutluluklarla, pırıltılı vaatlerle çevrelenmiş yaşantımızda, konuşmanın, anlamanın, anlaşılmanın yerini sorguluyor. Okuru, sahteliklerle dolu sanal dünyadan, sosyal ilişki ağlarından, renkli kutunun kandırmacasından, siyaha boyanmış kısa bir cümle ile çekip çıkararak hayata dair başka bir gerçeğe çağırıyor.
Her acı kendi lisanını doğurur.
Onun acısı bu siyahlığın içinde gizli.
Peki ya, seninki?
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Şimdi Reklamlar, Yazar: Akın Çokuğurluel, Nota Bene Yayınları, 2021, 216 Sayfa
OZA - ANDREY VOZNESENSKI
Ülker İnce'nin muhteşem çevirisi, Özdemir İnce'nin önsözü, Kenan Yücel'in desenleriyle, tümü numaralanmış özel basım. Selam Oza!
"1964 yılında yayımlanan Oza elli yıl sonra çok daha büyük bir şiir olarak çıktı karşıma. Ürperdim. Elli yıl sonra iyice kıskandım. Kıskandım, dehşetli tutkuyla, çünkü Oza sadece dünün ve bugünün şiiri değil aynı zamanda geleceğin şiiri. Kendini durmadan yenileyen bir şiir. Dünyanın bütün şairlerinin, geleceğin şairlerinin çarpışmak zorunda oldukları yaman bir rakip!
Oza, iç içe geçmiş sırılsıklam bir aşk şiiridir. Mayakovski'den sonra Rus şiirinin biçimsel sınırlarını kıran devrimci bir şiirdir. Önem ve büyüklüğünü anlatmak için, bu iki cümle bile yeter!"
Özdemir İnce
"Voznesenski, şiirinde 'sözüm ona ilerleme'ye, çıkarcıların, duygusuzların, göğüslerinde bir yürek taşımayanların eline geçince baskı aracı haline dönüşen 'kahrolası makine'ye karşı sevginin ve özgür insan ruhunun savunusunu üzerine alır. İnsani değerlerin baş koruyucusu olarak şair çıkar karşımıza. Bu eğilim, en çok da Oza adlı uzun şiirde görülür."
Mehmet H. Doğan
Kitaptan tadımlık bir alıntı:
Sen on yedindesin. Soluk soluğa kaldın yaptığın bütün o beden hareketlerinden. Adın ne olursa olsun. Siklotronun adını bile hiç duymuş değilsin.
Budalanın teki, iki merküri lambası dikmiş buraya, deniz kıyısına. Birbirimize doğru yürüyoruz. Birimiz bir lambanın, öbürümüz ötekinin yanından. İkimiz de sürüklüyoruz ardımız sıra bir ışık ışınını.
Sonra ellerimiz kavuşmadan önce gölgelerimiz birleşiyor –ölümcül bir solukluğun çevrelediği canlı, sıcak gölgelerimiz. Hâlâ bana doğru gelirmiş gibi görünüyorsun.
İnsanın ensesi her zaman geçmişe bakar. Zaman arkamızda uzar gider, troleybüs bekleyen insanların oluşturduğu uzun kuyruk gibi. Geçmiş benim arkamdadır –geçmişte omuzlarımda taşıdığım bir sırt çantasıdır. Ama siz geleceği arkanızda bıraktınız –bir paraşüt gibi ses çıkarıyor.
İkimiz birlikteyken, geleceğin senden bana aktığını duyumsuyorum, benden de sana –kum saatiyiz sanki.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Oza, Yazar: Andrey Voznesenski, Çevirmen: Ülker İnce, Ve Yayınevi, 2021, 64 Sayfa
DELİLİK GEMİSİ - ALİ AKAY
Bir vaka analizcisi Michel Foucault’nun 1961 yılında yayımlanan Deliliğin Tarihi eserinin ilk bölümünün yorumlanmasına odaklanan Ali Akay ve öğrencileri eserin neredeyse klasikleşmiş denilebilecek (anti-psikiyatrik çıkış olarak değerlendirilen) okumasının çizdiği sınırların bilhassa dışına taşarak eserdeki sanatsal bakışın içindeki verilerin nasıl kullanılabileceği tartışması üzerine yoğunlaşıyor. Foucault’nun diğer eserlerindeki arkeolojik ve soybilimsel araştırmalarının sonuçlarının da gözetildiği bu soruşturma düşünürün her vakaya göre başka türlü eyleyen, dikişlenemeyen bir tutumunun olduğunu gösteren bir bakış açısından hareket ediyor. Alternatif bir okumaya da imkân veren bu hareket Deliliğin Tarihi’ne edebiyat ve plastik sanat metinleri ilişkisi üzerinden yaklaşarak Türkçe literatürde bu tarz bir yönelimin ilk temsilciliğini üstlenme gibi önemli bir ayrıcalığın ortaya çıkmasını sağlıyor. Akay ve öğrencilerinin “konuşma olanağı” bulduklarında nasıl etkileyici söz deneycileri olduklarını gösteren bu çalışma Stultifera Navis ile sözün yaratıcılığının sularında yol alıyor, elbette tarihin farklı uğraklarına yaptıkları anlık sıçramalarla.
-Kurtul Gülenç
Michel Foucault’nun Klasik Çağda Deliliğin Tarihi kitabına damgasını vurmuş olan Stultifera Navis anlatısından yola çıkıyor Delilik Gemisi. Kitap, başlığındaki “delilik” ve “gemi” kavramlarıyla bir yandan bir öznel deneyime, bir yandan da bu deneyimin kurulması, dönüştürülmesi ve geliştirilmesi için gereken mekânsallaştırmaya gönderme yaparak Batı’ya özgü iktidar ilişkilerinin soybilimini takip ediyor. Mutlak olmayan, tıpkı Deliler Gemisinin üzerinde durduğu Avrupa nehirleri gibi akışkan olan sınırları çizme, sınırlarda durma, sınırın dışına çıkarma ya da içine alma pratiklerinde cisim bulan bu iktidar pratiklerinin analiziyle Ali Akay, Foucault’nun yaklaşık altmış yıl önce yayımlanmış ilk önemli eserinin eleştirel çizgisini günümüze taşıyor.
-Ferda Keskin
Foucault, kuralları her seferinde yeniden yazılacak bir “seksek” oyununun mucidi gibidir; kuralları kemikleşmiş oyunlara alışkın olanlar onda bocalar. Ali Akay, düşünürün bu dinamizmini yalnızca tanımıyor, ona içtenlikle eşlik ederek Deliliğin Tarihi’nin ilk bölümünü sanatsal bir yeniden yaratımla düşünüyor-düşündürüyor. Delilik Gemisi, Foucault yazınına bu yakadan yapılmış ustaca bir katkıdan ibaret değil, aynı zamanda “yeninin diriltilmesi” de.
-Çetin Balanuye
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Delilik Gemisi, Yazar: Ali Akay, Ayrıntı Yayınları, 2021, 160 Sayfa
İLGİLİ HABERLER
Vitrin: Yeni Çıkanlar
Haftanın yeni çıkan kitapları arasından sizler için özel bir derleme yaptık. Keyifli okumalar dileriz.
04-10-2020 00:00

MiLAT - LALE MÜLDÜR
"Milat" sergisi, şair Lale Müldür'ün son dönemde üzerinde çalıştığı resimlerini bir araya getiriyor. Müldür'ün şiirlerinde beliren imgelerin izlerini taşıyan bu resimler, şairin dünyasıyla yeni karşılaşmalar öneriyor.
22 Eylül – 31 Ekim 2020 tarihleri arasında gezilebilecek olan "Milat" sergisinde Lale Müldür'ün şiirlerinin davet ettiği imgesel alanın renkleri, jestleri ve figürleri resimsel bir üretim içinde yeniden yorumlanıyor. Sergilenen resimlerde öne çıkan temel öğelerin başında figür geliyor. Bu figürlerin birçoğu şairin dostlarına ait portreler.
Aynı zamanda bu portreler arasında şairin Albrecht Durer gibi ruhsal yakınlık kurduğu sanatçılar da var. Müldür'ün resimleri dostlarına, yakınlarına ithafla başlayan ya da onlara hitaben yazdığı şiirleriyle ortaklık taşıyor. Adını Lale Müldür'ün son kitabı "Tehlikeliydi, Biliyordum"un ilk şiiri Milat'tan alan sergi, sanatçının üretiminde bir kırılma anını düşünmek arzusundan da besleniyor.
Küratörlüğü Yapı Kredi Kültür Sanat Sergiler Direktörü Kevser Güler tarafından üstlenilen "Milat" sergisine çevrimiçi etkinlikler de eşlik edecek. Serginin ayrıca Yapı Kredi Yayınları tarafından basılan bir de sergi kitabı var. Lale Müldür'ün şiirlerinden bir seçki, Fisun Yalçınkaya'nın kendisi ile yaptığı bir röportaj ve Kevser Güler'in bir metninin yer alacağı kitabın tasarımını Ulaş Uğur yaptı.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Milat - Lale Müldür, Yazar: Kolektif, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 180 Sayfa
OĞLUMA HİKAYELER - YILMAZ GÜNEY
Yılmaz Güney, Oğluma Hikâyeler adlı kitabında yönetmen, oyuncu ya da senarist kimliğiyle değil, baba kimliğiyle çıkıyor karşımıza. Sade bir dille dostluktan, dayanışmadan ve paylaşmaktan yana olunması gerektiğini anlatıyor. Zor sorular soruyor ve bu zor sorulara bazen çocuk zihninden bazen de büyüklerin dünyasından cevaplar arıyor.
Oğluma Hikâyeler, hayatı tüm gerçekliğiyle kavramak için yola çıkan bir sanatçının ardından gelenler kaybolmasın diye bıraktığı bir ayak izi.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Oğluma Hikayeler, Yazar: Yılmaz Güney, İthaki Yayınları, 2020, 80 Sayfa
ORMANDA BİR BALKON - JULİEN GRACQ
Sivri yapraklı, sık dallı ağaçlarla çevrili bir sığınak, sonbaharla eğilen güneş ışınlarının nemli toprakta bıraktığı tatlı sıcaklık, geride kalan yaz günlerinin hatırasını belleğinde taşıyan, tüm sırları içine hapseden geçit vermez bir orman... Ormanın kalbinde, ağaçlar ve bitki örtüsüyle bütünleşmiş rutubetli, alçak tavanlı, yorgun bir koruganı kendine yuva bellemiş bir asker...
Ormanda Bir Balkon, savaş tüm şiddetiyle ağır ağır yaklaşırken, ölümden ve acıdan arınmış bir başka gerçekliğin; patikada sağlam adımlarla yol alan, ormanın kuytularında soluklanıp hayat bulan Asteğmen Grange'ın hikâyesidir. Grange'ın gözünde yaşam, dört bir yandan hücum eden yangının ortasınd a, gergin bekleyiş sürerken ve ölüm yaklaşırken rüzgârla salınan dalların hışırtısına, kuşların kanat çırpışına, dağların ardında usulca batan güneşin kızılına tutunmaktır.
Savaşı ardında bırakıp kan revan içinde yuvaya dönmeye çalışanların yaşama, yeni güne ve bir ormana inanabilme ihtimali üzerine sarsıcı bir anlatı.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ormanda Bir Balkon, Yazar: Julien Gracq, Çevirmen: İsmet Birkan, Sel Yayıncılık, 2020, 175 Sayfa
KÖTÜLÜK - JULİA SHAW
Kötülük neden insanlara bu kadar korkutucu ama bir o kadar da ilgi uyandırıcı gelir? Örneğin neden seri katillerin hayatlarına ve yaptıklarına merak duyarız? Ya da neden gerçek hayatta karşılaştığımızda kendimizi korumaktan başka bir şey düşünmezken, filmlerde ve dizilerde şiddeti bu kadar ön plana çıkarır, hatta bazen adeta yüceltiriz? Gelmiş geçmiş en kötü insanlardan biri olmasına rağmen Hitler neden hâlâ en popüler tarihi kişiliklerden biridir? Peki ya siz geçmişe gidebilseydiniz, bebek Hitler'i öldürür müydünüz?
İnsan sadece siyah veya beyaz olmayan, grinin her tonunu barındıran bir canlı. Bütün hayatımız boyunca tek bir duygu hissedemeyeceğimiz gibi, sadece "iyi" ya da "kötü" de olamayız. Çoğunluğun iyiliği için bebek Hitler'I öldürmek isteyecek binlerce "iyi" insan bulabiliriz örneğin. Kötülüğe merakımız da işte buradan, eylemlerimizi anlamlandırma isteğinden gelir. Julia Shaw Kötülük'te bu noktadan başlayarak insanlığın yüksek sesle dile getirmeye çekindiği karanlık tarafını inceliyor. Akıl hastalıkları ve cinsel sapkınlıklardan tecavüz "kültürüne", yapay zekâ ve teknoloji ikileminden terörizme, kötülüğü bütün ahlaki ve etik yönleriyle ele alıyor. Kötülük, aydınlatıcı olduğu kadar çarpıcı bir kitap.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kötülük, Yazar: Julia Shaw, Çevirmen: Funda Sezer, Say Yayınları, 2020, 312 Sayfa
SU İNSAN VE ÇEŞMESİ - IVO ROSATİ
Birisi musluğu düzgünce kapatmamıştı ve küçük damlacıklar saatler boyunca yavaş yavaş
lavaboya damlamıştı. Ev sahibi ortada yoktu ve kimse de nerede olduğunu bilmiyordu. Acaba
Fiji Adaları'na mı gitmişti? Yoksa mavi altın madenlerinin olduğu söylenen Afrika'ya şansını
denemeye mi gitmişti?
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Su İnsan ve Çeşmesi, Yazar: Ivo Rosati, Çevirmen: Gülfer Kırbaş, Nota Bene Yayınları, 2020, 32 Sayfa
Vitrin: Yeni çıkanlar
Değerli İleri Kitap takipçileri ve kitap okurları, her hafta yeni çıkan kitapları titizlikle inceliyor ve size özel bir derleme yaparak öneri listemizi sunuyoruz. Bu hafta da birbirinden güçlü kalemler tarafından yazılmış beş kitabı beğeninize sunuyoruz. Keyifli okumalar!
27-09-2020 00:01

ADAK CİLT 1: SÜRGÜN - DENİZ ERBULAK
Nehir Efser, uzaklara sürülmüş genç bir öğretmendi.
Her şeyi geride bırakmış, kendi yolunda yürümüş, genç, capcanlı.
Ama geldiği şehirde kendisini bekleyen karanlığı tahmin etmesi imkânsızdı.
Cinayetlerin arkası kesilmiyordu. Emniyet Müdürü karanlık itikatlarla ilgili söylentilerden bezmişti. Eski Soy’un lideri Arim Alator’sa her şeyin farkındaydı. Yeni gelen öğretmenin, karanlık soyun çocuklarını ayırt etmesi an meselesiydi artık.
Bu şehirde hiçbir şey zannedildiği gibi değildi. Hiçbir şey!
Naci Bey hafif bir endişeyle misafirine baktı:
“Şu geçenlerde öldürülen adam mı?”
“Evet, yaklaşık üç hafta önce,” dedi Arim Alator.
“Adak olarak adandığına emin misiniz? Belki de…”
“Adamı bulduğumda musallat olan hâlâ başındaydı.”
“Ah,” dedi adam. Boğazını temizledi. “Kim musallat etmiş peki?”
“İsmi mühürlenmiş,” dedi Arim Alator.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Adak Cilt 1 – Sürgün, Yazar: Deniz Erbulak, İthaki Yayınları, 2020, 240 Sayfa
CİNSEL NORMALLİĞİN KURULUŞU - EZGİ SARITAŞ
Osmanlı döneminde cinsel yaşamın bugünkünden farklı olduğunu biliriz. Okuduğumuz metinler, karşımıza çıkan imgeler, üstü örtülmek, inkâr ya da "tevil" edilmek istense de bir başkalık olduğunu sezdirir bize. Tarihi bilmenin ilk yararı geçmişin şimdiki gibi olmadığını fark etmemizdir elbette, ama bir başka bakımdan da yararlanırız tarihten: Kanıksadığımız, doğal saydığımız "bugün"ün nasıl şekillendiğini, şimdi'ye nasıl vardığımızı anlarız; bu da şimdi'ye yakıştırdığımız mutlaklığı sarsar. Queer teoride heteroseksüel cinselliğin normal kabul edilmesi süreci üzerine üretilen zengin literatür ve tartışmaların eşliğinde Ezgi Sarıtaş, basmakalıp fikirlerden ve okuma stratejilerinden olabildiğince uzak durarak, düşünmeyi ve nesnesini ciddiye alarak, yani anlamayı ön plana koyarak cinsel modernleşmenin izini sürüyor; edebiyata olduğu kadar hatırat, popüler cinsellik ve tıp metinlerine bakıyor: Geçmişteki normalin ne olduğunu, Geç Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde o normalin nasıl değiştiğini, bugün normal saydığımızın nasıl oluştuğunu ve sürecin içerdiği tutarsızlıkları, istikrarsızlıkları ve çizilen zikzakları araştırıyor.
Queer teoriyle olduğu kadar modernleşme, tarih ve felsefeyle ilgilenen okurlarımızın da zevkle okuyacağına inanıyoruz.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Cinsel Normalliğin Kuruluşu, Yazar: Ezgi Sarıtaş, Metis Yayıncılık, 2020, 376 Sayfa
BU ŞEHRİN MUTFAKLARINDA BIÇAK YOK - HALİD HALİFE
''Şehirler de ölür, tıpkı insanlar gibi.''
Arapça edebiyatın güçlü temsilcilerinden Halid Halife, Bu Şehrin Mutfaklarında Bıçak Yok kitabıyla politik, dinî ve cinsel zorbalığın gölgesi altında yaşayan Suriyeli bir ailenin üç nesle yayılan, ''utanç'' duygusuyla kuşatılmış hikâyesini anlatıyor.
Türkiyeli okurların ilk kez okuma fırsatı bulacakları Halife'nin, 2013 Necib Mahfuz Kitap Ödülü'ne değer görülen romanı, yanı başımızdaki komşu bir ülkenin pek de bilmediğimiz tarihine ve siyasi dalgalanmalarına dair geniş bir vizyon sunuyor.
Özgün dili olan Arapçadan titizlikle çevrilen eser; bireysel ve toplumsal düzeydeki çöküşü, sözünü sakınmayan bir gerçekçilikle ve etkileyici metaforlarla anlatıyor.
Yıllar içinde yıkıcı bir dönüşüme maruz kalan, çoğu kişinin eski günlerini özlemle andığı Halep şehrinin başlı başına bir karakter olarak yer aldığı roman; elli yılı aşkın bir dönemde Suriye'de yaşanan toplumsal parçalanmayı, yıkılan hayalleri, şiddeti, bastırılan acı ve korkuyu sosyal ve psikolojik derinlikle yarattığı çok sayıda karakter aracılığıyla gözler önüne seriyor. Halife, bu şiirsel yapıtında, doğduğu şehrin ruhunu etkileyici bir gözlem gücü ve açıksözlülükle yansıtıyor.
Suriye'deki çatışmanın kökenini daha ''derinden'' anlamak isteyenlerin mutlaka okuma listelerine almaları gereken Bu Şehrin Mutfaklarında Bıçak Yok; sokakları, kokuları, yemekleri, müziğiyle Halep'in kapalı kapılar ardına hapsedilişini ''şaşırtıcı'' yaşam manzaraları üzerinden paylaşıyor.
''Halep, korkunun meşrulaştırıldığı bir şehre dönüştürülmüş, resmen cezalandırılıyordu. Tasmalarını tutanlara karşı sadakatleri dışında hiçbir şeyi doğru düzgün yapamayan bozguncu istihbarat görevlilerinin keyfî istekleri altında ezilen bir şehirdi artık Halep.''
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Bu Şehrin Mutfaklarında Bıçak Yok, Yazar: Halid Halife, Çevirmen: Hümeyra Rızvanoğlu Süzen, DeliDolu, 2020, 256 Sayfa
ANALARIN HAKKI - SELÇUK BARAN
Selçuk Baran’ın yedi öykü kitabı daha önce Yapı Kredi Yayınları’ndan Ceviz Ağacına Kar Yağdı (2008) adıyla tek ciltte toplanmıştı. Bütün öyküleri şimdi gözden geçirilerek, yazar portreli kapaklarla ayrı ayrı basılıyor.
Selçuk Baran’ın ikinci öykü kitabı Anaların Hakkı (1977) 1978 Sait Faik Hikâye Armağanı’na değer görülmüştü. Dokuz öyküden oluşan kitapta Selçuk Baran çaresizliklerin, umutsuzlukların, acıların mutluluklarla, umutlarla yan yana yaşadığı, çürümeyle yeşermenin iç içe geçtiği bir toplumda, sınırlarını kendilerinin çizdiği küçük dünyalarında ömür tüketen insanların fırtınalı dünyalarına ustaca sokuluyor.
Yalnızlık ve umutsuzluk dolu öykülerinde düşsel, şiirli bir hava yaratmakta başarı gösterdiği kabul edilen Selçuk Baran, Behçet Necatigil’den Vedat Günyol’a, Füsun Akatlı’dan Selim İleri’ye, Hulki Aktunç’tan İbrahim Yıldırım’a, İnci Aral’dan Behçet Çelik’e pek çok yazarın övgüyle üstünde durduğu, ancak günümüz okuru tarafından daha fazla keşfedilmeyi bekleyen bir yazar.
“Bir zamanlar pek içli dışlı olduğu gündelik yaşantısı, ondan kopup gitmişti. Ancak yeni öğrendikleriyle biçimlenebilecek, saydam, ağırlıksız bir maddeydi çevre. Üzerine hiçbir şey çizilmemiş kocaman bir cam parçası....”
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Anaların Hakkı, Yazar: Selçuk Baran, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 96 Sayfa
BAŞKASI ÜZERİNE DÜŞÜNMEK - TED COHEN
Amerikalı filozof Ted Cohen, Başkası Üzerine Düşünmek adlı küçük dev kitabında, edebiyattan güç alarak yaşama ve ilişkilere bakıyor. Sanata neden değer vermemiz gerektiğini hatırlatırken, hakikatle kurduğumuz bağı da sorgulamamızı sağlıyor. Cohen, felsefenin özündeki tartışmalardan birine daha ulaşıyor böylece: "İnsan neden sanat eserleri yaratır?"
Alıştığımız şekliyle bu soruya verilen ortak cevap, sanatın günlük yaşamı ve ruhsuz toplumu kurtaran bir zarafet olduğu yönünde. Cohen, böylesine yargılayıcı ve üst tondan bir bakışla yaklaşmıyor soruya. Tersine sağlıklı bir insanlık için bilimden ve gerçeklerden daha fazlasına ihtiyaç duyduğumuzu ima ediyor. Kurgunun neden kurgusal olmayan kadar, yani sanattaki gerçekliğin yaşam kadar önemli olduğunu gösteriyor. Başkası Üzerine Düşünmek, sadece sanatın ne yaptığını, Hegel'in tarihselci teorisi gibi neden onu takdir ettiğimizi anlatmıyor, aynı zamanda yaşamı güçlü kılacak etik değerler geliştirmemiz için sanatla uğraşmamız gerektiğini tembihliyor.
Cohen'e göre başkalarını anlama yeteneğimiz metafor yaratma ve kavrama kabiliyetimizle aynı... Metafor yapmanın arkasındaki bilişsel süreç ya da metaforları neden anlayabildiğimiz değil Cohen'in derdi, tersine, "metaforun kalbinde gizem var" sözüne inanmak. Cohen'in metaforla kurduğu ilişki birbirini anlamayı, kendini başkası olarak hayal etmeyi içeriyor. Ona göre metafor yeteneği, bir şeyi başka bir şey olarak düşünmek. Metaforik hayal gücü, sanatla zenginleştirilmiş yaşam, başkalarını anlamaya, böylece etik bir yaşam sürmemize yardım etme kapasitemize katkıda bulunuyor.
Farklı bir kimliğe sahip olmanın, başka bir deneyimle mecazi şekilde özdeşleşmenin nasıl bir şey olduğunu hayal etmek, başkalarının bizi nasıl gördüğüyle veya kendimizi gelecekteki koşullarda nasıl görebileceğimizle ilgili bir kurgu. Kendimizi başkalarının gördüğü gibi hayal etmek, inanılmaz derecede karmaşık bir görev. Yapılması çok zor çünkü kendimizi hem terk etmemiz hem de yanımızda taşımamız gerekir. Kendimizi başka bir kişi olarak hayal etmeliyiz ama sonra gerçek bize dönmeli ve ne gördüğümüzü keşfetmeliyiz.
Sanatın hayati önemi burada Cohen için. Metaforik hayal gücüyle farklı yaşamları denemek için bize ilginç, çeşitli fırsatlar sunuyor edebiyat. Sanatsal yolculuğumuz sayesinde, dünyamızdaki diğer insanlarla nasıl uyumlu iletişim kuracağımız ve yaşayacağımız hakkında daha fazla şey öğreniyoruz.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Başkası Üzerine Düşünmek, Yazar: Ted Cohen, Çevirmen: Umur İda, Nota Bene Yayınları, 2020, 104 Sayfa
Vitrin: Yeni Çıkanlar
Bir haftayı daha geride bırakır ve yeni haftaya başlarken kitap okurlarının ilgisini çekebileceğini düşündüğümüz bir derleme yaptık. Haftanın yeni çıkan kitapları arasından İleri Kitap okurlarına özel hazırladığımız bu seçkiyi beğeneceğinizi umuyor, keyifli okumalar diliyoruz.
20-09-2020 00:01

KADINLAR DİRENİŞ VE DEVRİM - SHEİLA ROWBOTHAM
1600’lerden 1968’e uzanan bir özgürleşme tarihi… Kadınların benlik, kimlik, hak arayışı ve özgürlük mücadelesiyle geçen bu on yıllar boyunca direnç örneği oluşturan, ekmek ve gül mücadelesini yükselten, düşünen ve eyleyen isimler…
Mary Wollstonecraft, Flora Tristan, Margaret Fuller, August Bebel, Eleanor Marx, Olive Schreiner, Sylvia Pankhurst, Emma Goldman, Aleksandra Kollontay, Ding Ling, Han Suyin…
Feminizmin ve feminist yazının tarihinden kilometre taşları… Bir yanda unutulanlar: Edward Carpenter ve Aşkın Yetişkinlik Çağı mesela. Diğer yanda tekrar tekrar okunanlardaki yeni ayrıntılar: Engels ve Ailenin Kökeni örneğin.
Sadece kuramsal kitaplar değil, halk şarkılarındaki, şiirlerdeki, romanlardaki kadın portreleri. Ekmek kavgası verenler, özgür aşk için mücadele edenler ve ikisini birleştirenler… Devrim, sosyalizm ve ulusal kurtuluş mücadelesi ile kadınların kurtuluş mücadelesi arasındaki ilişkiler, gelgitler, gerilimler…
Ve devrimlerin başardıkları ile yarıda bırakıp başaramadıkları… İngiltere’deki oy hakkı mücadelesinde, Fransız Devrimi’nde, Paris Komünü’nde, Rus Devrimi’nde, Çin’de, Vietnam’da, Küba’da, Cezayir’deki kurtuluş mücadelesinde yapılanlar, yapılamayanlar…
Tarihte, düşünürlerde, kitaplarda, makalelerde, şarkılarda, hayatlarda üç yüz elli yıllık olağanüstü bir gezinti… Kadınlar, Direniş ve Devrim
Yaşanan toplumsal devrimler içerisinde kadınların “öteki devrimi”ne odaklanan Sheila Rowbotham’ın bu devrimi anlatan sözleri: “Devrim içinde devrim, kendi gözlerinizle görmek, dış dünyaya kendi ellerinizle dokunmayı öğrenmek, deneyimleri kendi zihninize tercüme etmek, sesleri biçimlendirmek, kendi sözcüklerinizi üretmek ve size zorla kabul ettirilmekle kalmayıp yüzyıllardır başkası tarafından yönetildiğiniz için artık derinize ve içinize işlemiş maskeyi çıkarıp atmak anlamına gelir.”
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kadınlar Direniş ve Devrim, Yazar: Sheila Rowbotham, Çevirmen: Nilgün Şarman, Yordam Kitap, 2020, 320 Sayfa
ÖLÜ DİLDE BİR HAYALPEREST - GRACE PALEY
''Bu hayatı nasıl yaşamalıyız?''
Benzersiz üslubuyla pek çok yazarın hayranlığını kazanmış Grace Paley'den, sıradan insanların ''sıradan'' yaşamlarına ayna tutan sıradışı öyküler: Ölü Dilde Bir Hayalperest.
1995 yılında Pulitzer Ödülü'nde finale kalan Toplu Öyküler seçkisinden derlenerek Türkçede ilk kez yayımlanan bu öyküler; insan ilişkilerine, yalnızlığa, varoluşun getirdiği kaçınılmaz korku ve arzulara dair çarpıcı tespitleriyle zihinlerde uzun süreliğine yer edecek.
Gözlem gücüyle okurunu şaşırtmayı başaran Paley, kendi deyişiyle, yaşadığı ülkenin ve şehrin sakladıklarını gün yüzüne çıkarmaya, anlatılmayanı anlatmaya çalışırken, hayatın iç acıtan keskin yönlerini kendine has iyimserliğiyle yumuşatıyor. Bu son derece gerçekçi ve kimi zaman taşıdıkları dramatik içerikle zıtlaşan eğlenceli diyaloglara dayalı öykülerde, New York'un alt sınıf insanlarının, göçmenlerin, bekâr annelerin, aldatılan karıkocaların yaşamlarına bütün doğallığı içinde tanık oluyoruz.
Kadınlar hakkında yazmanın başlı başına ''politik bir eylem'' olduğunu vurgulayan yazarın; kadın-erkek ilişkilerini, anneliği, evlilik ve cinselliği ele alışındaki eleştirel ve alaycı tavır, gerçekliğin en ağır meselelerini yüzümüze vururken bile elden bırakmadığı mizahi anlatım, onu bütünüyle özel bir yazar hâline getiriyor.
''Bu zamanda âşık olmak için şaşı, camdan dışarıya, oturduğun buz gibi soğuk sokağa bakmak için de kör olman gerekiyor.''
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ölü Dilde Bir Hayalperest, Yazar: Grace Paley, Çevirmen: Püren Özgören, DeliDolu Yayınları, 2020, 208 Sayfa
TÜRBÜLANS - NAİLE DİRE
Be hey ben sevdalanıp ordu kuracağım
Kız gibi bir ordu vahşi değişken
Çekip cenkleşecek kadar ani
Nasıl ki düşer adım dillere hayret
Adım ular kendini esmer kavsine
Buzun suya dönerken çıtırtısı adım
Öfkesi üzerime olsun tanrının be hey
Günahı boynuma ettiklerimin kız gibi!
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Türbülans, Yazar: Naile Dire, İthaki Yayınları, 2020, 56 Sayfa
İSLAM-SOSYALİZM BOLŞEVİK DEVRİMİ VE DİN - OSMAN TİFTİKÇİ
Çalışma Sovyet devriminin Türkiyeli okur tarafından pek bilinmeyen bir yanını, Bolşeviklerin dini alandaki politikalarını ve bu politikaların Müslüman toplumlar üzerindeki etkilerini inceliyor. Bu konuda, İslami kesimden bazı araştırmacıların çalışmaları vardı. Fakat gelişmeleri sol bakışla inceleyen bir çalışma ilk kez yapılıyor.
Kitabın önemli bir özelliği, 1905'ten 1930'lu yıllara kadar olan dönem için birinci el Osmanlıca kaynakları kullanması. Dönemin İslamcı yayın organları olan Sırat-ı Müstakim, Sebilürreşad, İslam Mecmuası ve bazı günlük gazetelerin yanı sıra, dönemin sol yayın organları (İştirak, Kurtuluş, Aydınlık, Yeni Hayat, Emek,vd) bunlar arasında. Bunların yanı sıra çalışmanın ana kaynağını, Bolşevik devriminden sonra Türkiye'ye gelen milliyetçi-İslamcı siyasi liderlerin, aydınların çıkardığı dergiler oluşturuyor. Bu dergiler 1917 Şubat ve Ekim devrimlerinde sorumlu düzeylerde bulunmuş kişiler tarafından çıkarılıyordu. Bu dergilerin ilgi alanı hemen hemen tümüyle Sovyetler Birliği ve Müslümanlardı. Bunlar Sovyet basınını takip ediyor, birinci elden haberler ve yorumlar alıyorlardı. Dolayısıyla bu dergiler Sovyetler Birliği ve Müslümanlar arasındaki gelişmeler için birinci el kaynak durumundaydılar.
Kitapta başlıca iki konu üzerinde duruluyor. İlk olarak İslam dünyasında, İslam ve sosyalizm arasındaki ilişkiye dair düşünceler, tarihi seyri içinde inceleniyor. İslamiyet ile sosyalizmi bağdaştıran görüşlerin esas olarak 1905 Rus devrimi ile birlikte İslam dünyasının gündemine girdiğini görüyoruz. İkinci olarak, Sovyet iktidarlarının din ile mücadeleye yönelik çalışmaları, bu çalışmalara karşı oluşan tepkiler, geri adımlar ve Rusya Müslümanlığındaki değişimler günümüze kadar inceleniyor.
Eser Rusya Müslümanlarının siyasi hareketlerine ve dini yapılanmalarına geniş yer veriyor. Rusya Müslümanları homojen bir yapıya sahip değillerdi. Orta Asya (Türkistan) ve Kuzey Kafkasya (Dağıstan) Müslümanları ile Azeriler, Volga boyu ve Kırım Müslümanları, toplumsal-ekonomik yapı bakımından çok farklıydılar. Bu farklar siyasi ve dini tavırlara da yansıyordu. Bu nedenle Rusya Müslümanları içinde Cedidciler ve Kadimciler mücadelesi ortaya çıkmıştı. Başını Orta Asya Müslümanlarının çektiği Kadimciler (Gelenekçiler) ile, liderliğini Kırım ve Volga boyu Tatarlarının, Azerilerin yaptığı Cedidciler (Yenilikçiler) arasındaki mücadele çalışmada ayrıntılarıyla ele alınıyor. Bu noktada, Cedidci aydınların ve ulemanın sadece Rusya Müslümanları içinde değil, genel olarak İslam dünyasında oynadığı öncü reformist rolü izleyebiliyoruz.
Kitapta Cedidci hareketin Şubat devrimi ve Ekim devrimi karşısındaki farklı tavırları, bunun nedenleri, Cedidci hareketin Bolşevik devrimi sürecinde tarihten silinmesine yol açan iç dinamikleri ayrıntılarıyla tartışılıyor.
Uygulanan ekonomik, siyasi, sosyal ve dini politikalar sonucunda Sovyetler Birliği (Müslüman cumhuriyetler dahil) 1970'li yıllarda dünyadaki en laik, dinin toplum üzerindeki etkisinin en az olduğu ülke haline geldi. Müslüman toplumlardaki dini dönüşüm çalışmada örnekleriyle anlatılıyor. Sovyet sisteminin çöküşü ve kapitalizmin resmen kuruluşuyla birlikte dini gericiliğin nasıl geri geldiği de kitapta örnekleriyle inceleniyor.
Kısacası, kitap bu konudaki tartışmalara yeni bir soluk getiriyor...
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: İslam-Sosyalizm Bolşevik Devrimi ve Din, Yazar: Osman Tiftikçi, Nota Bene Yayınları, 2020, 408 Sayfa
HAZİRAN - SELÇUK BARAN
Selçuk Baran’ın yedi öykü kitabı daha önce Yapı Kredi Yayınları’ndan Ceviz Ağacına Kar Yağdı (2008) adıyla tek ciltte toplanmıştı. Bütün öyküleri şimdi gözden geçirilerek, yazar portreli kapaklarla ayrı ayrı basılıyor.
Selçuk Baran’ın ilk öykü kitabı Haziran (1972) 1973 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’ne değer görülmüştü. “Ceviz Ağacına Kar Yağdı”, “Zambaklı Adam”, “Kavak Dölü” gibi yirmi bir unutulmaz öyküden oluşan kitap çıktığı tarihte güçlü bir yazarın gelişini müjdelemişti.
Yalnızlık ve umutsuzluk dolu öykülerinde düşsel, şiirli bir hava yaratmakta başarı gösterdiği kabul edilen Selçuk Baran, Behçet Necatigil’den Vedat Günyol’a, Füsun Akatlı’dan Selim İleri’ye, Hulki Aktunç’tan İbrahim Yıldırım’a, İnci Aral’dan Behçet Çelik’e pek çok yazarın övgüyle üstünde durduğu, ancak günümüz okuru tarafından daha fazla keşfedilmeyi bekleyen bir yazar.
“Hayır, baharla gelen bir ruh zayıflığı filan değildi! Ne münasebet! Gerçi gözlerimin hafifçe dolduğunu yadsımıyorum. Bekâr bir kızın çiçek alması dokunur bana. Hepsi bu işte!”
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Haziran, Yazar: Selçuk Baran, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 136 Sayfa
Vitrin: Yeni Çıkanlar
Sevgili İleri Kitap takipçileri ve kitap severler, haftanın yeni çıkanları arasından sizler için bir derleme yaptık. Beğeneceğinizi umuyor, keyifli okumalar diliyoruz.
06-09-2020 00:00

ICKABOG – J.K. ROWLING
J.K. Rowling’in Türkiye’deki yayıncısı Yapı Kredi Yayınları‘nın internet adresinden 1 Eylül 2020 ve 16 Ekim 2020 tarihleri arasında dizi şeklinde yayımlanacak olan Ickabog’a 23 Ekim 2020 tarihine kadar http://www.ykykultur.com.tr/ickaboghikaye adresinden ulaşılabilecek. Dizi şeklinde ve ücretsiz olarak yayımlanacak olan Ickabog, J.K. Rowling’in bundan on yıl kadar önce, kendi çocuklarına uykudan önce anlatmak için kaleme aldığı özgün bir masal.
İlk üç bölümü resmî internet sitesinden (www.ickabog.com) ve İngilizce olarak yayımlanan hikâye, ilk kez 26 Mayıs 2020’de okurlarıyla buluştu. Daha sonra ise siteye 10 Temmuz 2020’ye kadar hafta içi her gün yeni bölümler eklendi.
Hayali bir ülkede geçen ve J.K. Rowling’in diğer çalışmalarıyla hiçbir bağı olmayan Ickabog, yazarın metinlerinde sık sık işlenen temaları da içeren tek bir hikâyeden oluşuyor.
Çocuklarının çok sevdiği bu hikayeyi Covid-19 salgını döneminde yaşanan sokağa çıkma kısıtlamaları sırasında paylaşmaya karar veren Rowling, bunu çocukları, anne - babaları ve çocuklarla ilgilenenleri eğlendirmesi için yapmış.
J.K. Rowling, basılı ve e-kitap versiyonları da Aralık ayında yayımlanacak olan Ickabog’un satışından elde edilecek olan teliflerin tamamını İngiltere ve dünyada pandemiden zarar gören kişilere yardım eden projelere bağışlayacak.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ickabog, J.K. Rowling, Yapı Kredi Yayınları, 2020
UÇUCU BEDENLER BEDENSEL BIR FEMINIZME DOĞRU - ELIZABETH GROSZ
Queer kavramının, yurt içinde ve yurt dışında teorik ve pratikte yaptığı sıçramaya ve queer kavramıyla ilişkili var olan ya da ortaya çıkabilecek mikro politikalara temas etmeyi hedefleyen bu seri, queer teoriyi LGBT'lere özgü bir kimlik politikası olmanın ötesine taşıyarak teorileştirmeyi de sorgulamanın peşinde olacaktır. Queer teori ile iktidar, marjinallik, ayrıcalık ve normativiteyi ele alan diğer sosyal ve kültürel teorilerarasındaki ilişkilere ya da anlaşmazlık noktalarına odaklanacak olan bu eserler, eleştirel ırk ve kimlik teorileri, antropoloji, Marksizm, Anarşizm, Postyapısalcı teori,feminist teori, erkeklik çalışmaları, sakatlık çalışmaları, güncel sanat ve görsel kültür teorileri ve queer kavramının kapsamına giren her türden metinle kesişecektir.
Uçucu Bedenler, bedeni, çeperden alıp incelemenin merkezine çekecek ve böylece bedenin öznelliğin ana "maddesi" olarak kavranmasını sağlayacak bir yeniden düşünme çalışmasıdır. Özne, bedenli bir varlık olarak tanındığında, özgüllüklerinin nötrleştirilmesi ve yok sayılması kolaylıkla mümkün olmaz; kadının erkek tanımı içine batırılması sonucunda, kadının başına gelen bu olmuştur. Beden, cinsel farkın müttefikidir ve görünürde tehlikesiz olan, ancak kadınların kültürel ve entelektüel olarak ortadan kaldırılmasını gizleyen, fallus merkezci bir takım kabullerin sorgulanmasında anahtar bir terimdir: hümanizmin evrenselci ve evrenselleştiren kabullerini sorgulamaya yardım eder. Hümanizm kavrayışı üzerinden kadınların —ve tüm başka grupların— özgüllükleri, konumları ve tarihleri geçersiz veya gereksiz kılınmıştır. Beden, öznenin içselliğine bir insan doğası atfetme eğilimine direnir; ve öznelliği birbirini dışlayan iki alana ayıran düalizm eğilimlerine karşı koyar. Ancak, tabii ki, bedenin de müzakere edilmesi ve ilgilenilmesi gereken problemleri, riskleri ve tehlikeleri yok değildir. Bu kitap, aynı zamanda, kendisinin doğrudan tartışmadığı bir şey "hakkında". Bu kaygan ve muğlak terimin tüm zengin titreşimleriyle birlikte, bu kitap cinsellik "üzerine". Bu terimin, kitap kapsamında ilgilenilen meseleler bağlamında geçerli olan en az dört farklı anlamı var. Birincisi, cinsellik, bir özneyi bir nesneye yönelten, bir dürtü, bir impuls veya bir tahrik olma biçimi olarak anlaşılabilir. Psikanaliz, cinselliğin bir dürtü olarak incelendiği büyük bilimdir. İkincisi, cinsellik, bedenleri, organları, hazları ve çoğunlukla ama her zaman olmamak koşuluyla, orgazmı içeren bir edim, bir dizi pratik veya davranış olarak anlaşılabilir. Üçüncüsü, cinsellik bir kimlik bakımından da anlaşılabilir. Bugün yaygın biçimde toplumsal cinsiyet terimiyle tarif edilen bedenlerin cinsiyeti, en az iki farklı biçim önerir, ve genelde kadın-erkek ikili karşıtlığı üzerinden anlaşılır. Ve dördüncüsü, cinsellik çoğunlukla, öznelerin arzularının, farklarının ve bedenlerinin haz arayışlarının belli biçimleri olduğunu belirten bir dizi yönelime, konumlanmaya ve arzuya işaret eder.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Uçucu Bedenler Bedensel Bir Feminizme Doğru, Yazar: Elizabeth Grosz, Çevirmen: Kevser Güler, Nota Bene Yayınları, 2020, 328 Sayfa
KOLEKTIF HAFIZA KITABI
Son otuz yılda beşerî ve sosyal bilimlerde çok az kavram “kolektif hafıza” kadar ilgi konusu oldu. Terim akademinin sınırları dışında, siyaset ve gazetecilikte de sık sık kullanıldı; dünyanın önde gelen gazetelerinin birinci sayfalarında ve iktidar sahiplerinin konuşmalarında kendine yer buldu. Mevcut toplumsal, siyasal ve kültürel durumu anlamak için anahtar bir kavram haline gelen “kolektif hafıza”, farklı ama birbiriyle bağlantılı fenomenleri irdeleyip yerli yerine oturtmada bugün artık kılavuz ilke konumunda.
Gelgelelim, terimin anlamı, kökeni ve içerimi hakkında hâlâ büyük bir kafa karışıklığı var. Kolektif Hafıza Kitabı işte bu kafa karışıklığını giderme yönünde atılmış büyük bir adım. Kolektif hafızayı konu edinen eski ve yeni çalışmaları, çığır açıcı metinlerden bulunması zor klasiklere varıncaya dek, belli başlıklar altında (Öncüler ve Klasikler; Tarih, Hafıza ve Kimlik; İktidar, Siyaset ve Mücadele; Medya ve Aktarım Tarzları; Hafıza, Adalet ve Çağdaş Dönem) bir araya getiren bu eser, alana esaslı bir giriş yapmak isteyen öğrenci ve akademisyenler açısından vazgeçilmez bir kaynak.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kolektif Hafıza Kitabı, Yazar: Jeffrey K. Olick (Derleyen), Vered Vinitzky-Seroussi (Derleyen), Daniel Levy (Derleyen), Çevirmenler: Zehra Can, Ümit Keskin, Tarık Özbek, Dipnot Yayınları, 2020, 364 Sayfa
YENI KARANLIK ÇAĞ TEKNOLOJI VE GELECEĞIN SONU - JAMES BRIDLE
Neyi, nasıl bildiğimiz ve bilemediğimiz hakkında Yeni Karanlık Çağ.
Teknolojinin geçtiğimiz yüzyılda yakaladığı ivme gezegenimizi, yaşadığımız toplumları ve bizleri hızla dönüştürdü, ama bunlara dair kavrayışımızı dönüştüremedi. Bugün teknolojik sistemlere öylesine gömülmüş haldeyiz ki pratiğimizi de düşünce tarzımızı da onlar şekillendiriyor artık. Ne bu sistemlerin dışında durabiliyoruz, ne de onlarsız düşünebiliyoruz.
Karşı karşıya olduğumuz en büyük sorunların bir sorumlusu da sahip olduğumuz teknolojilerdir: İnsanların çoğunu yoksullaştırıp zenginle fakir arasındaki uçurumu her gün biraz daha genişleten zıvanadan çıkmış bir ekonomik sistem; siyasal ve toplumsal mutabakatlardaki çöküş ve bunun sonucu olarak milliyetçiliğin, toplumsal ayrışmaların, etnik çatışmaların ve gölge savaşların tüm dünyada artması; hepimiz için varoluşsal bir tehdit oluşturan küresel ısınma.
Teknolojinin bizi götürdüğü yerde deliye mi döneceğiz, yoksa huzur mu bulacağız; bu sorunun cevabını dünyadaki yerimizi, birbirimizle ve makinelerle ilişkimizi düşünme, kavrama biçimimiz verecek. Benim sözünü ettiğim "karanlık", bir nihilizmin sonucu değil. Mevcut krizin beraberinde getirdiği fırsatla alakalı daha ziyade; önümüzü net biçimde görüp dünyada anlamlı, sorumlu, adaletli bir tavır geliştirmekte yaşadığımız o bariz sıkıntıyla alakalı.
- James Bridle
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Yeni Karanlık Çağ Teknoloji Ve Geleceğin Sonu, Yazar: James Bridle, Çevirmen: Kemal Güleç, Metis Yayıncılık, 2020, 280 Sayfa
Vitrin: Yeni çıkanlar
Geçtiğimiz haftalarda yayın hayatına kazandırılıp raflarda yerini alan kitaplar arasından siz kitap okurları için özenle seçip derledik. Keyifli okumalar ve iyi haftalar dileriz.
16-08-2020 01:01

HAMAMNAME - MURATHAN MUNGAN
Böyle bir kitap yazma düşüncesi, daha ben Ankara’da yaşarken seksenlerde ortaya çıkmıştı. 1995 yılında 40. yaşım için hazırladığım Murathan ‘95 kitabımda yer alan “Ufuk Ayarı” bölümündeki “Ölmeden Önce” başlıklı yazımda okurlarımı bu tasarımdan şöyle haberdar etmiştim: “‘Hamamname’ diye bir kitap yıllardır dönüp duruyor kafamın içinde. Bir gizli tarih romanı. Birkaç, yüzyıl önce bir İstanbul hamamına yerleştikten sonra, çeşitli hamamları gezerek günümüze kadar gelmiş, bir hamam cininin ağzından, İstanbul’un son birkaç, yüzyılını, yalnızca hamamdan görünen yanlarıyla dinlemeyi ve dinletmeyi amaçlıyorum. İstanbul’un hamamlar tarihiyle, gündelik hayat ve bireysel hayatlar arasındaki büyük dolambaçlar, yeraltı tarihleri, külhanlar, su sarnıçları... Osmanlı sanatları ile çağdaş, anlatı teknikleri arasında yeni bir dil arayışı amaçlıyorum.”
Oysa Hamamname’yle ilgili ilk notlar bu bilgilendirmeden çok sonra 26 Haziran 2009 yılından başlayarak kâğıda dökülmeye başlamıştı. Sonrası gene yıllar.
Hamamname, ilk şiir kitabım Osmanlıya dair Hikâyat’tan sonra, Osmanlı malzemesine bu çapta bir yoğunlukla ilk geri dönüşüm sayılabilir.
Bu kitabın harcında başta Reşad Ekrem Koçu olmak üzere, Ebüzziya Tevfik, Ahmet Refik, Enderunlu Vâsıf, Ahmet Rasim, Sermet Muhtar Alus, Semavi Eyice, Hamamcılar kethüdası Derviş Ismail, Enderunlu Fâzıl Bey gibi nice yazarın bıraktığı mirasın hakkı vardır. O mirasın nefesiyle yazılmıştır.
Murathan Mungan
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Hamamname, Yazar: Murathan Mungan, Metis Yayıncılık, 2020, 192 Sayfa
HAYAL KURMAK BEDAVA: ÖZGÜRLÜK HAYALI - FUAT SEVIMAY
"Hayal ederseniz hayattan ne isteyeceğinizi bilirsiniz."
Hayallerinde kâh geçmişe kâh geleceğe giden Kerem ve arkadaşları buna o kadar alışırlar ki evdeyken de hayal kurmaya devam ederler.
Bu seferki yolculukları uzaklara değil kendi tarihlerine doğru uzanır, Milli Mücadele günlerine…
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Hayal Kurmak Bedava - Özgürlük Hayali, Yazar: Fuat Sevimay, Hep Kitap, 2020, 64 Sayfa
KISA İTALYA TARIHI - JEREMY BLACK
İtalya tarihine baktığımızda Eski Roma, Hıristiyanlık, Rönesans sanatı, Akdeniz ticareti, dağlar ile vadiler, volkanik felaketler, salgın hastalıklar, savaşlar, Faşizm, Mafya, siyasal istikrarsızlık gibi başlıklarla karşılaşırız. Bütün bu konular arasındaki bağlantıları açıklamak önemlidir. Siyasal birliğin geç sağlanması, kent ilericiliği ile kır bağnazlığı, kentlerin aşırı gelişip salgın hastalıklara davetiye çıkarması gibi tarihsel özellikler İtalya'nın dağlık coğrafyasıyla ilişkilidir…
Volkanik felaketler dinsel arayışların güçlenmesinde etkili olmuş, Katolikliğin siyasal bir nitelik kazanmasına zemin hazırlamıştır... Kısa İtalya Tarihi bu bağlantıları kurmayı başarıyor, İtalya'yı anlamak ya da görmek isteyenlere mükemmel hareket ve varış noktaları öneriyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kısa İtalya Tarihi, Yazar: Jeremy Black, Çevirmen: Ekin Duru, Say Yayınları, 2020, 312 Sayfa
PLANETARY CILT 1: DÜNYANIN DÖRT BIR YANINDA VE DIĞER ÖYKÜLER - WARREN ELLIS
“Kışkırtıcı ve bağımlılık yaratan bir seri.
Çizgi roman dünyasının en iyilerinden.”
ENTERTAINMENT WEEKLY
Efsane TRANSMETROPOLITAN serisinin yaratıcısı Warren Ellis PLANETARY’de modern süper kahraman geleneğini baştan aşağı değiştirerek tüm zamanların en sıradışı çizgi roman hikâyelerinden birini anlatıyor.
Bu cilt, yüz yaşındaki bir adam, Elijah Snow’un, inanılmaz güçlü ve canı sıkkın bir kadın, Jakita Wagner’in ve makinelerle iletişim kurabilen Davulcu’nun maceralarını içeriyor. Süperinsan faaliyetlerini belirlemekle görevli bu gizem arkeologları diğer evrenlere erişebilen İkinci Dünya Savaşı dönemi süperbilgisayarı, intikamcı bir hayalet ve ölen canavarların olduğu kayıp bir ada gibi bilinmeyen paranormal sırları ve mazileri açığa çıkarıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Planetary Cilt 1 - Dünyanın Dört Bir Yanında ve Diğer Öyküler, Yazar: Warren Ellis, İthaki Yayınları, 2020, 160 Sayfa
ANTZUGI MORTZUG (ERMENICE) - VAHRAM TORKOMYAN
İstanbul Ermenilerinin toplumsal, entelektüel ve dini hayatına dair eşsiz bir tanıklık sunan bu hatırat, araştırmacı-yazar, saray çevrelerinde de tanınan saygın bir hekim olan Dr. Vahram Torkomyan'ın kaleminden 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Osmanlı İmparatorluğu başkentindeki yaşamın çok katmanlı yapısını gözler önüne seriyor. Üsküdar'da doğan yazar, ailesini ve yaşadıkları çevreyi, Surp Haç Ermeni Okulu'nda başlayan eğitim hayatını, öğretmenlerini, sınıf arkadaşlarını, mahalledeki toplumsal hareketleri, semtin kilisesini ve orada hizmet veren din görevlilierini anlattıktan sonra, tıp eğitimi almak için Üsküdar'dan çıkıp İstanbul'un diğer semtlerine gidişini, oralarda başından geçenleri renkli bir dille aktarır. Torkomyan'ın macerası İstanbul'la sınırlı kalmayacaktır. Tıp öğrenimine Paris'te devam eden yazar, İzmir ve Marsilya üzerinden Paris'e gidiş gelişlerini, orada yaşadıklarını, Fransa Ermeni toplumu ile ilişkilerini de tasvir eder. Torkomyan, kitap halinde ilk kez yayımlanan hatıratının ikinci kısmında, Mütareke döneminde Ermenistan Cumhuriyeti delegasyonunun İstanbul'da yaptığı görüşmelere dair tanıklıklarını da ayrıntılarıyla paylaşır.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Antzugi Mortzug – Ermenice, Yazar: Vahram Torkomyan, Aras Yayıncılık, 2020, 592 Sayfa
Vitrin: Yeni çıkanlar
Yeni çıkan kitaplardan sizler için derlediklerimizi beğenilerinize sunuyoruz. Keyifli okumalar…
10-03-2019 00:10

İleri Kitap
ARAMIZDAKİ AĞAÇ – SEMA KAYGUSUZ
Sema Kaygusuz’un düz yazılarını bir araya getirdiği Aramızdaki Ağaç 21 yazıdan oluşuyor.
"Şimdi diyorum ki dost, aramıza koyacağımız udu henüz hak etmedik biz. Meragi’nin bestelediği Şirazi güftelerinden bihaber kan koklayan vahşi hayvanlar gibi kör olası cahilliğimizle ömürsüz güzelliği arıyoruz yüreğimizde. Ne kültürsüzlükle ne de savaşla açıklanabilecek bir nasipsizlik bizimkisi. İnsanı anbean çürüten meraksızlık. Diyorum ki, gel yürekten bir meydan okumayla aramıza ud-i mükemmel’i koyalım. Parçalamak için ama. Telleri sökerek deneyelim önce, ud-i ekmel olalım. Baktık olmuyor, anlayamadık, bir tel daha söküp kâmil olalım. O da olmadı hamlığı göze alıp telsiz bir tekne yapalım seninle, yahu bundan saz olur mu diye birbirimize soralım. O da olmadı öd ağacının kaba kütüğüyle baş başa, bomboş, apaçık, yapyalnız olalım.
Dost. Mümkünse bir ağaç bulunsun aramızda. Kendi ödümüzdeki arzudan başlayalım."
KÜNYE: Aramızdaki Ağaç, Sema Kaygusuz, Metis Yayınları, 2019, 120 Sayfa
OZ BÜYÜCÜSÜ - LYMAN FRANK BAUM
1900 yılında yayımlanan Oz Büyücüsü, yazarı L. Frank Baum’un ifadesiyle “merak ve eğlencenin korunduğu, kederin ve kâbusların dışarıda bırakıldığı modern bir masal” olmayı amaç edinir. Amerikan edebiyatının ilk masalı olarak görülen eser, 1890’ların Amerika’sındaki ekonomik, politik ve toplumsal durumun sembolik bir alegorisi olarak değerlendirilir ve Batı’daki çiftçilerin durumunu, dönemin altın piyasasını ve İç Savaş’tan sonra çalışamayıp ekonomik sorunlar yaşayan işçileri sembolize eden unsurlar taşıdığı ileri sürülebilir. Söz konusu alegorik özelliği ve hayali öğeleriyle hem çocuklara hem de yetişkinlere hitap eden bu klasikleşmiş eser, bir kasırgaya kapılan küçük Dorothy ile köpeği Toto’nun Kansas’ın uçsuz bucaksız çayırlarından fantastik Oz Diyarı’na uzanan yolculuğunu ve bu serüvende edindikleri sıra dışı dostları anlatır. Çıktıkları zorlu ve tuhaf yolculukta Korkuluk beynini, Teneke Adam kalbini, Aslan da cesaretini ararken Dorothy’nin tek istediği Kansas’a, teyzesiyle eniştesinin çiftliğine geri dönebilmektir. Ne de olsa insanın evi gibisi yoktur…
KÜNYE: Oz Büyücüsü, Lyman Frank Baum, Çevirmen: Volkan Yalçıntoklu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2019, 144 Sayfa
DUYGUSAL AJANLAR - DORİS LESSİNG
İnanmak ya da inanmamak: İşte tüm mesele bu.
Duygusal Ajanlar, 2007 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Doris Lessing'in, fantezi ve felsefeyi harmanlayan politik bilimkurgu başyapıtı "Argos'taki Kanopus Arşivleri" dizisinin beşinci ve son cildi.
Lessing’in, milyonları “yönlendiren” yöneticilere karşı uyarı niteliğindeki bu politik romanı, üstü örtülü şekilde Fransız İhtilali’nden, II. Dünya Savaşı’ndan ve Nazilerin yarattığı yıkımdan bahsederek; sosyo-politik göndermeleri ve hatta yer yer psikosomatik çıkarımlarıyla dikkatleri üzerine çekiyor.
Söylem ve manipülasyonun gücünü ve tehlikesini vurgularken tarihsel gerçekliklerden de ilham alan Duygusal Ajanlar, Niran Elçi’nin pürüzsüz çevirisi ve Delidolu’nun özenli baskısıyla ilk kez Türkçede!
Kanopus’un hükümranlık alanının çok ötesindeki Volyen İmparatorluğu büyük kargaşa içinde. Manipülasyon, yalan, kandırmaca ve “Söylem” sayesinde, yönetim kademesi, halkı köleleştirmiş. Üstelik, bu konuda o kadar yetkinler ki, gözlem için gönderilen Kanopus ajanı Incent bile etkilenmiş, nesnelliğini yitirmiş, gerçeklik algısını kaybetmiş… Şimdi, tedavi ve yeniden yapılanmadan başka çare yok.
Şikeste ile başlattığı “öznel dünya tarihini” Duygusal Ajanlar ile nihayete erdiren Doris Lessing, belagatin gücünü dünya tarihinden örneklerle vurguladığı bu politik bilimkurgu romanında, inanmak ile inanmamak arasındaki o ince çizginin köklerine iniyor.
KÜNYE: Duygusal Ajanlar, Doris Lessing, Çevirmen: Niran Elçi, Deli Dolu Yayınları, 2019, 268 Sayfa
KARL MARX VE DÜNYA EDEBİYATI - S. S PRAWER
Karl Marx ve Dünya Edebiyatı, Marx’ın edebiyatla ilişkisine odaklanan eşsiz ve öncü bir yapıt. Marx’ın edebiyatla bir okur, bir düşünür, bir yazar ve bir baba olarak sanıldığından ve bilindiğinden çok daha yakından ilgili olduğunu sistematik bir şekilde ortaya seren Prawer’a göre, Marx’ın ve eserlerinin ayırt edici özelliklerinden biri de edebiyatla kurduğu sıradışı ilişkidir.
Marx, dilin saflığını ve doğruluğunu ilgilendiren her konuda titiz bir yazardı. Bu yüzden Goethe, Lessing, Shakespeare, Dante ve Cervantes’i kendine üstat olarak seçmiş, onların eserlerini neredeyse her gün okumuştu. İktisadi gerçekleri ve tutumları akılda kalıcı bir şekilde özetleyen sözler bulmak için Latin klasiklerini didik didik etmişti. Edebî alıntı ve göndermeleri okurlarıyla kültürel bir etkileşim yaratmak için nasıl kullanabileceğini daha gazetecilik yıllarında keşfetmişti. Başta Kapital olmak üzere yazdığı bütün metinlerde popüler balad, şarkı, tekerleme, mitolojik hikâye, özdeyiş, masal, şiir, oyun ve destanlara göndermelerde bulunmuştu. Sadece yabancılaşmaya karşı zafer kazanma ve daha adil bir topluma ulaşma yolunda edebiyatın ve sanatın hayati bir rol oynadığına inanan bir düşünür değildi Marx; kızlarını büyütürken müthiş bir hikâye anlatıcısıydı da. Farklı dillerdeki şiirleri ve oyunları yüksek sesle okur, bunların anlamları kadar seslerin ritimlerinden de zevk alırdı. Dostlarına Shakespeare’in ve Dickens’ın eserlerinden adlar takmaktan hoşlanırdı. Yunanca, Latince, İspanyolca, Rusça, Fransızca, İngilizce ve Almanca edebî eserleri hem eğlenmek hem de öğrenmek amacıyla okuyan bir kitap kurduydu. Evinde düzenli olarak Shakespeare okuma toplantıları yapılan Marx için Rus ziyaretçisi Maksim Kovalevski boşuna “fazlasıyla kültürlü bir İngiliz-Alman centilmeni” dememişti…
Karl Marx ve Dünya Edebiyatı, işte bu sıradışı “centilmen”in edebiyatla kurduğu içten ve derinlikli ilişkinin benzersiz bir dökümü…
KÜNYE: Karl Marx ve Dünya Edebiyatı, S. S Prawer, Çevirmen: Selin Dingiloğlu, Ezgi Kaya, Yordam Kitap, 2019, 384 Sayfa
ELLEN WİLKİNSON BİR SOSYALİST VE FEMİNİSTİN HAYATI - LAURA BEERS
Korkusuz bir feministti Ellen Wilkinson. Kızıl saçlarıyla her yerde kendini belli eden, ne olursa olsun mücadelesinden vazgeçmeyen başarılı bir kadın. Sadece Britanya sınırlarında değil, tüm dünyada adaleti sağlamanın peşindeydi. Halka seslendi, parlamentoda saatler süren oturumlarda yılmadan görüşünü savundu, iki yüz işsiz erkeğin hükümete taleplerini iletmek için yaptığı beş yüz kilometrelik yürüyüşe liderlik etti.
Laura Beers uzun yıllar süren araştırmasının ürünü olan Ellen Wilkinson: Bir Sosyalist ve Feministin Hayatı kitabında bir yandan 20. yüzyılın tutkulu feministinin yaşamöyküsünü anlatırken bir yandan da savaş atmosferindeki dünyanın sorunlarının izini sürüyor.
KÜNYE: Ellen Wilkinson: Bir Sosyalist ve Feministin Hayatı, Laura Beers, Çevirmen: Cemre Ömürsuyu Seyis, HepKitap, 2019, 584 Sayfa
ÜSTAT PİRE: İKİ ARKADAŞIN BAŞINDAN GEÇEN YEDİ MACERA - E. T. A. HOFFMANN
Çekingen mizaçlı Peregrinus Tyss, bir Noel akşamı hediyeler götürdüğü bir evde esrarengiz Dörtje Elverdink'le karşılaşır. Dörtje başının dertte olduğunu söyleyerek ondan kendisini evine almasını rica eder. Bu sırada kentte bir pire terbiyecisi ve mikroskop ustası, pirelerinin ve güzel yeğeni Dörtje'nin ortadan kaybolduğundan yakınmaktadır. Peregrinus Tyss'ün arkadaşı George Pepusch da Magusa'lı Prenses Gamameh olduğunu iddia ettiği Dörtje'yi aramaktadır. Peregrinus, uzun zaman pire terbiyecisinin elinde tutsak olan ve şimdi kendisinden korunma talep eden Üstat Pire'yle yakınlık kurar. Pire aslında Prenses Gamameh olan güzel Dörtje'den kaçmaktadır ve Peregrinus'a Dörtje'nin onu asla ele geçirmemesi gerektiğini söyler. Yoksa pire halkı sonsuza dek tutsaklığa mahkûm olacaktır. Peregrinus, Dörtje'den etkilense de Üstat Pire'yi koruyacağına söz verir.
İlk kez 1822'de sansürlenerek yayımlananÜstat Pire'de Hoffmann, Alman romantizminin gözde yazın türü olan sanat masalının seçkin örneklerinden birini sergiler. Hoffmann'ın, dönemin Prusya'sına hâkim demagojik unsurları karikatürleştirdiğiÜstat Pire, fantastik öğelerle bezeli gerçek bir taşlamadır.
KÜNYE: Üstat Pire, E. T. A. Hoffmann, Çevirmen: Bilge Uğurlar, Türkis Noyan, Can Yayınları, 2019, 200 Sayfa
Mütareke yıllarında İstanbul’da sosyalist mücadele ve ittihatçılar
Bu çalışmada Erol Ülker, BOA ( Boğaziçi Osmanlı Arşivi), TİTE ( Türkiye İnkılap Tarihi Enstitüsü) ve TÜSTAV (Türkiye Sosyal Tarih Araştırmaları Vakfı), Komintern arşivlerindeki belgeleri, İstanbul’u işgal eden devletlerin, yani İngiltere ve Fransa’nın, arşiv belgeleriyle de bütünleyerek bize yepyeni ufuklar açan tezler sunuyor. Ülker, bugüne kadar ilişkilendirilmemiş olgulardan hareketle 1918-1920 dönemi İstanbul’daki direnişçi çevrelerin genel bir tablosunu çiziyor. İttihatçı ve milliyetçi çevreler ile sosyalistler ve komünistler arasındaki ittifak ve cephe arayışlarını örnekleyerek bunun İstanbul ile sınırlı kalmayıp Bakü’ye kadar uzandığı görüşüne ulaşıyor.
28-02-2021 00:04

Ufuk Akkuş
Tarih kolektif bellektir ve bu belleğin içeriği tarihçinin bakış açısına, yararlanılan kaynaklara göre değişim gösterir. Yeni arşiv belgeleri ve yeni bilgiler doğrultusunda tarih her seferinde tekrar tekrar yazılabilir. Geçmişin gerçeğinin bilinmesi geleceğe sağlıklı bakışın da temelini oluşturur. Sol tarihimiz de yeni bilgi ve belgeler ışığında yeniden yazılmakta ve geleceğe dair ufkumuz geliştirmektedir. Osmanlı-Türkiye tarihi, milliyetçilik, sosyal hareketler ve emek tarihi alanında araştırmalar yapan Erol Ülker “Mütareke’nin İlk Yıllarında İstanbul’da Direniş ve Sol 1918-1920” kitabında o dönemdeki sosyalist ve komünist hareketlere, onların ittihatçılar ile ilişkilerine yeni arşiv belgelerinin ışığında yeni değerlendirmeler getiriyor.
Erol Ülker’in anlatımıyla; Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarının büyük bölümü, başkent İstanbul da dahil olmak üzere, Kasım 1918’den itibaren fiilen işgal edildi.16 Mart 1920’de İngiliz, Fransız ve İtalyan askeri makamları İstanbul’un yönetimine el koydu. Bu arada “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) iktidardan düştüğü ve yöneticilerinin ülkeyi terk ettiği bu konjonktürde İstanbul, Trakya ve Anadolu’da yerel direniş hareketleri ortaya çıktı. Daha sonra bu hareketler merkezileşti ve TBMM’nin Nisan 1920’den itibaren göreve başladığı Ankara, direniş hareketinin merkezi haline geldi. Bu süreçte İttihatçılar resmi olarak ortadan kalkmalarına rağmen direniş hareketinin örgütlenmesinde önemli rol oynadılar. İttihatçılarla iyi ilişkiler içinde olan “Karakol Cemiyeti” de direniş hareketinde rol oynayan örgütlenmeydi. Bu cemiyet Avrupa kapitalizm ve emperyalizmine karşı sol radikal bir eğilime sahipti.
Ülker’in belirlemesine göre Karakol Cemiyeti’nin ne zaman kurulduğuna dair bilgiler üyelerinin anılarına ya da onlarla yapılan mülakatlara dayanıyor. Karakol liderleri, Anadolu hareketine katkılarının yanı sıra İstanbul’da bir direniş hareketinin örgütlenmesinde rol almışlar ve daha sonra “Müdafaa-i Milliye” örgütünün çekirdeğini oluşturacak mahalle komiteleri kurmaya başlamışlardır. Ülker’e göre Karakol ile Bolşevikler arasında ortaya çıkan temasa paralel olarak İstanbul’da ittihatçı, komünist ve sosyalist çevreler arasında yakınlaşma ve iş birliği gelişmiştir. İstanbul’da 1920 baharında başta ittihatçılar ve komünistler olmak üzere farklı siyasi eğilimleri içeren geniş bir koalisyonun ortaya çıkmış olabileceğini ve bunun da cephe örgütlenmesi şeklinde “Müdafaa-i Milliye” olarak isimlendirildiğini öne sürer. Karakol Cemiyeti’nin Bolşeviklerle ilişkileri 1919 yılında başlamıştır. Baha Sait, Karakol Cemiyeti’ni (ve Uşak Kongresi’ni) temsilen Bakü’ye gider ve “komünist parti”nin Kafkas temsilciliği ile Ocak 1920’de dostluk ve yardımlaşma anlaşmasını imzalar. Bu anlaşmaya göre karakol ve Bolşevikler arasında özellikle Kafkaslar Bölgesi’nde önem arz edecek stratejik bir iş birliği öngörülür. Baha Sait ayrıca bu şehirde faaliyet gösteren “Türk Komünist Fırkası”na katılmıştır. Geniş ölçüde savaş esirlerine dayanan bu grubun lider kadrosu içinde Küçük Talat, Salih Zeki, Nuri Paşa ve Halil Paşa gibi ittihatçılar önemli bir ağırlığa sahiptir. Bu grubun Bakü’nün Sovyetleştirilmesinde büyük katkısı olmuştur. Nisan 1920’de Bakü’ye giren 11. Kızıl Ordu Taburu’nda daha önce savaş esiri olan Müslüman-Türk subaylar da görev yapmaktadır.
1908 yılında işçilerin büyük bir grev ve örgütlenme dalgası esnasında sosyalist hareket önemli bir büyüme evresine girmiştir. Bu döneme kadar sol hareketlerin etkinlik alanı Bulgar ve Ermeni cemaati ile sınırlıyken İkinci Meşrutiyet’ten sonra sosyalistler Yahudi, Rum ve Müslümanlar arasındaki etkinliklerini artırmışlardır. “Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu”nun kuruluşu, İstanbul’da “Türkiye Sosyalist Merkezi”nin kurulması, 1910 Eylül başında İştirakçi Hilmi olarak da bilinen Hüseyin Hilmi tarafından kurulan “Osmanlı Sosyalist Fırkası” bu sürecin belli başlı dönüm noktalarıdır. Yalnız bu gruplar 1913’te gerçekleşen Mahmut Şevket Paşa Suikasti’nin ardından ortaya çıkan siyasal atmosferde varlıklarını sürdürememişler ancak Birinci Dünya Savaşı sona erdikten ve İTC iktidardan düştükten sonra yeniden kuruluş sürecine girebilmişlerdir. 1918 yılı sonlarında “Sosyal Demokrat Fırka” bu dönemde ortaya çıkan ilk sol partiler arasındadır. Mahmut Şevket Suikasti bahanesiyle sürgüne gönderilen İştirakçi Hilmi de İstanbul’a döner ve “Osmanlı Sosyalist Fırkası”nı bu defa “Türkiye Sosyalist Fırkası” ismi altında canlandırır. Ülker’in, Stefo Benlisoy’un “İstanbul Irgatları” başlıklı çalışmasından aktardığı gibi bu dönemde “Toplumsal Araştırmalar Grubu” ve bununla yakından ilintili “Dersaadet Amele Cemiyetleri İttihadı”nın hayatta kalan kimi kadroları, Mayıs 1920’de büyük bölümü Rumlardan oluşan “Beynelmilel İşçiler İttihadı”nın kuruluşunda önemli rol oynamışlardır.
“Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası” da (TİÇŞF) İstanbul’da mütarekenin ardından ortaya çıkan bir diğer önemli sosyalist partidir. Bu grubun kökenleri Dünya Savaşı sırasında Osmanlı hükümeti tarafından eğitim görmek üzere Almanya’ya gönderilen çok sayıda genç işçi ve öğrenciye dayanır. Türk Kulübünün yönetimini ele geçirdikten sonra, önce “Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi”ni daha sonra da “İşçi Derneği”ni oluşturarak Mayıs 1919’da “Kurtuluş” dergisini yayınlamaya başlarlar. Türkiyeli Spartakistler olarak da anılan bu grup ülkeye dönerek Eylül 1919’da Şefik Hüsnü’nün de kendilerine katılmasıyla birlikte TİÇSF’nin kuruluşu için hükümete başvurur. Bir diğer sol örgüt, temellerini Mustafa Suphi’nin attığı “Türkiye Komünist Teşkilatı”dır (TKT). İTC muhalifi olan ve Mahmut Şevket Paşa Suikasti’nden sonra Sinop’a sürgüne gönderilen Suphi, 1914 yılında Rusya’ya kaçar ve Bolşeviklere katılır. Moskova’da “Yeni Dünya” gazetesini yayımlamaya başlayan Suphi, Temmuz 1918’de Türk Sol Sosyalistleri Konferansı’nın düzenlenmesine eşlik eder. Bolşeviklere bağlı “Müslüman Komiserliği”nin Moskova binasında yapılan bu konferansta TKT’nin temelleri atılır. George Harris’e göre Müslüman Komiserliği’nin kuruluşuna öncülük eden ve bu konuda Şerif Manatov’u ikna eden Stalin’dir. Moskova’da ortaya çıkan TKT daha sonra faaliyet merkezini sırasıyla Kırım, Odesa, Taşkent ve Bakü’ye taşımıştır. Mütareke döneminde ortaya çıkan komünist çevrelerden biri olan Türk Komünist (Bolşevik) Grubu (TKBG) ya da Partisi, TKT ile yakın bağlara sahiptir. TKBG’nin İstanbul’daki üyeleri arasında Rusya’dan gelen subaylar ve savaş esirleri önemli bir yer tutmaktadır. TKBG üyelerinin aynı zamanda ittihatçı unsurlarla da temas kurduğuna dikkat çeken Ülker, İstanbul’da sosyalist ve komünist hareketin canlanmakta olduğu sıralarda ittihatçılar arasında dikkate değer bir sol radikal yönelimin ortaya çıktığını vurgular. İttihatçılar arasında radikalleşme sadece “Karakol Cemiyeti” ile sınırlı değildir. 10 Mayıs 1919 tarihli bir rapora göre Rusya’da Kafkas cihetlerinde bulunmuş Enver ve kardeşi Nuri Paşa’ya yakın bir grup zabitan, Osmanlı topraklarına döndükten sonra Bolşevizm propagandasına başlamıştır.
Erol Ülker, o dönemin önemli sosyalist figürlerinden Numan Usta, Vanlı Kazım, Hemşinli Mehmet gibi mücadele öykülerine de değinir. Bunlardan Numan Usta İstanbul’da mebus seçilen tek işçi temsilcisidir. Numan Usta’nın bu derece önemli başarı kazanması ittihatçı ikinci seçmenin kendisine verdiği desteğe bağlanır. Seçim arifesinde yapılan sosyalist ittifak dağılmış olup TİÇSF, TSF, ve SDF adayları seçilememiştir. Numan Usta ise İstanbul’un, 16 Mart 1920’de resmi olarak işgalinden sonra İngiliz makamları tarafından Malta’ya sürgüne gönderilmiştir.
Ülker, 1920 yılında Bolşevikler, Mustafa Suphi ve ittihatçılar arasında görüşme, uzlaşma ve görev dağılımından bahsetmenin anlamlı olduğunu söyler ve ekler. Bu çevreler Komintern’in Doğu Halkları Kurultayı’nda temsil edilirler. Burada milliyetçi ve komünist unsurların anti-kolonyalist ve anti-emperyalist bir eksende iş birliği yapmasına yönelik görüşler kabul edilir. Bu kararlar bir anlamda komünist ve ittihatçı unsurlar arasında pratik olarak hayata geçen iş birliğine siyasal ve ideolojik bir zemin sunmuştur.
1918-1920 yıllarında sosyalist ve komünist grupların mücadelesi ve ittihatçılarla ilişkilerine odaklanan Erol Ülker, Türkiye sosyalist hareketinin belli bir kesitini yeni arşiv belgeleri ve süreli yayınlar ışığında değerlendiriyor.
Künye: Mütareke’nin İlk Yıllarında İstanbul’da Direniş ve Sol 1918-1920, Erol Ülker, Sosyal Tarih Yayınları, 2020, 128 sayfa.v
Dayanışma yaşatır: Uçtu Uçamadı
Birlikte uçmak, birlikte kaybolmak ve birlikte bulunmak için ihtiyacımız olan şey; bazen sadece hakiki dostlarımızdır...
28-02-2021 00:01

Burcu Adıgüzel
2020’nin nadir güzel haberlerinden biri, Oliver Jeffers’ın resimli kitaplarının sonunda Türkçeye çevrilmeye başlanmasıydı. Can Çocuk, yıl sonunda bu müjdeli haberi verdi ve çocuk kitapları severlerini, bir de Oliver Jeffers hayranı olarak beni hayli mutlu etti.
Oliver Jeffers, iki kitaplık bir seri ile karşımızda. “Uçtu Uçamadı” ve “Kayboldu Bulundu”, bir penguen ile bir çocuğun dostluğunu anlatıyor.
“Bir zamanlar bir çocuk vardı. Günün birinde, kapısında bir penguen buldu…” “Bir zamanlar iki arkadaş vardı, bir tanesi uçmak istiyordu…” Böyle başlıyor hikâyelerimiz. Resimlemeler muazzam, cümleler kısa. Kısa ve etkili. Tüm maharetlerini özgün bir dille aktaran yazar, bir dostluğun içerisinde üçüncü bir kişi olarak yer almamızı sağlıyor.
Doğduğumuz yeri, bazen yaşadığımız yeri ve ailelerimizi seçemiyoruz. Ama dostlarımız öyle değil. Onları seçebiliyor ve bu büyüyle yaşayabiliyoruz. Paylaşmanın büyüsü. Üstelik sadece iyi, güzel, mutlu, eğlenceli anlarımızı değil; dayanışmayı, hüznü ve mücadeleyi de… Asıl büyü de burada başlıyor. Sınanarak oluşan dostluklar yıkılmaz bir kale gibi örüyor hayatımızı. Kimi zaman birileri haksızca hapsediliyor, adına evde kalmak deniyor ve dostluklar ısıtıyor bu soğuk günleri. Kimi zaman dünyada tek başımıza kaldığımız hissi gelip yapışıyor ve bir kapı zili değiştiriyor tüm duygu durumunu. Zaman değişiyor, kahramanlar da. Hikâye hep aynı kalıyor, dayanışma yaşatıyor.
Penguenimiz kendini mutsuz, yorgun ve kaybolmuş hissederken dostu onun huzurlu olması için her yolu deniyor. Çünkü hayat boyu yalnız kalmak, yalnız başımıza dans etmek, sınırsız müziğin içinde kaybolmak" tek başınaysan ne kadar keyifli olabilir ki? Bizim mutluluğumuzla gözlerinin içi gülen bir yoldaş, “Düştük.” dediğimizde elimizden tutan bir dost, bazen sadece birlikte susabildiğimiz bir arkadaşın yerini ne doldurabilir? Bunun cevabını arıyor kitabın satırları.
Hüzünlenmeyi ve kahkahayla gülmeyi garanti eden, iki küçük dostun boylarını aşan bir maceranın tanığı olmak için bu satırlara davetlisiniz.
Künye: Uçtu Uçamadı, Oliver Jeffers, Çev. Celal Üster, Can Çocuk, 2020, 40 sayfa.
Vitrin: Yeni çıkanlar
Haftnın yeni çıkan kitapları arasından sizler için derledik. Keyifli okumlar ve iyi pazarlar dileriz.
28-02-2021 00:00

HOCA, BABA, AMCA, BEN - MURAT UYURKULAK
Bir sabah, uykunun en tatlı yerindeyken, kapı zili acı acı öttü.
Bülbül zillerdendi, bana çocukluğumun geçtiği Aydın'daki aile evini, o evdeki mutsuzluğu ve yoksulluğu hatırlattığı için sevmezdim, ama değiştirmeye de cesaret edemiyordum, maziyle iyi kötü bir bağdı neticede.
Kalktım. Dedim herhalde ev arkadaşlarımdan biridir. Anahtarını falan unutmuştur. Açtım kapıyı, hoca, babam ve amcam karşımda duruyordu.
Sabahın daha o saatinde sallanıyorlardı içkiden.
Babamın elinde büyükçe bir bavul vardı.
Hoca, Baba, Amca, Ben, Murat Uyurkulak'ın 2017-2020 arası yazdığı öyküleri bir araya getiriyor. Kitaba adını veren ilk bölümde dört karakter üzerinden anlatılan hikâyeler var. Bu karakterlerden üçü, anarşistlikten komünistliğe uzanan muhtelif muhalif tonları olan üç alkolik. Gururlu, dürüst, yoksul, dışarıdan bakıldığında "kaybeden" diyebileceğiniz, ama kendilerini asla kaybetmiş görmeyen, hayat, memleket, dünya ve insanlar hakkında söyleyecek bolca sözleri olan, entelektüel karakterler. Rakıları, muhabbetleri, şehirleri ve ufaktan yaşadıkları gönül maceralarıyla her şeye rağmen kendileriyle barışık ve eğlenceli insanlar. Onların düşüncelerini ve hikâyelerini ise "oğul, yeğen ve öğrenci" olan, ortalarındaki "Ben" karakteri sayesinde okuyoruz. İkinci bölüm "Tuhaf Şahıslar Albümü"ndeyse ilginç karşılaşmalar, hayata gölgesini ya da ışığını düşüren anekdot ile anılar ve kimini okurların yakından tanıdığı çeşitli figürlerin ustalıkla hikâyeleştirilmiş dokunaklı portreleri yer alıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Hoca - Baba - Amca – Ben, Yazar: Murat Uyurkulak, Can Yayınları, 2021, 160 Sayfa
ORMANDAN GECE GELEN - ÖZGÜR ÇIRAK
"Ben bir ikameydim, kuru sandalyede oturmaktan ağrıyan sırtın arkasına konulan minder, oyuk, çürük dişe yapılan dolgu, soğuk gelen kapının altındaki boşluğa serilen bezdim…"
Ailesinin gölgesinden kaçamayan Harun'un ağzındaki kuşlar, hep aynı şarkıyı söyler. Harun annesinin kuyusunda kaybolur. Karacanın gelmesi çocukluğunu, kömürlük anısını yoklar. Karaca her şeyi başkalaştırır, zihinlere, şüphelere, korkulara, yüzleşilemeyenlere değer. Oysa karaca yalnızca yavrularını düşünmektedir.
İnsan hayvanın sırtında yük, hayvansa insanda doyulmaz bir açlıktır... Cem karacayı, karaca yavrularını izlerken ormanda bir yolculuk başlar. Kim geceden gelir, kim geceye yürür? Kim insan, kim değil… Karışır her şey birbirine, gece gereği. Cem değişir, karaca değişir, Ormandan Gece Gelen herkesleşir… Cem, karacanın peşinden koşa koşa kendine varır.
Ormandan Gece Gelen bir uzun öykü. Harun'un, Cem'in ve karacanın öyküsü.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ormandan Gece Gelen, Yazar: Özgür Çırak, Nota Bene Yayınları, 2021, 96 Sayfa
DIMITRIOS’UN MASKESİ - ERIC AMBLER
Kötücül zekâyı anlamanın peşinde
İzmir’in kurtuluşu sırasında çıkan yangının küllerinden efsanevi bir kanun kaçağı doğar: Dimitrios. Daha sonra Mustafa Kemal Paşa’ya karşı planlanan suikast girişimine de adı karışan Dimitrios, İstanbul’da bulunan İngiliz polisiye yazarı Charles Latimer’in ilgisini çeker. Bu yeraltı figürünün hayatıyla ilgili ayrıntıların peşine düşen Latimer kendini çok geçmeden bütün Balkanlar’ı içine alan bir suikast, casusluk ve ihanet ağının ortasında bulacaktır.
Çağdaş gerilim ve casusluk romanlarının öncüsü kabul edilen Eric Ambler, tekinsiz komploların içine düşen sıradan insanların maceralarını konu alan romanlarıyla tanındı. Düşmeyen temposu, gerçekçi atmosferi ve İstanbul’da başlayıp casusların cirit attığı bir Avrupa’ya doğru genişleyen olay örgüsüyle Dimitrios’un Maskesi bugün de tazeliğini koruyan birinci sınıf bir gerilim romanı, Ambler’ın dünyasıyla tanışmak için harika bir başlangıç.
“Türünün başyapıtlarından biri.”
New York Times
“Ambler’ı henüz okumamış olanları gerçek bir ziyafet bekliyor.” – Washington Post
“En büyük gerilim yazarımız.”
Graham Greene
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Dimitrios’un Maskesi, Yazar: Eric Ambler, Çevirmen: Gülçin Aldemir, Yapı Kredi Yayınları, 2021, 256 Sayfa
BİLİM NEDİR NASIL YAPILIR? - GREGORY N. DERRY
Bilim insanları karşılarına çıkan sorunları nasıl çözer? Bilimsel keşifler nasıl gerçekleşir? Soğuk füzyon gibi teoriler ve parapsikoloji gibi disiplinler neden tam olarak “bilimsel” sayılmaz? Bilimsel dünya görüşü nasıl bir şeydir?
Gregory N. Derry okura bilimsel düşünmeyi tanıtırken bu tür soruları yanıtlıyor. X-ışınları, yarı iletkenler, levha tektoniği ve çiçek aşısı gibi önemli keşif ve buluşları özetleyerek bilimsel çalışmanın dürüst gözlem, eleştirel akıl yürütme ve bazen de safi şans ile nasıl meyve verdiğini açıklıyor.
Derry bilimin hem gücünü hem de sınırlarını ortaya koyarak bilim ile din, etik ve felsefe arasındaki ilişkileri de ele alıyor. Kitap, okura bir bilim insanı gibi düşünmeye başlamak için mükemmel bir başlangıç noktası sunuyor.
“Çok iyi bir yazarın kaleminden muhteşem bir kitap. … Bilimi sokaktaki insan için daha anlaşılır kılma çabasına önemli bir katkı.”
Robert Ehrlich, Nine Crazy Ideas in Science, adlı kitabın yazarı
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Bilim Nedir Nasıl Yapılır?, Yazar: Gregory N. Derry, Çevirmen: Ümit Hüsrev Yolsal, Say Yayınları, 2021, 440 Sayfa
DİNLEYİN SİZE BİR ŞEY SÖYLÜYORUM - GÜRAY ÖZ
Kelebek
Geçemedi tel örgüyü
Hoyrat muhafızı
Öyle duruyor gökyüzünde
Bir kül halinde duruyor
Hercai menekşe bir renk halinde
Sonunda inecek
Yeşilin içine kuşların arasına
"Okşayacak" deniz'in dedesi
Kelebeği
"Yanacak elleri"
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Dinleyin Size Bir Şey Söylüyorum, Yazar: Güray Öz, Kırmızı Kedi, 2021, 96 Sayfa
MİKROİKTİSAT - ELEŞTİREL BİR KILAVUZ - BEN FINE
Bu kitap, iktisatla ilgilenen okurlar ve öğrenciler için, ana akım mikroiktisadın alternatif bir perspektiften kısa ve açık bir anlatımını sunmaktadır. Tüketici ve üretici kuramlarından genel denge kuramı ve tam rekabete, mikroiktisadın doğuşu ve gelişimini hem tarihsel hem de disiplinlerarası bir bağlama yerleştirmektedir.
Ben Fine, iktisat eğitimi ve araştırma alanındaki 40 yıllık birikimiyle bugün egemenliğini sürdüren mikroekonomik modellerin kavramsal içeriklerini ve metodolojilerini eleştirel bir biçimde gözler önüne sererken, konunun teknik yapısı ve mimarisini de göz ardı etmemekte, onun sınırlılıklarını ve kusurlarını bilse de, okurları ve öğrencileri bu yönde de bilgilendirmektedir.
“Tarihsel”in ve “toplumsal”ın iktisadın dışına itilmesine karşı bir itiraz da teşkil eden Mikroiktisat, aynı doğrultudaki Makroiktisat adlı çalışmayla bir bütünlük oluşturuyor.
Her iki kitabın Türkçede yayınlanma sürecinde, üniversitelerimizden hukuk dışı yollarla uzaklaştırılan öğretim elemanlarıyla dayanışma amacı gözetildiğini, kolektif bir çeviri ve yayına hazırlama çalışması yürütüldüğünü de okurlarımıza duyurmak isteriz.
“Ben Fine, yıllar içinde oluşturduğu tecrübesiyle, eleştirel ve yaratıcı yaklaşımları takdir eden okurlar için zengin ve anlaşılabilir bir kaynak sunuyor.”
Stuart Birks
“Marjinalizmin geleneksel zehrine ve mikroiktisat alanındaki genel denge kuramına, Say kanununa ve makroiktisat alanında kriz ve çöküşlerin inkâr edilmesine karşı paha biçilmez bir panzehir.”
Michael Roberts
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Mikroiktisat - Eleştirel Bir Kılavuz, Yazar: Ben Fine, Çevirmen: Benan Eres, Yordam Kitap, 2021, 176 Sayfa
Faşizm: Yalanı parlat, hakikati sakla!
Faşist ideoloji, insanların hiyerarşik biçimde üstün ırklar ve aşağılık ırklar olarak bölündüğü yalanı üzerine kuruludur. Bu ideoloji, daha zayıf ırkların üstün ırklara hükmetmeyi amaçladığına dair tamamen paranoyak bir fanteziye dayanır. Bu nedenle beyazlar kendilerini savunmak için ilk saldıran olmalıdır.
27-02-2021 23:59

Şilan Geçgel
Savaş, şiddet ve çatışma nedeniyle yerinden edilen insanların sayısı tüm dünyada rekora koşarken Türkiye, dünyada en çok mülteciye “ev sahipliği” yapan ülkelerden biri. Evini terk edip kendine yeni bir ev, yeni bir hayat aramak üzere yollara düşenlere; “kollarını açmış bir ülke ne güzel!” diye düşünebiliriz ancak mülteciler için durumun bu kadar tozpembe olmadığını söylemek mümkün.
Çoğunlukla muhtemel bir şiddet sarmalının potansiyel faili; oranın ötekisi, yabancısı, mültecisidir. Tam da bu nedenle bugün medya kanallarında kendileriyle daha az empati yapılanlar da daha az görünür olanlar da çoğunluk olmayanlar, ötekiler, mülteciler- yabancılardır diyebiliriz. Yerinden edilenin yeni yer arayışı toplumsal olaylarla, dışlanma ve siyasilerin iki dudağı arasında göklere çıkarılma yahut yere çalınma arasında bir yerde sıkışmış durumdadır çoğu zaman. Seçim zamanı “oy kasası”, seçim bitince metropolün “çirkin yüzleri” hep aynı kişiler, gruplardır.
Yazar Federico Finchelstein; kızlarıyla şahit olduğu bayraklı, flamalı ırkçı bir eylem sonrası büyük kızının eylemcileri kastederek sorduğu “Bunlar Anne Frank’ı öldüren Naziler mi?” sorusuna şöyle yanıt veriyor: “Hayır, bu neo-Naziler onun katilleri değil, fakat öldürülmüş olmasından da memnunlar.” (1)
Bugün yazımıza konu olacak iki kitabın yazarı olan Finchelstein; faşizm, popülizm, ırkçılık gibi başlıklarda çalışmalar yapan Arjantinli bir tarih profesörü. “Faşizmden Popülizme” isimli kitabı, Ali Karatay tarafından çevrilmiş; ilk baskısını Ocak 2019’da yapmış. “Faşist Yalanların Kısa Tarihi” isimli kitabı ise çeviride Zeynep Şarlak imzası ile ilk baskısını Şubat 2021 tarihinde yapmıştır. İletişim Yayınları aracılığıyla Türkçeye çevrilen her iki kitabı, iktidar-devlet-rejim bağlamında ırkçılık ve faşizm meseleleriyle yakından bağ kurulmasını sağlayan, kavramların önemine odaklanan, faşizmin tarihine dair özenli bir okuma olanağı sunuyor.
Faşizmden Popülizme isimli kitapta iki temel soru üzerine odaklanan yazar, keyfi olarak her durum için kullanılan faşizm kavramı ile bugün çeşitli formlarda gördüğümüz faşizm kolları arasında önemli farklar olduğunu savunuyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında faşizmin asla geri dönmediğini, aksine bu döneme damga vuran en önemli olayın “faşizmin yokluğu” olduğunu ileri süren yazar; zamanın akışı içerisinde Soğuk Savaş’ın özel pozisyonuna da değiniyor. Yazara göre Soğuk Savaş’ı yaratan neden “faşizmin yokluğudur” ve sonucu bellidir: Liberalizm ve komünizmin savaşı.
Popülizmin, faşizmin tınılarını duyma noktasında önemli bir kavram olduğu fikri yazar tarafından gerekçeleri ile açıklanır ancak en önemlisi Finchelstein, faşizmin mirasını çeşitli popülizm ve neo-faşizm kombinasyonları aracılığıyla devam ettirdiği tespitini yapar. Neo-faşistlerin bazen popülistlerle ittifak içerisinde olduğu ancak popülistlerin demokrasiyi yıkmak yerine ona otoriter bir çerçeve çizme kaygısında olduğunun anlatıldığı tabloda yazar, özellikle Avrupa’da popülistlerin, tıpkı neo-faşistler gibi toplumu etnik temelde ayırdığını ve faşizmi bu bağlamda sağladığını da kayda geçer.
Yazara göre tüm faşizm ya da ön faşizm diyebileceğimiz kertelerde yapılanın, aslında toplumsal tabakanın etnik, siyasi, mezhepsel oyuklar açarak buradan beslenmesi üzerine kurulu olduğu gerçeğidir. Bahsi geçen en baştan beri “ev sahibinin”, düşman kabul ettiği “ötekiye” saldırısı; toplumun geri kalanını ikna etmek için parlattığı yalanı ve nihayetinde onun “ötekiliğini kalıcı kılma” gayretidir.
“Faşist ideoloji, insanların hiyerarşik biçimde üstün ırklar ve aşağılık ırklar olarak bölündüğü yalanı üzerine kuruludur. Bu ideoloji, daha zayıf ırkların üstün ırklara hükmetmeyi amaçladığına dair tamamen paranoyak bir fanteziye dayanır. Bu nedenle beyazlar kendilerini savunmak için ilk saldıran olmalıdır.” (2)
Gerçek ve yalan arasındaki çekişmenin, faşizm için ekmek ve su gibi elzem olduğunu ifade eden yazar; gerçeği görünür kılabilmek ve en önemlisi faşizmin yayılışını engellemek için kitleleri “yalandan korumanın” önemli olduğunu inatla savunurken siyaset bilimci Hannah Arendt’e de atıfta bulunur.
“Faşist Yalanların Kısa Tarihi” isimli eserinde, “Arendt ideal tiplerle ilgileniyordu. Ben ise faşizmin tarihine yönelik argümanlarımı ampirik olarak temellendirmek için olmuş olana, tarihsel olarak belgelenmiş isimlere bakıyorum.” diye yazar. (3)
Günümüzde faşizm ve popülizm kavramlarının gündelik kullanımlarının ciddi kavramsal hatalar barındırdığını savunan Federico Finchelstein, popülizmin faşizme yürüyüşte önemli bir basamak işlevi gördüğünü aktarırken popülizm ve faşizmle mücadele edebilmek için kavramların doğru kullanılmasının şart olduğunu anlatmaktadır. Basketbol oynayan-şortlu siyasi liderleri ve onların siyasi partilerine yapıştırılan “popülist” etiketinin, bir başka coğrafyaya yağdırılan bombalarla olan ilişkisi ulus ötesi bir bağlamda ele alınır.
Finchelstein, kitaplarının asıl amacının bu kavramları tarihsel bağlamından koparmadan doğru tespit etme, doğru kullanıma hizmet etmesi olduğunu açıklıkla ifade ederken gerçek ile hakikatin birbirine girdiği mitlerden de sıklıkla bahseder. Mitler konusundaki fikirlerini felsefi bir zeminde okurla paylaşır ve faşizmin, gerçeğin karşısında yalanın parlatılması demek olduğunu gün yüzü gibi ortaya serer.
Her iki kitabında da faşizmin esas amacının aşağıdan yukarıya ya da yukarıdan aşağıya demokrasiyi yok ederek bir otorite kurmak derdinde olduğunu aktaran yazar; faşizmi aşırı milliyetçi, milli hareketleri ve rejimleri olan, liberalizm ve Marksizm karşıtı bir ideoloji olarak tanımlar.
Kavramların birbirine karıştığı ve havada uçuştuğu bir dönemde, sürekli eşitlenen popülizm ve faşizm kavramlarına dair diyecek çokça sözü olan Finchelstein; bu iki kavram arasındaki farka odaklanarak tarihsel bir okuma yapmakla kalmıyor, bu iki kavramı post-faşizm gibi bir bağlam içerisinde ele almamıza da olanak sağlıyor.
Popülizmi, faşizme hem genetik hem de toplumsal olarak bağlı bir alt nüve olarak tanımlayan yazar, faşist kitle diktatörlüklerinin de popülist demokrasilerin de ortaya çıkardıkları lider portresinin özellikle “halkın üzerinde” resmedildiğini ifade ederken iki lider kültünün birbirinden çok farklı olduğunu vurgulamayı es geçmiyor. Yazara kimi itirazların geliştirilebileceği her iki kitap, özellikle felsefi bir zeminde ele alındığı takdirde bizi faşizm üzerine ciddiyetle düşünmeye sevk ediyor.
Künyeler:
-Faşizmden Popülizme, Federico Finchelstein, Çev. Ali Karatay, İletişim Yayınları, 320 Sayfa.
-Faşist Yalanların Kısa Tarihi, Federico Finchelstein, Çev. Zeynep Şarlak, İletişim Yayınları, 148 Sayfa.
Şakaya gelmez bir ciddiyetle: Yaşamak İçin Sosyalizm
Erkan Baş’ın kaleme aldığı Yaşamak İçin Sosyalizm; Gezi’nin havasını soluyanları, forumlarda ve tencere-tava çalarken balkonlarda göz göze gelenleri, işçi direnişlerinde ısınmak için yakılan varillere birlikte ellerini uzatanları çağırıyor. İnsanlığa eşitsizlikten, yoksulluktan, sömürüden başka bir şey vaat etmeyen bu düzeni alaşağı etmeye çağrı, hep birlikte hepimiz için en iyi olanı kurmaya çağrı. Bu çağrı bize, hepimize...
21-02-2021 13:34

Berat Çelikoğlu
“Yaşamak şakaya gelmez,
Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın”
Nazım Hikmet
Ülkemizin içinden geçtiği bu zorlu zamanlarda yaşamı ve gerçekten yaşamayı tartışmaya ihtiyacımız var. Eğer yoksulluğa, işsizliğe, geleceksizliğe katlanma haline ve hayatta kalma mücadelesine “yaşamak” demiyorsak, yaşamaktan başka bir şeyi anlıyorsak... Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş, İleri Kitaplığı’ndan bu hafta çıkan kitabı “Yaşamak İçin Sosyalizm”de işte bunu tartışıyor bizimle.
Günleri işçi direnişleri, hak mücadeleleri ve TBMM arasında geçen ve en çok da günleri böyle geçtiği için bu kitabı kaleme aldığını söyleyerek söze başlayan yazar, “Yaşamak için sosyalizm” ihtiyacını ancak kitapta sözü edilen her şeyi hep birlikte konuşup tartışabilmenin ve hayata geçirebilmenin karşılayabileceğine inandığını ekliyor.
Sosyalizmi tüm emekçiler düşünsün ve düşlesin!
Yaşamak İçin Sosyalizm, Erkan Baş’ın Türkiye’de -kitaptaki yerinde deyimle- “ürettiği tükettiğinden çok olan” milyonlarca emekçiyle samimi bir sohbeti aslında. Yıllarını sınıf mücadelelerinden öğrenmeye adamış ve öğrendiklerini emekçilerin lehine bir düzen kurmak için halktan aldığı yetkiyle Meclis’e taşıma görevini üstlenmiş bir devrimcinin emekçilerle sohbeti. Bu sohbette okur Erkan Baş’a gitmiyor, aksine yazar okurun evine, sofrasına, dükkanına, fabrikasına konuk oluyor adeta. Gündelik sohbetlerde sözü edilen şu yeni nesilden, hayat pahalılığından, “eski Türkiye’den” ve daha pek çoğundan birer parça var kitapta. Tüm bu çeşitliliği bir arada tutan bir çeşit tutkal görevini ise yaşamak ve yaşamak için sosyalizm ihtiyacı görüyor.
Yazarın devrimci siyasete atılma öyküsüne de bir söyleşi aracılığıyla son bölümde yer verdiği beş bölümlük kitapta bölüm başlıkları sırasıyla şu şekilde: Yaşadığımız Çağ / Gereksinim Olarak Sosyalizm / Bugünü Kazanmak / Hep Birlikte / Kişisel Öyküm.
“Yaşadığımız Çağ” ile sohbete başlayan Erkan Baş bizimle bugünü, varsa ufak zincirlerinden de kurtulan ve kâr dışında hiçbir movitasyonu kalmayan kapitalizmin ideal insanını tartışmaya girişiyor. Her yere koşuşturan, kâr hırsına angaje olmaktan başka çaresi olmayan insandan... İkinci bölümde kitabın adının bir slogandan çok daha fazla anlama geldiğini açıklamak istiyorcasına bir “Gereksinim Olarak Sosyalizm”i anlatıyor. Öyle ya, neden bir gereksinimdir bu sosyalizm? İkinci bölümü, “Bugünü Kazanmak” başlıklı üçüncü bölüme bağlayan şey de bu soru. Sosyalizm neden bir gereksinimdir, yazar üçüncü bölümde bunu çeşitli gerekçelerle açıklıyor. Üçüncü bölüm, kapitalizmin sivri bir bıçakla oymayı sürdürdüğü derin yaralara odaklanıyor. Gezegenimizin karşı karşıya olduğu ekolojik tehlike, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, sömürü ve daha nicesi. Baş, üçüncü bölümde bu yaraları iyileştirebilmenin yollarını tartışıyor.
Dördüncü bölümde tartıştıkça olgunlaşan başlıkların çözümü için bir adım atmaya istekli herkese sesleniyor Baş. Öncelikle okuru siyasete davet ediyor, emekçileri kendi geleceği için söz söylemeye çağırıyor ve ardından vurguluyor: “Değişim için bize Parti gerek!” Tek başına karşı koyulamayacak denli büyük sorunların ve otoriterliği başat karakteristik özellik haline gelen kapitalizmin varlığında başarılı bir karşı koyuşun, itiraz edişin yegâne yolunun partili mücadeleden geçtiğini anlatıyor yazar.
Kişisel Öyküm başlığını taşıyan bölüme de özel bir değinide bulunmak gerekiyor. Söyleşi tarzında hazırlanan bölümde Erkan Baş parti fikriyle tanışmasından “üyesi olmayan ilçenin başkanlığına”, Gezi’de haklı çıkan bilimden Tekel Direnişi okuluna kadar kendi siyasi yaşamını yoğuran her şeyden bahsediyor. Yanlışlardan ve doğrulardan, haklı çıkmakla yetinenlerden, yetinmeyip inat edenlerden...
Kitabın önsözünde önemli bir tespit olduğuna inandığımız bir vurgu mevcut. Özellikle bugün yaygın olarak işçilere ve gençlere yönelik “okumuyorlar” eleştirilerine değinen yazar, ortaya şöyle bir soru atıyor: “Ya biz onların okuyabileceği bir şey yazamıyorsak?” Bu nedenle daha söze girerken, Baş bu kitabı gençlerin ve işçilerin özellikle okumasını arzulayarak kaleme aldığını dile getiriyor.
Kendisi özgürlük ve sosyalizm mücadelesinin çeşitli kısımlarında yer almış bir yazarın kaleme aldığı düşünceler de haliyle çeşitli mücadelelerden ve tarihin öğrettiklerinden besleniyor. Kitap işçi sınıfının yeni mücadele başlıklarından Gezi’ye, Tekel’den Boğaziçi direnişine kadar güncel ya da tarihsel, pozitif veya negatif pek çok yorum ve yaklaşım barındırıyor. Yorum ve yaklaşımlarında Baş, “bizim” sorunlarımızı başkalarının kucağına bırakıvermekten uzak duruyor, yalnızca düşmana değil dosta da söylenmesi gereken ne varsa söylemeye gayret ediyor.
Erkan Baş’ın da vurguladığı üzere kitap, Türkiye’de sosyalizm fikrinin kitlelerle buluşturulması sorununu giderme yönünde atılan önemli adımların ve kararlılığın bir sonucu. Akademik çevreler arasında sıkışıp kalmış kelimelerden uzak, Türkiye’deki tüm emekçilerin okurken kendilerinden bir parça cümle, bir parça duygu yakalayabileceği cümlelerden oluşuyor Yaşamak İçin Sosyalizm. Baş, parçası olduğu kolektif aklın da odaklandığı haliyle tüm emekçilere sosyalizmi düşünmeyi ve düşlemeyi öneriyor.
Yaşamak İçin...
Erkan Baş’ın kaleme aldığı Yaşamak İçin Sosyalizm; Gezi’nin havasını soluyanları, forumlarda ve tencere-tava çalarken balkonlarda göz göze gelenleri, işçi direnişlerinde ısınmak için yakılan varillere birlikte ellerini uzatanları çağırıyor. İnsanlığa eşitsizlikten, yoksulluktan, sömürüden başka bir şey vaat etmeyen bu düzeni alaşağı etmeye çağrı, hep birlikte hepimiz için en iyi olanı kurmaya çağrı. Bu çağrı bize, hepimize...
KÜNYE: Yaşamak İçin Sosyalizm, Erkan Baş, Yayıma Hazırlayan Doğan Ergün, İleri Kitaplığı, Şubat 2021, Birinci Baskı, İstanbul
Uygarlık krizi
İçinde yaşadığımız dönemi genel anlamda “Modernite krizi” diye tanımlayabiliriz. Bunu “kapitalizmin krizi” veya “sosyalizmin krizi” olarak nitelemenin süreci tam olarak tanımlamaya yetmeyeceğini düşünüyorum. Aslında ele alınan süreci daha da genişletip bir “uygarlık krizi” yaşandığı, “Modernite krizi” nin bunun bir yansıması olduğu da söylenebilir ama bu şimdilik bir zihin jimnastiğinden öteye geçemez.
21-02-2021 00:28

Ufuk Akkuş
Uygarlık, modernite, postmodernizm literatürde pek çok yönleri ile tartışılan konular. Özellikle liberalizmin, daha doğrusu kapitalizmin, zaferini ilan ettiği 1990’larda bu tartışmalar daha da yoğunlaşmıştır. Büyük anlatıların bittiği ve tarihin sonunun geldiğine yönelik liberal tezlerin ömrü uzun sürmemiş; 2000’li yıllarda sistemin, emekçi kesimleri daha da yoksulluğa itmesi, giderek büyüyen savaşlar ve doğa kıyımının artık sınırlarına ulaşması sistemin sorgulanması ve yeni alternatiflerin düşünülmesi ile birlikte toplumsal hareketlerin de dünya genelinde yaygınlaşmasına neden olmuştur. Ender Helvacıoğlu, “Uygarlıktan Kurtulmak Uygarlık, Modernite, Marksizm Tartışmaları” adlı kitabında modernite ve uygarlık sorununa Marksist açıdan bakıyor ve bu konularda özgün düşünceler ileri sürüyor. “Bilim ve Gelecek”” ile “ABC” dergilerinde yazdığı makalelerden oluşan kitapta yer alan yazılar, çağımız ve gelmekte olanı anlamak açısından son derece yararlı analizler sunuyor.
Kitapta yer alan bütün yazıların ortak özelliği işlenen konuların sınıfsal ve tarihsel bakış açısı ile değerlendirilmesi. Helvacıoğlu, yazılarını; tarihi, sınıf mücadelesi tarihi olarak gören ve tarihsel materyalizmi savunan bakış açısı ile yani Marksist yöntem ışığında ele alıyor.
İnsanlık tarihinde uygarlık olgusu, çeşitli neolitik toplulukların artı üretemeyen bir ekonomiden artı üreten bir ekonomiye geçiş sonucu ortaya çıktığına dair genel görüşe katılan Helvacıoğlu uygarlık sözcüğünü, insanların sınıflara bölündüğü ve özel mülkiyetin ve sömürünün ortaya çıktığı devletli, ordulu toplum biçimini tanımlamak için kullanıyor. Uygarlaşmaya geçişin nedenlerine ilişkin genel kabul edilen tez, bunun insan topluluklarının iç dinamiklerinin doğal sonucu olarak değil; bir dış etkenin tetikleyiciliği ile gerçekleştiğini vurgular. “Fetih kuramı” diye adlandırılan bu teze göre uygarlığa geçiş, iki farklı neolitik topluluk biçimi olan göçebe çobanlarla yerleşik çiftçiler arasındaki, çoğunlukla, savaşçı ilişkiler sonucu gerçekleşmiştir. İnsan topluluklarının yöneten-yönetilen, sömüren-sömürülen biçimde sınıflara ayrıldığı devletli toplumlara geçiş böyle gerçekleşiyor. Kısacası uygarlık bir dayatmadır. İnsanlar uygarlığa (sınıflılığa, sömürüye) önce zor yoluyla, sonra da ideolojik hegemonya araçları (din, bilim vb.) kullanılarak razı edilmişlerdir.
Helvacıoğlu’na göre daha ileri bir uygarlık modeli, var olan uygarlık modelinin merkezinden değil, her zaman çevresinden filizlenir. Bunu gerinin içindeki ilerilik potansiyeli diye adlandırır. İleri zaten ileridir; dolayısıyla var olanı korumaktan yanadır, statükocudur. Geri ise ilerlemek ister, bu nedenle ilericidir. Uygarlığın motoru gerinin sıçrama ihtiyacıdır. Bu bağlamda Gramsci’nin “Kapital'e karşı devrim” diye nitelendirdiği Ekim Devrimi'nin Rusya gibi geri bir ülkede olmasına da açıklık getirir. İlk sosyalizm deneyinin Marx’ın öngörüsünün aksine Avrupa’nın gelişmiş merkezlerinde değil, kapitalist uygarlığın çevresindeki geri bölgelerde, Rusya’da ve Çin’de, yaşanmasının nedenini bu ülkelerin gerilerin en ilerileri olmalarına bağlar. Bu ülkelerin kapitalizmleri zayıf, sistemi yıkacak devrimci sınıflar ise Avrupa ülkelerine göre güçlüdür.
Helvacıoğlu; felsefe, bilim, sanat, din, siyaset gibi büyük insan etkinliklerini ele alırken iki noktaya dikkat etmek gerektiğini söyler: Bütün bu etkinlikler tarihsel ve sınıfsaldır. Tarihsellik özelliklerinin keşfi modernitenin büyük başarısıdır. Modernite ile gelen yeni yaklaşımla birlikte bütün bu etkinliklerin içerikleri ve kavramsal yapıları değişmiştir. Gökten yere inmişler. Dünyaya, maddeye, insana ve topluma özgü olmuşlardır. Tarihselliğin yanı sıra sınıfsallık da kavranmazsa yani tarihsel materyalist yöntem benimsenmezse sağlıklı bir analiz yapılamaz. Bu noktada kritik bir vurgu yapılır. Büyük insanların; büyük düşünsel, bilimsel, dinsel, sanatsal, siyasal etkinlikleri sıradanın toplumsal ve sınıfsal taleplerinin ve bu talepler uğruna mücadelesinin ürünüdür. Bilginin kaynağı pratiktir. Aklın kaynağı emektir. Elitin kaynağı sıradandır. Özetle asıl yaratıcı güç, emektir. Büyük düşün, bilim, siyaset insanlarının ilham perileri kolektif emektir.
Modernite, Samir Amin’in ifadesiyle gelenekten kopuş anlamına gelir ve insanların bireysel ve kolektif olarak kendi tarihlerini yaptıkları ilkesine dayanır. Helvacıoğlu, buna bir de doğadaki süreçlerin herhangi bir doğaüstü ve fizik ötesi gücün tasarrufları sonucunda oluşmadığı, doğa yasalarına tabi olduğu ve insanoğlunun aklıyla bu yasaları kavrayabileceği anlayışını ekler. Yani modernite; insanın kaderini kendi ellerine alma mücadelesindeki en önemli uğraklardan biridir ve bilimsel düşüncenin binlerce yıllık dinsel düşünceye karşı en büyük zaferlerinden birini temsil eder. 15 ve 16. yüzyıllarda Avrupa’da burjuvazi öncülüğünde ortaya çıkan modernite atılımı burjuva modernitesini ortaya çıkarmıştır. Sosyalizmin geri çekilmesi ile modernitenin geri çekilmesi, onun sosyalizm ile kader ortaklığını ortaya çıkarır. Helvacıoğlu’na göre sosyalizmin sadece kapitalizmi aşma pratiği değil; yarım kalan, sınırlı kalan modernitenin yolunu tekrardan açma pratiği olarak kavranması çok önemlidir. Ancak sosyalizm burjuva modernitesi ile aynı kulvarda yarışarak fazla ilerleyemez. Yeni ve daha farklı bir modernite anlayışına, yeni bir aydınlanma atılımına ihtiyaç vardır: Sosyalist modernite ve emekçi aydınlanması.
Modernite bağlamında Marksizm tartışmalarına değinen Helvacıoğlu; “Komünist Manifesto” ile “Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm” kitaplarının önemine vurgu yapar ve Manifesto’nun geçiş, ”Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm”in aşış eseri olduğunu belirtir. Engels, bu eserde hem Marksizm’in köklerini ve kaynaklarını vurgular hem de o köklerin ve kaynakların hangi noktalarda, nasıl aşıldığını açıklar. Küresel sermayenin, insanlığın sadece sosyalizm yoluyla elde ettiği pratikleri değil; bilimsel devrimle ve aydınlanma ile elde ettiklerini de yok sayma gibi bir “kara ütopya” peşinde olması olgusundan yola çıkarak aydınlanma ve sosyalizmin dünya çapında ortak düşmana karşı aynı safta olduğu saptamasını yaparak “Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm”de sunulan kapsayıcı sosyalizm anlayışının bu ortak mücadele için esaslı teorik bir zemin oluşturduğunu, güçlü bir yöntem önerdiğini belirtir. Helvacıoğlu’nun bir diğer vurgusu da Marksistlerin toplumsal gelişmeye ilişkin yaptıkları ilkel komünal, köleci, feodal, kapitalist, sosyalist şeklindeki kaba sıralamalara, Hobsbawn’ın da söylediği gibi, ne Marx’ta ne de Engels’te rastlandığıdır.
Ender Helvacıoğlu, “Uygarlıktan Kurtulmak, Uygarlık, Modernite, Marksizm Tartışmaları” kitabında uygarlığın ve modernitenin tarihsel ve güncel tartışmalarına Marksist yöntemin tarihsel ve sınıf ilişkileri dolayımı ile bakıyor ve bu konuda pek çok tartışmayı gündeme getirerek geleceğin özgür dünyasının sosyalist modernite ve emekçi aydınlanması aracılığı ile kurulacağını iddia ediyor.
KÜNYE: Uygarlıktan Kurtulmak, Uygarlık, Modernite, Marksizm Tartışmaları, Ender Helvacıoğlu, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, 2020, 244 sayfa.