Vitrin: Yeni çıkanlar
Değerli İleri Kitap takipçileri, siz kitapseverler için haftanın yeni çıkanları arasından bir derleme yaptık. Beğeneceğinizi umuyor, keyifli okumalar ve iyi bir Pazar diliyoruz.
24-01-2021 00:03

BELKİ DE BİRİYLE KONUŞMALISIN – LORI GOTTLIEB
Konusunda uzman bir psikoterapist ve yazar olan Lori Gottlieb, kırklı yaşlarında beklenmedik bir ayrılık yaşıyor. İyileşme sürecinin bir parçası olarak kendisi de terapiye gitmeye karar veren Lori'nin hayatına deneyimli ama ilginç bir terapist giriyor: Wendell. Tuhaf hırkası ve pantolonuyla, meslektaşlarının pek de tercih etmeyeceği terapi odası dekorasyonuyla bir TV dizisinden fırlamış gibi görünüyor.
Aldığı sıkı eğitime ve deneyime rağmen hayatındaki bu beklenmedik krizi aşmaya çalışan Lori, eşzamanlı olarak danışan hayatlarının mahrem odalarında dolaşmaya devam ediyor: Bencil bir Hollywood yapımcısı, kanser teşhisi konan yeni evli bir kadın, hayatında hiçbir şey düzelmezse doğum gününde intihar edeceğini söyleyen yaşlı bir kadın ve yanlış adamlarla takılmaktan vazgeçemeyen genç bir kadın…
Şaşırtıcı bir bilgelik ve mizahla Gottlieb; aşk ve arzu, anlam ve ölümlülük, suçluluk ve kurtuluş, korku ve cesaret, umut ve değişim arasındaki gergin ipte yol alırken, kendimize ve başkalarına söylediğimiz gerçekleri ve kurguları inceleyerek kör noktalarımızı işaret ediyor.
Belki de Biriyle Konuşmalısın; geçmiş hikâyelerimizi gözden geçirmenin, ilerlememize ve iyileşmemize nasıl yardımcı olduğuna dair çok derin ve kişisel, ama bir o kadar da eğlenceli ve evrensel bir tura çıkarıyor bizi.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Belki de Biriyle Konuşmalısın, Yazar: Lori Gottlieb, Çevirmen: Cemre Ömürsuyu Seyis, Hep Kitap, 2021, 466 Sayfa.
DENGE UZMANI - ORHAN DURU
Orhan Duru’nun ikinci öykü kitabı Denge Uzmanı (1962) yeni bir editörlükle Yapı Kredi Yayınları’ndan yayımlandı.
Denge Uzmanı, klasik öykünün kalıplarını bozarak yeni bir anlatı dili geliştiren 1950 Kuşağı’nın ele avuca sığmaz yazarı Orhan Duru’nun ikinci kitabı. Biçemiyle, kurgusuyla ne ölçüde yenilikçi, seçkin, öncü bir kitap olduğu bugün de apaçık ortada.
Orhan Duru sözü kırk parçaya bölerek düşün gerçeğini, saçmanın anlamını, umutsuzluğun neşesini yaratıyor.
“En sonunda ben de baktım fotoğrafıma. Dehşet içinde kaldım. Korktum. Acayip bir adam oturuyordu bir tahta sandalyede. Arkasında kara bir perde. Perdenin üzerinde kuş resimleri.”
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Denge Uzmanı, Yazar: Orhan Duru, Yapı Kredi Yayınları, 2021, 88 Sayfa.
RENGARENK ANADOLU - NOTALARLA YOLCULUK
Okul gezisiyle İstanbul’a gelen Ece ve Kaan bu güzel şehri dostları Vecihi ile gezmek istediklerini fark edip dostlarını çağırırlar. Peki kültür gezgini Vecihi tek bir şehri gezmekle yetinebilir mi? O, küçük dostlarını yine macera ve bilgi dolu bir yolculuğa davet edecektir.
Kültür Balonu’na atlayan üç kahramanımız bu kez halk müziğinin renkli dünyasını tanımak için Anadolu’nun dört bir yanındaki dostlarına uğruyorlar. Farklı yörelerde ozanlarla tanışan, her yöreye özgü çalgıları gören ve türkü derlemeyi öğrenen Ece, Kaan ve Vecihi zor koşullarla da baş etmek zorunda kalacakları bu maceraya tüm çocukları çağırıyorlar. Özay Gönlüm, Aşık Mahsuni ve Neşet Ertaş gibi halk müziği ustalarının eşlik ettiği bu dopdolu yolculukta çocuklar eğlenerek öğreniyorlar.
Rengârenk Anadolu kitap serisinin ikincisi Notalarla Yolculuk, bu kitabı alacak ebeveynlere de çocuklarıyla halk müziği üzerine keyifli bir sohbet ve birlikte türküler söylemek için bir kapı aralamayı hedefliyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Rengarenk Anadolu - Notalarla Yolculuk, Yazar: Kolektif, Nota Bene Yayınları, 2020 Aralık, 40 Sayfa.
PRATİK ETİK - PETER SINGER
Peter Singer, yayımlandığı günden itibaren büyük ses getiren Pratik Etik'te, gündelik hayat ve etik konusunu çarpıcı başlıklar altında tartışıyor.
"En önemli etik meseleler her gün karşımıza çıkanlardır: Aşırı yoksulluk içinde yaşayan insanlara yardım edebilecekken, eğlencemize para harcamak doğru mu? Hayvanlara, sadece bize yememiz için et üreten makinelermiş gibi davranmamız haklı gösterilebilir mi? Yürüyebiliyorsak, bisiklet kullanabiliyorsak ya da toplu taşıma araçlarına binebiliyorsak, bir yandan gezegeni ısıtan sera gazlarını da salarak araba kullanmalı mıyız? Kürtaj ve ötenazi gibi öteki sorunlar neyse ki çoğumuz için gündelik kararlardan değil; fakat gene de önemli, çünkü hayatımızın bir noktasında ortaya çıkabilir. Bunlar ayrıca, demokratik bir toplumdaki her aktif katılımcının bilgiye dayalı, enine boyuna düşünülmüş görüşlere sahip olması gerektiği güncel kaygılara ilişkin meseleler."
"Bu kitap ahlak felsefesinin nasıl uygulanacağına dair bir model sunuyor. Ahlak felsefesini uygulamak (yalnızca okumanın aksine), kişinin en temel ahlaki inançlarının tarafsız ve açık görüşlü bir sorgulamasını içerir; teorinin ve savların baskısıyla kişinin inançlarını (ve uygulamalarını) değiştirmek için ihtiyaç duyduğu entelektüel cesareti gerektirir. Singer bu kitapta tartıştığı ahlaki meselelerin her birine böylesi bir tarafsızlık, açık görüşlülük ve entelektüel cesaretle yaklaşıyor."
Mylan Engel Jr., Northern Illinois Üniversitesi, The American Journal of Bioethics
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Pratik Etik, Yazar: Peter Singer, Çevirmen: Nedim Çatlı, İthaki Yayınları, 2021, 472 Sayfa.
ADANMAK - ALİ GRANİT
Adanmak, Türkiye'de benzeri gittikçe azalan kitaplardan biri; bir başarı öyküsünün kahramanının yaşamına eğilen, unutulmasının önüne geçmeyi amaçlayan bir çalışma.
Yalçın Granit, Türk basketbolunun kuruluş yıllarından başlayarak bugüne kadar etkin rol oynamış; önce sahada, sonra kulübede, ardından da yazılarıyla basında milli basketbolumuz için emek vermiş bir isim. Elinizdeki kitap, yalnızca onun basketbol macerasını kayda geçirmeyi amaçlamıyor. Adanmak, hem spor tarihimiz için bir belge hem de yeni kuşaklar için bir şeye adanabilmenin ve başarılı olmanın imkânsız olmadığını gösteren örnek bir yaşamöyküsü.
Onun çarpıcı "kendini yoktan var etme" serüveninin izini sürerken de fonda bir yüzyıldan diğerine güçlenerek yol alan Türk basketbolunu, geçirdiği evreleri aşamalarıyla gözler önüne seriyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Adanmak, Yazar: Ali Granit, Can Yayınları, 2021, 408 Sayfa.
İLGİLİ HABERLER
Vitrin: Yeni çıkanlar
Haftanın yeni çıkan kitaplar arasından size özel derledik, keyifli okumalar dileriz.
03-01-2021 00:03

EKO-SOSYALİST PARADİGMA: KOMÜNİST TOPLUMA GİDEN YOL - FİKRET BAŞKAYA
"Sosyal mahiyetteki sorunlar, ekolojik sorunlardan ayrı ele alınamaz. Zira, bunlar madalyonun iki yüzüdür. Bu da sos-yali ekolojikleştirmeyi, ekolojiyi de sosyalleştirmeyi gerektirir."
Fikret Başkaya, mevcut sistemi çözümleyip radikal bir biçimde eleştirdiği, bunu yaparken de birbiriyle etkileşim içindeki sosyal ve ekolojik sorunlara çözümler ürettiği çalışmalarının bu son halkasında, "eko-sosyalist paradigma"ya ve komünizme işaret ediyor.
Önce "Komünizmi nasıl bilirsiniz?" diye soruyor Fikret Başkaya ve başlıyor "müşterekler"i anlatmaya. "Ütopya", "insan doğası", "devletleştirme", "sosyalleştirme", "sönümlenme" gibi kavram ve tartışmalar da yanında.
Ardından sıra "modernite, ilerleme ideolojisi ve kapitalizm"e geliyor. Yani "ekonomik büyüme ve kalkınma" ile birlikte sistemin sınırlarına geliyor, ihtiyaçlar ile kaynaklar arasındaki ilişkinin nasıl kurulması gerektiğine.
Bir sonraki adımda büyümenin bir diğer yüzü olarak ekolojik yıkım çıkıyor karşımıza. "Muasır medeniyetler seviyesi", "Sosyal Avrupa", "demokrasi" retoriği, kapitalizm dâhilinde kalkınmanın mümkün olup olmadığı ve benzeri konular, Başkaya'nın açtığı diğer tartışma başlıkları.
"Eko-sosyalist paradigma"yı sunarak bitiriyor çalışmasını Başkaya. Kapitalizme karşı, tek bir alanda değil, ekonomik, sosyal, ekolojik ve etik boyutlarıyla bütünsel bir alternatif geliştirmenin önemini ortaya koyuyor. Bu bağlamda ekonomik planlama, ekolojik planlama ve demokratik planlama tek tek ve birbiriyle ilişkisi içinde ele alınırken, en sonda da işçi hareketi ile eko-sosyalizm arasındaki ilişki ve eko-sosyalist mücadelenin yeni özneleri irdeleniyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Eko-Sosyalist Paradigma: Komünist Topluma Giden Yol, Yazar: Fikret Başkaya, Yordam Kitap, 2020 Aralık, 192 Sayfa.
ARABESK YENİDEN - MÜZİKTE SİNEMADA VE EDEBİYATTA 2000 SONRASI
2000'li yıllarda arabeskin edebiyat, sinema ve müzikte nasıl yenilendiğini ve mevcut ekonomik/politik iklimden nasıl beslendiğini ele alıyor. Çalışmada "İsyanın dili arabesk mi? Arabesk, rap müzikle nerede tanıştı? Nostalji arabesksiz yapamıyor mu? Müslüm filminin üstünü çizmeden altını çizmek mümkün mü? Neden edebiyatın sokaklarında "Bangır Bangır Ferdi Çalıyor"? Behzat Ç. çilekeş mi, çaresiz mi, Che mi?" gibi sorulara yanıt aranıyor.
Arabesk Yeniden kitabında, "Sıradanlaşan Yaşamın Restorasyonu: Arabesk!" başlığında Z. Tül Akbal Süalp, Aydın Çubukçu, Yasemin Yazıcı; "Kenardan Merkeze: Popüler Müziğin Kalbinde Yaşayan Arabesk" başlığında Naim Dilmener, Uğur Küçükkaplan, Yetgül Karaçelik, Anıl Sayan, İrem Elbir, Onur Serdan Çarboğa; "Sinemanın İç Sıkıntısı ya da Sıkıntının Sinemasından Arabeskin İçeriksiz Sularına" başlığında F. Serkan Acar, Oya Yağcı, Pınar Fontini; "Edebiyatın Popüler Kültürle İmtihanı: Soslu Arabesk" başlığında Nil Sakman, Sibel Öz, Hakan Güngör, İsmail Afacan ve Arzu Eylem, konuya dair makaleleriyle, arabeskin bugününü tartışıyor.
Arabesk Yeniden, teoride rafa kaldırılmış gibi görünen ancak hayatımızda kanlı canlı yaşayan arabesk olgusunun izini sürerek konuya siyasal, kültürel yanıtlar arıyor; arabeskin hangi formlarda ve nasıl yeniden yükselen bir değer haline geldiğini, gündelik hayata ve sanata nasıl sızdığını tartışarak konuya ilişkin refleks oluşturabilmeyi hedefliyor. Müzikologların, akademisyenlerin, sinemacıların ve edebiyatçıların arabeskin güncel biçimlerine dair tartışmalarından oluşan bu çalışma, 2000 sonrası arabeski masaya yatırıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Arabesk Yeniden - Müzikte Sinemada ve Edebiyatta 2000 Sonrası, Yazar: Sibel Öz & İsmail Afacan, Nota Bene Yayınları, 2020 Aralık, 224 Sayfa.
NE ADAM NE HAYVAN: FEMİNİZM VE HAYVANLARIN SAVUNULMASI - CAROL J. ADAMS
Feminist-vejetaryen eleştirel teorinin en önemli eserlerinden biri kabul edilen Etin Cinsel Politikası’nın yazarı Carol J. Adams bu kitabında hayvan haklarını ve çevreciliği savunmakla feminizmin nasıl ve neden iç içe geçmesi gerektiğini çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Modern Batı kültüründe ve tüketim alışkanlıklarında, hayvanlara ve kadınlara yönelik sistematik sömürünün ardında yatan kültürel davranışları ustalıkla irdeliyor. Eleştirel hayvan çalışmaları ve veganlık literatüründeki tartışmalardan beslenen yazar, okura eko-feminizmden çevre ahlâkına ve teolojik perspektiflere uzanan geniş bir çerçeve çizmekle kalmıyor aynı zamanda onu eyleme çağırıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ne Adam Ne Hayvan - Feminizm ve Hayvanların Savunulması, Yazar: Carol J. Adams, Çevirmen: Sevda Deniz Karali, Ayrıntı Yayınları, 2020 Aralık, 416 Sayfa.
YANKI - MÜGE KOÇAK
Gecenin karanlığında, ıssız sokaklarda gezer düşlerin fısıltıları. Sahipsizliğin somurtkanlığını peşlerine takarak, buldukları ilk barınağa girerler. İşte orada, gölgelerin ardında, başlar siyahla beyazın hikâyesi. Ya da öyle sanır herhangi birisi...
Yankı bir ilk kitap olmasına karşın ustalıkla örülmüş öykülerden oluşuyor. Rahatsız edici, hatta denebilir ki "riskli" meseleleri irdeleyen bu öyküler yeri geldiğinde biçimsel denemelerden sakınılmadan ortaya konuyor. Kimi zaman şiddeti, ardındaki nedenleri ya da düpedüz nedensizliğini, kimi zaman günlük hayatımızın içine sinmiş tahakkümü, kimi zaman da sıradan hayatlarımızın karanlığını ya da üzerimizde bir yük gibi taşıdığımız yarı ölü halimizi anlatıyor. Açgözlülüğü, doymak bilmez arzuyu, saçma sapan yaşamları ve belki de en önemlisi, sokağı ve eşitsizliği odağına almaktan, bunları hayal gücünün prizmasına tutmaktan da asla geri durmuyor...
Müge Koçak yaratıcılığıyla; muzip, kıvrak ve cesur kalemiyle adından çok söz ettireceğe benziyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Yankı, Yazar: Müge Koçak, Can Yayınları, 2020 Aralık, 120 Sayfa.
KARİALILAR - DENİZCİLERDEN KENT KURUCULARA
Bu kitapta Karia Bölgesi’nin prehistorik çağlara tarihlenen en erken yerleşimlerinden Geç Osmanlı Dönemi’ne uzanan arkeolojik ve tarihi geçmişi hakkında bugüne dek yapılmış çalışmaların ve güncel araştırmaların bir özeti sunulmuştur. Anadolu Yarımadası’nın güneybatı kesiminde yer alan ve Antikçağ’da Karia olarak bilinen coğrafi bölgenin kuzey sınırını Büyük Menderes Vadisi, doğu sınırını Dalaman Çayı belirler.
MÖ 2. binyıla tarihlenen yazılı kaynaklarda birçok kez adı geçen Karialıların, Hitit istilaları karşısında Anadolu halklarını destekledikleri ancak daha sonra Mısırlılar karşısında Hititlerin yanında yer aldıkları görülür.
Karialıların adı, tüm Akdeniz’de geçtikleri yerleri talan ederek Geç Tunç Çağı’nın güçlü imparatorluklarının çöküşüne katkıda bulunan efsanevi “Deniz Kavimleri” arasında da anılır. İlerleyen dönemlerde, Homeros Karialıların Yunanlara karşı Troia kentini savunmaya gelen halklar arasında yer aldığından bahsederken “savaşmaya bir kız gibi altınlarla süslü geldiler” sözleriyle Karialıların zenginliğini vurgular.
The aim of this book is to present a brief overview of archaeological and historical research on Caria from the very first signs of occupation in the Prehistoric times to the Late Ottoman period. The region occupied by ancient Caria can roughly be described as the southwestern portion of the Anatolian peninsula South of the Menderes Valley and west of the Dalaman River.
The Carians are mentioned several times in the 2nd millennium BCE for having supported the fight of Anatolian nations against the Hittite invaders and later to have fought beside the Hittite kings against the Egyptian forces. They were also counted amongst the legendary Sea People, traveling the Mediterranean, spreading destruction on their path and bringing down some of the most powerful empires of the Late Bronze Age. Later, Homer mentions them in the list of allies who came and supported Troy against the Greeks, emphasizing the wealth of the Carians, who “came to fight decked like a girl with gold”.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Karialılar - Denizcilerden Kent Kuruculara, Yazar: Kolektif, Çevirmen: Gökçe Bike Yazıcıoğlu, İpek Dağlı Dinçer, Yapı Kredi Yayınları, 2020 Aralık, 544 Sayfa.
DUNE: CORRINO HANEDANI - HANEDANLIK ÜÇLEMESİ ÜÇÜNCÜ KİTAP - BRIAN HERBERT
Frank Herbert’ın epik Dune serisinin bir nesil öncesini anlatan heyecanlı üçlemenin büyük finali: Dune: Corrino Hanedanı!
Tleilaxlılarla yaptığı planların ardından yapay baharata “ulaştığını” sanan İmparator Shaddam, melanj üzerindeki mutlak hakimiyetini perçinlemek için her şeyi göze alacaktı. Baharatın kaynağı Dune adıyla bilinen Arrakis gezegenini yok etmeyi bile…
Pardot Kynes’ın ani ölümünden sonra oğlu Liet Kynes ve Fremen dostları Arrakis’i Harkonnenlar için bir cehenneme çevirmeye kararlıydı. Liet ise bir yandan gezegenbilimci babasının Dune’u yeşillendirme hayalini yerine getirmek istiyordu. Ama çölün sürprizleri onları bekliyordu.
Jessica, Bene Gesseritlerin Kuisatz Haderah projesi için sahip olmak istedikleri kız çocuğu yerine bir erkek doğurmuştu. Paul. Rahibeler Birliği, evrene yıkım ve kaos getirmesinden korktukları bu çocuğun yaşamasına izin vermek istemiyordu ama Jessica onu korumak için elinden geleni yapacaktı.
Dük Leto Atreides, ezeli düşmanı Baron Vladimir Harkonnen’la mücadeleye tutuşmuştu. Baron’un yıllar evvel kendisini ortadan kaldırmak için yaptığı sinsi planı öğrenen Leto karşılığını vermek istiyordu. Ama kendilerinden oldukça kuvvetli bir hanedan karşısında ne kadar şansı vardı?
Dune: Corrino Hanedanı, orijinal serinin başlangıcının hemen evvelindeki olayları ayrıntılarıyla, heyecan dolu bir şekilde anlatıyor.
“Corrino Hanedanı‘ndaki her olay, efsanevi Dune evreninin inşasına kocaman bir taş daha ekliyor.”
Booklist
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Dune: Corrino Hanedanı - Hanedanlık Üçlemesi Üçüncü Kitap, Yazar: Brian Herbert, Çevirmen: Zeliha İyidoğan Babayiğit, İthaki Yayınları, 2020 Aralık, 704 Sayfa.
Vitrin: Yeni çıkanlar
Haftanın yeni çıkan kitapları arasından sizler için derledik, keyifli okumalar dileriz.
20-12-2020 00:06

LENİN OKUMA KILAVUZU
Sosyalizm tarihinin yoksullar için en güvenilir, varsıllar için ise en korkutucu ismi olan Vladimir İlyiç’in 150. yaşını kutluyoruz.
Umudumuz, Lenin’i Okuma Kılavuzu’nun, başta ülkemizin işçileri olmak üzere tüm sosyalizm militanlarına yeni zaferlerin yolunu göstermesidir.
Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin, bu yolda hep bizimle olacaktır.
KÜNYE: Lenin Okuma Kılavuzu, Yazar: Kolektif, İleri Kitaplığı, 2020
PAYIMA DÜŞEN - PERINUŞ SANIE
"Sahi, kimdim ben? Bir asinin ve hainin mi karısıydım, yoksa özgürlük savaşçısı bir kahramanın mı? Bir muhalifin mi annesiydim, yoksa özgürlük âşığı bir savaşçının fedakâr velisi mi? İnsanlar beni kaç kez zirveye çıkarıp, sonra da kafa üstü yere çakılmama sebep olmuşlardı?Oysa ben ikisini de hak etmemiştim. Beni kendi yeteneklerim veya meziyetlerim sayesinde yükseltmedikleri gibi, aşağıya çekmelerinin nedeni de kendi hatalarım değildi."
İranlı yazar Perinuş Sanie, 1979 Devrimine ve İslam Cumhuriyeti'nin kuruluşuna, ardından İran-Irak savaşına tanık olan kahramanı aracılığıyla yakın İran tarihinin önemli olaylarını "içeriden" anlatır. Dönem olarak İran'ın bu çalkantılı yıllarının seçilmesinde esas neden, kadın kimliğinin her durumda nasıl baskılandığının aktarılması ihtiyacıdır.
Masume, içine doğduğu dindar, baskıcı ve cinsiyetçi ailesi tarafından küçük yaşta tanımadığı biriyle evlendirilir. Kendi mücadelesini vermekte olan komünist kocasının yokluğunda çeşitli işlerde çalışarak üç çocuğunu tek başına büyütür. Masume, kadın kimliğinin iyi evlat olmak üzerinden hiçleştirilmesinin ardından annelikle sömürülmesinin aşamalarını yaşayacaktır.
Payıma Düşen, karşılarında geleneğin yüzlerce yılda kurduğu sofra olsa da, payına düşene razı gelmeyen kadınların anlatısıdır.
"Kimse kendimiz için yaşamamızı istemez, herkes bizi kendine saklamak ister."
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Payıma Düşen, Yazar: Perinuş Sanie, Çevirmen: Güneş Demirel, Yordam Edebiyat, 2020, 512 Sayfa
NAR KİTABI - BERND BRUNNER
Nar âdemoğlunun yetiştirdiği kültür bitkileri içinde ilk meyve türlerinden biri. Uzun bir tarihi olmasına rağmen hâlâ sır dolu. Nasıl ayıklanıp yeneceği bile tam çözülebilmiş değil. Âdem ile Havva'nın Cennet Bahçesi'nden kovulmasına sebep yasak meyvenin nar olması ihtimali de bir kenarda duruyor. Özellikle yaşadığımız coğrafyada, farklı kültürler, dinler ve yaşam pratikleri içinde simgesel olarak nara atfedilen anlam bolluğu kültür tarihinde başlı başına bir izlek.
Bernd Brunner tanıdığımız bir yazar. Edebiyat, bilim ve tarihin kesiştiği konular üzerine yazdığı merak uyandırıcı kitaplarından birkaçı daha önce Türkçeye çevrildi. İstanbul'da yaşıyor ve üstelik Türkçesi de hiç fena değil. Narı da ilk kez burda, İstanbul'un Tarlabaşı semtinde kurulan bir halk pazarında görmüş. Nar Kitabı, narın doğal ve kültürel tarihi üzerine, mitolojisinden mutfağına hemen her konuda ilginç ve pratik bilgiler içeren renkli bir çalışma.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Nar Kitabı, Yazar: Bernd Brunner, Çevirmen: Neylan Eryar, Kırmızı Kedi, 2020, 88 Sayfa
TRENDEKİ YABANCILAR - PATRICIA HIGHSMITH
Buluşa bak! Birbirimizin cinayetini işleyeceğiz, anladın mı? Ben senin karını öldüreceğim, sen de benim babamı! Biz trende karşılaştık, tamam mı? Birbirimizi tanıdığımızı kimse bilmiyor! Cinayet ânında başka yerlerdeyiz! Anladın mı?
Kendinizi hiç beklemezken kötülüğün cisim bulmuş haliyle aynı kompartımanda bulabilirsiniz. Guy Haines, laf olsun diye karısı konusunda içini döktüğü Charles Anthony Bruno’dan sadistçe bir teklif alır: Katil olmak! Ama öldürecekleri kişileri değiştokuş edecekler ve kusursuz cinayeti işlemiş olacaklardır. Tren yolculuğu sona erer ama iki adamın uğursuz anlaşması tek taraflı da olsa imzalanmıştır; Bruno’nun kendi üzerine düşen cinayeti işlemesiyle, Haines kendini bir kâbusun ortasında bulacaktır.
1951 tarihli ilk romanında Highsmith, kendini iyi insan olarak tarif edebilecek sıradan kimselerin bile bir dizi olay sonucu en feci suçları işleyebildiği bir dünya yaratıyor. Ünlü yönetmen Hitchcock’un aynı isimli filme uyarladığı Trendeki Yabancılar, psikolojik gerilimin mihenk taşı.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Trendeki Yabancılar, Yazar: Patricia Highsmith, Çevirmen: Tomris Uyar, Can Yayınları, 2020, 344 Sayfa
BEN BİR KİTAP KURDUYUM - ÖZGE LOKMANHEKİM
Kitabı yüksek sesle mi içinden mi, oturarak mı yoksa uzanarak mı okursun? Kendini okumanın büyüsüne kaptıran herkesin macerası hem aynı hem ayrı. Özge Lokmanhekim’in kaleme aldığı, Ege Karadayı’nın resimlediği Ben Bir Kitap Kurduyum, kitapları, kitap karıştırmayı, okumayı seven herkese hitap ediyor. Okul dönemi çocukların beğenisine sunulan kitapta, okumayı kolaylaştıran ve özellikle çocuklar için tasarlanmış Sassoon yazı karakterinden yararlanılıyor. Bu yazı karakteri çocuklara sadece okumada değil, aynı zamanda onların yazıyla ilk yakınlaşmalarında da kolaylık sağlıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ben Bir Kitap Kurduyum, Yazar: Özge Lokmanhekim, Hep Kitap, 2020, 56 Sayfa
HEYBELİADA CİNAYETLERİ - ÖNAY YILMAZ
Heybeliada sokaklarında siyah cüppeli, eli bıçaklı bir katil dolaşmaktadır. Katil, kurbanlarını boğazlayarak öldürmek için mehtaplı geceleri seçer. Adayı ve tarihini iyi bilen seri katil, öldürdüğü kurbanlarının üzerinde birtakım şifreli mesajlar bırakır. Bu mesajlar aynı zamanda bir sonraki cinayet hakkında bazı ipuçları vermektedir. Sıradışı cinayetler işleyen katil, cinayet mahallinde her türlü iz bırakır; bir tek iz hariç: kendi izi. Öyle ki; Tanrı bile cinayetlerin işlendiği geceler sanki tatile çıkmaktadır. Kaç kişi ölecek? Bunu yalnızca katilin kendisi biliyor. Heybeliada Sanatoryumu'ndan Heybeliada Ruhban Okulu'na kadar uzanan bu cinayetler zincirini çözmek için, dedektif Çetin Akın ve yakın arkadaşı gazeteci Ahmet Kerim devreye girer. İkili, kendilerini yine oldukça çetrefilli bir olayın ve yanıtlanmayı bekleyen soruların içinde bulur. Katil neden mehtaplı geceleri seçiyor ve kurbanlarının üzerinde şifreler bırakıyor? Bu cinayetler ne zaman bitecek? Katilin amacı ne? Ve katil kim? Heybeliada Cinayetleri, sizi Heybeliada'nın gergin, korku dolu ve kan kokan sokaklarında gerilim dolu bir yolculuğa çıkaracak.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Heybeliada Cinayetleri, Yazar: Önay Yılmaz, A7 Kitap, 2020, 512 Sayfa
Vitrin: Yeni çıkanlar
Değerli İleri Kitap okurları ve kitapseverler, her hafta sizler için yeni çıkan kitapları titizlikle inceliyor ve aralarından sizlere özel derlemeler yapıyoruz. Bu hafta da birbirinden ilginç, heyecan verici ve düşündürücü kitaplar arasından seçki hazırladık. Beğeneceğinizi umuyor, keyifli okumalar diliyoruz.
06-12-2020 00:08

HAYALETLER - CESAR AİRA
Hayaletlerin saati henüz gelmemişti. Artık günün yirmi dört saati belirecekler miydi? Yoksa bugün yılın son günü olduğundan özel bir durum mu söz konusuydu? Belki de yuvarlak gözlerini fal taşı gibi açmış, bön bön kendisini izliyor olmalarının sebebi buydu. Ona bir şey söylemek, bir teklifte bulunmak istiyorlardı sanki.
Yılın son günü, kavurucu bir sıcak, Buenos AIres'inFlores semtinde inşaatı bir türlü tamamlanamayan lüks bir apartman. Geçici olarak binanın tepesinde yaşayan Şilili bir aile ve apartmanı mesken tutan gizemli hayaletler… Ailenin Patri adlı kızı yeni yılı ailesiyle beraber mi kutlamak isteyecek yoksa hayaletlerle mi?
Sınıf savaşlarından antropolojiye, cinsellikten felsefeye uzanan Hayaletler özgün bir CésarAira klasiği.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Hayaletler, Yazar: CesarAira, Çevirmen: Emrah İmre, Can Yayınları, 2020, 128 Sayfa
GÜZELLİĞİN POLİTİKASI: YOUTUBE GÜZELLİK TOPLULUĞU - MERVE GENÇ
Benim makyajı bu kadar sevmemin sebeplerimden bir tanesi kalıcı değişiklik yapmadan yüzümü manipüle edebiliyor olmak çünkü bu hayatta bir tane bedene ve bir tane yüze sahibiz. Hani bir hafta başkasının vücudunu deneyeyim böyle bir şey yok. Elimizde olan bu, ömrümüzün sonuna kadar da bununlayız. Ama böyle şeyler sayesinde işte peruklar, lensler, makyaj hileleri yani hiç kalıcı bir şeye bağlanmadan, hiç kalıcı mecburiyetin olmadan o gün başka bir şekilde gezebiliyorsun, o gün başka biriymiş gibi olabiliyorsun ve insan sonuçta her gün aynı hissetmeyebiliyor. Dolayısıyla böyle farklı farklı şeyler deneyebiliyor olmak benim çok hoşuma gidiyor. Burada benim bir tane kuralım var: Eğer eğlenceliyse iyidir, mecburiyete dönüşmeye başladıysa mola vermen gerekir... Bunlar çok sinsice şeyler. Makyaj, genellikle düşünüldüğü gibi erkeklere güzel görünme amacıyla süslenmek anlamına gelmeyebiliyor. Güzellik ideolojisinin kadınların ikincilleştirilmesindeki payını görerek, bunun farkında olarak, güzellik meselesini kendi ellerine almaya, onu kendilerine göre biçimlendirmeye, onunla başa çıkmaya çalışan kadınların yaptıklarının politik bir anlamı var. Elinizdeki kitap, YouTube Güzellik Topluluğu örneğinde, bu anlamı tartışıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Güzelliğin Politikası - YouTube Güzellik Topluluğu, Yazar:Merve Genç, İletişim Yayıncılık, 2020, 144 Sayfa
AZ ADAMLA YAKALANDIK - TURGAY KESKİN
Az Adamla Yakalandık Turgay Keskin’in ilk romanı. Roman, Demirtahta Mahallesi’nde büyüyen Atakan’ın hayatla tanıştığı yılları, içine hapsolduğu ve çıkmak için çabaladığı küçük dünyasını anlatıyor. Atakan, ilk aşkın peşinde koşarken kendini belanın ortasında buluyor. Hayalperest olması sebebiyle yükselmeye çabaladıkça iniyor, kalkmak istedikçe düşüyor. Ne öfkenin öfkeye ne sevginin sevgiye benzediği, her şeyin kendini bulma çabasına ve rekabete dönüştüğü bu küçük dünyada Atakan ve arkadaşlarının tek sığınağıysa Beyaz Kurbağa Mahallesi ile yaptıkları maçlar. Bu maçlarda yenmek kadar kendi kalene gol atmak da var.
Romanda, birbirine anlamsız kötülükler yapan, ergenliğin sularında yüzen küçük adamların endişesini babaların halleriyle, ne istediğini bir türlü çözemediğimiz küçük kadınlarıysa annelerinin yaşamlarıyla anlamaya çalışıyoruz. Turgay Keskin sade bir dille, sükunetle ve boşluklarla aktarıyor bize olağan yaşamları.
Atakan’ın dünyası ve mahalle yaşamı tanıdık bize. Bu tanıklık okudukça yüzümüzde acı bir tebessüme, hatta yüzleşmeye dönüşüyor. Hem naifliği hem de kötülüğü melodrama dönüştürmeden anlatmış bize Keskin. Az Adamla Yakalandık, bir ergenlik hikayesi. Şairin dediği gibi gökyüzüne bile sığmayan, belki de bu yüzden hiç bitmeyen bir çocukluğun romanı...
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Az Adamla Yakalandık, Yazar: Turgay Keskin, Nota Bene Yayınları, 2020, 160 Sayfa
ASSURLULAR: DİCLE’DEN TOROSLAR’A TANRI ASSUR’UN KRALLIĞI
Assur kenti ve adını bu kentten alan krallık, MÖ 2. binyılın başlarında Kuzey Irak'ta, Dicle Nehri kıyısında kurulmuş ve MÖ 7. yüzyılın sonlarına kadar yaklaşık 1400 yıl neredeyse kesintisiz biçimde varlığını sürdürmüştür. Assur kral listeleri, bazı belirsizlikler olmakla birlikte, önce 1000 yıldan uzun süre Assur'da (KalatŞerkat) sonrasında ise Yeni Assur Dönemi boyunca sırasıyla; Kalhu (Nimrud), Dur-Şarrukin (Horsabad) ve Ninive (Koyuncuk) gibi başkentlerde hüküm süren kralların adlarını içermektedir. Assur bu yönüyle, Önasya'da yönetim biçimini ve kurumlarını en uzun süre devam ettiren devletlerden biridir. Mezopotamya'da MÖ 4. binyılda şekillenen, Sümerlerin ve Akkadların katkısıyla gelişen devlet modeli, uzun tarihsel süreç boyunca Assurluların katkısıyla olgunlaşmıştır. Yeni Assur Krallığı'nın köklü Mezopotamya uygarlıklarından aldığı birikimle oluşturduğu bu model, krallık anlayışı ve saray planı, birimleriyle birlikte Önasya'daAssur sonrasındaki bütün krallıklar ve imparatorluklar tarafından benimsenmiş ve birçok yönüyle taklit edilmiş gözükmektedir.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Assurlular: Dicle’den Toroslar’a Tanrı Assur’un Krallığı - Küçük Boy, Yazar: Kolektif, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 440 Sayfa
BENİMLE DOSTLUK ZORDUR - MEKTUPLAŞMALAR 1927 - 1938
Uluslarüstü bir Avrupa kültürünün inançlı temsilcileri iki yakın dost: Joseph Roth ve Stefan Zweig. “Benimle Dostluk Zordur”, bu iki ismin 1927-1938 arası birbirine yolladığı mektuplardan oluşuyor. Roth’unZweig’a kıyasla biraz daha kişisel konulardan dem vurduğu ve çok yerde daha duygusal tepkiler gösterdiği mektuplarda iki yazar; dönemin politik sorunlarından, yaşanan olaylara ilişkin kişisel görüşlerinden, edebiyat üzerine düşüncelerinden söz ediyorlar. En önemlisi yıllar ilerledikçe; Almanya’dan tüm Avrupa’ya yayılan Hitler karanlığı satırlara da sızıyor…
“Benimle Dostluk Zordur”, Joseph Roth’la Stefan Zweig’ın özel ve meslek yaşamlarında yaşamış olduğu sorunlarla beraber 1930’lu yıllarda Alman sivil toplumunun altında ezildiği baskıyı da tüm karanlığıyla ortaya koyuyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Benimle Dostluk Zordur - Mektuplaşmalar 1927-1938, Yazar: Joseph Roth, Çevirmen: Ahmet Arpad, Kırmızı Kedi, 2020, 472 Sayfa
MARAŞ KATLİAMI: VAHŞET - İŞKENCE VE DİRENİŞ
Maraş Katliamı, Türkiye'nin yakın tarihinde en acıtıcı ve en ağır cinayetlerin yaşandığı bir "olay" değildir yalnızca. Öldürülen ve yaralanan insanların, talan edilen/yakılıp yıkılan evlerin ve işyerlerinin önümüze koyduğu vahamet, resmi olarak gösterilenin çok ötesindedir. "Olayların" ardından mağdurlara uygulanan ağır işkence, göç ve iskân politikaları da Maraş Katliamı'nın daha az bilinen yönlerindendir. Elinizdeki kitap, tam anlamıyla bir "pogrom" niteliği taşıyan bu hunharlığın bütün süreçlerine ışık tutmayı, onu değişik yönleriyle analiz etmeyi ve toplumsal hafızadan sildirtmemeyi amaçlayan mütevazı bir çabanın ürünüdür.
Sorgulamasını sadece "namlı katiller"le sınırlı tutmayan bir politik hesaplaşma, kitabın açmak istediği ufuklardan biridir. Kitap, aynı zamanda, "Cumhuriyetçi seçkinler", "milliyetçi baronlar" ve "İslamcı müteşebbisler"in yeniden sorgulanmalarına dair bir toplumsal sorumluluk çağrısı içermekte, ayrıca, komşusunun canına kastedip evini yağmalayan "masum halk"ı da bu sorgulamaya dahil etmektedir.
Maraş Katliamı'yla gerçek anlamda yüzleşmenin yolu buradan geçmektedir çünkü.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Maraş Katliamı: Vahşet - İşkence ve Direniş, Yazar: Kolektif, Dipnot Yayınları, 2020, 320 Sayfa
Vitrin: Yeni çıkanlar
Haftanın yeni çıkan kitapları arasından sizler için derledik. Keyifli okumalar ve iyi pazarlar dileriz.
22-11-2020 00:06

KUVAYİ MİLLİYE NAZIM HİKMET: GENCO ERKAL’IN GÖRÜNTÜLÜ YORUMUYLA
Nâzım Hikmet’in külliyatını yeniden gözden geçirerek yayımlamayı sürdüren Yapı Kredi Yayınları, şairin Kuvâyi Milliye destanını usta tiyatro sanatçısı Genco Erkal’ın görüntülü seslendirmesinin yer aldığı bir DVD ile yayımladı.
Nâzım Hikmet’in 1939’da yazmaya başladığı ve 1941’de bitirdiği Kuvâyi Milliye, şairin Kurtuluş Savaşı’nı baplar halinde anlattığı bir destandır. Türkiye’de ilk defa 1965’te Kurtuluş Savaşı Destanı adıyla yayımlanan, 1968’de ise şimdiki adına kavuşan yapıt, Türk edebiyatının en önemli metinlerindendir.
“Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar; korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar ve kahreden yaratan ki onlardır…” sözüyle başlayan ve biten destan, “Onlar” adlı Başlangıç bölümü ve sekiz baptan oluşmaktadır. Destanda ayrıca Mustafa Kemal’in Nutuk’undan da geniş ölçüde yararlanılmış, oradaki, tarihsel bilgiler ustalıkla şiirselleştirilmiştir.
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü. Paşalar onun arkasındaydılar. O, saatı sordu.
Paşalar : “Üç,” dediler. Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon ovasına atlıyacaktı.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kuvayi Milliye Nazım Hikmet: Genco Erkal’ın Görüntülü Yorumuyla, Yazar: Nazım Hikmet, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 92 Sayfa
AMA ONLAR KARDEŞTİLER - AZAD SAĞNIÇ
Ama Onlar Kardeştiler tarihsel gerçeklikler etrafında kurgulanmış bir roman.
1. Dünya Savaşı hazırlığı sırasında Osmanlının yürüttüğü politikalarla 1915 Ermeni tehciri gerçekleşir. Ermeniler yaşadığı trajediye tepki gösterir ve devlet refleksiyle davranıp savaşta Ruslarla ittifak kurar. Kürt komşularına kin ve öfkeyle saldırırlar. Birçok Ermeni yazar ve tarihçinin kabul ettiği bu bilgileri romanın tarihsel arka planına yerleştiren Azad Sağnıç, asıl olarak bir aile dramını anlatır. İki kız kardeşin, Nalin ve Zarin'in hikayesi, savaşın yol açtığı tahribatın nasıl toplumsal travmaya dönüştüğünü yansıtır. Sağnıç, her şeyi aktarmak yerine, okura kendince çıkarımlar yapabileceği bir alan da bırakır.
Ama Onlar Kardeştiler bir ailenin dağılma hikâyesi. Nalin ve Zarin'in hikâyesi... Dolayısıyla bu coğrafyanın, halkların kardeşliğinin hikâyesi.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ama Onlar Kardeştiler, Yazar: Azad Sağnıç, Nota Bene Yayınları, 2020, 208 Sayfa
KALPTEN SEVEN İNSANLAR - MÜGE İPLİKÇİ
"Soğuk bir kış günü, yaşamın bir cilvesi olarak 29 Şubat'ta doğdunuz. Dört yılda bir varsayılan bir insan oldunuz. Dahası da geldi başınıza. Artık yıllardan bir gün, yine doğum gününüzde, Türkiye diye bir ülkede, teyzenizin askerdeki torununu ziyarete giderken bir trafik kazası nedeniyle sırra kadem bastınız."
Müge İplikçi'nin yeni kitabı bu sözlerle başlıyor. Kalpten Seven İnsanlar'ın bir öykü kitabı kadar gücünü kadim masallardan, anlatılardan alan öykülerin birbirlerine teyellendiği bir kısa roman olduğu da söylenebilir. Neyyir ve Korkut'un kimlikleri aşan, yaşamları kat eden, zamanı altüst eden aşkını anlatıyor aslında.
Ancak bu aşk ve sevgiyi anlatan öyküler dün ve bugünün gerçeklerine de ayna tutuyor; vasatlıkları, cinayetleri, şiddeti, ölümleri ve daha önemlisi yaşayan ölüleri de içine alarak, iyinin olduğu kadar kötünün de içinden geçerek gürül gürül akıyor ilk sayfadan son sayfaya. Ve bu kısa kitap boyunca şu soru yankılanmadan edemiyor: Kendinde kalpten sevme cesareti bulan biri kaldı mı acaba? Yoksa sevgi, artık özlemini bile duymadığımız bir şey haline mi geldi?
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kalpten Seven İnsanlar, Yazar: Müge İplikçi, Can Yayınları, 2020, 136 Sayfa
BARONLAR SAVAŞI: ZİNDAŞTİ OLAYININ PERDE ARKASI - TİMUR SOYKAN
Bu kitap bir roman ya da kurtlar vadisinde geçen bir dizi senaryosu değil. Her sayfası resmî belgelerdeki iddialara dayanıyor ve yeraltı dünyasının gerçeklerini ortaya koyuyor.
‘Narcos Türkiye' ile tanışın:
Uyuşturucu baronları…
Devasa malikanelere sığmayan servetler…
Milyarlarca dolarlık zehir piyasası…
Eroin dolu gemiler…
Profesyonel tetikçiler…
Kanlı bir savaş…
İstanbul'dan Dubai'ye, İran'dan Kanada'ya uzanan suikastlar zinciri...
Diplomat görünümlü ajanlar…
Kirli polisler…
Siyasi bağlantılar…
Büyük rüşvetler…
Ve devlet içinde derin bataklık…
Ve skandallar…
Hiç duyulmamış skandallar…
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Baronlar Savaşı - Zindaşti Olayının Perde Arkası, Yazar: Timur Soykan, Kırmızı Kedi, 2020, 424 Sayfa
ALEVİLER VE SOSYALİSTLER, SOSYALİSTLER VE ALEVİLER: BİR KARŞILAŞMANIN KENAR NOTLARI
Sosyalist hareket, bugün hangi noktada bulunursa bulunsun, kitap içindeki yazılardan da izlenebileceği gibi, esasen Alevi toplulukların da tarihlerinin bir parçasıdır. Ancak içinde bulunduğumuz günlerde, bu “parça” sanki bir tümörmüş gibi sökülüp atılmaya, düşmanlaştırılmaya, ondan doğan boşluğa ise milliyetçi, ırkçı, faşist ya da çeşitli görünüm biçimleriyle devlet tapıncıyla malul bir Alevilik inşasının temelleri atılmaya çalışılmaktadır. Bu kitap, okurların dikkatini, şimdiye değin bütünlüklü bir biçimde pek ele alınmayan bu ilişkiselliğe yöneltme amacını taşır.
Elinizdeki kitap, çok boyutlu bir biçimde, geçmişten bugüne sosyalistler ile Aleviler arasında gelişen ilişkilerin, sosyalizm ile Alevilik arasında kurulmaya çalışılan bağlantıların tartışılmasını hedefliyor. Alevilerin dikkatini yine Alevilerin kendisine, bu kez sosyalist hareketle ilişkileri ve bunun tarihsel bağlamına yöneltmeye dönük bir girişim olan bu eser, kendi sorunlarıyla diğer topluluklar arasındaki sorunların ortak zeminlerinden koparılmaya çalışılan Alevilerin, en azından başka bir tarihe sahip olduklarını hatırlamak bakımından önemli bir işlevi de yerine getiriyor.
Kitap geçmişten bugüne sosyalistler ile Aleviler arasında gelişen iç içeliklerin ve karşılaşmaların mekanda, zamanda ve çeşitli örgütsel formlardaki izlerini takip etmektedir.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Aleviler ve Sosyalistler - Sosyalistler ve Aleviler, Derleyenler: Ayhan Yalçınkaya, Halil Karaçalı, Dipnot Yayınları, 2020, 376 Sayfa
Vitrin: Yeni çıkanlar
Değerli kitap okurları, geçtiğimiz haftalarda yayımlanan birbirinden ilginç ve dolu kitaplar arasından sizler için özenle derledik. Keyifli okumalar ve iyi pazarlar dileriz.
15-11-2020 00:06

ARKASI MUTLAKA GELİR - AYŞEGÜL DEVECİOĞLU
"Mırıltı kesintisizdi. Çok uzaklardan geliyordu; sanki durmadan yağmur yağan, yine de suyun aç toprağı beslemeye yetmediği bir yerden... Bazen bir yakarışa, bazen ağlamaya, bazen inlemeye benzeyerek uzayıp gidiyordu. Şimdiye kadar duyduğu bütün seslerden farklıydı. İnsan aklının sınırları içinde düşünmüştü; mırıltı yaralı toprağı yatıştırmaya, sakinleştirmeye mi çalışıyordu? Sonra yanıldığını anladı. Yeni gelenlerin kulaklarına fısıldanan kindar bir ninniydi bu, anlatılmaz, dile gelmez yıkımların dehşetli ezgisi."
Yedi öyküyü bir araya getiren Arkası Mutlaka Gelir, Ayşegül Devecioğlu koleksiyonunun yedinci kitabı.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Arkası Mutlaka Gelir, Yazar: Ayşegül Devecioğlu, Metis Yayıncılık, 2020, 120 Sayfa
KUM TEFRİKALARI - ÖMÜR İKLİM DEMİR
Kum Tefrikaları, kuytunun, saplanıp kalmanın, kendine gömülmenin, uzaklara düşmenin, öteki bile olamamanın, boşluğun, hevesin, meşgalenin, Doktor Mithat'ın, Murat Hoca'nın, Yurdanur Hala'nın, Şevket Kemal Bey'in, ölülerin, kelimelerin, telgraf tıkırtısının, tozun, rüzgârın, bulutların, bütün o yılların ve de üstümüzden esip geçen diğer şeylerin hikâyesi… Rüzgâr hiç durmadan esiyor sayfaların arasında, her şey bir görünüp bir kayboluyor ya da bir kaybolup bir görünüyor. Yutuyor kenarları, köşeleri, arabaları, evleri kum; yutuyor günleri, takvimleri, atları, uçakları ve de hepsinden mürekkep hayalleri… Bozkıra bakan izbe balkonlar, Boğaz'a açılıyor bir vakit; ölümler umuda, umutlar çaresizliğe benziyor yavaş yavaş. Her kavram değişip dönüşürken, Türkiye'nin son yüz yılında dolanıyor Ömür İklim Demir, kat kat açılan bir romanla çıkıyor karşımıza.
"Panjurların gölgesi yüzümde parlayıp söndüğünde, bıyığımla oynuyordum; ardından boğuk bir gök gürültüsü geldi. Sigaramın külünü silktim. Beş saniye önce kor gibi yanan kül, yüz yıllık diğer külün içinde kaybolup gitti. Geçmiş tarafından yutulmak böyle bir şey olmalıydı."
Bir iyi dilek, bir ilk roman… Kum Tefrikaları.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kum Tefrikaları, Yazar: Ömür İklim Demir, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 432 Sayfa
TRENDEKİ ADAM - ANDY MULLİGAN
Demir ağların birbirine bağladığı yaşamlar...
Otuz iki dile çevrilen Çöplük'ün yazarı Andrew Mulligan'ın yetişkinlere yönelik ilk kitabı Trendeki Adam, makasların ortasında kesişen hayatların birbirlerine aslında görünmez iplerle nasıl da bağlı olduğunu gösteren, yaşamla ölüm arasında akıp giden bir yol hikâyesi.
Kendisini yaşarken ölmüş sayan arafta kalmış bir adamın, gerçek benliği ile yüzleşmesine ve geçmişiyle hesaplaşmasına odaklanan roman, okurlarını uzun süre etkisinden kurtulmak istemeyecekleri, ahenkli bir düşsel melankoliyle baş başa bırakıyor.
Bıçak sırtı bir konuyu, dramatize etmeden, incelikle öyküleştiren Mulligan, hayat ne kadar kötü görünürse görünsün doğru yolu seçmek için asla geç olmadığını hatırlatıyor.
Michael, hayatı raydan çıkmış, yıkılmış bir adamdır. İstasyonların arasında, peronların kör noktalarında, kimsenin bakıp görmediği bar tuvaletlerinin pis zeminlerinde kalakalmıştır. Yaşlanmıştır. Evi, işi, eşi, parası ve daha fazla yaşamak için hiçbir amacı yoktur. Michael, yaşadığı her şeyin suçunu çocukluğuna ve orada yaşadığı, geleceğini mahveden bir travmaya dayandırmaktadır. Fakat kaderinin önünde daha fazla eğilmemeye de kararlıdır: Bu gidişata artık bir nokta koyacaktır. Oysa son yolculuğunu planlarken, geleceğine bambaşka bir şekil verecek, hesaba katmadığı küçük bir ayrıntıyla karşılaşacaktır: Bir sonraki treni kaçırmasına ve hayatına bambaşka bir rayda devam etmesine sebep olacak, yeni insanlara dokunabilmesini sağlayacak on iki dakikalık bir rötar...
Tesadüflerin mucizesine inandıran etkileyici öyküsüyle, hayatın gerçeklerine ayna tutan Trendeki Adam, kendi sonunu "elleriyle" hazırlayan yalnız bir insanın içsel yolculuğunu, samimiyetle sayfalarına taşıyor.
Okuru içine çeken anlatımıyla derinlikli bir romana imza atan Andrew Mulligan, umudun hiç umulmadık yerlerde ve umulmadık zamanlarda karşımıza çıkabileceğine işaret ederek yaşamı sıkı sıkıya kucaklıyor. Dedikleri gibi, treni kaçırmak bazen hayatınızı kurtarabilir...
"Sevgiye giden en kestirme yol bu muydu? Kendinizi o kadar hırpalıyordunuz ki birileri size sevecen davranmak zorunda kalıyordu..."
"Trendeki Adam, özenle kurulmuş öyküsü ve güçlü dip akıntılarını aratmayan melankolisiyle, Nick Hornby'nin insan trajedisini ele alan eserlerini anımsatıyor."
-Guardian
"İngiliz demiryollarının tuhaf 'harikalar diyarında' ilerleyen, insanı tam anlamıyla 'yutan' bir roman..."
-Daily Mail
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Trendeki Adam, Yazar: Andy Mulligan, Çevirmen: Niran Elçi, DeliDolu Yayınları, 2020, 360 Sayfa
OTOGAR - ORÇUN BAKIR
Sonra nedendir bilinmez, zifiri karanlıkta görünen bir kıvılcımın boyutunda küçük, lakin bulunduğu yerden ötürü kıymeti oldukça fazla bir umut zerresi belirdi içinde. Masmavi gözlerinin parlaklığında mavi bir kor yanıyor gibiydi. Hiç farkında olmadan dudakları kıpırdıyordu, gözleri boşluğun en derinlerinde, düşünceleri amansız bir fırtınanın bağrında yapayalnız kalmışçasına haykırır gibiydi. Usulca gözlerini kapadı, yeniden açtığında sessizce;
"Umut var" diyebildi, "Yarınlar içindir."
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Otogar, Yazar: Orçun Bakır, İkinci Adam Yayınları, 2020, 226 Sayfa
KÖKENLER: YERYÜZÜNÜN TARİHİ İNSANLIK TARİHİNİ NASIL ŞEKİLLENDİRDİ? - LEWİS DARTNELL
İnsanlık tarihi hakkında konuştuğumuzda, genellikle uluslararası aktörlere, büyük liderlere ya da tarihe damga vurmuş savaşlara odaklanırız. Peki ama yeryüzünün kendisi kaderimizi nasıl belirlemiş olabilir?
Gezegenimizdeki ani iklim değişiklikleri göçebe toplumdan tarım toplumuna geçişi tetikledi. Dağlık arazi özelliği Yunanistan’da demokrasinin gelişmesine yol açtı. Atmosfer dolaşımının yapısı coğrafi keşiflere, sömürgeleştirmeye ve ticaretin ilerlemesine yön verdi. Bugün bile ABD’nin güneydoğusunun siyasi haritası nihayetinde antik bir denizin 75 milyon yıllık tortuları tarafından biçimlendirilmeye devam ediyor. Her yerde gezegenin insan üzerindeki derin izleri var.
Kökenler, ilk ekinlerin yetiştirilmesinden modern devletlerin kurulmasına kadar ayaklarımızın altındaki yeryüzünün insan uygarlıklarının şekillenmesi üzerindeki nefes kesici etkisini inceliyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kökenler: Yeryüzünün Tarihi İnsanlık Tarihini Nasıl Şekillendirdi?, Yazar: Lewis Dartnell, Çevirmen: Cüneyt Kural, Tellekt Yayınları, 2020, 352 Sayfa
KİŞİSEL OLAN POLİTİKTİR - KADINLARA YÖNELİK EVİÇİ ŞİDDET VERİSİ VE POLİTİKA
Kadınlara yönelik her türlü şiddet can yakıcı bir sorun olmaya devam ediyor. İçinde bulunduğumuz Covid-19 pandemi sürecinde, özellikle kadınların ve kız çocuklarının maruz kaldıkları şiddet riskini artırdı. Kadınlara yönelik şiddet ile mücadele mekanizmalarının nasıl iyileştirileceği ve geliştirileceğinin konuşulmasına ihtiyacımız olan bu dönemde, halen eviçi şiddet ile mücadele alanında en kapsamlı sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi'nden Türkiye'nin imzasını çekmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının kullanılmaması tartışılıyor. Bütün bunlar olurken, kadınlar öldürülmeye ve şiddete maruz kalmaya devam ediyor. Gündelik yaşamda kadınların yaşadıklarının politik olduğunu savunan farklı disiplinlerden akademisyenlerin/aktivistlerin yazılarından oluşan bu kitap, kadınların eviçinde maruz kaldıkları farklı şiddet biçimlerini veri temelli analizler ile irdeliyor, bu alandaki politikaları değerlendirerek eleştiri ve öneriler sunuyor. Kamusal politikaların oluşturulmasında veri kullanımının öneminin altını çizen bu çalışma, kadınlara yönelik şiddetin ortadan kalkmasına yönelik mücadeleye katkıda bulunmayı amaçlıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kişisel Olan Politiktir - Kadınlara Yönelik Eviçi Şiddet Verisi ve Politika, Yazar: Kolektif, Nota Bene Yayınları, 2020, 456 Sayfa
Haftanın yeni çıkan kitapları arasından sizler için bir derleme yaptık. Keyifli okumalar dileriz.
08-11-2020 00:05

BABAMI KİM ÖLDÜRDÜ - EDOUARD LOUIS
Birtakım iç hesaplaşmalar içindeki yazar uzun zaman sonra çocukluğunun geçtiği, küçük, çirkin bir Fransız kentinde yaşayan babasını ziyarete gider. Karşısında bulduğuysa, erkeklerin duygularını bastırması ve sert olması gerektiğini savunan, bugün "toksik erkeklik" denen kültürün içine doğmuş, kendisine rol model olan birçok erkek gibi erkenden okulu bırakıp işçiliği değişmez bir kader gibi sırtlanarak fabrikalarda çalışıp ellisinde yatağa mahkûm olmuş, zavallı bir adamdır.
Fransa'nın en etkili yazarlarından biri kabul edilen Édouard Louis bu kısa ve çarpıcı metinde mevcut düzenin grotesk gerçekliğini vurgularken, milyonlarca insanın hayatını etkileyip yöneten siyaset denen şeyin, siyasetçiler için aslında bir salon oyunundan başka bir şey olmadığını anlatıyor.
"Louis'nin bir yazar olarak en güçlü yanı, olguları kimi zaman takıntı noktasına varacak kadar tutkulu bir şekilde hissetmesi ve hislerini nötrlemek yerine onları araştırmaya açık, felsefi bir zihinle analiz etmesidir."
Edmund White, The Guardian
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Babamı Kim Öldürdü, Yazar: Edouard Louis, Çevirmen: Ayberk Erkay, Can Yayınları, 2020, 56 Sayfa.
KÜTÜPHANEMİ TOPLARKEN - ALBERTO MANGUEL
Çağımızın en yaratıcı okurlarından ve en kitapsever yazarlarından Manguel'in kütüphanesinin içtenlikle ve sevecenlikle anlatılmış bir hikâyesi.
Her kitap yaşantımızın yakaladıklarını bütünüyle elde tutmanın imkânsızlığını itiraf eder niteliktedir. Gelmiş geçmiş bütün kütüphanelerimizse bu başarısızlığın anlı şanlı bir kaydıdır.
Manguel, bürokratik bir pürüz yüzünden uzun yıllardır yaşadığı Fransa'dan ayrılmak zorunda kaldığında, 35 bin kitabını sığdırabildiği kütüphanesinden de ayrılmak zorunda kalır. Kitapların ayıklanma, kolilere doldurulma ve nakil süreci, çoğunu belki de bir daha görememe ihtimali, gitgide boşalan raflar ona bu kısa ağıtı esinletir.
Kütüphanemi Toplarken okuru kütüphanelerin tarihi, sözlükler, sözlük yazarları, rüyalar ve anılar hakkında hoş anekdotlar, sıra dışı düşünceler ve çağrışımlar arasında renkli bir yolculuğa çıkarıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kütüphanemi Toplarken, Yazar: Alberto Manguel, Çevirmen: Yeşim Seber, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 128 Sayfa.
UYKUSUZ - AYÇA GÜÇLÜTEN
Bir yer. Bir şehir. Renk tercihini griden yana kullanmış isimsiz bir kent. Varlığı ve yokluğu bir. Hem cansız hem de kan içinde. Sözcükler var. Nefesler var. Ter var. Saflık yok burada. Doğal olmayan bir işleyişte sürüklenmeler var. Tuhaf masallar anlatan ayyaş bir baykuş var. Yıkık dökük bir bina var. Bir adam var bir de. Ölümün kardeşi uykuyla düello halinde biri. Yeni yalnızlığına tutkun, birden çok kadını olan biri. Puslu rüyalarında asıl yaşamını sürdüren, mutsuzluğuyla meşhur biri. Ve elde edemediği bir şey var. Tek bir şey...
“Sen hiç kendinden oldun mu? Olmuşsundur, oldun da. Gittin. Sevmişliğinden, sevilmişliğinden gittin. Bir sandalyedeydin gidişlerin olurken. Sımsıkı bağlamışlardı seni. Kimler? Bilinmez ve ne önemi var ki? Şefkatin, pürlüğün uçuşarak kaçıştığını dehşet içinde seyretmiştin. Hatırlar mısın? Küçüktün. Unutmuşsundur. Bir süre debelenip aniden durgunlaşmıştın. Tam da o anda çözülmüştü ipler kendiliğinden. Ayağa kalkmıştın. Şöyle bir üstünü başını düzeltmiştin. Gözünde başka türlü bir bakış parlamıştı, yaşamayan bir bakış. Gölgemsi bir varlık peşine o an takılmıştı. Biliyordun. Korkmamıştın. Bir alacakaranlığa onunla daldın sen. Sen, kendinden oldun. Öldün.”
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Uykusuz, Yazar: Ayça Güçlüten, İthaki Yayınları, 2020, 216 Sayfa.
2062 YAPAY ZEKA DÜNYASI - TOBY WALSH
Nasıl bir geleceğe doğru ilerliyoruz? İktidarın teknolojik bir elitin elinde yoğunlaştığı; eşitsizliğin arttığı; asayişi insan öldürme yetkisi verilmiş otonom silahların sağladığı; gözetlenip işitilmeden tek bir adım atamayacağımız; işimizi makinelere kaptıracağımız distopik bir cehenneme mi varacağız?
Ya da yolumuz ütopik bir cennete mi çıkacak? Çalışmak, “ilkel” toplumlarda olduğu gibi yine ayıp mı karşılanacak? Süper bilgisayarlar ve onların kontrolündeki makineler, tehlikeli, zor ve monoton işleri devralarak tüm insanların mutlu, müreffeh bir hayat sürmesi için mi çalışacak?
Geleceğimizi seçimlerimiz belirleyecek.
“Geniş bir konu yelpazesi, çok fazla bilimsel jargonda boğulmadan alanı keşfetmek isteyen okurlar için uygun, temiz, ferah ve teknik olmayan bir dille ele alınıyor.”
Books+Publishing
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: 2062 Yapay Zeka Dünyası, Yazar: Toby Walsh, Çevirmen: Zerin Dirhan, Say Yayınları, 2020, 280 Sayfa.
SÜRGÜN AVI - MELİH GÜNAYDIN
Bu topraklar üzerinde çok uzun bir tarihten beri yaşanan olay ve gelişmelerin hemen tümünün bir adım öncesi gizli servislerin manipülasyonları, ısmarlama operasyonları, sayısız cinayet ve katliamlarıyla dolu. Her yeni siyasal dönem ve hedef değişikliğinde kısmen lağvedilip yenilerinin kurulduğu, hayatiyetlerine halel getirilmeyen bu gizli yapılanmaların cinayetlerine 'faili meçhul' yıllar boyunca yakından tanık olduk.
Melih Günaydın 'Sürgün Avı'nda bu izleğin peşine düşüyor. Başlangıçta çok farklı saiklerle işlendiği düşünülen bir cinayet vakasının soruşturulması sürecini kah Ortadoğu coğrafyasının sınırlarına, Arap baharına; kah Avrupa'nın konferans salonlarına, sosyal medya ağlarına; kah Türkiye'nin kırk-kırk beş yıl öncesine, polisler tarafından öldürülen gençlerin hikayelerine ustalıkla taşıyor. Romanındaki Suriyeli, Kürt, Türk kahramanları bize alçakgönüllü bir duyarlılıkla tanıştırıyor. Göçmenler, yoksul üniversite öğrencileri, gözüpek gazeteciler, sınır kaçakçıları, polisleri soruşturan polisler… Günaydın bu romanında gözümüzün önünde olup biten şeylere biraz daha yakından bakıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Sürgün Avı, Yazar: Melih Günaydın, Dipnot Yayınları, 2020, 312 Sayfa.
HAYAL BİLE EDEMEYECEĞİMİZ VARLIKLAR KİTABI - CASPAR HENDERSON
Hayvanlar âlemi insanı ezelden beri büyülemiştir. Kimi gerçek, kimi hayal ürünü olan hayvanlar efsanelerde, masallarda, sanat eserlerinde sık sık boy gösterir. Çağımızda artık ejderhaların, Zümrüdüanka kuşunun ya da tek boynuzlu atların gerçekte var olmadıklarını biliyoruz. Peki ama var olan bazı hayvanların da en az onlar kadar ilginç ve büyüleyici olduklarını biliyor muyuz?
Borges'in Düşsel Varlıklar Kitabı'ndan ve ortaçağ hayvannamelerinden esinlenen bu kitapta Caspar Henderson, evrimin yaratıcılığının insanın hayal gücünden hiç de aşağı kalmadığını gözler önüne seriyor. Sevimli yüzüyle aksolotldan tehditkâr görünümüyle dikenli moloka, dayanıklı su ayısından yanardöner Venüs kuşağına birçok sıradışı hayvanı daha yakından tanımamıza, aşina olduğumuz bazı hayvanların ise bir o kadar sıradışı özelliklerini keşfetmemize imkân sağlıyor. Bunu yaparken de bilimin yanı sıra edebiyat, sanat, felsefe, mitoloji ve tarihten faydalanarak zengin bir metin ortaya koyuyor.
Fakat hemen belirtelim: Hayal Bile Edemeyeceğimiz Varlıklar Kitabı bir ucube sirki değil. Amacı ele aldığı hayvanları ötekileştirmek değil, bilakis (kendisi de bu kitapta yer alan) insanla diğer hayvanlar arasındaki derin evrimsel bağı, farklarımızın yanı sıra benzerliklerimizi vurgulamak ve bazıları yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan hayvanlara karşı sorumluluklarımızı hatırlatmak.
Dünya hayal bile edemeyeceğimiz varlıklarla dolu, diyor Henderson. Onları koruyabilmek için öncelikle hayal gücümüzü, onların gerçekliklerini daha iyi anlayacak şekilde genişletmemiz lazım.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Hayal Bile Edemeyeceğimiz Varlıklar Kitabı, Yazar: Caspar Henderson, Çevirmen: Deniz Keskin, Metis Yayıncılık, 2020, 472 Sayfa.
Mütareke yıllarında İstanbul’da sosyalist mücadele ve ittihatçılar
Bu çalışmada Erol Ülker, BOA ( Boğaziçi Osmanlı Arşivi), TİTE ( Türkiye İnkılap Tarihi Enstitüsü) ve TÜSTAV (Türkiye Sosyal Tarih Araştırmaları Vakfı), Komintern arşivlerindeki belgeleri, İstanbul’u işgal eden devletlerin, yani İngiltere ve Fransa’nın, arşiv belgeleriyle de bütünleyerek bize yepyeni ufuklar açan tezler sunuyor. Ülker, bugüne kadar ilişkilendirilmemiş olgulardan hareketle 1918-1920 dönemi İstanbul’daki direnişçi çevrelerin genel bir tablosunu çiziyor. İttihatçı ve milliyetçi çevreler ile sosyalistler ve komünistler arasındaki ittifak ve cephe arayışlarını örnekleyerek bunun İstanbul ile sınırlı kalmayıp Bakü’ye kadar uzandığı görüşüne ulaşıyor.
28-02-2021 00:04

Ufuk Akkuş
Tarih kolektif bellektir ve bu belleğin içeriği tarihçinin bakış açısına, yararlanılan kaynaklara göre değişim gösterir. Yeni arşiv belgeleri ve yeni bilgiler doğrultusunda tarih her seferinde tekrar tekrar yazılabilir. Geçmişin gerçeğinin bilinmesi geleceğe sağlıklı bakışın da temelini oluşturur. Sol tarihimiz de yeni bilgi ve belgeler ışığında yeniden yazılmakta ve geleceğe dair ufkumuz geliştirmektedir. Osmanlı-Türkiye tarihi, milliyetçilik, sosyal hareketler ve emek tarihi alanında araştırmalar yapan Erol Ülker “Mütareke’nin İlk Yıllarında İstanbul’da Direniş ve Sol 1918-1920” kitabında o dönemdeki sosyalist ve komünist hareketlere, onların ittihatçılar ile ilişkilerine yeni arşiv belgelerinin ışığında yeni değerlendirmeler getiriyor.
Erol Ülker’in anlatımıyla; Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarının büyük bölümü, başkent İstanbul da dahil olmak üzere, Kasım 1918’den itibaren fiilen işgal edildi.16 Mart 1920’de İngiliz, Fransız ve İtalyan askeri makamları İstanbul’un yönetimine el koydu. Bu arada “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) iktidardan düştüğü ve yöneticilerinin ülkeyi terk ettiği bu konjonktürde İstanbul, Trakya ve Anadolu’da yerel direniş hareketleri ortaya çıktı. Daha sonra bu hareketler merkezileşti ve TBMM’nin Nisan 1920’den itibaren göreve başladığı Ankara, direniş hareketinin merkezi haline geldi. Bu süreçte İttihatçılar resmi olarak ortadan kalkmalarına rağmen direniş hareketinin örgütlenmesinde önemli rol oynadılar. İttihatçılarla iyi ilişkiler içinde olan “Karakol Cemiyeti” de direniş hareketinde rol oynayan örgütlenmeydi. Bu cemiyet Avrupa kapitalizm ve emperyalizmine karşı sol radikal bir eğilime sahipti.
Ülker’in belirlemesine göre Karakol Cemiyeti’nin ne zaman kurulduğuna dair bilgiler üyelerinin anılarına ya da onlarla yapılan mülakatlara dayanıyor. Karakol liderleri, Anadolu hareketine katkılarının yanı sıra İstanbul’da bir direniş hareketinin örgütlenmesinde rol almışlar ve daha sonra “Müdafaa-i Milliye” örgütünün çekirdeğini oluşturacak mahalle komiteleri kurmaya başlamışlardır. Ülker’e göre Karakol ile Bolşevikler arasında ortaya çıkan temasa paralel olarak İstanbul’da ittihatçı, komünist ve sosyalist çevreler arasında yakınlaşma ve iş birliği gelişmiştir. İstanbul’da 1920 baharında başta ittihatçılar ve komünistler olmak üzere farklı siyasi eğilimleri içeren geniş bir koalisyonun ortaya çıkmış olabileceğini ve bunun da cephe örgütlenmesi şeklinde “Müdafaa-i Milliye” olarak isimlendirildiğini öne sürer. Karakol Cemiyeti’nin Bolşeviklerle ilişkileri 1919 yılında başlamıştır. Baha Sait, Karakol Cemiyeti’ni (ve Uşak Kongresi’ni) temsilen Bakü’ye gider ve “komünist parti”nin Kafkas temsilciliği ile Ocak 1920’de dostluk ve yardımlaşma anlaşmasını imzalar. Bu anlaşmaya göre karakol ve Bolşevikler arasında özellikle Kafkaslar Bölgesi’nde önem arz edecek stratejik bir iş birliği öngörülür. Baha Sait ayrıca bu şehirde faaliyet gösteren “Türk Komünist Fırkası”na katılmıştır. Geniş ölçüde savaş esirlerine dayanan bu grubun lider kadrosu içinde Küçük Talat, Salih Zeki, Nuri Paşa ve Halil Paşa gibi ittihatçılar önemli bir ağırlığa sahiptir. Bu grubun Bakü’nün Sovyetleştirilmesinde büyük katkısı olmuştur. Nisan 1920’de Bakü’ye giren 11. Kızıl Ordu Taburu’nda daha önce savaş esiri olan Müslüman-Türk subaylar da görev yapmaktadır.
1908 yılında işçilerin büyük bir grev ve örgütlenme dalgası esnasında sosyalist hareket önemli bir büyüme evresine girmiştir. Bu döneme kadar sol hareketlerin etkinlik alanı Bulgar ve Ermeni cemaati ile sınırlıyken İkinci Meşrutiyet’ten sonra sosyalistler Yahudi, Rum ve Müslümanlar arasındaki etkinliklerini artırmışlardır. “Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu”nun kuruluşu, İstanbul’da “Türkiye Sosyalist Merkezi”nin kurulması, 1910 Eylül başında İştirakçi Hilmi olarak da bilinen Hüseyin Hilmi tarafından kurulan “Osmanlı Sosyalist Fırkası” bu sürecin belli başlı dönüm noktalarıdır. Yalnız bu gruplar 1913’te gerçekleşen Mahmut Şevket Paşa Suikasti’nin ardından ortaya çıkan siyasal atmosferde varlıklarını sürdürememişler ancak Birinci Dünya Savaşı sona erdikten ve İTC iktidardan düştükten sonra yeniden kuruluş sürecine girebilmişlerdir. 1918 yılı sonlarında “Sosyal Demokrat Fırka” bu dönemde ortaya çıkan ilk sol partiler arasındadır. Mahmut Şevket Suikasti bahanesiyle sürgüne gönderilen İştirakçi Hilmi de İstanbul’a döner ve “Osmanlı Sosyalist Fırkası”nı bu defa “Türkiye Sosyalist Fırkası” ismi altında canlandırır. Ülker’in, Stefo Benlisoy’un “İstanbul Irgatları” başlıklı çalışmasından aktardığı gibi bu dönemde “Toplumsal Araştırmalar Grubu” ve bununla yakından ilintili “Dersaadet Amele Cemiyetleri İttihadı”nın hayatta kalan kimi kadroları, Mayıs 1920’de büyük bölümü Rumlardan oluşan “Beynelmilel İşçiler İttihadı”nın kuruluşunda önemli rol oynamışlardır.
“Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası” da (TİÇŞF) İstanbul’da mütarekenin ardından ortaya çıkan bir diğer önemli sosyalist partidir. Bu grubun kökenleri Dünya Savaşı sırasında Osmanlı hükümeti tarafından eğitim görmek üzere Almanya’ya gönderilen çok sayıda genç işçi ve öğrenciye dayanır. Türk Kulübünün yönetimini ele geçirdikten sonra, önce “Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi”ni daha sonra da “İşçi Derneği”ni oluşturarak Mayıs 1919’da “Kurtuluş” dergisini yayınlamaya başlarlar. Türkiyeli Spartakistler olarak da anılan bu grup ülkeye dönerek Eylül 1919’da Şefik Hüsnü’nün de kendilerine katılmasıyla birlikte TİÇSF’nin kuruluşu için hükümete başvurur. Bir diğer sol örgüt, temellerini Mustafa Suphi’nin attığı “Türkiye Komünist Teşkilatı”dır (TKT). İTC muhalifi olan ve Mahmut Şevket Paşa Suikasti’nden sonra Sinop’a sürgüne gönderilen Suphi, 1914 yılında Rusya’ya kaçar ve Bolşeviklere katılır. Moskova’da “Yeni Dünya” gazetesini yayımlamaya başlayan Suphi, Temmuz 1918’de Türk Sol Sosyalistleri Konferansı’nın düzenlenmesine eşlik eder. Bolşeviklere bağlı “Müslüman Komiserliği”nin Moskova binasında yapılan bu konferansta TKT’nin temelleri atılır. George Harris’e göre Müslüman Komiserliği’nin kuruluşuna öncülük eden ve bu konuda Şerif Manatov’u ikna eden Stalin’dir. Moskova’da ortaya çıkan TKT daha sonra faaliyet merkezini sırasıyla Kırım, Odesa, Taşkent ve Bakü’ye taşımıştır. Mütareke döneminde ortaya çıkan komünist çevrelerden biri olan Türk Komünist (Bolşevik) Grubu (TKBG) ya da Partisi, TKT ile yakın bağlara sahiptir. TKBG’nin İstanbul’daki üyeleri arasında Rusya’dan gelen subaylar ve savaş esirleri önemli bir yer tutmaktadır. TKBG üyelerinin aynı zamanda ittihatçı unsurlarla da temas kurduğuna dikkat çeken Ülker, İstanbul’da sosyalist ve komünist hareketin canlanmakta olduğu sıralarda ittihatçılar arasında dikkate değer bir sol radikal yönelimin ortaya çıktığını vurgular. İttihatçılar arasında radikalleşme sadece “Karakol Cemiyeti” ile sınırlı değildir. 10 Mayıs 1919 tarihli bir rapora göre Rusya’da Kafkas cihetlerinde bulunmuş Enver ve kardeşi Nuri Paşa’ya yakın bir grup zabitan, Osmanlı topraklarına döndükten sonra Bolşevizm propagandasına başlamıştır.
Erol Ülker, o dönemin önemli sosyalist figürlerinden Numan Usta, Vanlı Kazım, Hemşinli Mehmet gibi mücadele öykülerine de değinir. Bunlardan Numan Usta İstanbul’da mebus seçilen tek işçi temsilcisidir. Numan Usta’nın bu derece önemli başarı kazanması ittihatçı ikinci seçmenin kendisine verdiği desteğe bağlanır. Seçim arifesinde yapılan sosyalist ittifak dağılmış olup TİÇSF, TSF, ve SDF adayları seçilememiştir. Numan Usta ise İstanbul’un, 16 Mart 1920’de resmi olarak işgalinden sonra İngiliz makamları tarafından Malta’ya sürgüne gönderilmiştir.
Ülker, 1920 yılında Bolşevikler, Mustafa Suphi ve ittihatçılar arasında görüşme, uzlaşma ve görev dağılımından bahsetmenin anlamlı olduğunu söyler ve ekler. Bu çevreler Komintern’in Doğu Halkları Kurultayı’nda temsil edilirler. Burada milliyetçi ve komünist unsurların anti-kolonyalist ve anti-emperyalist bir eksende iş birliği yapmasına yönelik görüşler kabul edilir. Bu kararlar bir anlamda komünist ve ittihatçı unsurlar arasında pratik olarak hayata geçen iş birliğine siyasal ve ideolojik bir zemin sunmuştur.
1918-1920 yıllarında sosyalist ve komünist grupların mücadelesi ve ittihatçılarla ilişkilerine odaklanan Erol Ülker, Türkiye sosyalist hareketinin belli bir kesitini yeni arşiv belgeleri ve süreli yayınlar ışığında değerlendiriyor.
Künye: Mütareke’nin İlk Yıllarında İstanbul’da Direniş ve Sol 1918-1920, Erol Ülker, Sosyal Tarih Yayınları, 2020, 128 sayfa.v
Dayanışma yaşatır: Uçtu Uçamadı
Birlikte uçmak, birlikte kaybolmak ve birlikte bulunmak için ihtiyacımız olan şey; bazen sadece hakiki dostlarımızdır...
28-02-2021 00:01

Burcu Adıgüzel
2020’nin nadir güzel haberlerinden biri, Oliver Jeffers’ın resimli kitaplarının sonunda Türkçeye çevrilmeye başlanmasıydı. Can Çocuk, yıl sonunda bu müjdeli haberi verdi ve çocuk kitapları severlerini, bir de Oliver Jeffers hayranı olarak beni hayli mutlu etti.
Oliver Jeffers, iki kitaplık bir seri ile karşımızda. “Uçtu Uçamadı” ve “Kayboldu Bulundu”, bir penguen ile bir çocuğun dostluğunu anlatıyor.
“Bir zamanlar bir çocuk vardı. Günün birinde, kapısında bir penguen buldu…” “Bir zamanlar iki arkadaş vardı, bir tanesi uçmak istiyordu…” Böyle başlıyor hikâyelerimiz. Resimlemeler muazzam, cümleler kısa. Kısa ve etkili. Tüm maharetlerini özgün bir dille aktaran yazar, bir dostluğun içerisinde üçüncü bir kişi olarak yer almamızı sağlıyor.
Doğduğumuz yeri, bazen yaşadığımız yeri ve ailelerimizi seçemiyoruz. Ama dostlarımız öyle değil. Onları seçebiliyor ve bu büyüyle yaşayabiliyoruz. Paylaşmanın büyüsü. Üstelik sadece iyi, güzel, mutlu, eğlenceli anlarımızı değil; dayanışmayı, hüznü ve mücadeleyi de… Asıl büyü de burada başlıyor. Sınanarak oluşan dostluklar yıkılmaz bir kale gibi örüyor hayatımızı. Kimi zaman birileri haksızca hapsediliyor, adına evde kalmak deniyor ve dostluklar ısıtıyor bu soğuk günleri. Kimi zaman dünyada tek başımıza kaldığımız hissi gelip yapışıyor ve bir kapı zili değiştiriyor tüm duygu durumunu. Zaman değişiyor, kahramanlar da. Hikâye hep aynı kalıyor, dayanışma yaşatıyor.
Penguenimiz kendini mutsuz, yorgun ve kaybolmuş hissederken dostu onun huzurlu olması için her yolu deniyor. Çünkü hayat boyu yalnız kalmak, yalnız başımıza dans etmek, sınırsız müziğin içinde kaybolmak" tek başınaysan ne kadar keyifli olabilir ki? Bizim mutluluğumuzla gözlerinin içi gülen bir yoldaş, “Düştük.” dediğimizde elimizden tutan bir dost, bazen sadece birlikte susabildiğimiz bir arkadaşın yerini ne doldurabilir? Bunun cevabını arıyor kitabın satırları.
Hüzünlenmeyi ve kahkahayla gülmeyi garanti eden, iki küçük dostun boylarını aşan bir maceranın tanığı olmak için bu satırlara davetlisiniz.
Künye: Uçtu Uçamadı, Oliver Jeffers, Çev. Celal Üster, Can Çocuk, 2020, 40 sayfa.
Vitrin: Yeni çıkanlar
Haftnın yeni çıkan kitapları arasından sizler için derledik. Keyifli okumlar ve iyi pazarlar dileriz.
28-02-2021 00:00

HOCA, BABA, AMCA, BEN - MURAT UYURKULAK
Bir sabah, uykunun en tatlı yerindeyken, kapı zili acı acı öttü.
Bülbül zillerdendi, bana çocukluğumun geçtiği Aydın'daki aile evini, o evdeki mutsuzluğu ve yoksulluğu hatırlattığı için sevmezdim, ama değiştirmeye de cesaret edemiyordum, maziyle iyi kötü bir bağdı neticede.
Kalktım. Dedim herhalde ev arkadaşlarımdan biridir. Anahtarını falan unutmuştur. Açtım kapıyı, hoca, babam ve amcam karşımda duruyordu.
Sabahın daha o saatinde sallanıyorlardı içkiden.
Babamın elinde büyükçe bir bavul vardı.
Hoca, Baba, Amca, Ben, Murat Uyurkulak'ın 2017-2020 arası yazdığı öyküleri bir araya getiriyor. Kitaba adını veren ilk bölümde dört karakter üzerinden anlatılan hikâyeler var. Bu karakterlerden üçü, anarşistlikten komünistliğe uzanan muhtelif muhalif tonları olan üç alkolik. Gururlu, dürüst, yoksul, dışarıdan bakıldığında "kaybeden" diyebileceğiniz, ama kendilerini asla kaybetmiş görmeyen, hayat, memleket, dünya ve insanlar hakkında söyleyecek bolca sözleri olan, entelektüel karakterler. Rakıları, muhabbetleri, şehirleri ve ufaktan yaşadıkları gönül maceralarıyla her şeye rağmen kendileriyle barışık ve eğlenceli insanlar. Onların düşüncelerini ve hikâyelerini ise "oğul, yeğen ve öğrenci" olan, ortalarındaki "Ben" karakteri sayesinde okuyoruz. İkinci bölüm "Tuhaf Şahıslar Albümü"ndeyse ilginç karşılaşmalar, hayata gölgesini ya da ışığını düşüren anekdot ile anılar ve kimini okurların yakından tanıdığı çeşitli figürlerin ustalıkla hikâyeleştirilmiş dokunaklı portreleri yer alıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Hoca - Baba - Amca – Ben, Yazar: Murat Uyurkulak, Can Yayınları, 2021, 160 Sayfa
ORMANDAN GECE GELEN - ÖZGÜR ÇIRAK
"Ben bir ikameydim, kuru sandalyede oturmaktan ağrıyan sırtın arkasına konulan minder, oyuk, çürük dişe yapılan dolgu, soğuk gelen kapının altındaki boşluğa serilen bezdim…"
Ailesinin gölgesinden kaçamayan Harun'un ağzındaki kuşlar, hep aynı şarkıyı söyler. Harun annesinin kuyusunda kaybolur. Karacanın gelmesi çocukluğunu, kömürlük anısını yoklar. Karaca her şeyi başkalaştırır, zihinlere, şüphelere, korkulara, yüzleşilemeyenlere değer. Oysa karaca yalnızca yavrularını düşünmektedir.
İnsan hayvanın sırtında yük, hayvansa insanda doyulmaz bir açlıktır... Cem karacayı, karaca yavrularını izlerken ormanda bir yolculuk başlar. Kim geceden gelir, kim geceye yürür? Kim insan, kim değil… Karışır her şey birbirine, gece gereği. Cem değişir, karaca değişir, Ormandan Gece Gelen herkesleşir… Cem, karacanın peşinden koşa koşa kendine varır.
Ormandan Gece Gelen bir uzun öykü. Harun'un, Cem'in ve karacanın öyküsü.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ormandan Gece Gelen, Yazar: Özgür Çırak, Nota Bene Yayınları, 2021, 96 Sayfa
DIMITRIOS’UN MASKESİ - ERIC AMBLER
Kötücül zekâyı anlamanın peşinde
İzmir’in kurtuluşu sırasında çıkan yangının küllerinden efsanevi bir kanun kaçağı doğar: Dimitrios. Daha sonra Mustafa Kemal Paşa’ya karşı planlanan suikast girişimine de adı karışan Dimitrios, İstanbul’da bulunan İngiliz polisiye yazarı Charles Latimer’in ilgisini çeker. Bu yeraltı figürünün hayatıyla ilgili ayrıntıların peşine düşen Latimer kendini çok geçmeden bütün Balkanlar’ı içine alan bir suikast, casusluk ve ihanet ağının ortasında bulacaktır.
Çağdaş gerilim ve casusluk romanlarının öncüsü kabul edilen Eric Ambler, tekinsiz komploların içine düşen sıradan insanların maceralarını konu alan romanlarıyla tanındı. Düşmeyen temposu, gerçekçi atmosferi ve İstanbul’da başlayıp casusların cirit attığı bir Avrupa’ya doğru genişleyen olay örgüsüyle Dimitrios’un Maskesi bugün de tazeliğini koruyan birinci sınıf bir gerilim romanı, Ambler’ın dünyasıyla tanışmak için harika bir başlangıç.
“Türünün başyapıtlarından biri.”
New York Times
“Ambler’ı henüz okumamış olanları gerçek bir ziyafet bekliyor.” – Washington Post
“En büyük gerilim yazarımız.”
Graham Greene
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Dimitrios’un Maskesi, Yazar: Eric Ambler, Çevirmen: Gülçin Aldemir, Yapı Kredi Yayınları, 2021, 256 Sayfa
BİLİM NEDİR NASIL YAPILIR? - GREGORY N. DERRY
Bilim insanları karşılarına çıkan sorunları nasıl çözer? Bilimsel keşifler nasıl gerçekleşir? Soğuk füzyon gibi teoriler ve parapsikoloji gibi disiplinler neden tam olarak “bilimsel” sayılmaz? Bilimsel dünya görüşü nasıl bir şeydir?
Gregory N. Derry okura bilimsel düşünmeyi tanıtırken bu tür soruları yanıtlıyor. X-ışınları, yarı iletkenler, levha tektoniği ve çiçek aşısı gibi önemli keşif ve buluşları özetleyerek bilimsel çalışmanın dürüst gözlem, eleştirel akıl yürütme ve bazen de safi şans ile nasıl meyve verdiğini açıklıyor.
Derry bilimin hem gücünü hem de sınırlarını ortaya koyarak bilim ile din, etik ve felsefe arasındaki ilişkileri de ele alıyor. Kitap, okura bir bilim insanı gibi düşünmeye başlamak için mükemmel bir başlangıç noktası sunuyor.
“Çok iyi bir yazarın kaleminden muhteşem bir kitap. … Bilimi sokaktaki insan için daha anlaşılır kılma çabasına önemli bir katkı.”
Robert Ehrlich, Nine Crazy Ideas in Science, adlı kitabın yazarı
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Bilim Nedir Nasıl Yapılır?, Yazar: Gregory N. Derry, Çevirmen: Ümit Hüsrev Yolsal, Say Yayınları, 2021, 440 Sayfa
DİNLEYİN SİZE BİR ŞEY SÖYLÜYORUM - GÜRAY ÖZ
Kelebek
Geçemedi tel örgüyü
Hoyrat muhafızı
Öyle duruyor gökyüzünde
Bir kül halinde duruyor
Hercai menekşe bir renk halinde
Sonunda inecek
Yeşilin içine kuşların arasına
"Okşayacak" deniz'in dedesi
Kelebeği
"Yanacak elleri"
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Dinleyin Size Bir Şey Söylüyorum, Yazar: Güray Öz, Kırmızı Kedi, 2021, 96 Sayfa
MİKROİKTİSAT - ELEŞTİREL BİR KILAVUZ - BEN FINE
Bu kitap, iktisatla ilgilenen okurlar ve öğrenciler için, ana akım mikroiktisadın alternatif bir perspektiften kısa ve açık bir anlatımını sunmaktadır. Tüketici ve üretici kuramlarından genel denge kuramı ve tam rekabete, mikroiktisadın doğuşu ve gelişimini hem tarihsel hem de disiplinlerarası bir bağlama yerleştirmektedir.
Ben Fine, iktisat eğitimi ve araştırma alanındaki 40 yıllık birikimiyle bugün egemenliğini sürdüren mikroekonomik modellerin kavramsal içeriklerini ve metodolojilerini eleştirel bir biçimde gözler önüne sererken, konunun teknik yapısı ve mimarisini de göz ardı etmemekte, onun sınırlılıklarını ve kusurlarını bilse de, okurları ve öğrencileri bu yönde de bilgilendirmektedir.
“Tarihsel”in ve “toplumsal”ın iktisadın dışına itilmesine karşı bir itiraz da teşkil eden Mikroiktisat, aynı doğrultudaki Makroiktisat adlı çalışmayla bir bütünlük oluşturuyor.
Her iki kitabın Türkçede yayınlanma sürecinde, üniversitelerimizden hukuk dışı yollarla uzaklaştırılan öğretim elemanlarıyla dayanışma amacı gözetildiğini, kolektif bir çeviri ve yayına hazırlama çalışması yürütüldüğünü de okurlarımıza duyurmak isteriz.
“Ben Fine, yıllar içinde oluşturduğu tecrübesiyle, eleştirel ve yaratıcı yaklaşımları takdir eden okurlar için zengin ve anlaşılabilir bir kaynak sunuyor.”
Stuart Birks
“Marjinalizmin geleneksel zehrine ve mikroiktisat alanındaki genel denge kuramına, Say kanununa ve makroiktisat alanında kriz ve çöküşlerin inkâr edilmesine karşı paha biçilmez bir panzehir.”
Michael Roberts
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Mikroiktisat - Eleştirel Bir Kılavuz, Yazar: Ben Fine, Çevirmen: Benan Eres, Yordam Kitap, 2021, 176 Sayfa
Faşizm: Yalanı parlat, hakikati sakla!
“Faşist ideoloji, insanların hiyerarşik biçimde üstün ırklar ve aşağılık ırklar olarak bölündüğü yalanı üzerine kuruludur. Bu ideoloji, daha zayıf ırkların üstün ırklara hükmetmeyi amaçladığına dair tamamen paranoyak bir fanteziye dayanır. Bu nedenle beyazlar kendilerini savunmak için ilk saldıran olmalıdır.”
27-02-2021 23:59

Şilan Geçgel
Savaş, şiddet ve çatışma nedeniyle yerinden edilen insanların sayısı tüm dünyada rekora koşarken Türkiye, dünyada en çok mülteciye “ev sahipliği” yapan ülkelerden biri. Evini terk edip kendine yeni bir ev, yeni bir hayat aramak üzere yollara düşenlere; “kollarını açmış bir ülke ne güzel!” diye düşünebiliriz ancak mülteciler için durumun bu kadar tozpembe olmadığını söylemek mümkün.
Çoğunlukla muhtemel bir şiddet sarmalının potansiyel faili; oranın ötekisi, yabancısı, mültecisidir. Tam da bu nedenle bugün medya kanallarında kendileriyle daha az empati yapılanlar da daha az görünür olanlar da çoğunluk olmayanlar, ötekiler, mülteciler- yabancılardır diyebiliriz. Yerinden edilenin yeni yer arayışı toplumsal olaylarla, dışlanma ve siyasilerin iki dudağı arasında göklere çıkarılma yahut yere çalınma arasında bir yerde sıkışmış durumdadır çoğu zaman. Seçim zamanı “oy kasası”, seçim bitince metropolün “çirkin yüzleri” hep aynı kişiler, gruplardır.
Yazar Federico Finchelstein; kızlarıyla şahit olduğu bayraklı, flamalı ırkçı bir eylem sonrası büyük kızının eylemcileri kastederek sorduğu “Bunlar Anne Frank’ı öldüren Naziler mi?” sorusuna şöyle yanıt veriyor: “Hayır, bu neo-Naziler onun katilleri değil, fakat öldürülmüş olmasından da memnunlar.”(1)
Bugün yazımıza konu olacak iki kitabın yazarı olan Finchelstein; faşizm, popülizm, ırkçılık gibi başlıklarda çalışmalar yapan Arjantinli bir tarih profesörü. “Faşizmden Popülizme” isimli kitabı, Ali Karatay tarafından çevrilmiş; ilk baskısını Ocak 2019’da yapmış. “Faşist Yalanların Kısa Tarihi” isimli kitabı ise çeviride Zeynep Şarlak imzası ile ilk baskısını Şubat 2021 tarihinde yapmıştır. İletişim Yayınları aracılığıyla Türkçeye çevrilen her iki kitabı, iktidar-devlet-rejim bağlamında ırkçılık ve faşizm meseleleriyle yakından bağ kurulmasını sağlayan, kavramların önemine odaklanan, faşizmin tarihine dair özenli bir okuma olanağı sunuyor.
Faşizmden Popülizme isimli kitapta iki temel soru üzerine odaklanan yazar, keyfi olarak her durum için kullanılan faşizm kavramı ile bugün çeşitli formlarda gördüğümüz faşizm kolları arasında önemli farklar olduğunu savunuyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında faşizmin asla geri dönmediğini, aksine bu döneme damga vuran en önemli olayın “faşizmin yokluğu” olduğunu ileri süren yazar; zamanın akışı içerisinde Soğuk Savaş’ın özel pozisyonuna da değiniyor. Yazara göre Soğuk Savaş’ı yaratan neden “faşizmin yokluğudur” ve sonucu bellidir: Liberalizm ve komünizmin savaşı.
Popülizmin, faşizmin tınılarını duyma noktasında önemli bir kavram olduğu fikri yazar tarafından gerekçeleri ile açıklanır ancak en önemlisi Finchelstein, faşizmin mirasını çeşitli popülizm ve neo-faşizm kombinasyonları aracılığıyla devam ettirdiği tespitini yapar. Neo-faşistlerin bazen popülistlerle ittifak içerisinde olduğu ancak popülistlerin demokrasiyi yıkmak yerine ona otoriter bir çerçeve çizme kaygısında olduğunun anlatıldığı tabloda yazar, özellikle Avrupa’da popülistlerin, tıpkı neo-faşistler gibi toplumu etnik temelde ayırdığını ve faşizmi bu bağlamda sağladığını da kayda geçer.
Yazara göre tüm faşizm ya da ön faşizm diyebileceğimiz kertelerde yapılanın, aslında toplumsal tabakanın etnik, siyasi, mezhepsel oyuklar açarak buradan beslenmesi üzerine kurulu olduğu gerçeğidir. Bahsi geçen en baştan beri “ev sahibinin”, düşman kabul ettiği “ötekiye” saldırısı; toplumun geri kalanını ikna etmek için parlattığı yalanı ve nihayetinde onun “ötekiliğini kalıcı kılma” gayretidir.
“Faşist ideoloji, insanların hiyerarşik biçimde üstün ırklar ve aşağılık ırklar olarak bölündüğü yalanı üzerine kuruludur. Bu ideoloji, daha zayıf ırkların üstün ırklara hükmetmeyi amaçladığına dair tamamen paranoyak bir fanteziye dayanır. Bu nedenle beyazlar kendilerini savunmak için ilk saldıran olmalıdır.”(2)
Gerçek ve yalan arasındaki çekişmenin, faşizm için ekmek ve su gibi elzem olduğunu ifade eden yazar; gerçeği görünür kılabilmek ve en önemlisi faşizmin yayılışını engellemek için kitleleri “yalandan korumanın” önemli olduğunu inatla savunurken siyaset bilimci Hannah Arendt’e de atıfta bulunur.
“Faşist Yalanların Kısa Tarihi” isimli eserinde, “Arendt ideal tiplerle ilgileniyordu. Ben ise faşizmin tarihine yönelik argümanlarımı ampirik olarak temellendirmek için olmuş olana, tarihsel olarak belgelenmiş isimlere bakıyorum.” diye yazar.(3)
Günümüzde faşizm ve popülizm kavramlarının gündelik kullanımlarının ciddi kavramsal hatalar barındırdığını savunan Federico Finchelstein, popülizmin faşizme yürüyüşte önemli bir basamak işlevi gördüğünü aktarırken popülizm ve faşizmle mücadele edebilmek için kavramların doğru kullanılmasının şart olduğunu anlatmaktadır. Basketbol oynayan-şortlu siyasi liderleri ve onların siyasi partilerine yapıştırılan “popülist” etiketinin, bir başka coğrafyaya yağdırılan bombalarla olan ilişkisi ulus ötesi bir bağlamda ele alınır.
Finchelstein, kitaplarının asıl amacının bu kavramları tarihsel bağlamından koparmadan doğru tespit etme, doğru kullanıma hizmet etmesi olduğunu açıklıkla ifade ederken gerçek ile hakikatin birbirine girdiği mitlerden de sıklıkla bahseder. Mitler konusundaki fikirlerini felsefi bir zeminde okurla paylaşır ve faşizmin, gerçeğin karşısında yalanın parlatılması demek olduğunu gün yüzü gibi ortaya serer.
Her iki kitabında da faşizmin esas amacının aşağıdan yukarıya ya da yukarıdan aşağıya demokrasiyi yok ederek bir otorite kurmak derdinde olduğunu aktaran yazar; faşizmi aşırı milliyetçi, milli hareketleri ve rejimleri olan, liberalizm ve Marksizm karşıtı bir ideoloji olarak tanımlar.
Kavramların birbirine karıştığı ve havada uçuştuğu bir dönemde, sürekli eşitlenen popülizm ve faşizm kavramlarına dair diyecek çokça sözü olan Finchelstein; bu iki kavram arasındaki farka odaklanarak tarihsel bir okuma yapmakla kalmıyor, bu iki kavramı post-faşizm gibi bir bağlam içerisinde ele almamıza da olanak sağlıyor.
Popülizmi, faşizme hem genetik hem de toplumsal olarak bağlı bir alt nüve olarak tanımlayan yazar, faşist kitle diktatörlüklerinin de popülist demokrasilerin de ortaya çıkardıkları lider portresinin özellikle “halkın üzerinde” resmedildiğini ifade ederken iki lider kültünün birbirinden çok farklı olduğunu vurgulamayı es geçmiyor. Yazara kimi itirazların geliştirilebileceği her iki kitap, özellikle felsefi bir zeminde ele alındığı takdirde bizi faşizm üzerine ciddiyetle düşünmeye sevk ediyor.
(1)Faşizmden Popülizme, F. Finchelstein, Çev. Ali Karatay, İletişim Yayınları, Sayfa.13
(2)Faşist Yalanların Kısa Tarihi, F. Finchelstein, Çev. Zeynep Şarlak, İletişim Yayınları, Sayfa. 14
(3)Faşist Yalanların Kısa Tarihi, F. F., Sayfa.30
Künyeler:
-Faşizmden Popülizme, Federico Finchelstein, Çev. Ali Karatay, İletişim Yayınları, 320 Sayfa.
-Faşist Yalanların Kısa Tarihi, Federico Finchelstein, Çev. Zeynep Şarlak, İletişim Yayınları, 148 Sayfa.
Şakaya gelmez bir ciddiyetle: Yaşamak İçin Sosyalizm
Erkan Baş’ın kaleme aldığı Yaşamak İçin Sosyalizm; Gezi’nin havasını soluyanları, forumlarda ve tencere-tava çalarken balkonlarda göz göze gelenleri, işçi direnişlerinde ısınmak için yakılan varillere birlikte ellerini uzatanları çağırıyor. İnsanlığa eşitsizlikten, yoksulluktan, sömürüden başka bir şey vaat etmeyen bu düzeni alaşağı etmeye çağrı, hep birlikte hepimiz için en iyi olanı kurmaya çağrı. Bu çağrı bize, hepimize...
21-02-2021 13:34

Berat Çelikoğlu
“Yaşamak şakaya gelmez,
Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın”
Nazım Hikmet
Ülkemizin içinden geçtiği bu zorlu zamanlarda yaşamı ve gerçekten yaşamayı tartışmaya ihtiyacımız var. Eğer yoksulluğa, işsizliğe, geleceksizliğe katlanma haline ve hayatta kalma mücadelesine “yaşamak” demiyorsak, yaşamaktan başka bir şeyi anlıyorsak... Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş, İleri Kitaplığı’ndan bu hafta çıkan kitabı “Yaşamak İçin Sosyalizm”de işte bunu tartışıyor bizimle.
Günleri işçi direnişleri, hak mücadeleleri ve TBMM arasında geçen ve en çok da günleri böyle geçtiği için bu kitabı kaleme aldığını söyleyerek söze başlayan yazar, “Yaşamak için sosyalizm” ihtiyacını ancak kitapta sözü edilen her şeyi hep birlikte konuşup tartışabilmenin ve hayata geçirebilmenin karşılayabileceğine inandığını ekliyor.
Sosyalizmi tüm emekçiler düşünsün ve düşlesin!
Yaşamak İçin Sosyalizm, Erkan Baş’ın Türkiye’de -kitaptaki yerinde deyimle- “ürettiği tükettiğinden çok olan” milyonlarca emekçiyle samimi bir sohbeti aslında. Yıllarını sınıf mücadelelerinden öğrenmeye adamış ve öğrendiklerini emekçilerin lehine bir düzen kurmak için halktan aldığı yetkiyle Meclis’e taşıma görevini üstlenmiş bir devrimcinin emekçilerle sohbeti. Bu sohbette okur Erkan Baş’a gitmiyor, aksine yazar okurun evine, sofrasına, dükkanına, fabrikasına konuk oluyor adeta. Gündelik sohbetlerde sözü edilen şu yeni nesilden, hayat pahalılığından, “eski Türkiye’den” ve daha pek çoğundan birer parça var kitapta. Tüm bu çeşitliliği bir arada tutan bir çeşit tutkal görevini ise yaşamak ve yaşamak için sosyalizm ihtiyacı görüyor.
Yazarın devrimci siyasete atılma öyküsüne de bir söyleşi aracılığıyla son bölümde yer verdiği beş bölümlük kitapta bölüm başlıkları sırasıyla şu şekilde: Yaşadığımız Çağ / Gereksinim Olarak Sosyalizm / Bugünü Kazanmak / Hep Birlikte / Kişisel Öyküm.
“Yaşadığımız Çağ” ile sohbete başlayan Erkan Baş bizimle bugünü, varsa ufak zincirlerinden de kurtulan ve kâr dışında hiçbir movitasyonu kalmayan kapitalizmin ideal insanını tartışmaya girişiyor. Her yere koşuşturan, kâr hırsına angaje olmaktan başka çaresi olmayan insandan... İkinci bölümde kitabın adının bir slogandan çok daha fazla anlama geldiğini açıklamak istiyorcasına bir “Gereksinim Olarak Sosyalizm”i anlatıyor. Öyle ya, neden bir gereksinimdir bu sosyalizm? İkinci bölümü, “Bugünü Kazanmak” başlıklı üçüncü bölüme bağlayan şey de bu soru. Sosyalizm neden bir gereksinimdir, yazar üçüncü bölümde bunu çeşitli gerekçelerle açıklıyor. Üçüncü bölüm, kapitalizmin sivri bir bıçakla oymayı sürdürdüğü derin yaralara odaklanıyor. Gezegenimizin karşı karşıya olduğu ekolojik tehlike, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, sömürü ve daha nicesi. Baş, üçüncü bölümde bu yaraları iyileştirebilmenin yollarını tartışıyor.
Dördüncü bölümde tartıştıkça olgunlaşan başlıkların çözümü için bir adım atmaya istekli herkese sesleniyor Baş. Öncelikle okuru siyasete davet ediyor, emekçileri kendi geleceği için söz söylemeye çağırıyor ve ardından vurguluyor: “Değişim için bize Parti gerek!” Tek başına karşı koyulamayacak denli büyük sorunların ve otoriterliği başat karakteristik özellik haline gelen kapitalizmin varlığında başarılı bir karşı koyuşun, itiraz edişin yegâne yolunun partili mücadeleden geçtiğini anlatıyor yazar.
Kişisel Öyküm başlığını taşıyan bölüme de özel bir değinide bulunmak gerekiyor. Söyleşi tarzında hazırlanan bölümde Erkan Baş parti fikriyle tanışmasından “üyesi olmayan ilçenin başkanlığına”, Gezi’de haklı çıkan bilimden Tekel Direnişi okuluna kadar kendi siyasi yaşamını yoğuran her şeyden bahsediyor. Yanlışlardan ve doğrulardan, haklı çıkmakla yetinenlerden, yetinmeyip inat edenlerden...
Kitabın önsözünde önemli bir tespit olduğuna inandığımız bir vurgu mevcut. Özellikle bugün yaygın olarak işçilere ve gençlere yönelik “okumuyorlar” eleştirilerine değinen yazar, ortaya şöyle bir soru atıyor: “Ya biz onların okuyabileceği bir şey yazamıyorsak?” Bu nedenle daha söze girerken, Baş bu kitabı gençlerin ve işçilerin özellikle okumasını arzulayarak kaleme aldığını dile getiriyor.
Kendisi özgürlük ve sosyalizm mücadelesinin çeşitli kısımlarında yer almış bir yazarın kaleme aldığı düşünceler de haliyle çeşitli mücadelelerden ve tarihin öğrettiklerinden besleniyor. Kitap işçi sınıfının yeni mücadele başlıklarından Gezi’ye, Tekel’den Boğaziçi direnişine kadar güncel ya da tarihsel, pozitif veya negatif pek çok yorum ve yaklaşım barındırıyor. Yorum ve yaklaşımlarında Baş, “bizim” sorunlarımızı başkalarının kucağına bırakıvermekten uzak duruyor, yalnızca düşmana değil dosta da söylenmesi gereken ne varsa söylemeye gayret ediyor.
Erkan Baş’ın da vurguladığı üzere kitap, Türkiye’de sosyalizm fikrinin kitlelerle buluşturulması sorununu giderme yönünde atılan önemli adımların ve kararlılığın bir sonucu. Akademik çevreler arasında sıkışıp kalmış kelimelerden uzak, Türkiye’deki tüm emekçilerin okurken kendilerinden bir parça cümle, bir parça duygu yakalayabileceği cümlelerden oluşuyor Yaşamak İçin Sosyalizm. Baş, parçası olduğu kolektif aklın da odaklandığı haliyle tüm emekçilere sosyalizmi düşünmeyi ve düşlemeyi öneriyor.
Yaşamak İçin...
Erkan Baş’ın kaleme aldığı Yaşamak İçin Sosyalizm; Gezi’nin havasını soluyanları, forumlarda ve tencere-tava çalarken balkonlarda göz göze gelenleri, işçi direnişlerinde ısınmak için yakılan varillere birlikte ellerini uzatanları çağırıyor. İnsanlığa eşitsizlikten, yoksulluktan, sömürüden başka bir şey vaat etmeyen bu düzeni alaşağı etmeye çağrı, hep birlikte hepimiz için en iyi olanı kurmaya çağrı. Bu çağrı bize, hepimize...
KÜNYE: Yaşamak İçin Sosyalizm, Erkan Baş, Yayıma Hazırlayan Doğan Ergün, İleri Kitaplığı, Şubat 2021, Birinci Baskı, İstanbul
Vitrin: Yeni çıkanlar
Haftanın yeni çıkan kitaplarının yanı sıra raflar arasında dikkat çeken ve önerilmeye değer başka kitaplar da bulunuyor bu haftaki vitrinde. Domenico Starnone’nin Türkçede yayımlanan ilk kitabı “Bağlar” Yüz Kitap etiketiyle, Aslı Tohumcu’dan “Taş Uykusu” İletişim Yayıncılık vesilesiyle, Susannah Cahalan imzalı “Deliler Arasında Akıllı Olmak” kitabı Say Yayınları’ndan, Akın Çokuğurluel’in dördüncü romanı “Şimdi Reklamlar” Nota Bene Yayınları ile, Andrey Voznesenski’nin unutulmaz eseri “Oza” yeni basımıyla Ve Yayınevi’nden ve son olarak Ali Akay imzalı “Delilik Gemisi” Ayrıntı Yayınları etiketiyle vitrinimizde yer alıyor. Gittikçe uzayan ve belirsiz pandemi döneminde size eşlik edebilecek altı kıymetli eseri beğenilerinize sunuyoruz. Keyifli okumalar dileriz.
21-02-2021 00:30

BAĞLAR - DOMENICO STARNONE
Cehennem başkalarıdır ve bazen o başkalarıyla aynı evdesinizdir.
Bağlar, İtalya’nın en prestijli edebiyat ödülü Strega sahibi yazar Domenico Starnone’nin Türkçede yayımlanan ilk kitabı.
Roman, on iki yıllık eşi Aldo’nun başka bir kadın için onu terk etmesi üzerine iki çocuğuyla tek başına kalan Vanda’nın mektubuyla açılıyor. İlk bakışta sıradan bir aile hikâyesi izlenimi uyandırsa da, Starnone bu romanda sosyal, ailevi, psikolojik ve ideolojik yapılar çözülürken açığa çıkan ve kahramanları altüst eden hayal kırıklığı, haset, özlem, değersizlik ve hınç duygularını, durum komedisi ve trajedi arası bir kurgu içinde ustalıkla resmediyor.
Özgürlük ile güvenlik arasında bocalayan kahramanlarıyla Bağlar, çarpıcı bir yerini bulamama anlatısı.
"Bağlar, katman katman, ustalıkla inşa edilmiş, bilmece gibi bir roman."
-The New Yorker
"Aile içi ruhsal kıyımlara dair sıkı bir hikâye."
-The Times Literary Supplement
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Bağlar, Yazar: Domenico Starnone, Çevirmen: Meryem Mine Çilingiroğlu, Yüz Kitap
TAŞ UYKUSU - ASLI TOHUMCU
"Hep aynı hikâye, diye düşünüyor. İnsanlar biner, insanlar iner.
Giderim dururum. Kapıları açarım, kapıları kaparım. Tekrar gider, tekrar dururum. Tepem atar, birine kornaya basarım. Birinin tepesi atar, bana kornaya basar. Işık yanar beklerim, ışık yanar giderim. Karşıdan geçen arkadaşa el ederim." Bezgin bir belediye otobüsü şoförü sabahın ilk saatlerinde besmelesini çekip aracını çalıştırıyor. Duraklar geride kaldıkça içerisi balık istifinden hallice oluyor. Binen herkesin derdi, telaşı, meselesi ayrı ama içinde saklı… Bu tuhaf seferin sonunda hayır mı, şer mi olacak, kimse bilmiyor...
Aslı Tohumcu, bir toplu taşıma aracına biniyor, yolcuların yüzlerine yakından bakıp zihinlerini tek tek okuyor. Bir otobüs dolusu insan üzerinden, ülkede yaşananlara, şiddete, hüzne, çaresizliğe,
sevgisizliğe, iletişimsizliğe, duyarsızlığa ve daha nicesine dair çarpıcı bir tablo ortaya koyuyor. Taş Uykusu, görmezden gelinen, unutulan, unutturulmaya çalışılan gerçeklerle bizi yüzleştirecek ve biraz da paranoyaklaştıracak bir yolculuğun romanı...
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Taş Uykusu, Yazar: Aslı Tohumcu, İletişim Yayıncılık, 2021, 100 Sayfa
DELİLER ARASINDA AKILLI OLMAK - SUSANNAH CAHALAN
“Rosenhan, psikiyatrik tanılar koymadaki yöntemlerimizin ve bilgi birikimimizin ne kadar zayıf ve hataya açık olduğunu çok çarpıcı ve etkili biçimde ortaya koyuyor.”
Jeffrey A. Lieberman
1973’te psikolog David Rosenhan “normal” insanların “deli” taklidi yaparak akıl hastanelerine girip giremeyeceğini, girseler bile kendilerine nasıl bir tanı konulacağını araştırmak üzere bir deneye girişti. Rosenhan ve yedi sahte hasta, sahte kimlikler ve sahte hastalıklarla çeşitli akıl hastanelerine girdiler. Acaba doktorlar, sağlıklı insanlara “akıl hastası” teşhisi koyacak kadar yetersiz miydiler? Ya akıl sağlığı sistemi, hastalara nasıl bir ortam ve tedavi imkânı sunuyordu?
Araştırmanın sonuçları kısa bir zaman içinde psikiyatrinin seyrini değiştirdi. Psikiyatrlar “kendilerine göre” tanı koymayı bırakıp bir akıl hastalıkları rehberi olan DSM’yi geliştirerek “bilimsel kriterlere göre” tanı koymaya yöneldiler. Fakat önemli bir sorun vardı: Rosenhan’ın bütün verileri gerçekten doğru muydu?
Nörolojik bir hastalığı varken yanlışlıkla psikiyatri servisine sevk edilen ve bu iki alan arasındaki belirsizliğin kurbanı olmanın eşiğinden dönen araştırmacı-gazeteci Susannah Cahalan, kendi öyküsüyle ilişkilendirdiği Rosenhan’ın peşinden giderek psikiyatrinin en derinlerine iniyor, akıl sağlığı sisteminden ilaç sanayisine, o zamandan bugüne dek yaşananları gün yüzüne çıkarıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Deliler Arasında Akıllı Olmak, Yazar: Susannah Cahalan, Çevirmen: Enes Toplanır, Say Yayınları, 2021, 416 Sayfa
ŞİMDİ REKLAMLAR - AKIN ÇOKUĞURLUEL
Sonra kalktım, gözüm sloganın yazılı olduğu kâğıtta, masanın çevresinde birkaç tur attım. Uzaklaştım, yakınlaştım. Eğilip okudum. Kalktım bir daha okudum. Sonra tuvalete gittim, kâğıdımı da götürdüm yanımda. İşerken baktım. Ellerimi yıkarken lavabonun önüne koydum. Yemek hazırlarken baktım. Bulaşık yıkarken bardak kırdım, elime cam parçası battı. Bardaktan geri kalanları toplarken baktım. Yatmadan önce kanepenin üstüne koydum. Gece yarısı kan ter içinde uyandığımda yine baktım. Yerinde mi diye kontrol ettim. Bir şey bekliyordum kâğıtta yazan slogandan. Kutsal bir emir gibi, oku, diyordu bana.
Evet, muhakkak başka bir şey anlatıyordu bu cümle:
Akın Çokuğurluel, dördüncü romanı Şimdi Reklamlar'da kimsenin bilmediği bir dilin, anlamadığı bir cümlenin peşinden koşan İsmet'in, vicdan azabı, suçluluk ve ölüm üçgeninde dolanan yolculuğunu anlatırken, sanal mutluluklarla, pırıltılı vaatlerle çevrelenmiş yaşantımızda, konuşmanın, anlamanın, anlaşılmanın yerini sorguluyor. Okuru, sahteliklerle dolu sanal dünyadan, sosyal ilişki ağlarından, renkli kutunun kandırmacasından, siyaha boyanmış kısa bir cümle ile çekip çıkararak hayata dair başka bir gerçeğe çağırıyor.
Her acı kendi lisanını doğurur.
Onun acısı bu siyahlığın içinde gizli.
Peki ya, seninki?
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Şimdi Reklamlar, Yazar: Akın Çokuğurluel, Nota Bene Yayınları, 2021, 216 Sayfa
OZA - ANDREY VOZNESENSKI
Ülker İnce'nin muhteşem çevirisi, Özdemir İnce'nin önsözü, Kenan Yücel'in desenleriyle, tümü numaralanmış özel basım. Selam Oza!
"1964 yılında yayımlanan Oza elli yıl sonra çok daha büyük bir şiir olarak çıktı karşıma. Ürperdim. Elli yıl sonra iyice kıskandım. Kıskandım, dehşetli tutkuyla, çünkü Oza sadece dünün ve bugünün şiiri değil aynı zamanda geleceğin şiiri. Kendini durmadan yenileyen bir şiir. Dünyanın bütün şairlerinin, geleceğin şairlerinin çarpışmak zorunda oldukları yaman bir rakip!
Oza, iç içe geçmiş sırılsıklam bir aşk şiiridir. Mayakovski'den sonra Rus şiirinin biçimsel sınırlarını kıran devrimci bir şiirdir. Önem ve büyüklüğünü anlatmak için, bu iki cümle bile yeter!"
Özdemir İnce
"Voznesenski, şiirinde 'sözüm ona ilerleme'ye, çıkarcıların, duygusuzların, göğüslerinde bir yürek taşımayanların eline geçince baskı aracı haline dönüşen 'kahrolası makine'ye karşı sevginin ve özgür insan ruhunun savunusunu üzerine alır. İnsani değerlerin baş koruyucusu olarak şair çıkar karşımıza. Bu eğilim, en çok da Oza adlı uzun şiirde görülür."
Mehmet H. Doğan
Kitaptan tadımlık bir alıntı:
Sen on yedindesin. Soluk soluğa kaldın yaptığın bütün o beden hareketlerinden. Adın ne olursa olsun. Siklotronun adını bile hiç duymuş değilsin.
Budalanın teki, iki merküri lambası dikmiş buraya, deniz kıyısına. Birbirimize doğru yürüyoruz. Birimiz bir lambanın, öbürümüz ötekinin yanından. İkimiz de sürüklüyoruz ardımız sıra bir ışık ışınını.
Sonra ellerimiz kavuşmadan önce gölgelerimiz birleşiyor –ölümcül bir solukluğun çevrelediği canlı, sıcak gölgelerimiz. Hâlâ bana doğru gelirmiş gibi görünüyorsun.
İnsanın ensesi her zaman geçmişe bakar. Zaman arkamızda uzar gider, troleybüs bekleyen insanların oluşturduğu uzun kuyruk gibi. Geçmiş benim arkamdadır –geçmişte omuzlarımda taşıdığım bir sırt çantasıdır. Ama siz geleceği arkanızda bıraktınız –bir paraşüt gibi ses çıkarıyor.
İkimiz birlikteyken, geleceğin senden bana aktığını duyumsuyorum, benden de sana –kum saatiyiz sanki.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Oza, Yazar: Andrey Voznesenski, Çevirmen: Ülker İnce, Ve Yayınevi, 2021, 64 Sayfa
DELİLİK GEMİSİ - ALİ AKAY
Bir vaka analizcisi Michel Foucault’nun 1961 yılında yayımlanan Deliliğin Tarihi eserinin ilk bölümünün yorumlanmasına odaklanan Ali Akay ve öğrencileri eserin neredeyse klasikleşmiş denilebilecek (anti-psikiyatrik çıkış olarak değerlendirilen) okumasının çizdiği sınırların bilhassa dışına taşarak eserdeki sanatsal bakışın içindeki verilerin nasıl kullanılabileceği tartışması üzerine yoğunlaşıyor. Foucault’nun diğer eserlerindeki arkeolojik ve soybilimsel araştırmalarının sonuçlarının da gözetildiği bu soruşturma düşünürün her vakaya göre başka türlü eyleyen, dikişlenemeyen bir tutumunun olduğunu gösteren bir bakış açısından hareket ediyor. Alternatif bir okumaya da imkân veren bu hareket Deliliğin Tarihi’ne edebiyat ve plastik sanat metinleri ilişkisi üzerinden yaklaşarak Türkçe literatürde bu tarz bir yönelimin ilk temsilciliğini üstlenme gibi önemli bir ayrıcalığın ortaya çıkmasını sağlıyor. Akay ve öğrencilerinin “konuşma olanağı” bulduklarında nasıl etkileyici söz deneycileri olduklarını gösteren bu çalışma Stultifera Navis ile sözün yaratıcılığının sularında yol alıyor, elbette tarihin farklı uğraklarına yaptıkları anlık sıçramalarla.
-Kurtul Gülenç
Michel Foucault’nun Klasik Çağda Deliliğin Tarihi kitabına damgasını vurmuş olan Stultifera Navis anlatısından yola çıkıyor Delilik Gemisi. Kitap, başlığındaki “delilik” ve “gemi” kavramlarıyla bir yandan bir öznel deneyime, bir yandan da bu deneyimin kurulması, dönüştürülmesi ve geliştirilmesi için gereken mekânsallaştırmaya gönderme yaparak Batı’ya özgü iktidar ilişkilerinin soybilimini takip ediyor. Mutlak olmayan, tıpkı Deliler Gemisinin üzerinde durduğu Avrupa nehirleri gibi akışkan olan sınırları çizme, sınırlarda durma, sınırın dışına çıkarma ya da içine alma pratiklerinde cisim bulan bu iktidar pratiklerinin analiziyle Ali Akay, Foucault’nun yaklaşık altmış yıl önce yayımlanmış ilk önemli eserinin eleştirel çizgisini günümüze taşıyor.
-Ferda Keskin
Foucault, kuralları her seferinde yeniden yazılacak bir “seksek” oyununun mucidi gibidir; kuralları kemikleşmiş oyunlara alışkın olanlar onda bocalar. Ali Akay, düşünürün bu dinamizmini yalnızca tanımıyor, ona içtenlikle eşlik ederek Deliliğin Tarihi’nin ilk bölümünü sanatsal bir yeniden yaratımla düşünüyor-düşündürüyor. Delilik Gemisi, Foucault yazınına bu yakadan yapılmış ustaca bir katkıdan ibaret değil, aynı zamanda “yeninin diriltilmesi” de.
-Çetin Balanuye
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Delilik Gemisi, Yazar: Ali Akay, Ayrıntı Yayınları, 2021, 160 Sayfa