Vitrin: Yeni çıkanlar
Haftanın yeni çıkan kitaplar arasından size özel derledik, keyifli okumalar dileriz.
03-01-2021 00:03

EKO-SOSYALİST PARADİGMA: KOMÜNİST TOPLUMA GİDEN YOL - FİKRET BAŞKAYA
"Sosyal mahiyetteki sorunlar, ekolojik sorunlardan ayrı ele alınamaz. Zira, bunlar madalyonun iki yüzüdür. Bu da sos-yali ekolojikleştirmeyi, ekolojiyi de sosyalleştirmeyi gerektirir."
Fikret Başkaya, mevcut sistemi çözümleyip radikal bir biçimde eleştirdiği, bunu yaparken de birbiriyle etkileşim içindeki sosyal ve ekolojik sorunlara çözümler ürettiği çalışmalarının bu son halkasında, "eko-sosyalist paradigma"ya ve komünizme işaret ediyor.
Önce "Komünizmi nasıl bilirsiniz?" diye soruyor Fikret Başkaya ve başlıyor "müşterekler"i anlatmaya. "Ütopya", "insan doğası", "devletleştirme", "sosyalleştirme", "sönümlenme" gibi kavram ve tartışmalar da yanında.
Ardından sıra "modernite, ilerleme ideolojisi ve kapitalizm"e geliyor. Yani "ekonomik büyüme ve kalkınma" ile birlikte sistemin sınırlarına geliyor, ihtiyaçlar ile kaynaklar arasındaki ilişkinin nasıl kurulması gerektiğine.
Bir sonraki adımda büyümenin bir diğer yüzü olarak ekolojik yıkım çıkıyor karşımıza. "Muasır medeniyetler seviyesi", "Sosyal Avrupa", "demokrasi" retoriği, kapitalizm dâhilinde kalkınmanın mümkün olup olmadığı ve benzeri konular, Başkaya'nın açtığı diğer tartışma başlıkları.
"Eko-sosyalist paradigma"yı sunarak bitiriyor çalışmasını Başkaya. Kapitalizme karşı, tek bir alanda değil, ekonomik, sosyal, ekolojik ve etik boyutlarıyla bütünsel bir alternatif geliştirmenin önemini ortaya koyuyor. Bu bağlamda ekonomik planlama, ekolojik planlama ve demokratik planlama tek tek ve birbiriyle ilişkisi içinde ele alınırken, en sonda da işçi hareketi ile eko-sosyalizm arasındaki ilişki ve eko-sosyalist mücadelenin yeni özneleri irdeleniyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Eko-Sosyalist Paradigma: Komünist Topluma Giden Yol, Yazar: Fikret Başkaya, Yordam Kitap, 2020 Aralık, 192 Sayfa.
ARABESK YENİDEN - MÜZİKTE SİNEMADA VE EDEBİYATTA 2000 SONRASI
2000'li yıllarda arabeskin edebiyat, sinema ve müzikte nasıl yenilendiğini ve mevcut ekonomik/politik iklimden nasıl beslendiğini ele alıyor. Çalışmada "İsyanın dili arabesk mi? Arabesk, rap müzikle nerede tanıştı? Nostalji arabesksiz yapamıyor mu? Müslüm filminin üstünü çizmeden altını çizmek mümkün mü? Neden edebiyatın sokaklarında "Bangır Bangır Ferdi Çalıyor"? Behzat Ç. çilekeş mi, çaresiz mi, Che mi?" gibi sorulara yanıt aranıyor.
Arabesk Yeniden kitabında, "Sıradanlaşan Yaşamın Restorasyonu: Arabesk!" başlığında Z. Tül Akbal Süalp, Aydın Çubukçu, Yasemin Yazıcı; "Kenardan Merkeze: Popüler Müziğin Kalbinde Yaşayan Arabesk" başlığında Naim Dilmener, Uğur Küçükkaplan, Yetgül Karaçelik, Anıl Sayan, İrem Elbir, Onur Serdan Çarboğa; "Sinemanın İç Sıkıntısı ya da Sıkıntının Sinemasından Arabeskin İçeriksiz Sularına" başlığında F. Serkan Acar, Oya Yağcı, Pınar Fontini; "Edebiyatın Popüler Kültürle İmtihanı: Soslu Arabesk" başlığında Nil Sakman, Sibel Öz, Hakan Güngör, İsmail Afacan ve Arzu Eylem, konuya dair makaleleriyle, arabeskin bugününü tartışıyor.
Arabesk Yeniden, teoride rafa kaldırılmış gibi görünen ancak hayatımızda kanlı canlı yaşayan arabesk olgusunun izini sürerek konuya siyasal, kültürel yanıtlar arıyor; arabeskin hangi formlarda ve nasıl yeniden yükselen bir değer haline geldiğini, gündelik hayata ve sanata nasıl sızdığını tartışarak konuya ilişkin refleks oluşturabilmeyi hedefliyor. Müzikologların, akademisyenlerin, sinemacıların ve edebiyatçıların arabeskin güncel biçimlerine dair tartışmalarından oluşan bu çalışma, 2000 sonrası arabeski masaya yatırıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Arabesk Yeniden - Müzikte Sinemada ve Edebiyatta 2000 Sonrası, Yazar: Sibel Öz & İsmail Afacan, Nota Bene Yayınları, 2020 Aralık, 224 Sayfa.
NE ADAM NE HAYVAN: FEMİNİZM VE HAYVANLARIN SAVUNULMASI - CAROL J. ADAMS
Feminist-vejetaryen eleştirel teorinin en önemli eserlerinden biri kabul edilen Etin Cinsel Politikası’nın yazarı Carol J. Adams bu kitabında hayvan haklarını ve çevreciliği savunmakla feminizmin nasıl ve neden iç içe geçmesi gerektiğini çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Modern Batı kültüründe ve tüketim alışkanlıklarında, hayvanlara ve kadınlara yönelik sistematik sömürünün ardında yatan kültürel davranışları ustalıkla irdeliyor. Eleştirel hayvan çalışmaları ve veganlık literatüründeki tartışmalardan beslenen yazar, okura eko-feminizmden çevre ahlâkına ve teolojik perspektiflere uzanan geniş bir çerçeve çizmekle kalmıyor aynı zamanda onu eyleme çağırıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ne Adam Ne Hayvan - Feminizm ve Hayvanların Savunulması, Yazar: Carol J. Adams, Çevirmen: Sevda Deniz Karali, Ayrıntı Yayınları, 2020 Aralık, 416 Sayfa.
YANKI - MÜGE KOÇAK
Gecenin karanlığında, ıssız sokaklarda gezer düşlerin fısıltıları. Sahipsizliğin somurtkanlığını peşlerine takarak, buldukları ilk barınağa girerler. İşte orada, gölgelerin ardında, başlar siyahla beyazın hikâyesi. Ya da öyle sanır herhangi birisi...
Yankı bir ilk kitap olmasına karşın ustalıkla örülmüş öykülerden oluşuyor. Rahatsız edici, hatta denebilir ki "riskli" meseleleri irdeleyen bu öyküler yeri geldiğinde biçimsel denemelerden sakınılmadan ortaya konuyor. Kimi zaman şiddeti, ardındaki nedenleri ya da düpedüz nedensizliğini, kimi zaman günlük hayatımızın içine sinmiş tahakkümü, kimi zaman da sıradan hayatlarımızın karanlığını ya da üzerimizde bir yük gibi taşıdığımız yarı ölü halimizi anlatıyor. Açgözlülüğü, doymak bilmez arzuyu, saçma sapan yaşamları ve belki de en önemlisi, sokağı ve eşitsizliği odağına almaktan, bunları hayal gücünün prizmasına tutmaktan da asla geri durmuyor...
Müge Koçak yaratıcılığıyla; muzip, kıvrak ve cesur kalemiyle adından çok söz ettireceğe benziyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Yankı, Yazar: Müge Koçak, Can Yayınları, 2020 Aralık, 120 Sayfa.
KARİALILAR - DENİZCİLERDEN KENT KURUCULARA
Bu kitapta Karia Bölgesi’nin prehistorik çağlara tarihlenen en erken yerleşimlerinden Geç Osmanlı Dönemi’ne uzanan arkeolojik ve tarihi geçmişi hakkında bugüne dek yapılmış çalışmaların ve güncel araştırmaların bir özeti sunulmuştur. Anadolu Yarımadası’nın güneybatı kesiminde yer alan ve Antikçağ’da Karia olarak bilinen coğrafi bölgenin kuzey sınırını Büyük Menderes Vadisi, doğu sınırını Dalaman Çayı belirler.
MÖ 2. binyıla tarihlenen yazılı kaynaklarda birçok kez adı geçen Karialıların, Hitit istilaları karşısında Anadolu halklarını destekledikleri ancak daha sonra Mısırlılar karşısında Hititlerin yanında yer aldıkları görülür.
Karialıların adı, tüm Akdeniz’de geçtikleri yerleri talan ederek Geç Tunç Çağı’nın güçlü imparatorluklarının çöküşüne katkıda bulunan efsanevi “Deniz Kavimleri” arasında da anılır. İlerleyen dönemlerde, Homeros Karialıların Yunanlara karşı Troia kentini savunmaya gelen halklar arasında yer aldığından bahsederken “savaşmaya bir kız gibi altınlarla süslü geldiler” sözleriyle Karialıların zenginliğini vurgular.
The aim of this book is to present a brief overview of archaeological and historical research on Caria from the very first signs of occupation in the Prehistoric times to the Late Ottoman period. The region occupied by ancient Caria can roughly be described as the southwestern portion of the Anatolian peninsula South of the Menderes Valley and west of the Dalaman River.
The Carians are mentioned several times in the 2nd millennium BCE for having supported the fight of Anatolian nations against the Hittite invaders and later to have fought beside the Hittite kings against the Egyptian forces. They were also counted amongst the legendary Sea People, traveling the Mediterranean, spreading destruction on their path and bringing down some of the most powerful empires of the Late Bronze Age. Later, Homer mentions them in the list of allies who came and supported Troy against the Greeks, emphasizing the wealth of the Carians, who “came to fight decked like a girl with gold”.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Karialılar - Denizcilerden Kent Kuruculara, Yazar: Kolektif, Çevirmen: Gökçe Bike Yazıcıoğlu, İpek Dağlı Dinçer, Yapı Kredi Yayınları, 2020 Aralık, 544 Sayfa.
DUNE: CORRINO HANEDANI - HANEDANLIK ÜÇLEMESİ ÜÇÜNCÜ KİTAP - BRIAN HERBERT
Frank Herbert’ın epik Dune serisinin bir nesil öncesini anlatan heyecanlı üçlemenin büyük finali: Dune: Corrino Hanedanı!
Tleilaxlılarla yaptığı planların ardından yapay baharata “ulaştığını” sanan İmparator Shaddam, melanj üzerindeki mutlak hakimiyetini perçinlemek için her şeyi göze alacaktı. Baharatın kaynağı Dune adıyla bilinen Arrakis gezegenini yok etmeyi bile…
Pardot Kynes’ın ani ölümünden sonra oğlu Liet Kynes ve Fremen dostları Arrakis’i Harkonnenlar için bir cehenneme çevirmeye kararlıydı. Liet ise bir yandan gezegenbilimci babasının Dune’u yeşillendirme hayalini yerine getirmek istiyordu. Ama çölün sürprizleri onları bekliyordu.
Jessica, Bene Gesseritlerin Kuisatz Haderah projesi için sahip olmak istedikleri kız çocuğu yerine bir erkek doğurmuştu. Paul. Rahibeler Birliği, evrene yıkım ve kaos getirmesinden korktukları bu çocuğun yaşamasına izin vermek istemiyordu ama Jessica onu korumak için elinden geleni yapacaktı.
Dük Leto Atreides, ezeli düşmanı Baron Vladimir Harkonnen’la mücadeleye tutuşmuştu. Baron’un yıllar evvel kendisini ortadan kaldırmak için yaptığı sinsi planı öğrenen Leto karşılığını vermek istiyordu. Ama kendilerinden oldukça kuvvetli bir hanedan karşısında ne kadar şansı vardı?
Dune: Corrino Hanedanı, orijinal serinin başlangıcının hemen evvelindeki olayları ayrıntılarıyla, heyecan dolu bir şekilde anlatıyor.
“Corrino Hanedanı‘ndaki her olay, efsanevi Dune evreninin inşasına kocaman bir taş daha ekliyor.”
Booklist
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Dune: Corrino Hanedanı - Hanedanlık Üçlemesi Üçüncü Kitap, Yazar: Brian Herbert, Çevirmen: Zeliha İyidoğan Babayiğit, İthaki Yayınları, 2020 Aralık, 704 Sayfa.
İLGİLİ HABERLER
Vitrin: Yeni çıkanlar
Haftanın yeni çıkan kitapları arasından sizler için derledik, keyifli okumalar dileriz.
20-12-2020 00:06

LENİN OKUMA KILAVUZU
Sosyalizm tarihinin yoksullar için en güvenilir, varsıllar için ise en korkutucu ismi olan Vladimir İlyiç’in 150. yaşını kutluyoruz.
Umudumuz, Lenin’i Okuma Kılavuzu’nun, başta ülkemizin işçileri olmak üzere tüm sosyalizm militanlarına yeni zaferlerin yolunu göstermesidir.
Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin, bu yolda hep bizimle olacaktır.
KÜNYE: Lenin Okuma Kılavuzu, Yazar: Kolektif, İleri Kitaplığı, 2020
PAYIMA DÜŞEN - PERINUŞ SANIE
"Sahi, kimdim ben? Bir asinin ve hainin mi karısıydım, yoksa özgürlük savaşçısı bir kahramanın mı? Bir muhalifin mi annesiydim, yoksa özgürlük âşığı bir savaşçının fedakâr velisi mi? İnsanlar beni kaç kez zirveye çıkarıp, sonra da kafa üstü yere çakılmama sebep olmuşlardı?Oysa ben ikisini de hak etmemiştim. Beni kendi yeteneklerim veya meziyetlerim sayesinde yükseltmedikleri gibi, aşağıya çekmelerinin nedeni de kendi hatalarım değildi."
İranlı yazar Perinuş Sanie, 1979 Devrimine ve İslam Cumhuriyeti'nin kuruluşuna, ardından İran-Irak savaşına tanık olan kahramanı aracılığıyla yakın İran tarihinin önemli olaylarını "içeriden" anlatır. Dönem olarak İran'ın bu çalkantılı yıllarının seçilmesinde esas neden, kadın kimliğinin her durumda nasıl baskılandığının aktarılması ihtiyacıdır.
Masume, içine doğduğu dindar, baskıcı ve cinsiyetçi ailesi tarafından küçük yaşta tanımadığı biriyle evlendirilir. Kendi mücadelesini vermekte olan komünist kocasının yokluğunda çeşitli işlerde çalışarak üç çocuğunu tek başına büyütür. Masume, kadın kimliğinin iyi evlat olmak üzerinden hiçleştirilmesinin ardından annelikle sömürülmesinin aşamalarını yaşayacaktır.
Payıma Düşen, karşılarında geleneğin yüzlerce yılda kurduğu sofra olsa da, payına düşene razı gelmeyen kadınların anlatısıdır.
"Kimse kendimiz için yaşamamızı istemez, herkes bizi kendine saklamak ister."
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Payıma Düşen, Yazar: Perinuş Sanie, Çevirmen: Güneş Demirel, Yordam Edebiyat, 2020, 512 Sayfa
NAR KİTABI - BERND BRUNNER
Nar âdemoğlunun yetiştirdiği kültür bitkileri içinde ilk meyve türlerinden biri. Uzun bir tarihi olmasına rağmen hâlâ sır dolu. Nasıl ayıklanıp yeneceği bile tam çözülebilmiş değil. Âdem ile Havva'nın Cennet Bahçesi'nden kovulmasına sebep yasak meyvenin nar olması ihtimali de bir kenarda duruyor. Özellikle yaşadığımız coğrafyada, farklı kültürler, dinler ve yaşam pratikleri içinde simgesel olarak nara atfedilen anlam bolluğu kültür tarihinde başlı başına bir izlek.
Bernd Brunner tanıdığımız bir yazar. Edebiyat, bilim ve tarihin kesiştiği konular üzerine yazdığı merak uyandırıcı kitaplarından birkaçı daha önce Türkçeye çevrildi. İstanbul'da yaşıyor ve üstelik Türkçesi de hiç fena değil. Narı da ilk kez burda, İstanbul'un Tarlabaşı semtinde kurulan bir halk pazarında görmüş. Nar Kitabı, narın doğal ve kültürel tarihi üzerine, mitolojisinden mutfağına hemen her konuda ilginç ve pratik bilgiler içeren renkli bir çalışma.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Nar Kitabı, Yazar: Bernd Brunner, Çevirmen: Neylan Eryar, Kırmızı Kedi, 2020, 88 Sayfa
TRENDEKİ YABANCILAR - PATRICIA HIGHSMITH
Buluşa bak! Birbirimizin cinayetini işleyeceğiz, anladın mı? Ben senin karını öldüreceğim, sen de benim babamı! Biz trende karşılaştık, tamam mı? Birbirimizi tanıdığımızı kimse bilmiyor! Cinayet ânında başka yerlerdeyiz! Anladın mı?
Kendinizi hiç beklemezken kötülüğün cisim bulmuş haliyle aynı kompartımanda bulabilirsiniz. Guy Haines, laf olsun diye karısı konusunda içini döktüğü Charles Anthony Bruno’dan sadistçe bir teklif alır: Katil olmak! Ama öldürecekleri kişileri değiştokuş edecekler ve kusursuz cinayeti işlemiş olacaklardır. Tren yolculuğu sona erer ama iki adamın uğursuz anlaşması tek taraflı da olsa imzalanmıştır; Bruno’nun kendi üzerine düşen cinayeti işlemesiyle, Haines kendini bir kâbusun ortasında bulacaktır.
1951 tarihli ilk romanında Highsmith, kendini iyi insan olarak tarif edebilecek sıradan kimselerin bile bir dizi olay sonucu en feci suçları işleyebildiği bir dünya yaratıyor. Ünlü yönetmen Hitchcock’un aynı isimli filme uyarladığı Trendeki Yabancılar, psikolojik gerilimin mihenk taşı.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Trendeki Yabancılar, Yazar: Patricia Highsmith, Çevirmen: Tomris Uyar, Can Yayınları, 2020, 344 Sayfa
BEN BİR KİTAP KURDUYUM - ÖZGE LOKMANHEKİM
Kitabı yüksek sesle mi içinden mi, oturarak mı yoksa uzanarak mı okursun? Kendini okumanın büyüsüne kaptıran herkesin macerası hem aynı hem ayrı. Özge Lokmanhekim’in kaleme aldığı, Ege Karadayı’nın resimlediği Ben Bir Kitap Kurduyum, kitapları, kitap karıştırmayı, okumayı seven herkese hitap ediyor. Okul dönemi çocukların beğenisine sunulan kitapta, okumayı kolaylaştıran ve özellikle çocuklar için tasarlanmış Sassoon yazı karakterinden yararlanılıyor. Bu yazı karakteri çocuklara sadece okumada değil, aynı zamanda onların yazıyla ilk yakınlaşmalarında da kolaylık sağlıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ben Bir Kitap Kurduyum, Yazar: Özge Lokmanhekim, Hep Kitap, 2020, 56 Sayfa
HEYBELİADA CİNAYETLERİ - ÖNAY YILMAZ
Heybeliada sokaklarında siyah cüppeli, eli bıçaklı bir katil dolaşmaktadır. Katil, kurbanlarını boğazlayarak öldürmek için mehtaplı geceleri seçer. Adayı ve tarihini iyi bilen seri katil, öldürdüğü kurbanlarının üzerinde birtakım şifreli mesajlar bırakır. Bu mesajlar aynı zamanda bir sonraki cinayet hakkında bazı ipuçları vermektedir. Sıradışı cinayetler işleyen katil, cinayet mahallinde her türlü iz bırakır; bir tek iz hariç: kendi izi. Öyle ki; Tanrı bile cinayetlerin işlendiği geceler sanki tatile çıkmaktadır. Kaç kişi ölecek? Bunu yalnızca katilin kendisi biliyor. Heybeliada Sanatoryumu'ndan Heybeliada Ruhban Okulu'na kadar uzanan bu cinayetler zincirini çözmek için, dedektif Çetin Akın ve yakın arkadaşı gazeteci Ahmet Kerim devreye girer. İkili, kendilerini yine oldukça çetrefilli bir olayın ve yanıtlanmayı bekleyen soruların içinde bulur. Katil neden mehtaplı geceleri seçiyor ve kurbanlarının üzerinde şifreler bırakıyor? Bu cinayetler ne zaman bitecek? Katilin amacı ne? Ve katil kim? Heybeliada Cinayetleri, sizi Heybeliada'nın gergin, korku dolu ve kan kokan sokaklarında gerilim dolu bir yolculuğa çıkaracak.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Heybeliada Cinayetleri, Yazar: Önay Yılmaz, A7 Kitap, 2020, 512 Sayfa
Vitrin: Yeni çıkanlar
Değerli İleri Kitap okurları ve kitapseverler, her hafta sizler için yeni çıkan kitapları titizlikle inceliyor ve aralarından sizlere özel derlemeler yapıyoruz. Bu hafta da birbirinden ilginç, heyecan verici ve düşündürücü kitaplar arasından seçki hazırladık. Beğeneceğinizi umuyor, keyifli okumalar diliyoruz.
06-12-2020 00:08

HAYALETLER - CESAR AİRA
Hayaletlerin saati henüz gelmemişti. Artık günün yirmi dört saati belirecekler miydi? Yoksa bugün yılın son günü olduğundan özel bir durum mu söz konusuydu? Belki de yuvarlak gözlerini fal taşı gibi açmış, bön bön kendisini izliyor olmalarının sebebi buydu. Ona bir şey söylemek, bir teklifte bulunmak istiyorlardı sanki.
Yılın son günü, kavurucu bir sıcak, Buenos AIres'inFlores semtinde inşaatı bir türlü tamamlanamayan lüks bir apartman. Geçici olarak binanın tepesinde yaşayan Şilili bir aile ve apartmanı mesken tutan gizemli hayaletler… Ailenin Patri adlı kızı yeni yılı ailesiyle beraber mi kutlamak isteyecek yoksa hayaletlerle mi?
Sınıf savaşlarından antropolojiye, cinsellikten felsefeye uzanan Hayaletler özgün bir CésarAira klasiği.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Hayaletler, Yazar: CesarAira, Çevirmen: Emrah İmre, Can Yayınları, 2020, 128 Sayfa
GÜZELLİĞİN POLİTİKASI: YOUTUBE GÜZELLİK TOPLULUĞU - MERVE GENÇ
Benim makyajı bu kadar sevmemin sebeplerimden bir tanesi kalıcı değişiklik yapmadan yüzümü manipüle edebiliyor olmak çünkü bu hayatta bir tane bedene ve bir tane yüze sahibiz. Hani bir hafta başkasının vücudunu deneyeyim böyle bir şey yok. Elimizde olan bu, ömrümüzün sonuna kadar da bununlayız. Ama böyle şeyler sayesinde işte peruklar, lensler, makyaj hileleri yani hiç kalıcı bir şeye bağlanmadan, hiç kalıcı mecburiyetin olmadan o gün başka bir şekilde gezebiliyorsun, o gün başka biriymiş gibi olabiliyorsun ve insan sonuçta her gün aynı hissetmeyebiliyor. Dolayısıyla böyle farklı farklı şeyler deneyebiliyor olmak benim çok hoşuma gidiyor. Burada benim bir tane kuralım var: Eğer eğlenceliyse iyidir, mecburiyete dönüşmeye başladıysa mola vermen gerekir... Bunlar çok sinsice şeyler. Makyaj, genellikle düşünüldüğü gibi erkeklere güzel görünme amacıyla süslenmek anlamına gelmeyebiliyor. Güzellik ideolojisinin kadınların ikincilleştirilmesindeki payını görerek, bunun farkında olarak, güzellik meselesini kendi ellerine almaya, onu kendilerine göre biçimlendirmeye, onunla başa çıkmaya çalışan kadınların yaptıklarının politik bir anlamı var. Elinizdeki kitap, YouTube Güzellik Topluluğu örneğinde, bu anlamı tartışıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Güzelliğin Politikası - YouTube Güzellik Topluluğu, Yazar:Merve Genç, İletişim Yayıncılık, 2020, 144 Sayfa
AZ ADAMLA YAKALANDIK - TURGAY KESKİN
Az Adamla Yakalandık Turgay Keskin’in ilk romanı. Roman, Demirtahta Mahallesi’nde büyüyen Atakan’ın hayatla tanıştığı yılları, içine hapsolduğu ve çıkmak için çabaladığı küçük dünyasını anlatıyor. Atakan, ilk aşkın peşinde koşarken kendini belanın ortasında buluyor. Hayalperest olması sebebiyle yükselmeye çabaladıkça iniyor, kalkmak istedikçe düşüyor. Ne öfkenin öfkeye ne sevginin sevgiye benzediği, her şeyin kendini bulma çabasına ve rekabete dönüştüğü bu küçük dünyada Atakan ve arkadaşlarının tek sığınağıysa Beyaz Kurbağa Mahallesi ile yaptıkları maçlar. Bu maçlarda yenmek kadar kendi kalene gol atmak da var.
Romanda, birbirine anlamsız kötülükler yapan, ergenliğin sularında yüzen küçük adamların endişesini babaların halleriyle, ne istediğini bir türlü çözemediğimiz küçük kadınlarıysa annelerinin yaşamlarıyla anlamaya çalışıyoruz. Turgay Keskin sade bir dille, sükunetle ve boşluklarla aktarıyor bize olağan yaşamları.
Atakan’ın dünyası ve mahalle yaşamı tanıdık bize. Bu tanıklık okudukça yüzümüzde acı bir tebessüme, hatta yüzleşmeye dönüşüyor. Hem naifliği hem de kötülüğü melodrama dönüştürmeden anlatmış bize Keskin. Az Adamla Yakalandık, bir ergenlik hikayesi. Şairin dediği gibi gökyüzüne bile sığmayan, belki de bu yüzden hiç bitmeyen bir çocukluğun romanı...
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Az Adamla Yakalandık, Yazar: Turgay Keskin, Nota Bene Yayınları, 2020, 160 Sayfa
ASSURLULAR: DİCLE’DEN TOROSLAR’A TANRI ASSUR’UN KRALLIĞI
Assur kenti ve adını bu kentten alan krallık, MÖ 2. binyılın başlarında Kuzey Irak'ta, Dicle Nehri kıyısında kurulmuş ve MÖ 7. yüzyılın sonlarına kadar yaklaşık 1400 yıl neredeyse kesintisiz biçimde varlığını sürdürmüştür. Assur kral listeleri, bazı belirsizlikler olmakla birlikte, önce 1000 yıldan uzun süre Assur'da (KalatŞerkat) sonrasında ise Yeni Assur Dönemi boyunca sırasıyla; Kalhu (Nimrud), Dur-Şarrukin (Horsabad) ve Ninive (Koyuncuk) gibi başkentlerde hüküm süren kralların adlarını içermektedir. Assur bu yönüyle, Önasya'da yönetim biçimini ve kurumlarını en uzun süre devam ettiren devletlerden biridir. Mezopotamya'da MÖ 4. binyılda şekillenen, Sümerlerin ve Akkadların katkısıyla gelişen devlet modeli, uzun tarihsel süreç boyunca Assurluların katkısıyla olgunlaşmıştır. Yeni Assur Krallığı'nın köklü Mezopotamya uygarlıklarından aldığı birikimle oluşturduğu bu model, krallık anlayışı ve saray planı, birimleriyle birlikte Önasya'daAssur sonrasındaki bütün krallıklar ve imparatorluklar tarafından benimsenmiş ve birçok yönüyle taklit edilmiş gözükmektedir.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Assurlular: Dicle’den Toroslar’a Tanrı Assur’un Krallığı - Küçük Boy, Yazar: Kolektif, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 440 Sayfa
BENİMLE DOSTLUK ZORDUR - MEKTUPLAŞMALAR 1927 - 1938
Uluslarüstü bir Avrupa kültürünün inançlı temsilcileri iki yakın dost: Joseph Roth ve Stefan Zweig. “Benimle Dostluk Zordur”, bu iki ismin 1927-1938 arası birbirine yolladığı mektuplardan oluşuyor. Roth’unZweig’a kıyasla biraz daha kişisel konulardan dem vurduğu ve çok yerde daha duygusal tepkiler gösterdiği mektuplarda iki yazar; dönemin politik sorunlarından, yaşanan olaylara ilişkin kişisel görüşlerinden, edebiyat üzerine düşüncelerinden söz ediyorlar. En önemlisi yıllar ilerledikçe; Almanya’dan tüm Avrupa’ya yayılan Hitler karanlığı satırlara da sızıyor…
“Benimle Dostluk Zordur”, Joseph Roth’la Stefan Zweig’ın özel ve meslek yaşamlarında yaşamış olduğu sorunlarla beraber 1930’lu yıllarda Alman sivil toplumunun altında ezildiği baskıyı da tüm karanlığıyla ortaya koyuyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Benimle Dostluk Zordur - Mektuplaşmalar 1927-1938, Yazar: Joseph Roth, Çevirmen: Ahmet Arpad, Kırmızı Kedi, 2020, 472 Sayfa
MARAŞ KATLİAMI: VAHŞET - İŞKENCE VE DİRENİŞ
Maraş Katliamı, Türkiye'nin yakın tarihinde en acıtıcı ve en ağır cinayetlerin yaşandığı bir "olay" değildir yalnızca. Öldürülen ve yaralanan insanların, talan edilen/yakılıp yıkılan evlerin ve işyerlerinin önümüze koyduğu vahamet, resmi olarak gösterilenin çok ötesindedir. "Olayların" ardından mağdurlara uygulanan ağır işkence, göç ve iskân politikaları da Maraş Katliamı'nın daha az bilinen yönlerindendir. Elinizdeki kitap, tam anlamıyla bir "pogrom" niteliği taşıyan bu hunharlığın bütün süreçlerine ışık tutmayı, onu değişik yönleriyle analiz etmeyi ve toplumsal hafızadan sildirtmemeyi amaçlayan mütevazı bir çabanın ürünüdür.
Sorgulamasını sadece "namlı katiller"le sınırlı tutmayan bir politik hesaplaşma, kitabın açmak istediği ufuklardan biridir. Kitap, aynı zamanda, "Cumhuriyetçi seçkinler", "milliyetçi baronlar" ve "İslamcı müteşebbisler"in yeniden sorgulanmalarına dair bir toplumsal sorumluluk çağrısı içermekte, ayrıca, komşusunun canına kastedip evini yağmalayan "masum halk"ı da bu sorgulamaya dahil etmektedir.
Maraş Katliamı'yla gerçek anlamda yüzleşmenin yolu buradan geçmektedir çünkü.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Maraş Katliamı: Vahşet - İşkence ve Direniş, Yazar: Kolektif, Dipnot Yayınları, 2020, 320 Sayfa
Vitrin: Yeni çıkanlar
Haftanın yeni çıkan kitapları arasından sizler için derledik. Keyifli okumalar ve iyi pazarlar dileriz.
22-11-2020 00:06

KUVAYİ MİLLİYE NAZIM HİKMET: GENCO ERKAL’IN GÖRÜNTÜLÜ YORUMUYLA
Nâzım Hikmet’in külliyatını yeniden gözden geçirerek yayımlamayı sürdüren Yapı Kredi Yayınları, şairin Kuvâyi Milliye destanını usta tiyatro sanatçısı Genco Erkal’ın görüntülü seslendirmesinin yer aldığı bir DVD ile yayımladı.
Nâzım Hikmet’in 1939’da yazmaya başladığı ve 1941’de bitirdiği Kuvâyi Milliye, şairin Kurtuluş Savaşı’nı baplar halinde anlattığı bir destandır. Türkiye’de ilk defa 1965’te Kurtuluş Savaşı Destanı adıyla yayımlanan, 1968’de ise şimdiki adına kavuşan yapıt, Türk edebiyatının en önemli metinlerindendir.
“Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar; korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar ve kahreden yaratan ki onlardır…” sözüyle başlayan ve biten destan, “Onlar” adlı Başlangıç bölümü ve sekiz baptan oluşmaktadır. Destanda ayrıca Mustafa Kemal’in Nutuk’undan da geniş ölçüde yararlanılmış, oradaki, tarihsel bilgiler ustalıkla şiirselleştirilmiştir.
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü. Paşalar onun arkasındaydılar. O, saatı sordu.
Paşalar : “Üç,” dediler. Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon ovasına atlıyacaktı.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kuvayi Milliye Nazım Hikmet: Genco Erkal’ın Görüntülü Yorumuyla, Yazar: Nazım Hikmet, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 92 Sayfa
AMA ONLAR KARDEŞTİLER - AZAD SAĞNIÇ
Ama Onlar Kardeştiler tarihsel gerçeklikler etrafında kurgulanmış bir roman.
1. Dünya Savaşı hazırlığı sırasında Osmanlının yürüttüğü politikalarla 1915 Ermeni tehciri gerçekleşir. Ermeniler yaşadığı trajediye tepki gösterir ve devlet refleksiyle davranıp savaşta Ruslarla ittifak kurar. Kürt komşularına kin ve öfkeyle saldırırlar. Birçok Ermeni yazar ve tarihçinin kabul ettiği bu bilgileri romanın tarihsel arka planına yerleştiren Azad Sağnıç, asıl olarak bir aile dramını anlatır. İki kız kardeşin, Nalin ve Zarin'in hikayesi, savaşın yol açtığı tahribatın nasıl toplumsal travmaya dönüştüğünü yansıtır. Sağnıç, her şeyi aktarmak yerine, okura kendince çıkarımlar yapabileceği bir alan da bırakır.
Ama Onlar Kardeştiler bir ailenin dağılma hikâyesi. Nalin ve Zarin'in hikâyesi... Dolayısıyla bu coğrafyanın, halkların kardeşliğinin hikâyesi.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ama Onlar Kardeştiler, Yazar: Azad Sağnıç, Nota Bene Yayınları, 2020, 208 Sayfa
KALPTEN SEVEN İNSANLAR - MÜGE İPLİKÇİ
"Soğuk bir kış günü, yaşamın bir cilvesi olarak 29 Şubat'ta doğdunuz. Dört yılda bir varsayılan bir insan oldunuz. Dahası da geldi başınıza. Artık yıllardan bir gün, yine doğum gününüzde, Türkiye diye bir ülkede, teyzenizin askerdeki torununu ziyarete giderken bir trafik kazası nedeniyle sırra kadem bastınız."
Müge İplikçi'nin yeni kitabı bu sözlerle başlıyor. Kalpten Seven İnsanlar'ın bir öykü kitabı kadar gücünü kadim masallardan, anlatılardan alan öykülerin birbirlerine teyellendiği bir kısa roman olduğu da söylenebilir. Neyyir ve Korkut'un kimlikleri aşan, yaşamları kat eden, zamanı altüst eden aşkını anlatıyor aslında.
Ancak bu aşk ve sevgiyi anlatan öyküler dün ve bugünün gerçeklerine de ayna tutuyor; vasatlıkları, cinayetleri, şiddeti, ölümleri ve daha önemlisi yaşayan ölüleri de içine alarak, iyinin olduğu kadar kötünün de içinden geçerek gürül gürül akıyor ilk sayfadan son sayfaya. Ve bu kısa kitap boyunca şu soru yankılanmadan edemiyor: Kendinde kalpten sevme cesareti bulan biri kaldı mı acaba? Yoksa sevgi, artık özlemini bile duymadığımız bir şey haline mi geldi?
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kalpten Seven İnsanlar, Yazar: Müge İplikçi, Can Yayınları, 2020, 136 Sayfa
BARONLAR SAVAŞI: ZİNDAŞTİ OLAYININ PERDE ARKASI - TİMUR SOYKAN
Bu kitap bir roman ya da kurtlar vadisinde geçen bir dizi senaryosu değil. Her sayfası resmî belgelerdeki iddialara dayanıyor ve yeraltı dünyasının gerçeklerini ortaya koyuyor.
‘Narcos Türkiye' ile tanışın:
Uyuşturucu baronları…
Devasa malikanelere sığmayan servetler…
Milyarlarca dolarlık zehir piyasası…
Eroin dolu gemiler…
Profesyonel tetikçiler…
Kanlı bir savaş…
İstanbul'dan Dubai'ye, İran'dan Kanada'ya uzanan suikastlar zinciri...
Diplomat görünümlü ajanlar…
Kirli polisler…
Siyasi bağlantılar…
Büyük rüşvetler…
Ve devlet içinde derin bataklık…
Ve skandallar…
Hiç duyulmamış skandallar…
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Baronlar Savaşı - Zindaşti Olayının Perde Arkası, Yazar: Timur Soykan, Kırmızı Kedi, 2020, 424 Sayfa
ALEVİLER VE SOSYALİSTLER, SOSYALİSTLER VE ALEVİLER: BİR KARŞILAŞMANIN KENAR NOTLARI
Sosyalist hareket, bugün hangi noktada bulunursa bulunsun, kitap içindeki yazılardan da izlenebileceği gibi, esasen Alevi toplulukların da tarihlerinin bir parçasıdır. Ancak içinde bulunduğumuz günlerde, bu “parça” sanki bir tümörmüş gibi sökülüp atılmaya, düşmanlaştırılmaya, ondan doğan boşluğa ise milliyetçi, ırkçı, faşist ya da çeşitli görünüm biçimleriyle devlet tapıncıyla malul bir Alevilik inşasının temelleri atılmaya çalışılmaktadır. Bu kitap, okurların dikkatini, şimdiye değin bütünlüklü bir biçimde pek ele alınmayan bu ilişkiselliğe yöneltme amacını taşır.
Elinizdeki kitap, çok boyutlu bir biçimde, geçmişten bugüne sosyalistler ile Aleviler arasında gelişen ilişkilerin, sosyalizm ile Alevilik arasında kurulmaya çalışılan bağlantıların tartışılmasını hedefliyor. Alevilerin dikkatini yine Alevilerin kendisine, bu kez sosyalist hareketle ilişkileri ve bunun tarihsel bağlamına yöneltmeye dönük bir girişim olan bu eser, kendi sorunlarıyla diğer topluluklar arasındaki sorunların ortak zeminlerinden koparılmaya çalışılan Alevilerin, en azından başka bir tarihe sahip olduklarını hatırlamak bakımından önemli bir işlevi de yerine getiriyor.
Kitap geçmişten bugüne sosyalistler ile Aleviler arasında gelişen iç içeliklerin ve karşılaşmaların mekanda, zamanda ve çeşitli örgütsel formlardaki izlerini takip etmektedir.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Aleviler ve Sosyalistler - Sosyalistler ve Aleviler, Derleyenler: Ayhan Yalçınkaya, Halil Karaçalı, Dipnot Yayınları, 2020, 376 Sayfa
Vitrin: Yeni çıkanlar
Değerli kitap okurları, geçtiğimiz haftalarda yayımlanan birbirinden ilginç ve dolu kitaplar arasından sizler için özenle derledik. Keyifli okumalar ve iyi pazarlar dileriz.
15-11-2020 00:06

ARKASI MUTLAKA GELİR - AYŞEGÜL DEVECİOĞLU
"Mırıltı kesintisizdi. Çok uzaklardan geliyordu; sanki durmadan yağmur yağan, yine de suyun aç toprağı beslemeye yetmediği bir yerden... Bazen bir yakarışa, bazen ağlamaya, bazen inlemeye benzeyerek uzayıp gidiyordu. Şimdiye kadar duyduğu bütün seslerden farklıydı. İnsan aklının sınırları içinde düşünmüştü; mırıltı yaralı toprağı yatıştırmaya, sakinleştirmeye mi çalışıyordu? Sonra yanıldığını anladı. Yeni gelenlerin kulaklarına fısıldanan kindar bir ninniydi bu, anlatılmaz, dile gelmez yıkımların dehşetli ezgisi."
Yedi öyküyü bir araya getiren Arkası Mutlaka Gelir, Ayşegül Devecioğlu koleksiyonunun yedinci kitabı.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Arkası Mutlaka Gelir, Yazar: Ayşegül Devecioğlu, Metis Yayıncılık, 2020, 120 Sayfa
KUM TEFRİKALARI - ÖMÜR İKLİM DEMİR
Kum Tefrikaları, kuytunun, saplanıp kalmanın, kendine gömülmenin, uzaklara düşmenin, öteki bile olamamanın, boşluğun, hevesin, meşgalenin, Doktor Mithat'ın, Murat Hoca'nın, Yurdanur Hala'nın, Şevket Kemal Bey'in, ölülerin, kelimelerin, telgraf tıkırtısının, tozun, rüzgârın, bulutların, bütün o yılların ve de üstümüzden esip geçen diğer şeylerin hikâyesi… Rüzgâr hiç durmadan esiyor sayfaların arasında, her şey bir görünüp bir kayboluyor ya da bir kaybolup bir görünüyor. Yutuyor kenarları, köşeleri, arabaları, evleri kum; yutuyor günleri, takvimleri, atları, uçakları ve de hepsinden mürekkep hayalleri… Bozkıra bakan izbe balkonlar, Boğaz'a açılıyor bir vakit; ölümler umuda, umutlar çaresizliğe benziyor yavaş yavaş. Her kavram değişip dönüşürken, Türkiye'nin son yüz yılında dolanıyor Ömür İklim Demir, kat kat açılan bir romanla çıkıyor karşımıza.
"Panjurların gölgesi yüzümde parlayıp söndüğünde, bıyığımla oynuyordum; ardından boğuk bir gök gürültüsü geldi. Sigaramın külünü silktim. Beş saniye önce kor gibi yanan kül, yüz yıllık diğer külün içinde kaybolup gitti. Geçmiş tarafından yutulmak böyle bir şey olmalıydı."
Bir iyi dilek, bir ilk roman… Kum Tefrikaları.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kum Tefrikaları, Yazar: Ömür İklim Demir, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 432 Sayfa
TRENDEKİ ADAM - ANDY MULLİGAN
Demir ağların birbirine bağladığı yaşamlar...
Otuz iki dile çevrilen Çöplük'ün yazarı Andrew Mulligan'ın yetişkinlere yönelik ilk kitabı Trendeki Adam, makasların ortasında kesişen hayatların birbirlerine aslında görünmez iplerle nasıl da bağlı olduğunu gösteren, yaşamla ölüm arasında akıp giden bir yol hikâyesi.
Kendisini yaşarken ölmüş sayan arafta kalmış bir adamın, gerçek benliği ile yüzleşmesine ve geçmişiyle hesaplaşmasına odaklanan roman, okurlarını uzun süre etkisinden kurtulmak istemeyecekleri, ahenkli bir düşsel melankoliyle baş başa bırakıyor.
Bıçak sırtı bir konuyu, dramatize etmeden, incelikle öyküleştiren Mulligan, hayat ne kadar kötü görünürse görünsün doğru yolu seçmek için asla geç olmadığını hatırlatıyor.
Michael, hayatı raydan çıkmış, yıkılmış bir adamdır. İstasyonların arasında, peronların kör noktalarında, kimsenin bakıp görmediği bar tuvaletlerinin pis zeminlerinde kalakalmıştır. Yaşlanmıştır. Evi, işi, eşi, parası ve daha fazla yaşamak için hiçbir amacı yoktur. Michael, yaşadığı her şeyin suçunu çocukluğuna ve orada yaşadığı, geleceğini mahveden bir travmaya dayandırmaktadır. Fakat kaderinin önünde daha fazla eğilmemeye de kararlıdır: Bu gidişata artık bir nokta koyacaktır. Oysa son yolculuğunu planlarken, geleceğine bambaşka bir şekil verecek, hesaba katmadığı küçük bir ayrıntıyla karşılaşacaktır: Bir sonraki treni kaçırmasına ve hayatına bambaşka bir rayda devam etmesine sebep olacak, yeni insanlara dokunabilmesini sağlayacak on iki dakikalık bir rötar...
Tesadüflerin mucizesine inandıran etkileyici öyküsüyle, hayatın gerçeklerine ayna tutan Trendeki Adam, kendi sonunu "elleriyle" hazırlayan yalnız bir insanın içsel yolculuğunu, samimiyetle sayfalarına taşıyor.
Okuru içine çeken anlatımıyla derinlikli bir romana imza atan Andrew Mulligan, umudun hiç umulmadık yerlerde ve umulmadık zamanlarda karşımıza çıkabileceğine işaret ederek yaşamı sıkı sıkıya kucaklıyor. Dedikleri gibi, treni kaçırmak bazen hayatınızı kurtarabilir...
"Sevgiye giden en kestirme yol bu muydu? Kendinizi o kadar hırpalıyordunuz ki birileri size sevecen davranmak zorunda kalıyordu..."
"Trendeki Adam, özenle kurulmuş öyküsü ve güçlü dip akıntılarını aratmayan melankolisiyle, Nick Hornby'nin insan trajedisini ele alan eserlerini anımsatıyor."
-Guardian
"İngiliz demiryollarının tuhaf 'harikalar diyarında' ilerleyen, insanı tam anlamıyla 'yutan' bir roman..."
-Daily Mail
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Trendeki Adam, Yazar: Andy Mulligan, Çevirmen: Niran Elçi, DeliDolu Yayınları, 2020, 360 Sayfa
OTOGAR - ORÇUN BAKIR
Sonra nedendir bilinmez, zifiri karanlıkta görünen bir kıvılcımın boyutunda küçük, lakin bulunduğu yerden ötürü kıymeti oldukça fazla bir umut zerresi belirdi içinde. Masmavi gözlerinin parlaklığında mavi bir kor yanıyor gibiydi. Hiç farkında olmadan dudakları kıpırdıyordu, gözleri boşluğun en derinlerinde, düşünceleri amansız bir fırtınanın bağrında yapayalnız kalmışçasına haykırır gibiydi. Usulca gözlerini kapadı, yeniden açtığında sessizce;
"Umut var" diyebildi, "Yarınlar içindir."
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Otogar, Yazar: Orçun Bakır, İkinci Adam Yayınları, 2020, 226 Sayfa
KÖKENLER: YERYÜZÜNÜN TARİHİ İNSANLIK TARİHİNİ NASIL ŞEKİLLENDİRDİ? - LEWİS DARTNELL
İnsanlık tarihi hakkında konuştuğumuzda, genellikle uluslararası aktörlere, büyük liderlere ya da tarihe damga vurmuş savaşlara odaklanırız. Peki ama yeryüzünün kendisi kaderimizi nasıl belirlemiş olabilir?
Gezegenimizdeki ani iklim değişiklikleri göçebe toplumdan tarım toplumuna geçişi tetikledi. Dağlık arazi özelliği Yunanistan’da demokrasinin gelişmesine yol açtı. Atmosfer dolaşımının yapısı coğrafi keşiflere, sömürgeleştirmeye ve ticaretin ilerlemesine yön verdi. Bugün bile ABD’nin güneydoğusunun siyasi haritası nihayetinde antik bir denizin 75 milyon yıllık tortuları tarafından biçimlendirilmeye devam ediyor. Her yerde gezegenin insan üzerindeki derin izleri var.
Kökenler, ilk ekinlerin yetiştirilmesinden modern devletlerin kurulmasına kadar ayaklarımızın altındaki yeryüzünün insan uygarlıklarının şekillenmesi üzerindeki nefes kesici etkisini inceliyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kökenler: Yeryüzünün Tarihi İnsanlık Tarihini Nasıl Şekillendirdi?, Yazar: Lewis Dartnell, Çevirmen: Cüneyt Kural, Tellekt Yayınları, 2020, 352 Sayfa
KİŞİSEL OLAN POLİTİKTİR - KADINLARA YÖNELİK EVİÇİ ŞİDDET VERİSİ VE POLİTİKA
Kadınlara yönelik her türlü şiddet can yakıcı bir sorun olmaya devam ediyor. İçinde bulunduğumuz Covid-19 pandemi sürecinde, özellikle kadınların ve kız çocuklarının maruz kaldıkları şiddet riskini artırdı. Kadınlara yönelik şiddet ile mücadele mekanizmalarının nasıl iyileştirileceği ve geliştirileceğinin konuşulmasına ihtiyacımız olan bu dönemde, halen eviçi şiddet ile mücadele alanında en kapsamlı sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi'nden Türkiye'nin imzasını çekmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının kullanılmaması tartışılıyor. Bütün bunlar olurken, kadınlar öldürülmeye ve şiddete maruz kalmaya devam ediyor. Gündelik yaşamda kadınların yaşadıklarının politik olduğunu savunan farklı disiplinlerden akademisyenlerin/aktivistlerin yazılarından oluşan bu kitap, kadınların eviçinde maruz kaldıkları farklı şiddet biçimlerini veri temelli analizler ile irdeliyor, bu alandaki politikaları değerlendirerek eleştiri ve öneriler sunuyor. Kamusal politikaların oluşturulmasında veri kullanımının öneminin altını çizen bu çalışma, kadınlara yönelik şiddetin ortadan kalkmasına yönelik mücadeleye katkıda bulunmayı amaçlıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kişisel Olan Politiktir - Kadınlara Yönelik Eviçi Şiddet Verisi ve Politika, Yazar: Kolektif, Nota Bene Yayınları, 2020, 456 Sayfa
Haftanın yeni çıkan kitapları arasından sizler için bir derleme yaptık. Keyifli okumalar dileriz.
08-11-2020 00:05

BABAMI KİM ÖLDÜRDÜ - EDOUARD LOUIS
Birtakım iç hesaplaşmalar içindeki yazar uzun zaman sonra çocukluğunun geçtiği, küçük, çirkin bir Fransız kentinde yaşayan babasını ziyarete gider. Karşısında bulduğuysa, erkeklerin duygularını bastırması ve sert olması gerektiğini savunan, bugün "toksik erkeklik" denen kültürün içine doğmuş, kendisine rol model olan birçok erkek gibi erkenden okulu bırakıp işçiliği değişmez bir kader gibi sırtlanarak fabrikalarda çalışıp ellisinde yatağa mahkûm olmuş, zavallı bir adamdır.
Fransa'nın en etkili yazarlarından biri kabul edilen Édouard Louis bu kısa ve çarpıcı metinde mevcut düzenin grotesk gerçekliğini vurgularken, milyonlarca insanın hayatını etkileyip yöneten siyaset denen şeyin, siyasetçiler için aslında bir salon oyunundan başka bir şey olmadığını anlatıyor.
"Louis'nin bir yazar olarak en güçlü yanı, olguları kimi zaman takıntı noktasına varacak kadar tutkulu bir şekilde hissetmesi ve hislerini nötrlemek yerine onları araştırmaya açık, felsefi bir zihinle analiz etmesidir."
Edmund White, The Guardian
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Babamı Kim Öldürdü, Yazar: Edouard Louis, Çevirmen: Ayberk Erkay, Can Yayınları, 2020, 56 Sayfa.
KÜTÜPHANEMİ TOPLARKEN - ALBERTO MANGUEL
Çağımızın en yaratıcı okurlarından ve en kitapsever yazarlarından Manguel'in kütüphanesinin içtenlikle ve sevecenlikle anlatılmış bir hikâyesi.
Her kitap yaşantımızın yakaladıklarını bütünüyle elde tutmanın imkânsızlığını itiraf eder niteliktedir. Gelmiş geçmiş bütün kütüphanelerimizse bu başarısızlığın anlı şanlı bir kaydıdır.
Manguel, bürokratik bir pürüz yüzünden uzun yıllardır yaşadığı Fransa'dan ayrılmak zorunda kaldığında, 35 bin kitabını sığdırabildiği kütüphanesinden de ayrılmak zorunda kalır. Kitapların ayıklanma, kolilere doldurulma ve nakil süreci, çoğunu belki de bir daha görememe ihtimali, gitgide boşalan raflar ona bu kısa ağıtı esinletir.
Kütüphanemi Toplarken okuru kütüphanelerin tarihi, sözlükler, sözlük yazarları, rüyalar ve anılar hakkında hoş anekdotlar, sıra dışı düşünceler ve çağrışımlar arasında renkli bir yolculuğa çıkarıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kütüphanemi Toplarken, Yazar: Alberto Manguel, Çevirmen: Yeşim Seber, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 128 Sayfa.
UYKUSUZ - AYÇA GÜÇLÜTEN
Bir yer. Bir şehir. Renk tercihini griden yana kullanmış isimsiz bir kent. Varlığı ve yokluğu bir. Hem cansız hem de kan içinde. Sözcükler var. Nefesler var. Ter var. Saflık yok burada. Doğal olmayan bir işleyişte sürüklenmeler var. Tuhaf masallar anlatan ayyaş bir baykuş var. Yıkık dökük bir bina var. Bir adam var bir de. Ölümün kardeşi uykuyla düello halinde biri. Yeni yalnızlığına tutkun, birden çok kadını olan biri. Puslu rüyalarında asıl yaşamını sürdüren, mutsuzluğuyla meşhur biri. Ve elde edemediği bir şey var. Tek bir şey...
“Sen hiç kendinden oldun mu? Olmuşsundur, oldun da. Gittin. Sevmişliğinden, sevilmişliğinden gittin. Bir sandalyedeydin gidişlerin olurken. Sımsıkı bağlamışlardı seni. Kimler? Bilinmez ve ne önemi var ki? Şefkatin, pürlüğün uçuşarak kaçıştığını dehşet içinde seyretmiştin. Hatırlar mısın? Küçüktün. Unutmuşsundur. Bir süre debelenip aniden durgunlaşmıştın. Tam da o anda çözülmüştü ipler kendiliğinden. Ayağa kalkmıştın. Şöyle bir üstünü başını düzeltmiştin. Gözünde başka türlü bir bakış parlamıştı, yaşamayan bir bakış. Gölgemsi bir varlık peşine o an takılmıştı. Biliyordun. Korkmamıştın. Bir alacakaranlığa onunla daldın sen. Sen, kendinden oldun. Öldün.”
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Uykusuz, Yazar: Ayça Güçlüten, İthaki Yayınları, 2020, 216 Sayfa.
2062 YAPAY ZEKA DÜNYASI - TOBY WALSH
Nasıl bir geleceğe doğru ilerliyoruz? İktidarın teknolojik bir elitin elinde yoğunlaştığı; eşitsizliğin arttığı; asayişi insan öldürme yetkisi verilmiş otonom silahların sağladığı; gözetlenip işitilmeden tek bir adım atamayacağımız; işimizi makinelere kaptıracağımız distopik bir cehenneme mi varacağız?
Ya da yolumuz ütopik bir cennete mi çıkacak? Çalışmak, “ilkel” toplumlarda olduğu gibi yine ayıp mı karşılanacak? Süper bilgisayarlar ve onların kontrolündeki makineler, tehlikeli, zor ve monoton işleri devralarak tüm insanların mutlu, müreffeh bir hayat sürmesi için mi çalışacak?
Geleceğimizi seçimlerimiz belirleyecek.
“Geniş bir konu yelpazesi, çok fazla bilimsel jargonda boğulmadan alanı keşfetmek isteyen okurlar için uygun, temiz, ferah ve teknik olmayan bir dille ele alınıyor.”
Books+Publishing
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: 2062 Yapay Zeka Dünyası, Yazar: Toby Walsh, Çevirmen: Zerin Dirhan, Say Yayınları, 2020, 280 Sayfa.
SÜRGÜN AVI - MELİH GÜNAYDIN
Bu topraklar üzerinde çok uzun bir tarihten beri yaşanan olay ve gelişmelerin hemen tümünün bir adım öncesi gizli servislerin manipülasyonları, ısmarlama operasyonları, sayısız cinayet ve katliamlarıyla dolu. Her yeni siyasal dönem ve hedef değişikliğinde kısmen lağvedilip yenilerinin kurulduğu, hayatiyetlerine halel getirilmeyen bu gizli yapılanmaların cinayetlerine 'faili meçhul' yıllar boyunca yakından tanık olduk.
Melih Günaydın 'Sürgün Avı'nda bu izleğin peşine düşüyor. Başlangıçta çok farklı saiklerle işlendiği düşünülen bir cinayet vakasının soruşturulması sürecini kah Ortadoğu coğrafyasının sınırlarına, Arap baharına; kah Avrupa'nın konferans salonlarına, sosyal medya ağlarına; kah Türkiye'nin kırk-kırk beş yıl öncesine, polisler tarafından öldürülen gençlerin hikayelerine ustalıkla taşıyor. Romanındaki Suriyeli, Kürt, Türk kahramanları bize alçakgönüllü bir duyarlılıkla tanıştırıyor. Göçmenler, yoksul üniversite öğrencileri, gözüpek gazeteciler, sınır kaçakçıları, polisleri soruşturan polisler… Günaydın bu romanında gözümüzün önünde olup biten şeylere biraz daha yakından bakıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Sürgün Avı, Yazar: Melih Günaydın, Dipnot Yayınları, 2020, 312 Sayfa.
HAYAL BİLE EDEMEYECEĞİMİZ VARLIKLAR KİTABI - CASPAR HENDERSON
Hayvanlar âlemi insanı ezelden beri büyülemiştir. Kimi gerçek, kimi hayal ürünü olan hayvanlar efsanelerde, masallarda, sanat eserlerinde sık sık boy gösterir. Çağımızda artık ejderhaların, Zümrüdüanka kuşunun ya da tek boynuzlu atların gerçekte var olmadıklarını biliyoruz. Peki ama var olan bazı hayvanların da en az onlar kadar ilginç ve büyüleyici olduklarını biliyor muyuz?
Borges'in Düşsel Varlıklar Kitabı'ndan ve ortaçağ hayvannamelerinden esinlenen bu kitapta Caspar Henderson, evrimin yaratıcılığının insanın hayal gücünden hiç de aşağı kalmadığını gözler önüne seriyor. Sevimli yüzüyle aksolotldan tehditkâr görünümüyle dikenli moloka, dayanıklı su ayısından yanardöner Venüs kuşağına birçok sıradışı hayvanı daha yakından tanımamıza, aşina olduğumuz bazı hayvanların ise bir o kadar sıradışı özelliklerini keşfetmemize imkân sağlıyor. Bunu yaparken de bilimin yanı sıra edebiyat, sanat, felsefe, mitoloji ve tarihten faydalanarak zengin bir metin ortaya koyuyor.
Fakat hemen belirtelim: Hayal Bile Edemeyeceğimiz Varlıklar Kitabı bir ucube sirki değil. Amacı ele aldığı hayvanları ötekileştirmek değil, bilakis (kendisi de bu kitapta yer alan) insanla diğer hayvanlar arasındaki derin evrimsel bağı, farklarımızın yanı sıra benzerliklerimizi vurgulamak ve bazıları yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan hayvanlara karşı sorumluluklarımızı hatırlatmak.
Dünya hayal bile edemeyeceğimiz varlıklarla dolu, diyor Henderson. Onları koruyabilmek için öncelikle hayal gücümüzü, onların gerçekliklerini daha iyi anlayacak şekilde genişletmemiz lazım.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Hayal Bile Edemeyeceğimiz Varlıklar Kitabı, Yazar: Caspar Henderson, Çevirmen: Deniz Keskin, Metis Yayıncılık, 2020, 472 Sayfa.
Vitrin: Yeni çıkanlar
Sevgili İleri Kitap takipçileri ve kitapseverler, geçtiğimiz haftalarda yayın hayatına kazandırılan kitaplar arasından sizler için özel bir derleme gerçekleştirdik. Beğeneceğinizi umuyor, keyifli okumalar diliyoruz.
02-08-2020 00:00

BATI’NIN EGEMENLİĞİ NASIL KURULDU?: KAPİTALİZMİN JEOPOLİTİK KÖKENLERİ - ALEXANDER ANİEVAS
Kapitalizmin gelişimine ilişkin anaakım tarihsel anlatılar, İngiltere'nin fabrikalarında ya da Fransa'nın giyotinlerinde doğan, özü itibarıyla Avrupalı bir sürece odaklanır. Anievas ve Nişancıoğlu ise kapitalizmin jeopolitik kökenlerini yeniden değerlendirdikleri bu kitapta, okura çok farklı bir hikâye anlatıyor.
Batı'nın Egemenliği Nasıl Kuruldu? kapitalizmin kökenlerine ilişkin disiplinlerarası ve uluslararası bir tarihsel analiz sunarak, yaygın kanıların aksine, kapitalizmin kökenlerinin kültürel ve coğrafi açıdan Avrupa'nın sınırlarına hapsedilemeyeceğini iddia ediyor. Kitap, Moğol istilalarının dünyayı birleştirmesinden vebanın yıkıcı ve yaratıcı etkilerine, Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa üzerindeki jeopolitik baskısından Amerika ve Asya'daki sömürgelerin sınıfsal ve toplumsal cinsiyete dayalı ilişkilerin ortaya çıkışındaki tarihsel rolüne, kapitalizmi yaratan farklı süreçleri ustalıkla birbirine bağlıyor.
Avrupa'da kapitalizmin doğuşu açısından belirleyici uğraklar olan burjuva devrimlerine de farklı bir bakış açısı getiren Anievas ve Nişancıoğlu, Batı'nın Egemenliği Nasıl Kuruldu? ile okura, son dönemin en canlı disiplinlerinden biri olan uluslararası tarihsel sosyolojinin yetkin ve ufuk açıcı bir örneğini sunuyor.
Batı'nın Egemenliği Nasıl Kuruldu? sadece günümüzü şekillendiren ilişki ve süreçlerin tarihsel kökenlerini anlamak isteyenler için değil, bunların nasıl değiştirilebileceği üzerine düşünmek isteyenler için de vazgeçilmez bir kaynak.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Batı’nın Egemenliği Nasıl Kuruldu? - Kapitalizmin Jeopolitik Kökenleri, Yazar: Alexander Anievas, Çevirmen: Çağdaş Sümer, Yordam Kitap, 2020, 384 Sayfa
ŞEYTAN TÜYÜ - ADİL YILDIRIM
Kırk yaşlarında, burjuvanın aristokrat kanadında büyümüş, varlıklı, kibirli ve aslında narsist bir adam. Kendisi dışında kimseye saygısı olmayan, ruhundaki iyilik kırıntılarını yıllar önce kaybetmiş ve seks hayatında kendini şiddetle ortaya koyan şeytani ruhuna âşık olan biri, Mert Atalay.
O, yoluna çıkan herkesi alt etmek için gözünü asla kırpmayacak ve bunu yapmak için elindeki tek koz hayatı boyunca yakasını bırakmayan şeytan tüyü.
"Bugüne dek ne arkasında duramayacağım bir şey yaptım ne de yaptıktan sonra kendimi kandırmak için inançlarıma sarıldım. Sadece yaptım, yaşadım ve hissettim. Başıma kötü olaylar geldiğinde ise bunları yaptıklarıma verilen birer ceza olarak görmedim; çünkü kendime bu kadar değer vermedim, Tanrı'nın tüm dünyada olup biten kötülüklerin yanında benim ufak şeytanlıklarımı cezalandıracak kadar bana önem verdiğini hiç aklımdan geçirmedim. Kendimi ne kadar önemli birisi olarak görsem de gerçek patronun kim olduğunu gayet iyi biliyorum. Günah çıkartıp ağlayarak onun dikkatini çekmeye çalışacak kadar zayıf değilim…"
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Şeytan Tüyü, Yazar: Adil Yıldırım, İthaki Yayınları, 2020, 184 Sayfa
YELKOVAN YOKUŞU - SELÇUK BARAN
Selçuk Baran’ın yedi öykü kitabı daha önce Yapı Kredi Yayınları’ndan Ceviz Ağacına Kar Yağdı (2008) adıyla tek ciltte toplanmıştı. Bütün öyküleri şimdi gözden geçirilerek, yazar fotoğraflarının bulunduğu kapaklarla ayrı ayrı basılıyor.
Selçuk Baran’ın öykü kitapları dizisinde yer alan Yelkovan Yokuşu (1989) yedi öyküden oluşuyor: “Yelkovan Yokuşu”, “Değirmen”, “Bozacıda”, “Öğle Saatleri”, “Rose Bonbon”, “Bakırçalığı”, Eğrelti Yeşili”.
Yalnızlık ve umutsuzluk dolu öykülerinde düşsel, şiirli bir hava yaratmakta başarı gösterdiği kabul edilen Selçuk Baran, Behçet Necatigil’den Vedat Günyol’a, Füsun Akatlı’dan Selim İleri’ye, Hulki Aktunç’tan İbrahim Yıldırım’a, İnci Aral’dan Behçet Çelik’e pek çok yazarın övgüyle üstünde durduğu, ancak günümüz okuru tarafından daha fazla keşfedilmeyi bekleyen bir yazar.
“Genliğim mi?
Oysa zaman güneşli bir tarladır. Öyle olmalıydı. Nereden bakarsan bak, her şeyi görebilirsin; uzaktır biraz belki, işte hepsi o kadar ama.”
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Yelkovan Yokuşu, Yazar: Selçuk Baran, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 104 Sayfa
ANNEME MASALLAR: FEMİNİST HİKAYELER - MİCHELE ROBERTS
Anneme Masallar beş feminist kadın yazarın, kadın ve feminist olmanın ne demeye geldiğini her yönüyle deşeleyen öykülerinden oluşuyor.
Kitaptaki öyküler feminist kurmacanın dil, siyaset ve estetikle olan ilişkisi bağlamında üç bölüm altında toplanmış. İlk bölümdeki öyküler çalışma hayatını, kürtajı, cinselliği ve ayrımcılığı yazarların günlük deneyimlerinin süzgecinden bakarak ele alıyor. İkinci bölümde cinsellik, siyaset ve grup dinamikleri kadın kurtuluş hareketiyle doğrudan bağlantısı içinde işleniyor. Üçüncü bölümde ise kadın-erkek ilişkisinin, anneliğin ve toplumsal geleneklerin kadınlara yönelik dayatmacı tutum ve tavırların egemen olduğu bir toplumda nasıl sorunsallaştığı anlatılıyor.
Dolayısıyla, elinizdeki kitap toplumsal gerçekçilikten deneysel arayışlara uzanan üslup ve yaklaşımlar eşliğinde bizi toplumsal cinsiyet ilişkilerini anlamaya ve sorgulamaya davet eden farklı bir eser.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Anneme Masallar - Feminist Hikayeler, Yazar: Michele Roberts, Çevirmen: Büşra Balcan, Dipnot, 2020, 254 Sayfa
MISIR VE SURİYE SULTANI SELAHADDİN'İM TARİHİ - FRANÇOIS LOUIS CLAUDE MARIN
M. Marin (François Louis Claude Marin)’in 1758 yılında kaleme aldığı “Mısır ve Suriye Sultanı Selahaddin’in Tarihi” adlı kitap Heval Bucak çevirisiyle Türkçede.
Marin, kitabın girişinde böyle bir çalışmaya girişme nedenlerini şöyle dile getiriyor: “Müslümanlar arasında olduğu kadar Hıristiyanlar arasında da ünlü bir prensin hikâyesini yazmaya teşebbüs edeceğim. Onu en aşağı seviyeden tahta taşıyan kaderinin benzersizliğinin, Doğu’da yaptığı inkılâpların, başarıları karşısında dehşete düşen Avrupa’da yarattığı etkinin, hükümranlığı sırasında vuku bulan olayların, savaşlarının, marifetlerinin ve bilhassa faziletlerinin, gelecek nesillerin dikkatine şayan olduğunu düşündüm.
Bu eserin oluşturulması için gerekli unsurları toplamak amacıyla, sadece belirtmiş olduğum kitapları değil, aynı zamanda da on ikinci yüzyıl hakkında yazılmış hemen hemen her şeyi okumak durumunda kaldım.”
Fransız yazar, yayıncı, gazeteci ve kraliyet sansürcüsü François Louis Claude Marin’in 1758’de Paris’te kaleme aldığı, ciddi bir araştırmaya dayanan kapsamlı ve objektif bir çalışma, tarihi roman tadında...
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Mısır ve Suriye Sultanı Selahaddin'im Tarihi, Yazar: François Louis Claude Marin, Çevirmen: Heval Bucak, Avesta Yayınları, 2020, 432 Sayfa
Yarın İçin İnat ve İtiraz: Marksizm ve Siyaset
"Dolayısıyla elimizdeki kitap bir inat ve bir itiraz kitabı: Sınıfta inat eden, siyasetsizleştirilmeye itiraz eden bir Marksizm savunusu (ya da belki taarruzu). Üç temel bölümden oluşan kitapta sırayla yöntemsel, kuramsal ve pratik düzeyde Marksizmin siyasetle olan sarsılmaz ilişkisine, toplumu ve sınıf mücadelesini dönüştürücü işlevine değiniyor Soyer."
17-01-2021 08:14

Berat Çelikoğlu
Sosyalizmin dönemsel geri çekilişi, neoliberalizm fırtınası ve adının önüne aldığı “neo” ya da “post” ekleriyle eski ya da hali hazırda aşılmış olanı farklı kılıflarla sunma çabalarının topyekûn bir ürünü: Sınıftan uzak, siyasetsiz, nihayetinde tehlikesiz bir Marksizm! Can Soyer yöntemle, kuramla ve eylemle işte buna itiraz ediyor.
Yordam Kitap, hazırlanmasına ve/veya yayınlanmasına vesile olduğu çalışmalarla Türkiye’de Marksizm ve sosyalizm adına hülyamızı ve kavgamızı diri tutma mücadelemizde yanıbaşımızda olmayı sürdürüyor. Son olarak geçen haftalarda Can Soyer’in imzasını taşıyan Marksizm ve Siyaset: Yöntem, Kuram, Eylem isimli kitap ile başlıkta da sözünü ettiğimiz üzere bir inat ve itiraz okurlarıyla buluştu.
NEYİN İNADI NEYE İTİRAZ?
“Yaşadığımız çağın Marksizm tarafından çözümlenmeyi beklediğini söylersek elbette yanlış bir şey söylemiş olmayız. Ama eksik söylemiş oluruz: Çağımız esas olarak Marksizmin kılavuzluk ettiği devrimci eylem tarafından yıkılmayı, parçalanmayı, tarihten silinmeyi bekliyor.”
Neyin inadı, neye itiraz? Kuşkusuz okurun aklında canlanacak ilk iki soru budur. Kitabın bize göre temel bir iddiası var: Marksizm, bunca siyasetsizleştirilme ve dolayısıyla tehlikesizleştirilme tehdidiyle karşı karşıya olsa da siyasetten ayrıştırılamaz. Soyer, temel olarak üç bölümden oluşan kitabının ilk iki bölümünde (Yöntem, Kuram), esasen üçüncü bölümün (Eylem) üzerine bastığı zemini tariflemek ve nihayetinde Marksizm için siyasetin ne denli önemli bir atardamar olduğunu göstermek üzere tartışmalara giriyor.
Tartışma siyasetin yalnızca Marksizm için taşıdığı öneme değinmekle sonlanmıyor elbette. Aynı zamanda siyasetin hangi ilişkiler gözetilerek ve neyi dönüştürmek amaçlanarak yapılacağı konusu da bu tartışmalarla birlikte değer kazanıyor. Bu noktada ise Soyer, Marksizme özellikle 90’lı yıllarla birlikte düşülen tüm şerhlere rağmen, ısrarla sınıfın ve sınıf mücadelesinin altını çizen bir Marksizmde diretiyor. Bu diretme ise bağnazca şablonlaştırma, sınıfı ilkel düzeyde görünümlere ve ezberlere indirgeme girişimlerinden uzak, değişimi ve dönüşümü gözeten ve bununla birlikte sınıflar ile sınıf mücadelesinin Marksizm için değişmeyen önemine ilişkin bir diretme.
Dolayısıyla elimizdeki kitap bir inat ve bir itiraz kitabı: Sınıfta inat eden, siyasetsizleştirilmeye itiraz eden bir Marksizm savunusu (ya da belki taarruzu). Üç temel bölümden oluşan kitapta sırayla yöntemsel, kuramsal ve pratik düzeyde Marksizmin siyasetle olan sarsılmaz ilişkisine, toplumu ve sınıf mücadelesini dönüştürücü işlevine değiniyor Soyer. Üstelik felsefeye ve tarihe sırtını yaslayarak sürdürdüğü tartışmalar bayağılaşmayan edebi cüretkârlığıyla tatlanıyor ve okura mermer soğuğundan, monoton bir griden oldukça uzak bir tartışma zemini sunuyor.
Bir parantez açmakta fayda var. Kitaba ilişkin özel bir hissimiz, yazarın “iğneyi başkasına, çuvaldızı kendisine” batırmaktan mümkün olduğunca kaçınma, Marksizmin siyasetsizleştirilmesi tehlikesinin kaynağını dışarıdan gelen bir takım komplocu ataklara, “kurulan tuzaklara” bağlamama yönünde gayret ettiğine yönelik. Soyer, isabetli bir şekilde Marksizme ilişkin hata yapanlara parmak sallayan ve yanlışları uzaktan “bilgece” gösteren bir tavırdan uzak duruyor. Kitap zaten Marksizmin canlılığını, dolayısıyla hem hatalarla hem de doğrularla bir bütünlüğünü gözeterek kaleme alındığı için yazar da eserine bağlılık göstererek eleştirileri içeriden yapıyor, içeriyi dışarıdan referanslarla dönüştürmeye çabalıyor.
YARININ ANAHTARI: SİYASİ VE DEVRİMCİ MARKSİZM
Kitapta sınıf mücadelesinin ve siyasetin Marksizm açısından asli görevine ve dönüştürücü faaliyete yapılan özel önemin altında elbette Türkiye başta olmak üzere dünya çapında sosyalizmi yeniden kitlelerle buluşturmanın, onyıllar süren yalnızlığı aşmanın özlemi yatıyor. Ancak kuşkusuz bu kavuşma yalnızca pratik bir takım farklı yaklaşımlarla sağlanamaz. Bu kavuşma yöntemde ve kuramda da kuşkusuz farklı yaklaşımları, eleştirel ve özeleştirel kimi bakışları gerektiriyor. Dolayısıyla bu kitabı, siyasetle et ve tırnak ilişkisi kuran bir Marksizmin, diğer “Marksizmlerden” ayırt edileceği noktaların belirginleştirilmesi çabası olarak da okumak mümkün. Ne de olsa adım adım aynı yolda yürüyerek farklı yerlere varmak mümkün değil ve siyasetsiz, sınıfsız bir Marksizme, Soyer’in direttiği tarzda bir Marksizm anlayışından daha farklı yollardan yürünerek varılmış olmalı.
Kitlelerle buluşacak, buluştukça gerçek bir güç haline gelecek bir sosyalist alternatifi, “direttiğimiz anlamda” Marksist bir yaklaşımla inşa etmenin yarının anahtarı olacağını düşünenler için bir kılavuz olarak okunabilecek Marksizm ve Siyaset: Yöntem, Kuram, Eylem, okurlarını peşinden yeni sorgulamalara ve tartışmalara sürükleyebilecek bir eser olarak mutlaka okunmalı ve yazarın hem yaklaşımları hem de itirazları okurlarca eleştirel bir süzgeçten geçirilmeli.
Ve elbette bu kitap, sınıf mücadelelerinin bağrında sınanmalı!
KÜNYE: Marksizm ve Siyaset, Yöntem, Kuram, Eylem, Can Soyer, Yordam Kitap, Birinci Basım, Aralık 2020
Vitrin: Yeni çıkanlar
Haftanın yeni çıkan kitaplarından sizler için derledik, keyifli okumalar dileriz…
17-01-2021 01:30

SHERLOCK HOLMES: ÖLÜM PAPİRÜSÜ - DAVID STUART DAVIES
Sör Arthur Conan Doyle'un Ölümsüz Karakteri Dedektif Sherlock Holmes Şimdi Yepyeni Maceralarıyla Karşınızda
Holmes ile Watson, medyum rolü yapan bir sahtekârın, Sebastian Melmoth'un gerçek yüzünü ortaya çıkarmak için bir seansa katılırlar. Ancak daha sonra kendilerini bir cinayet ve hırsızlık sarmalının tam ortasında bulurlar.
British Museum'dan, ölümsüzlüğün sırrını barındırdığı söylenen bir papirüs çalınır ve Scotland Yard'ın imdadına yine Sherlock Holmes yetişir. Bu süratli serüvende, aksiyon Londra'dan uzaklaştıkça daha da acayipleşir ve ünlü dedektifimiz ile sadık ortağı bir kere daha şeytani düşmanlarla mücadele etmek zorunda kalır.
Sekiz Sherlock Holmes romanı kaleme alan ve karakter hakkında önemli otoritelerden sayılan David Stuard Davies, Sör Arthur Conan Doyle'un yarattığı efsaneye saygısını asla kaybetmiyor ve Ölüm Papirüsü'yle tarihin en ünlü dedektifine çözmesi için dolambaçları eğlenceli bir gizem daha sunuyor.
"Görkemli derecede iyi bir hikâye… Holmes ve eski usul, sayfaları art arda çevrilen kitapların sevenlerine tüm kalbimle öneriyorum." –Sleuthing the Shelves
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Sherlock Holmes - Ölüm Papirüsü, Yazar: David Stuart Davies, Çevirmen: Seda Çıngay Mellor, İthaki Yayınları, 2021, 176 Sayfa
KARANLIK MADDE VE KARANLIK ENERJİ: EVRENİN GİZEMLİ %95'İ ÜZERİNE - BRIAN CLEGG
İngiltere’de 2019 Yılının En İyi 5 Astronomi Ve Uzay Kitabından Biri
Karanlık madde ve karanlık enerji, evrenin bilim insanlarına sorduğu en zor ve en tuhaf bilmecelerden biri. Gördüğümüz ve ölçebildiğimiz şeyler evrenin yalnızca %5’ini oluşturuyor. Geri kalan %95’in varlığını sadece etkilerinden dolayı, sadece matematiksel hesaplamalar yoluyla anlayabiliyoruz. Bilim insanları evrenin bu anlaşılamayan, kayıp, gizemli kısmına “karanlık madde” ve “karanlık enerji” adlarını veriyor.
Popüler bilim yazarı Brian Clegg’in bu kitabı yalnızca karanlık madde ve karanlık enerji konusuna değil, astronomi ile modern fiziğin belli başlı konularına oldukça aydınlatıcı bir ışık tutuyor. Kaçırmayın.
“Açık, kısa ve öz. Evrendeki en büyük soru işaretlerinden birine dair okuyabileceğiniz, giriş niteliğindeki, anlaşılması en kolay kitaplardan biri.”
BBC Sky at Night
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Karanlık Madde ve Karanlık Enerji - Evrenin Gizemli %95'i Üzerine, Yazar: Brian Clegg, Çevirmen: Sinan Köseoğlu, Ege Can Karanfil, Say Yayınları, 2021, 160 Sayfa
KLASİK KADINLAR/MOLL FLANDERS - DANIEL DEFOE
Moll Flanders, 17. yüzyıl İngiltere’sinde dünyaya gelen bir kadının yaşamöyküsünü, kendi ağzından aktarır. Zindanda doğup on iki yıl fahişelik, on iki yıl hırsızlık yaparak yaşayan, başından beş evlilik geçen, maceraları İngiltere’den Amerika’ya uzanan Moll Flanders, tartışmaya açık hayat görüşü ve derinlemesine sunulan portresiyle İngiliz edebiyatının en ilgi çekici kadın kahramanlarından biridir.
Roman türünün ilk örneklerinden olan Moll Flanders, bir yandan dönemin toplumsal değerlerine ışık tutarken diğer yandan da suç dünyasını ve cinsellik konularını, ahlak dersi verme kaygısı gütmeksizin açıkça gözler önüne serer. İlk yayımlandığı 1722 yılından itibaren büyük ses getiren kitabın başkarakterinin temel olarak kabul ettiği ihtiyaçlarından vazgeçmeden ve kişiliğinden ödün vermeden toplum içinde hayatta kalabilme mücadelesi, Moll Flanders’ın Defoe’nun en ünlü eseri Robinson Crusoe’yla karşılaştırılmasına vesile olmuştur. Zira Moll Flanders, bin bir özveri ve kurnazlık göstererek göğüs gerdiği ataerkil toplumda, okyanusun ortasında bir adaya düşen Robinson Crusoe kadar yalnız, bir o kadar da yaratıcı ve beceriklidir.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Moll Flanders - Klasik Kadınlar, Yazar: Daniel Defoe, Çevirmen: Nihal Yeğinobalı, Can Yayınları, 2021, 416 Sayfa
AİLE AŞÇISI: 100 TÜRLÜ SEBZE, 100 TÜRLÜ ÇORBA, 100 TÜRLÜ YUMURTA PİŞİRMEK USULLERİ - AVANZADE MEHMED SÜLEYMAN
1871'de doğan, çok farklı alanlarda irili ufaklı onlarca kitap yazmış Avanzade Mehmed Süleyman'ın kimisini Fransızcadan çevirdiği, kimisini Istanbul ve saray mutfağından çıkardığı, o dönem "Aile Asçısı" serisinde topladığı sebze, çorba ve yumurta pişirme usullerine dair üç ayrı kitapçık Aile Asçısı'nda bir araya geliyor.
Peynirli enginardan kereviz kızartmasına, badem çorbasından kestane ezmesi çorbasına, sirkeli yumurtadan Rus usulü yumurtaya çoğu basit ve hızla yapılabilecek tariflerden oluşan bu kitapçıklar sadece okuru yüzlerce lezzetle buluşturmakla kalmıyor.
Osmanlı mutfağında alışık olunmayan kurbağa, bira, şarap, trüf gibi ürünlere de yer vererek dönemin mutfağına ve kültürüne dair de ilginç bir panorama ortaya koyuyor. Özgün Ünver'in, bu kitapçıklardaki asıl tariflerden yola çıkarak yaptığı kimi uyarlama tariflerle zenginlesen Aile Asçısı, hem sofralarına değisik lezzetler katmak isteyenler için hem dönemin mutfak kültürünü merak edenler için zengin bir kaynak.
"(...) Türkiye'nin yaşadığı Batılılaşma/çağdaşlaşma sürecinin karmaşıklığını ve çok katmanlılığını bir yandan şaraplı yemek tarifl eri verirken diğer yandan İslâm kadınını yücelten, bir yandan tıp ve eczacılık konularında ahkâm keserken diğer yandan falcılık ve rüya tabiri öğretmeye soyunan, bu arada da hayatında seçkin tabakanın kenarından bile geçmemiş olan Avanzade Mehmed Süleyman gibi bir insanın şahsında bile görmek mümkündür. Bugünkü –ne Batılı ne Doğulu, hem Batılı hem Doğulu– Türkiye'nin beşik çağı, elinizdeki kitapta gözler önüne serilmektedir."
İrvin Cemil Schick
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Aile Aşçısı: 100 Türlü Sebze - 100 Türlü Çorba - 100 Türlü Yumurta Pişirmek Usulleri, Yazar: Mehmed Süleyman, Çevirmen: Hüsniye Koç, İletişim Yayıncılık, 2021, 152 Sayfa
RENGARENK ANADOLU: KÜLTÜR BALONU - PERİHAN ASLI ÖZDAL
Sıradan bir gün eğlenceli bir kültür turuna dönüşebilir mi? Kahramanlarımız Ece, Kaan ve Vecihi ile her şey mümkün.
Güneşli bir İzmir sabahında beraber topaç çevirirken kendilerini bir anda Tire’de bulacaklarını, hatta daha da uzaklara gideceklerini Ece ve Kaan da tahmin etmiyordu. Öğrenmeye hevesli iki küçük çocuk, Vecihi’nin Kültür Balonu’yla göklere yükselip Anadolu’nun farklı illerinde geçmişten bize kalan mirastan paylarını alıyorlar. Merak ettikleri her şeyin cevabını gittikleri yerlerdeki dostlarına sorarak eğlenerek öğreniyorlar. Halk kimdir? Keşkek ne zaman yenir?
Yörükler nasıl yaşar? Van kahvaltısında neler yenir? Ve daha birçok sorunun cevabını merak eden çocuklarımız bu kitabı okuyup Ece, Kaan ve Vecihi’ye eşlik ederek kendi kültürlerini keşfe çıkabilirler.
Rengârenk Anadolu kitap serisinin ilki Kültür Balonu, bu kitabı alacak ebeveynlere de çocuklarıyla kültür üzerine keyifli bir sohbet için bir kapı aralamayı hedefliyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Rengarenk Anadolu - Kültür Balonu, Yazar: Perihan Aslı Özdal, Nota Bene Yayınları, 2020 Aralık, 36 Sayfa
KIRK GÜN KIRK GECE: OSMANLI DÜĞÜNLERİ, ŞENLİKLERİ, GEÇİT ALAYLARI - METİN AND
Osmanlı şenlikleri, Türk gösterim sanatlarının hemen her türünü incelemeye bir ömür adamış ve harcamış olan Metin And için büyük, geniş bir keşif alanı gibiydi. 1950'li yıllardan başlayarak sürekli geliştirdiği çalışmalarını, makaleler ve kitaplar kaleme alarak ortaya koydu; biraz daha uzun yaşayabilse, yeni buluş ve bulgularını yansıtabilse konu gerçek bir "şenlik alanı"na dönerdi.
Kırk Gün Kırk Gece, güzel bir kitap adı olmakla birlikte sözel kültürün zirveleri olan masallardan da izler taşır. Masal kahramanlarının ayrıntısı bilinmeyen düğünleri ve çekilen çilelerin sırrını açığa vurmayan yolculukları kırk gün kırk gece sürer, geriye dönülüp bakıldığında dün gibi gelen, bir arpa boyu yol alınmamış gibi anlatılan masalların gücüyle zenginleşen şenlikler, bize gerçek bir uygarlık hikâyesi de anlatır.
Kırk Gün Kırk Gece, Osmanlı şenliklerine bir sanat bileşkesi olarak bakan And'ın tespitleri, yorumları, "erken" ve "yönlendirici" önerileri sanat tarihi için de iyi niyetli değinmeler içeriyor. Gösterim sanatlarının bu dalında hedefe giden yolun başlarında ve ortalarında onun olağanüstü gayret ve sezgiyle açtığı "çığır" ve bıraktığı "izler" var.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kırk Gün Kırk Gece: Osmanlı Düğünleri - Şenlikleri - Geçit Alayları, Yazar: Metin And, Yapı Kredi Yayınları, 2021, 376 Sayfa
Mitolojik yansımalar ve insan
Say Yayınlarından geçtiğimiz günlerde okuyucularıyla buluşan David Adams Leeming imzasını taşıyan ‘’ Mitoloji Kahramanın Yolculuğu’’ kitabı, doğa ve insan zekâsının geçirdiği evrim aşamalarını anlamak ve gerçek dünyanın hayali ürünlerle yeniden kurgulanışını konu alıyor; Yazar mitolojileri insanın kendini anlama çabasının bir ürünü olarak sunuyor.
17-01-2021 01:24

Şadi Erarslan
Mitoloji tek bir yazıda anlatılamayacak kadar detaylı bir yapıya sahiptir. İnsanlık tarihinin uzunluğu ve tarih içerisinde aklının geçirdiği aşamaları işin içine dâhil ettiğimizde içinden çıkılamayacak bir hal alır. İnsanı diğer canlılardan ayrıt eden düşünme ve üretme kabiliyeti insanların kendi ihtiyaçlarını karşılamasının ötesine geçerek, dünyayı ve kendini anlamlandırmaya çalışmasına sebep olmuştur. Tüm bu çabaların sonucu olarak mitler, insan doğasını ve düşünme tarzını anlamak için bakmamız gereken hayal ürünü olaylardır.
Say Yayınlarından geçtiğimiz günlerde okuyucularıyla buluşan David Adams Leeming imzasını taşıyan ‘’Mitoloji Kahramanın Yolculuğu’’ kitabı, doğa ve insan zekâsının geçirdiği evrim aşamalarını anlamak ve gerçek dünyanın hayali ürünlerle yeniden kurgulanışını konu alıyor; Yazar mitolojileri insanın kendini anlama çabasının bir ürünü olarak sunuyor.
Sekiz bölümden oluşan ‘’Kahramanın Yolculuğu’’ ilk olarak çocuğun rahme düşmesiyle başlıyor. Bu bölüm de rahme düşen çocuğun mucizevî bir şekilde doğmasıdır. İlkel insanların cinsel birleşmeyi hamilelikle ilişkilendirmemelerinden doğan her çocuk mucizevîdir. Bu mucizevî doğumlar mucizevî kahramanların ortaya çıkmasını sağlıyor. İnsanlar dünyaya düştüğünden itibaren, kastettiğimiz Âdem’in cennetten kovularak dünyaya gönderilmesi, işte buradan itibaren insanlar kendileri gibi lekelenmemiş bir Mesih arayışı içerisine girerek kurtarıcı beklemiştir. Örneğin Babil kralı Sargon bakireden doğmuştur, Herakles, Zeus’un annesini baştan çıkarıp otuz altı saatlik bir sevişme sonucu dünyaya gelmiştir. Vaftizci Yahya kısır bir annenin rahmine düşmüştür. İsa bakire Meryem’in rahmine tanrının oğlu olarak düşmüştür.
Çocukluk, Erginlenme bölümün de; insanın geçmişini yadsımadan geleceğini kurmaya çalıştığını okuyoruz. Bu da insanın kendini gerçekleştirmesine bağlıdır böylece bireyselleşme sürecinin başında insan kendisiyle yüzleşerek; iç benliğindeki iblislerle ve hayal dünyasındaki fantezilerle yüzleşmeye koyulur. Mitte çocuk ilahi bir güçtedir. Kayadan kılıcı çekerek babasıyla denk olduğunu gösterir. Bu da onun içindeki benlik duygusunun gelişerek kendini çevresine kanıtlamasına denk gelir.
Hazırlık dönemi çocuğun artık çevresini anlamaya çalıştığını ve taşları yerine oturttuğu dönemdir. Kendini burada bir sınava tabi tutarak kanıtlama çabasındadır. Böylece "kendini bulması için kaybetmesi gerekiyor." Uzun bir arayış dönemi neticesinde kahraman köşesine çekilir ve kendini sınar bu da meditasyondur. Daha çok Uzakdoğu animist inançlarda görülen meditasyon insanın kendini keşfetmesini sağlar. Muhammed’in Hira mağarasına çekilmesi, İsa’nın ve Buddaha’nın dünyadan çekilmeleri olumludur ve yeni bir hayatın doğuşunu simgeler. Ayrıca mağara mitinin tüm bu inançlarda önemli izleri vardır.
Her insanın kendini sınadığı dönemleri olmuştur bu da kişinin kendisini kanıtlamaya çalıştığı dönemdir. Kahraman artık yetkin bir varlık haline gelmiştir ve artık kendini sınayarak doğruyu bulmaya çalışır. Psikolojik olarak kahramanlar insanın benlik arayışını temsil eder. Arayış içerisinde olan kahraman bir yetişkin olarak acı çekmeye ve bunlardan kurtulmak için savaşmaya başlar. Böylece kendi adını duyurmaya ve kendini kanıtlamaya ihtiyaç duyar. Dionysos’un Yunanistan’dan Hindistan’a dek gitmesi bir yaşam arayışıdır. Herakles, Theseus ve Kutoyis ciddi vazifeler içerir ve bunların tamamlanması üstün insanın yükseldiği anlamına geliyor.
‘’Ölüm ve günah keçisi’ kısmında, Her kahraman toplumun ızdırabını çekmek ve bunun hesabını kendini feda ederek yapar. Kahraman toplumun korkularının günah keçisidir. İsa’nın çarmıha gerilip yargılanması buna örnektir. Kahraman aynı zaman da ölümün bir son olmadığını bize göstermeye çalışarak yeni bir hayat vaat eder. Tüm bunlar ölümün sıradan ve her insanın hayat cetvelinde bulunduğunu gösterme çabasıdır.
Yaşanan hayatın bir son bulması da doğanın bir sona ve yeni başlangıçlara işaret ettiğini gösterir. Burada insanın yaşadığı ömrün sonunda yeni bir hayat formuna kavuşacağını göstermeye çalışır. Doğanın bize olan armağanın tekrar kendi bünyesine çekerek insanın ilahlaşmasını sağlıyor. Mitolojilerde yer altı mitinin esasen anlamı budur. Öz benliğini bulmuş insanın bunu normal karşılayacağı evredir. Bu da meditasyonun son aşamasıdır. Âdem’in, Mesih’in ve Ereşkigal’in yer altına inişi bir haç yolculuğudur ve yaşamın sürekliliğinin ifade eder.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi doğa sonla beraber yeni bir başlangıçta sunar bize. Dirilişte kahraman yeniden hayat bulur. Gerçek hayatta doğada ki döngüselliği temsil eden yeniden doğuş miti buraya oturmaktadır. Tıpkı bir çiçeğin kışın solup yazın yeniden yeşermesi veya mevsimlerin arda arda gelmesi gibi. Tüm pagan inançlarda kendini gösteren yeniden doğuş miti doğanın döngüsünden başka bir şey değildir. Bazı hikâyeler de örneğin Adonis ölür ve canlı bir çiçeğe dönüşür.
Son bölüm artık her döngünün varacağı yeri temsil eder bu ise artık kahramanın son yolculuğu ve ilahlaşmasıdır. Kendini gerçekleştirmenin son evresi hamlaşan insanın, korkudan, sınırlamalardan kurtulmuş ve tam bir özgürlük halini almıştır. Bu da kahramanın yeni yolculuğu ve daima kozmosta kendini sürdürmesini gösterir. Örneğim İsa göğe yükselir ve artık ‘’o İsa değil her şeydir.’’
Kitapta dünyanın her köşesinde yaşayan toplumların mitlerinin derlenerek bir araya toplandığı, insanlık tarihi içinde kişilerin geleceğini nasıl tahayyül ettiğini gösteriyor. Böylece insanın kendini doğa da nerede konumlandırdığını, öz benliğini ve kendini nasıl gerçekleştirdiğinin sunulduğu bu eser, insanların gerçek yaşamlarından yola çıkıp kahramanlar yaratarak tarihini mitlerle açıklamaya çalıştığını anlatıyor. Dolayısıyla mitoloji, insan psikolojisinin imgelerinin dışavurumudur.
Künye: Mitoloji Kahramanın Yolculuğu, David Adams Leeming, Çev. Ilgız Yıldız, Say Yayınları, 2020, 405 sayfa
Karo zemin üzerinde büyümenin sancısıyla sarmalanırken…
Büyümenin ağrılı ve zor tarafını kendine yarattığı unutulmuş bir tavuk kümesinin arkasındaki köşesinden ve bir karo zeminde ayaklarının üstünden görüyoruz. “Herkesin Adı affedersin” bu zamana kadar çok da farkına varılmayan anların cümlelerini, belki de tam da ihtiyaçları olan zamanda, büyümeye çalışan çocuklarımızla buluşturuyor.
17-01-2021 01:22

Umut Dağlar
Büyümek zor ve sancılı bir süreç. İçimizin kalabalığı dışarının gürültüsünde kendine nasıl yer buluyor, bunu da olduğumuz yerden yorumlamak bir hayli karmaşık… Fakat hikayeler, yazılanlar, sözcüklerin arkasından uzatılan eller; hangi zamanda olursa olsun ve kim olursa olsun herkese güç veriyor. Edebiyatın ve okumanın sarmalayan tarafına ihtiyaç duyduğumuz her an bizleri kucaklayacak birçok sayfa olduğunu biliyoruz.
“Bugünlerde Herkesin Adı Afedersin” de hayatın özellikle büyüme çağındaki çocukları sarmalayan kitaplar rafında yerini alıyor. İyileştiriyor, cesaretlendiriyor; karmaşıklığın ve hüznün tablosunu yeniden çiziyor belki; suskunluğun ve arkasında olanların tanımını yeniden yapıyor. Ki tüm bunlar belki de çok uzun süreçler boyunca hayatlarımızda varlığını sürdürürken “Herkesin Adı Affedersin”de bir öğleden sonra anının içinde yol alırken karşılaşıyoruz hepsiyle. Kuytu bir köşede, vişne kompostosunun kapanması gereken kapağında, ayakların bitişik uzunca süreler boyunca durduğu o karo zeminde, acının ve hüznün kesilmiş ama yapıştırılması gerektiğine inanmayan fotoğraflarında, iki kelimenin yarısını duymanın verdiği cümlede, yarım bir kalbin atışında, tavuklara giden solucanlarda, o çok gürültülü anın sessizliğinde ve güzel yazılmış bir affedersin kelimesinin çiçekler içinde yer alarak nasıl renklendirebileceğinde…
Bianca, kocaman bir öfke balonunun içinde kendini nasıl konumlandıracağını bilemezken, büyümenin tüm sancılarının yanında bir de terk edilmişliğe denk gelmiş ve buna rağmen sevgi bağını koparmadığı babasını hala çok severken ve kalp hastası kardeşinin tüm bakımını üstlenen annesinin kendisini baş edilmez tanımlamasıyla karşı karşıya kalmışken tüm bu karmaşıklıkta kendine nasıl bir yer bulacağını düşünüp duruyor. Bianca, bize büyümenin içten tarafını ne kadar sancılı olursa olsun en gerçek duygularıyla birlikte anlatıyor. Kimseye ait olamamayı, suskunluğu, karmaşıklığı, hayranlığı… En sonunda ise elbette cesaretini…
“Herkesin Adı Affedersin” tek bir öğleden sonranın içine sayısız duyguyu en net halleriyle yerleştirmekle birlikte bu duyguların herkesin bildiği dilde yansıtabileceğini anımsatıyor bizlere her defasında. Bu sebeple satırlar arasında rastladığımız vurucu, hiç de alışık olmadığımız fakat olabildiğince sarsıcı cümleler hem hikayenin hem de okuyan kişilerin sarmalandığı ifadeler halinde karşımıza çıkıyor. Bianca, hayatının en önemli gününü kendi içinden anlatırken, dışarıya dair hissettiği duygular bir yana gözlemleri ve bunu ifade etme biçimiyle de herkesin içinde yer ediyor. Kimsenin haberi olmadığı karo zeminin üstünden bir çocuğun iç dünyasının ne kadar çalkantılı olduğunu görebiliyoruz; ötesi bunu hissedebiliyoruz. Bianca’nın başkaları tarafından tariflendiği tüm sıfatları dışında, onun içine açılan kapıları o bizlere anlattıkça elinden tutup birlikte açıyoruz. Hatta üstüne kendi kilitlerimizi de kırıp atıyoruz.
“Bir şeyleri yıkmaya kalktığında bu tür şeyler gelebilir insanın başına.” Diyor Bianca. Kendi tercih ettiği adıyla Perdon. Kendi dünyasının kilitlerini hayran olduğu bir dizinin oyuncusuyla tanışması ve ondan cesaret alarak bu gücü kendinden bulmaya başlamasıyla bir bir kırarken. Sığındığı o unutulmuş tavuk kümesinin arkasındaki kendine yarattığı kuytusundan çıkarken… Baş edilmez diye tanımlandığı anla birlikte bunun böyle olmadığını kendi içinde defalarca yaşayıp yine kendine anlatırken; ve elbette isminin yanına bir de ilginç sıfatı yerleştirilmişken… Bianca, bu yoğun ve kaygılı süreci yaşarken- ve elbette çabalarken- onun kırılmışlığını çevresindekiler ve eksik kalan taraflarını içinde bulunduğu dünya ne kadar onarabilecektir; bilmiyoruz… Fakat Bianca’nın dünyasından hareketle şundan eminiz: Affedersin kelimesinin etrafına çiçekler kondurabilmek ve içindeki harfleri olabildiğince güzel yapmak o kadar da zor bir şey değil.
Bianca –kendi tercih ettiği adıyla Perdon- karo zeminin üstünde yan yana birleştirilmiş ve ne kadar orada olduğunu bilmediği ayaklarının üstünden çocuklarımıza dokunuyor.
Künye: Bugünlerde Herkesin Adı Affedersin, Bart Moeyaert, Çev. Mustafa Özen, Can Çocuk Yayınları, 2020, 176 Sayfa.
Dünyanın en tuhaf harikası: Beyin
Beynimiz ve vücudumuz yaşamımız boyunca öylesine değişir ki, bu değişimi algılamak bir saatin akrebindeki hareketi algılamak kadar zordur. Kırmızı kan hücreleriniz her dört ayda bir tümüyle yenileriyle yer değiştirirken deri hücreleriniz de birkaç haftada bir yenilenir. Yaklaşık yedi yıl içinde, vücudunuzdaki her bir atomun yerini başka atomlar almış olur. Fiziksel açıdan siz, aslında sürekli olarak yeni bir size dönüşürsünüz. Neyse ki bütün bu farklı versiyonlarınızı birbirine bağlayan sabit bir olgu var gibidir: bellek.
17-01-2021 01:21

Ufuk Akkuş
Sinirbilimci David Eagleman; “Beyin senin hikayen” ile ezoterik bir konuyu okunması kolay, ilginç ve ayrıntılı bir popüler psikoloji kitabı haline getirerek bu alana ilgi duyanlara erişilebilir kılıyor. Eagleman; kendi gerçekliğimiz içine tutsaklığımızın farkına bile varamayacak kadar hapsolmuş durumdayken milyarlarca beyin hücresi ve birbirleriyle kurdukları bağlantılardan oluşan ağın içinde “kendimizi” bulabileceğimizi ve daha iyi hale getirebileceğimizi ortaya koyuyor. Altı bölümde, kendi donanımızı kırabileceğimizi etkili bir şekilde anlatıyor ve her bölümü “Ben Kimim ?”, “Gerçeklik Nedir?” gibi varoluşsal sorularla çerçevelendiriyor. İnsan beyninin nasıl geliştiğini, duyularımızın ve algılama yeteneğimizin nasıl değiştiğini, dış faktörlerin eylemlerimizi ve karar verme sürecimizi nasıl etkilediğini, nasıl sosyal varlıklar olduğumuzu ve teknolojinin duyularımızı nasıl etkileyebileceğini inceliyor.
İnsanlar tamamen aciz, gelişimi eksik kalmış, hayat karşısında esnek birer beyinle doğar, farklı ortamlarda yaşama becerisi göstererek diğer türlerden fazla gelişim gösterir. Kendimizi içinde bulduğumuz dünya tarafından biçimlendiririz. Deneyim beyni değiştirir, bir şeylere nasıl anlam yükleyeceğimizi belirler. Deneyim, algı ve çevre farklılığı her bir beyni bir kar tanesi kadar benzersiz kılar.
Dışarıdaki bilginin beyne girişi için tek yol vardır: duyu organlarımız. Ama görmek için gözlerden fazlası gerekir. Beynin görsel verilerin gerçek anlamlarını doğru yorumlayabilmesinin tek yolu sinyallerin, hareketlerimiz ve onların duyusal sonuçlarıyla eşleştirilmesidir. Görmek bize zahmetsiz bir iş gibi gelse de sanıldığı gibi kolay değildir.
Gerçeklik deneyimimiz sadece duyulardan gelen veri akışına bağımlı değildir. İçsel model devreye girince dünya sahneden çekilse bile gösteri sürer, beyin kendi imgelerini yaratmaya devam eder. Ama çevremizdeki dünyayı tüm ayrıntılarıyla algıladığımız bir yanılgıdır. Örnek olay incelemeleri; aldığımız kalorilerin yüzde yirmi kadarının beyne enerji sağlamak için kullanıldığını ve beynimizin gelen bilginin sadece dünyada yolumuzu bulmak için gerektiği kadarını işlediğini göstermiştir. Gerçeklik, biyolojimizle sınırlı, kafatasımızdaki sahnede canlandırılan ve beyinden beyine farklılık gösteren bir hikayedir.
Beynimiz çevreden sürekli bilgi toplar ve bu bilgiyi davranışlarımızı yönlendirmede kullanır. Freud da bilinçdışının bu derin mağaralarını aydınlatmak için uğraştı. Elimizde sıcak bir içecek olduğunda bir arkadaşımızla olan ilişkimizi anlatırken daha olumlu, soğuk bir içecek olduğunda daha olumsuz bir tavır takınabiliriz. Bilinçli zihin, özgür irade ne kadar kontrol sahibidir?
Beyin vücutla sürekli geribildirim ilişkisi içindedir. Farkında olmadan fizyolojik imzamız karar vermemize yardımcı olur. Beyin, deneyimlerimizden yararlanarak dünyayla ilgili sürekli bilgi toplar. Böylece seçenekleri kıyaslayıp değer biçeriz. Çevremiz ve algımız değişebildiği için, bu değerlendirmeleri kalıcı mürekkeple yazmamız mümkün değildir. Kim olduğumuz, ne yaptığımız, dünyayı algılama biçimimiz karar verme eylemimize bağlıdır. Bir tek kimliğe sahip olsak da, bir tek zihne sahip değiliz. Birbiriyle yarış halindeki güdülerin toplamıyız. Daha iyi karar verebilmemiz, seçeneklerin beyinde girdikleri rekabeti anlamamıza bağlıdır.
Toplumsal dünyanın içinde, başkalarının niyetlerini okumaya çalışarak, toplumsal yargılarda bulunarak yol alırız. Dünyada yolumuzu bulmamıza yarayacak antenlerle donanmış olarak doğar, bu yetimizi büyüdükçe zenginleştiririz. Bizim nöronlarımız gezegendeki herkesin nöronlarıyla karşılıklı iletişim içindedir. Bu bize ilerlemek için birbirimize ne kadar ihtiyacımız olduğunu gösteriyor.
İnsanların binlerce kuşak boyunca yineledikleri yaşam döngüsü aşağı yukarı aynı: Doğuyoruz, kırılgan bir bedeni idare etmeye çalışıyoruz, bize sunulan küçük bir duyusal gerçeklik kesitinin tadını çıkarıyoruz ve ölüyoruz. Bilim bize bu evrimsel hikayenin ötesine geçebileceğimiz araçları sağlayabilir. Artık kendi donanımıza müdahale edebileceğimize göre beynimiz onu teslim aldığımız şekilde kalmak zorunda değil. İnsanlık şu anda kendi kaderimizi elimize almamızı sağlayacak araçları keşfetme aşamasında.
Her yeni öğrendiğimiz şey, beyin plastisitesi (beynin uyum yeteneği) sayesinde biyolojimizle teknoloji arasında bir evliliği mümkün kılar. Beyin teknoloji vasıtasıyla bilgiyi aldığı sürece işini yapar. Dille “görmek”, vücutta dolaşan titreşimlerle “duymak” beynin duyusal değiştirim gücü ile gerçekleşir. Uzak gelecekte yalnızca fiziksel vücudumuz değil, benlik duyumuz da gelişmeye tabi olacaktır. Peki, ölüm kaçınılmaz olmaktan çıkabilir mi? “Alcor Yaşam Uzatma Vakfı”nın biyolojik çürümeyi önleyen bir derin dondurucuda saklamakta olduğu 129 kişi sadece bir kumar mı? Yapay zeka mümkün mü? Eagleman, bu soruların cevapları üzerine düşünmemizi sağlıyor. Kime dönüşeceğimiz bize bağlı diyor. Zeynep Arık Tozar‘ın harika çevirisiyle kitap bize ulaşıyor.
Künye: David Eagleman,”Beyin Senin Hikayen”, Çev: Zeynep Azık Tozar, Domingo, 21. Baskı, Ekim 2020, 265 Sayfa.
İnsani atık ve atık insanlar
Cezaevleri diğer pek çok toplumsal kurum gibi; atıkların geri dönüşüm işlevini bırakmış, tasfiyesine yönelmiştir. Modernitenin küresel zaferinin ve gezegenin bu yeni sıkışıklığının atık tasfiye sanayisinde yarattığı krizle savaşta ön saftaki yerini almıştır. Tüm atıkların potansiyel olarak zehirli ya da atık sınıfına girdikleri için bulaşıcı ve rahatsız edici oldukları, eşyanın düzenini bozdukları düşünülür. Geri dönüşüm artık bir yarar sağlamıyorsa ve randımanlı olmayacaksa, atıkla başa çıkmanın yolu onun “biyolojik bozunması”nı ve çürümesini hızlandırmak, bir yandan da onu sıradan yurttaşların yaşamından uzak tutmaktır.
10-01-2021 01:28

Ufuk Akkuş
İçinde yaşadığımız kapitalist sistem sermaye birikiminin sürekli geliştirilmesine dayanır. Başka bir deyişle sistemin tek amacı kar ederek tekrar yatırım döngüsü sağlamaktır. Burada söz konusu olan ekonomik büyüme, karlılığın ve sermaye birikiminin duraksamaksızın büyümesidir. Bunun için de birikimin büyümesine yönelik idari, hukuki ve teknik düzenlemelere başvurulur. İnsan ihtiyacının giderilmesi ve üretilenlerin adilce paylaşılması yerine birikimin nimetlerinin büyük bölümü sistemin doğası gereği yine sermayedara gider. Tüketimi artırmak amacıyla yapılan bu üretim döngüsünü sağlarken bu süreçte doğaya verilen zararlar ve tüketim mallarının tüketilmesi sonucunda oluşan atıklar sermayenin ilgi alanına girmez. Üretim esnasındaki çevre tahribatını azaltıcı önlemler ancak o ülkede hukuki yaptırımlar varsa ve kararlı bir şekilde uygulanıyorsa zorunlu olarak uyulması gereken kurallar kapsamında değerlendirilir. Tüketim sonucu oluşan atıklar da bir şekilde toplatılarak yeniden üretime sokulabilir ancak bu da atıkların genişleyerek çoğalması anlamına gelir.
Zygmunt Bauman, “Iskarta Hayatlar Modernite ve Safraları” kitabında gezegeni tehdit etme derecesine gelen atık meselesine odaklanıyor. Bauman, tüketim maddeleri atığı ile “atık insan” dünyasının benzerliğine değinerek iki yakıcı sorunu iç içe ele alıyor. Bauman’ın anlatımında “Atık insan”ı harcanmış insan olarak niteleniyor ve ihtiyaç fazlası ya da ıskarta insan olarak görülüyor. Atık insan, zorunlu nedenlerle ya da bilerek/isteyerek kayıt dışı bırakılan kalkınmasına izin verilmeyen insanları kapsıyor. Bauman’a göre; üretim ve tüketimin nerdeyse tümü piyasa ve pazarlar aracılığı ile gerçekleşiyor. Metalaşma, ticarileşme, parasallaşma süreçleri yerkürenin en ücra köşelerinde tedavüle giriyor. Bu gelişme sürdükçe, yerel sorunlara küresel çözüm getirmek, ya da yerel atıklara küresel çöplük bulmak imkansızlaşıyor. Tersine yerel yönetimler, modernitenin küresel zaferinin sonuçlarına katlanmak zorundalar. Şimdi küresel sorunlara yerel çözümler bulmaları gerekiyor, ancak bunu başarmaları da kolay gözükmüyor. Bauman, çağdaş hayatın günümüzdeki manzarasını anlatan bu sorunlara modernite/modernleşmenin yol açtığını öne sürüyor. Aslında tüm bu sorunlar kapitalist sisteme özgü olup, aşılmasının da doğaya saygılı ve israfa yol açmayan tarzda üretim planlamasının uygulanacağı toplumsal altüst oluşla mümkün olduğunu düşünüyoruz. Atık insan meselesinin de sınırların kalktığı ve özgür insanların bireyselliklerini yaşayabileceği bir dünyada çözümleneceğini söyleyebiliriz.
Bauman’a göre; insani atıkların ve atık insanların tasfiyesi sorunları, bireyselleşmenin akışkan, modern, tüketici kültürü üzerinde her zamankinden fazla baskı yapıyor. Toplumsal hayatın en önemli veçhelerini esir alıyor, hayat stratejilerini ele geçiriyor, onları kendi atıklarını (başlamadan biten, yetersiz, sakat ya da yürümeyen, harcanmaya mahkum insan ilişkileri) üretmeye sevk ediyor. Iskartaya çıkmayı günümüzün en yakıcı sorunlarından biri olan işsizlikten de aşağı konumda gören Bauman, işsizin tıpkı sağlıksız, rahatsız gibi yoksunluk takısı almış bir sözcük olduğunu ve normun dışına çıktığını vurguluyor. Iskartaya çıkmak ise süreğenliği çağrıştırıyor ve durumun sıradanlığını ima ediyor. Bir karşı durumu değil bir hali tanımlıyor. Iskartaya çıkmak lüzumsuzluğu, gereksizliği, kullanım dışılığı anlatıyor. Başkalarının size ihtiyacı yoktur, siz olmadan işlerini eskisinden daha iyi bile yapabilirler. Iskartaya çıkmak deyimi ihtiyaç fazlası, hurda, defolu, çöp, atık gibi sözcüklerle aynı anlam dünyasını paylaşır. İşsizin, “emek ordusunun yedek askeri”nin geleceği, yeniden hizmet saflarına çağrılmaktı. Hurdanın geleceği ise, diğer hurdaların yanına çöplüğe atılmaktır. Bauman, ıskartaya çıkarılmanın sosyal açıdan bir yersiz yurtsuzluğa, dolayısıyla bir özgüven yitimi, hayatını amacının yitirilmesi gibi duygulara yol açacağı hissi veya bu durumla hiç karşılaşmamışlarsa bile her an karşılaşabilecekleri kuşkusu, kendileri de büyük ıstıraplar çekmiş “X kuşağı”na mahsus bir deneyim olduğunu savunur.
Iskarta insan birikiminin patlamaya yol açacağı korkusuyla 19. yüzyılda nüfusun sorunlu kesimini kitleler halinde yurt dışına yollayarak sosyal sorunların üstesinden gelinmek istenmişti. Kentlerde meydana gelen taşkınlıklar, yöneticileri göreve çağırıyordu. 1848 Haziran’ından sonra Paris’in kenar mahalleleri asi sefillerden temizlenmiş, “ayaktakımı” yığınları deniz ötesine Cezayir’e gönderilmişti.1871’de Paris Komünü sonrasında aynı işlem tekrarlandı, ancak bu kez istikamet Yeni Kaledonya idi. İhtiyaç fazlası ya da marjinal insanlar; tanımlanmış bir sosyal statüleri olmayan, maddi ve entelektüel üretim açısından ihtiyaç dışı kabul edilen kendilerini de öyle gören değer kaybetmiş bireyler olarak görülür. Örgütlü toplum onlara bedavacı, davetsiz misafir, muamelesi yapar ve çoğu kez onları her türlü kötülüğün kaynağı, suçun kenarında dolaşan, sosyal dokuyu sömüren kimseler olarak görür, en azından tembelliğe kılıf uydurmakla suçlar. Varsılların değer verdiği ama yoksulları perişan eden yol ve yöntemleri açıkça reddeder, saygı göstermezlerse bu da kamuoyunun başından beri söylediğinin -ihtiyaç fazlaları sadece yabancı bir doku değil, toplum sağlığını tehdit eden kanserli bir hücre, yaşam biçimimizin ve savunduğumuz her şeyin yeminli düşmanı olduklarının- kanıtı olarak algılanır.
Bauman; mültecileri, yerinden edilenleri, sığınmacıları, muhacirleri, kaçak göçmenleri küreselleşmenin atıkları olarak görür. Aynı zamanda modern üretimin bir yan çıktısı olan geleneksel sanayi atıklarının da çoğaldığını söyler. Bu atıkların tasfiyesi, atık insanların tasfiyesi kadar büyük, korkutucu bir sorun olup ikisinin nedeni de aynıdır: tıka basa dolan gezegenimizin en ücra köşelerine kadar yayılan, tüketim toplumu dışındaki tüm yaşam biçimlerini ezip geçen ekonomik ilerleme. Zehirli atıklar da ekonomik sathın en az direnç gösterdiği yerlerde daima en aşağıya sızar. Çin’in bir elektronik aletler çöplüğüne dönen Guiyu köyünden ve ekonomik ilerleme treninden düşen eski köylülerin yaşadığı Hindistan, Vietnam, Singapur ya da Pakistan gibi ülkelerde Batı’nın elektronik atıkları “geri dönüştürülür”.
Bauman’a göre modernitenin küresel zaferinin en vahim sonuçlarından biri insan atıklarının tasfiyesindeki ağır krizdir. Mevcut yönetim kapasitesinin giderek artan atık hacmiyle başa çıkamaması modern dünyamızın ne yeniden kazanabildiği ne de yok edebildiği kendi atıklarında boğulması ihtimalini güçlendiriyor. Biriken atıklardaki zehir oranının hızla arttığına dair işaretler var. Endüstriyel ve ev atıklarının gezegenin ekolojik dengesini bozması yoğun endişelere neden oluyor ama sayıları gittikçe artan “atık insanlar”ın gezegende bir arada yaşayabilmemizin ön koşulu olan siyasi denge ve toplumsal istikrar üzerindeki etkilerini tüm berraklığıyla anlamaktan çok uzağız. Iskarta insan yığınlarının giderek kalıcı hale gelmesi ayrımcı siyasetlerin daha da katılaşması ve olağanüstü güvenlik önlemlerini gerektirir ki toplumun sağlığı, sosyal sistemin “normal işleyişi” tehlikeye girmesin. Talcott Parsons’a göre her sistemin kendi varlığı için elzem olan “gerilim yönetimi” ile örüntünün sürdürülmesi, bugün atık insanları toplumun geri kalanından kesin çizgilerle ayırmaya, yasal çerçeveden soyutlanmalarına ve etkisizleştirilmelerine indirgenmiştir. “Atık insanlar”ı uzaktaki tasfiye alanlarına göndermek artık mümkün görünmemektedir. Bu yüzden bu insanlar sıkı gözetim ve denetim altında tutulmalıdır. Sosyal devlet adım adım ısrarla ve acımasızca bir karakol devletine dönüştürülmüştür.
İnsani atıkların ve atık insanların küreselleşmenin ve tüketim toplumunun yaygınlaşması ile geliştiği ve modern topluma ait olgular olduğunun altını çizen Bauman, bu konunun giderek yakıcı bir soruna dönüştüğünü ve insanlar arası ilişkileri de olumsuz etkilediğini örneklerle ortaya koyarak değişik bir bakış açısı sunuyor okuyucularına.
Künye: “Iskarta Hayatlar, Modernite ve Safraları”, Zygmunt Bauman, Çev. Osman Yener, Can Sanat Yayınları, 2020, 155 Sayfa.