Vitrin: Yeni Çıkanlar
Sevgili kitap okurları, haftanın yeni çıkan kitaplarından sizler için derledik. Keyifli okumalar dileriz.
12-07-2020 00:00

ZAMANIN KÜL DEDİĞİ - ÖMER BURÇİN ÖZKİŞİ
Küle dönmüş yaraların kabuğu
Savruluyor yosun tutmuş rüzgârlarca
Bekliyorum bir boş kümenin ortasında
Çemberine asılı parmaklarım
Geçmişimi çekiştiriyorum geleceğin sofrasına
İştahlı bir çocuktur hayat
Silip süpürüyor sofrada ne bulduysa
Anlamını kavrayamadığım cümlelerin kuytusunda
Ateşler yakıyorum sabaha karşı
Güneş ürkütüyor beni
Korkuyorum zift karası akşamlardan
Yolumuz uzun ve hep asfalt boylarında
El ele yürümek de mümkün şimdi
Kafa kafaya çarpışmak da
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Zamanın Kül Dediği, Yazar: Ömer Burçin Özkişi, Anima Yayınları, 2020, 56 Sayfa
MESAFENİN ŞİDDETİ - YALÇIN TOSUN
''Yine yanaklarım alevlendi. Sevişme lafı en çok bizim gibilere dokunur zaten. Derininde bir yere bir kor üflenmişçesine titreyiverir insan. Durdum bir an, sonra denize çevirdim başımı, ne olursa olsun halden anlayan denize."
Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler, Peruk Gibi Hüzünlü, Dokunma Dersleri, Bir Nedene Sunuldum ile günümüz öykücülüğünün sevilen yazarları arasına giren Yalçın Tosun, beş yıl aradan sonra, beşinci öykü kitabı Mesafenin Şiddeti ile etkisini gösteriyor.
Çocukluğu, evliliği, aileyi, anneyi ve babayı, hep o kırılgan bakışla, hep bir ergen uyanışıyla ince ince işleyen, doyurucu öykülerden oluşuyor Mesafenin Şiddeti. Yalçın Tosun, mahremin çeperinde özgürce devinen duyuşları, düşünüşleri, düşleri, beklentileri anlatıyor. Gönlün kırıldığı yeri, zihnin sarsıldığı noktayı, hangi mesafeden olursa olsun şiddetin göründüğü aralıkları yakalarken anlatıcılığını giderek uçlara taşıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Mesafenin Şiddeti, Yazar: Yalçın Tosun, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 120 Sayfa
AY IŞIĞINDA SANCI - DOĞAN ATEŞ
Eşit parçalara bölünemeyen şeylerden söz etmenin bir ağırlığı var. Giderek kırılıyor takatimiz bu ağırlığın altında. Ya aklımız yetmiyor her şeyi anlamaya ya boyumuz yetişmiyor. Yola çıktığımız o ilk yere ait değiliz. Yolun biteceği de yok üstelik. Yaşamak, üstelik eşit parçalara bölünemeyen şeyler için yaşamak öyle zor öyle sancılı ki! Kadın ya da erkek, safi gerçek ya da bir roman kahramanı olmanın önemi yok. Önemli olan ağırlık. Yani yaşam.
Doğan Ateş, kurmacanın dilini şiire yaklaştırarak, yolu, eksik kalmış hikâyeleri, tahakkümü, zorbalığı ve yazmanın yakıcılığını anlatıyor Ay Işığında Sancı’da.
“…gitmeliyiz, korkmadan, nereden geldiğimizi asla ve asla unutmadan, Habil ve Kabil çatışmasından, kesilen ilk baştan, tufanların en büyüğünden ürkmeden, görmeyen gözlerin gören gözleri olarak, duymayan kulakların duyan kulakları olarak, yürüyüş devam etmeli, gitmeliyiz, gitmeliyiz çünkü bizim bir hikâyemiz var.”
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ay Işığında Sancı, Yazar: Doğan Ateş, İthaki Yayınları, 2020, 128 Sayfa
ZAMANA DÜŞÜŞ - E.M. CİORAN
"Başkaları zamana düşer; bense zamandan düştüm. Zamanın üzerinde yükselen ebediyetin yerini, onun aşağısında kalan öteki ebediyet alır; o kısır mıntıkada artık ancak tek bir arzu duyulur: Tekrar zamanla bütünleşmek, her ne pahasına olursa olsun ona yükselmek, yerleşilen bir yuva yanılsaması için ondan bir parseli sahiplenmek. Ama zaman kapalıdır, ama zaman erişilmezdir: Bu negatif ebediyet, bu kötü ebediyet de zamana nüfuz etmenin imkânsızlığından ibarettir zaten."
Cioran insana, insanlığa, insan oluşa lanetler yağdırmaya devam ediyor. En başa dönüyor, çünkü ona göre hata en başa ait: İnsan yanlış ağacın, hayat ağacı yerine bilgi ağacının meyvesini yedi. Ebediyetten zamana düşüş, yani Tarih'i başlatan adım böyle atıldı.
Kökleri çok eskiye uzanan bir felsefi geleneğin parçası olan Cioran, insanın varoluşunu küçümseyerek bütün "başarıları"na, "ilerleme"ye de eleştirel yaklaşıyor. Uygarlık eleştirisine girişiyor, ama amacı uygarlığın veya modernliğin foyasını meydana çıkarmaktan ibaret değil; asıl derdi insanın yanlışlığı. Acımasızca çalışıyor onun yumuşak karnına, yüzüne vuruyor kusurlarını.
Başka türlü düşünme imkânını hatırlamamız için duruyor Cioran yanı başımızda, belki de karşımızda.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Zamana Düşüş, Yazar: E.M. Cioran, Çevirmen: Haldun Bayrı, Metis Yayıncılık, 2020, 152 Sayfa
GÜZELLİK VE ERDEM İDELERİMİZİN KÖKENİ ÜZERİNE BİR SORUŞTURMA - FRANCİSCO HUTCHESON
Francis Hutcheson, İskoç Aydınlanma Hareketinin kuşkusuz en önemli filozoflarından birisidir. Düşünceleriyle, özellikle David Hume ve Adam Smith üzerinde büyük bir etki yaratmıştır. Hutcheson, Güzellik ve Erdem İdelerimizin Kökeni Üzerine Bir Soruşturma adlı ilk kitabında, Bernard Mandeville'in saldırılarına karşı Shaftesbury'yi savunur ve insan doğasına odaklanır. Thomas Hobbes'un egoizmine ve Samuel Pufendorf'un ödül-ceza görüşüne karşı iyilikseverliği öne sürer. Bu bakımdan eserini, estetik ve ahlaki yetenekleri incelemek suretiyle iki bölüm halinde tasarlar. İlk incelemede güzellik, düzen, uyum ve tasarımdan hareketle insanda doğuştan bir güzellik duyusu olduğunu ortaya koyar. İkinci incelemede, ahlaki görüşlerini bu temel üzerine inşa eder. Kamunun, neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu yargılarken yerleşik bir ahlaki duyuya sahip olduğunu ileri sürer. Bu türden fikirleriyle Glasgow Üniversitesi'nde Ahlak Felsefesi Kürsüsüne gelmeyi başarır. Düşünceleri sadece Hume, Smith ve Bentham gibi filozofları değil, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri'nin kurucularını da büyük ölçüde etkilemiştir.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Güzellik ve Erdem İdelerimizin Kökeni Üzerine Bir Soruşturma, Yazar: Francisco Hutcheson, Çevirmen: Merve Menekşe Özer & Adnan Akdağ, Say Yayınları, 2020, 280 Sayfa
İLGİLİ HABERLER
Vitrin: Yeni çıkanlar
Değerli İleri Kitap takipçileri, siz kitapseverler için haftanın yeni çıkanları arasından bir derleme yaptık. Beğeneceğinizi umuyor, keyifli okumalar ve iyi bir Pazar diliyoruz.
24-01-2021 00:03

BELKİ DE BİRİYLE KONUŞMALISIN – LORI GOTTLIEB
Konusunda uzman bir psikoterapist ve yazar olan Lori Gottlieb, kırklı yaşlarında beklenmedik bir ayrılık yaşıyor. İyileşme sürecinin bir parçası olarak kendisi de terapiye gitmeye karar veren Lori'nin hayatına deneyimli ama ilginç bir terapist giriyor: Wendell. Tuhaf hırkası ve pantolonuyla, meslektaşlarının pek de tercih etmeyeceği terapi odası dekorasyonuyla bir TV dizisinden fırlamış gibi görünüyor.
Aldığı sıkı eğitime ve deneyime rağmen hayatındaki bu beklenmedik krizi aşmaya çalışan Lori, eşzamanlı olarak danışan hayatlarının mahrem odalarında dolaşmaya devam ediyor: Bencil bir Hollywood yapımcısı, kanser teşhisi konan yeni evli bir kadın, hayatında hiçbir şey düzelmezse doğum gününde intihar edeceğini söyleyen yaşlı bir kadın ve yanlış adamlarla takılmaktan vazgeçemeyen genç bir kadın…
Şaşırtıcı bir bilgelik ve mizahla Gottlieb; aşk ve arzu, anlam ve ölümlülük, suçluluk ve kurtuluş, korku ve cesaret, umut ve değişim arasındaki gergin ipte yol alırken, kendimize ve başkalarına söylediğimiz gerçekleri ve kurguları inceleyerek kör noktalarımızı işaret ediyor.
Belki de Biriyle Konuşmalısın; geçmiş hikâyelerimizi gözden geçirmenin, ilerlememize ve iyileşmemize nasıl yardımcı olduğuna dair çok derin ve kişisel, ama bir o kadar da eğlenceli ve evrensel bir tura çıkarıyor bizi.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Belki de Biriyle Konuşmalısın, Yazar: Lori Gottlieb, Çevirmen: Cemre Ömürsuyu Seyis, Hep Kitap, 2021, 466 Sayfa.
DENGE UZMANI - ORHAN DURU
Orhan Duru’nun ikinci öykü kitabı Denge Uzmanı (1962) yeni bir editörlükle Yapı Kredi Yayınları’ndan yayımlandı.
Denge Uzmanı, klasik öykünün kalıplarını bozarak yeni bir anlatı dili geliştiren 1950 Kuşağı’nın ele avuca sığmaz yazarı Orhan Duru’nun ikinci kitabı. Biçemiyle, kurgusuyla ne ölçüde yenilikçi, seçkin, öncü bir kitap olduğu bugün de apaçık ortada.
Orhan Duru sözü kırk parçaya bölerek düşün gerçeğini, saçmanın anlamını, umutsuzluğun neşesini yaratıyor.
“En sonunda ben de baktım fotoğrafıma. Dehşet içinde kaldım. Korktum. Acayip bir adam oturuyordu bir tahta sandalyede. Arkasında kara bir perde. Perdenin üzerinde kuş resimleri.”
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Denge Uzmanı, Yazar: Orhan Duru, Yapı Kredi Yayınları, 2021, 88 Sayfa.
RENGARENK ANADOLU - NOTALARLA YOLCULUK
Okul gezisiyle İstanbul’a gelen Ece ve Kaan bu güzel şehri dostları Vecihi ile gezmek istediklerini fark edip dostlarını çağırırlar. Peki kültür gezgini Vecihi tek bir şehri gezmekle yetinebilir mi? O, küçük dostlarını yine macera ve bilgi dolu bir yolculuğa davet edecektir.
Kültür Balonu’na atlayan üç kahramanımız bu kez halk müziğinin renkli dünyasını tanımak için Anadolu’nun dört bir yanındaki dostlarına uğruyorlar. Farklı yörelerde ozanlarla tanışan, her yöreye özgü çalgıları gören ve türkü derlemeyi öğrenen Ece, Kaan ve Vecihi zor koşullarla da baş etmek zorunda kalacakları bu maceraya tüm çocukları çağırıyorlar. Özay Gönlüm, Aşık Mahsuni ve Neşet Ertaş gibi halk müziği ustalarının eşlik ettiği bu dopdolu yolculukta çocuklar eğlenerek öğreniyorlar.
Rengârenk Anadolu kitap serisinin ikincisi Notalarla Yolculuk, bu kitabı alacak ebeveynlere de çocuklarıyla halk müziği üzerine keyifli bir sohbet ve birlikte türküler söylemek için bir kapı aralamayı hedefliyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Rengarenk Anadolu - Notalarla Yolculuk, Yazar: Kolektif, Nota Bene Yayınları, 2020 Aralık, 40 Sayfa.
PRATİK ETİK - PETER SINGER
Peter Singer, yayımlandığı günden itibaren büyük ses getiren Pratik Etik'te, gündelik hayat ve etik konusunu çarpıcı başlıklar altında tartışıyor.
"En önemli etik meseleler her gün karşımıza çıkanlardır: Aşırı yoksulluk içinde yaşayan insanlara yardım edebilecekken, eğlencemize para harcamak doğru mu? Hayvanlara, sadece bize yememiz için et üreten makinelermiş gibi davranmamız haklı gösterilebilir mi? Yürüyebiliyorsak, bisiklet kullanabiliyorsak ya da toplu taşıma araçlarına binebiliyorsak, bir yandan gezegeni ısıtan sera gazlarını da salarak araba kullanmalı mıyız? Kürtaj ve ötenazi gibi öteki sorunlar neyse ki çoğumuz için gündelik kararlardan değil; fakat gene de önemli, çünkü hayatımızın bir noktasında ortaya çıkabilir. Bunlar ayrıca, demokratik bir toplumdaki her aktif katılımcının bilgiye dayalı, enine boyuna düşünülmüş görüşlere sahip olması gerektiği güncel kaygılara ilişkin meseleler."
"Bu kitap ahlak felsefesinin nasıl uygulanacağına dair bir model sunuyor. Ahlak felsefesini uygulamak (yalnızca okumanın aksine), kişinin en temel ahlaki inançlarının tarafsız ve açık görüşlü bir sorgulamasını içerir; teorinin ve savların baskısıyla kişinin inançlarını (ve uygulamalarını) değiştirmek için ihtiyaç duyduğu entelektüel cesareti gerektirir. Singer bu kitapta tartıştığı ahlaki meselelerin her birine böylesi bir tarafsızlık, açık görüşlülük ve entelektüel cesaretle yaklaşıyor."
Mylan Engel Jr., Northern Illinois Üniversitesi, The American Journal of Bioethics
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Pratik Etik, Yazar: Peter Singer, Çevirmen: Nedim Çatlı, İthaki Yayınları, 2021, 472 Sayfa.
ADANMAK - ALİ GRANİT
Adanmak, Türkiye'de benzeri gittikçe azalan kitaplardan biri; bir başarı öyküsünün kahramanının yaşamına eğilen, unutulmasının önüne geçmeyi amaçlayan bir çalışma.
Yalçın Granit, Türk basketbolunun kuruluş yıllarından başlayarak bugüne kadar etkin rol oynamış; önce sahada, sonra kulübede, ardından da yazılarıyla basında milli basketbolumuz için emek vermiş bir isim. Elinizdeki kitap, yalnızca onun basketbol macerasını kayda geçirmeyi amaçlamıyor. Adanmak, hem spor tarihimiz için bir belge hem de yeni kuşaklar için bir şeye adanabilmenin ve başarılı olmanın imkânsız olmadığını gösteren örnek bir yaşamöyküsü.
Onun çarpıcı "kendini yoktan var etme" serüveninin izini sürerken de fonda bir yüzyıldan diğerine güçlenerek yol alan Türk basketbolunu, geçirdiği evreleri aşamalarıyla gözler önüne seriyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Adanmak, Yazar: Ali Granit, Can Yayınları, 2021, 408 Sayfa.
Vitrin: Yeni çıkanlar
Haftanın yeni çıkan kitaplar arasından size özel derledik, keyifli okumalar dileriz.
03-01-2021 00:03

EKO-SOSYALİST PARADİGMA: KOMÜNİST TOPLUMA GİDEN YOL - FİKRET BAŞKAYA
"Sosyal mahiyetteki sorunlar, ekolojik sorunlardan ayrı ele alınamaz. Zira, bunlar madalyonun iki yüzüdür. Bu da sos-yali ekolojikleştirmeyi, ekolojiyi de sosyalleştirmeyi gerektirir."
Fikret Başkaya, mevcut sistemi çözümleyip radikal bir biçimde eleştirdiği, bunu yaparken de birbiriyle etkileşim içindeki sosyal ve ekolojik sorunlara çözümler ürettiği çalışmalarının bu son halkasında, "eko-sosyalist paradigma"ya ve komünizme işaret ediyor.
Önce "Komünizmi nasıl bilirsiniz?" diye soruyor Fikret Başkaya ve başlıyor "müşterekler"i anlatmaya. "Ütopya", "insan doğası", "devletleştirme", "sosyalleştirme", "sönümlenme" gibi kavram ve tartışmalar da yanında.
Ardından sıra "modernite, ilerleme ideolojisi ve kapitalizm"e geliyor. Yani "ekonomik büyüme ve kalkınma" ile birlikte sistemin sınırlarına geliyor, ihtiyaçlar ile kaynaklar arasındaki ilişkinin nasıl kurulması gerektiğine.
Bir sonraki adımda büyümenin bir diğer yüzü olarak ekolojik yıkım çıkıyor karşımıza. "Muasır medeniyetler seviyesi", "Sosyal Avrupa", "demokrasi" retoriği, kapitalizm dâhilinde kalkınmanın mümkün olup olmadığı ve benzeri konular, Başkaya'nın açtığı diğer tartışma başlıkları.
"Eko-sosyalist paradigma"yı sunarak bitiriyor çalışmasını Başkaya. Kapitalizme karşı, tek bir alanda değil, ekonomik, sosyal, ekolojik ve etik boyutlarıyla bütünsel bir alternatif geliştirmenin önemini ortaya koyuyor. Bu bağlamda ekonomik planlama, ekolojik planlama ve demokratik planlama tek tek ve birbiriyle ilişkisi içinde ele alınırken, en sonda da işçi hareketi ile eko-sosyalizm arasındaki ilişki ve eko-sosyalist mücadelenin yeni özneleri irdeleniyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Eko-Sosyalist Paradigma: Komünist Topluma Giden Yol, Yazar: Fikret Başkaya, Yordam Kitap, 2020 Aralık, 192 Sayfa.
ARABESK YENİDEN - MÜZİKTE SİNEMADA VE EDEBİYATTA 2000 SONRASI
2000'li yıllarda arabeskin edebiyat, sinema ve müzikte nasıl yenilendiğini ve mevcut ekonomik/politik iklimden nasıl beslendiğini ele alıyor. Çalışmada "İsyanın dili arabesk mi? Arabesk, rap müzikle nerede tanıştı? Nostalji arabesksiz yapamıyor mu? Müslüm filminin üstünü çizmeden altını çizmek mümkün mü? Neden edebiyatın sokaklarında "Bangır Bangır Ferdi Çalıyor"? Behzat Ç. çilekeş mi, çaresiz mi, Che mi?" gibi sorulara yanıt aranıyor.
Arabesk Yeniden kitabında, "Sıradanlaşan Yaşamın Restorasyonu: Arabesk!" başlığında Z. Tül Akbal Süalp, Aydın Çubukçu, Yasemin Yazıcı; "Kenardan Merkeze: Popüler Müziğin Kalbinde Yaşayan Arabesk" başlığında Naim Dilmener, Uğur Küçükkaplan, Yetgül Karaçelik, Anıl Sayan, İrem Elbir, Onur Serdan Çarboğa; "Sinemanın İç Sıkıntısı ya da Sıkıntının Sinemasından Arabeskin İçeriksiz Sularına" başlığında F. Serkan Acar, Oya Yağcı, Pınar Fontini; "Edebiyatın Popüler Kültürle İmtihanı: Soslu Arabesk" başlığında Nil Sakman, Sibel Öz, Hakan Güngör, İsmail Afacan ve Arzu Eylem, konuya dair makaleleriyle, arabeskin bugününü tartışıyor.
Arabesk Yeniden, teoride rafa kaldırılmış gibi görünen ancak hayatımızda kanlı canlı yaşayan arabesk olgusunun izini sürerek konuya siyasal, kültürel yanıtlar arıyor; arabeskin hangi formlarda ve nasıl yeniden yükselen bir değer haline geldiğini, gündelik hayata ve sanata nasıl sızdığını tartışarak konuya ilişkin refleks oluşturabilmeyi hedefliyor. Müzikologların, akademisyenlerin, sinemacıların ve edebiyatçıların arabeskin güncel biçimlerine dair tartışmalarından oluşan bu çalışma, 2000 sonrası arabeski masaya yatırıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Arabesk Yeniden - Müzikte Sinemada ve Edebiyatta 2000 Sonrası, Yazar: Sibel Öz & İsmail Afacan, Nota Bene Yayınları, 2020 Aralık, 224 Sayfa.
NE ADAM NE HAYVAN: FEMİNİZM VE HAYVANLARIN SAVUNULMASI - CAROL J. ADAMS
Feminist-vejetaryen eleştirel teorinin en önemli eserlerinden biri kabul edilen Etin Cinsel Politikası’nın yazarı Carol J. Adams bu kitabında hayvan haklarını ve çevreciliği savunmakla feminizmin nasıl ve neden iç içe geçmesi gerektiğini çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Modern Batı kültüründe ve tüketim alışkanlıklarında, hayvanlara ve kadınlara yönelik sistematik sömürünün ardında yatan kültürel davranışları ustalıkla irdeliyor. Eleştirel hayvan çalışmaları ve veganlık literatüründeki tartışmalardan beslenen yazar, okura eko-feminizmden çevre ahlâkına ve teolojik perspektiflere uzanan geniş bir çerçeve çizmekle kalmıyor aynı zamanda onu eyleme çağırıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ne Adam Ne Hayvan - Feminizm ve Hayvanların Savunulması, Yazar: Carol J. Adams, Çevirmen: Sevda Deniz Karali, Ayrıntı Yayınları, 2020 Aralık, 416 Sayfa.
YANKI - MÜGE KOÇAK
Gecenin karanlığında, ıssız sokaklarda gezer düşlerin fısıltıları. Sahipsizliğin somurtkanlığını peşlerine takarak, buldukları ilk barınağa girerler. İşte orada, gölgelerin ardında, başlar siyahla beyazın hikâyesi. Ya da öyle sanır herhangi birisi...
Yankı bir ilk kitap olmasına karşın ustalıkla örülmüş öykülerden oluşuyor. Rahatsız edici, hatta denebilir ki "riskli" meseleleri irdeleyen bu öyküler yeri geldiğinde biçimsel denemelerden sakınılmadan ortaya konuyor. Kimi zaman şiddeti, ardındaki nedenleri ya da düpedüz nedensizliğini, kimi zaman günlük hayatımızın içine sinmiş tahakkümü, kimi zaman da sıradan hayatlarımızın karanlığını ya da üzerimizde bir yük gibi taşıdığımız yarı ölü halimizi anlatıyor. Açgözlülüğü, doymak bilmez arzuyu, saçma sapan yaşamları ve belki de en önemlisi, sokağı ve eşitsizliği odağına almaktan, bunları hayal gücünün prizmasına tutmaktan da asla geri durmuyor...
Müge Koçak yaratıcılığıyla; muzip, kıvrak ve cesur kalemiyle adından çok söz ettireceğe benziyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Yankı, Yazar: Müge Koçak, Can Yayınları, 2020 Aralık, 120 Sayfa.
KARİALILAR - DENİZCİLERDEN KENT KURUCULARA
Bu kitapta Karia Bölgesi’nin prehistorik çağlara tarihlenen en erken yerleşimlerinden Geç Osmanlı Dönemi’ne uzanan arkeolojik ve tarihi geçmişi hakkında bugüne dek yapılmış çalışmaların ve güncel araştırmaların bir özeti sunulmuştur. Anadolu Yarımadası’nın güneybatı kesiminde yer alan ve Antikçağ’da Karia olarak bilinen coğrafi bölgenin kuzey sınırını Büyük Menderes Vadisi, doğu sınırını Dalaman Çayı belirler.
MÖ 2. binyıla tarihlenen yazılı kaynaklarda birçok kez adı geçen Karialıların, Hitit istilaları karşısında Anadolu halklarını destekledikleri ancak daha sonra Mısırlılar karşısında Hititlerin yanında yer aldıkları görülür.
Karialıların adı, tüm Akdeniz’de geçtikleri yerleri talan ederek Geç Tunç Çağı’nın güçlü imparatorluklarının çöküşüne katkıda bulunan efsanevi “Deniz Kavimleri” arasında da anılır. İlerleyen dönemlerde, Homeros Karialıların Yunanlara karşı Troia kentini savunmaya gelen halklar arasında yer aldığından bahsederken “savaşmaya bir kız gibi altınlarla süslü geldiler” sözleriyle Karialıların zenginliğini vurgular.
The aim of this book is to present a brief overview of archaeological and historical research on Caria from the very first signs of occupation in the Prehistoric times to the Late Ottoman period. The region occupied by ancient Caria can roughly be described as the southwestern portion of the Anatolian peninsula South of the Menderes Valley and west of the Dalaman River.
The Carians are mentioned several times in the 2nd millennium BCE for having supported the fight of Anatolian nations against the Hittite invaders and later to have fought beside the Hittite kings against the Egyptian forces. They were also counted amongst the legendary Sea People, traveling the Mediterranean, spreading destruction on their path and bringing down some of the most powerful empires of the Late Bronze Age. Later, Homer mentions them in the list of allies who came and supported Troy against the Greeks, emphasizing the wealth of the Carians, who “came to fight decked like a girl with gold”.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Karialılar - Denizcilerden Kent Kuruculara, Yazar: Kolektif, Çevirmen: Gökçe Bike Yazıcıoğlu, İpek Dağlı Dinçer, Yapı Kredi Yayınları, 2020 Aralık, 544 Sayfa.
DUNE: CORRINO HANEDANI - HANEDANLIK ÜÇLEMESİ ÜÇÜNCÜ KİTAP - BRIAN HERBERT
Frank Herbert’ın epik Dune serisinin bir nesil öncesini anlatan heyecanlı üçlemenin büyük finali: Dune: Corrino Hanedanı!
Tleilaxlılarla yaptığı planların ardından yapay baharata “ulaştığını” sanan İmparator Shaddam, melanj üzerindeki mutlak hakimiyetini perçinlemek için her şeyi göze alacaktı. Baharatın kaynağı Dune adıyla bilinen Arrakis gezegenini yok etmeyi bile…
Pardot Kynes’ın ani ölümünden sonra oğlu Liet Kynes ve Fremen dostları Arrakis’i Harkonnenlar için bir cehenneme çevirmeye kararlıydı. Liet ise bir yandan gezegenbilimci babasının Dune’u yeşillendirme hayalini yerine getirmek istiyordu. Ama çölün sürprizleri onları bekliyordu.
Jessica, Bene Gesseritlerin Kuisatz Haderah projesi için sahip olmak istedikleri kız çocuğu yerine bir erkek doğurmuştu. Paul. Rahibeler Birliği, evrene yıkım ve kaos getirmesinden korktukları bu çocuğun yaşamasına izin vermek istemiyordu ama Jessica onu korumak için elinden geleni yapacaktı.
Dük Leto Atreides, ezeli düşmanı Baron Vladimir Harkonnen’la mücadeleye tutuşmuştu. Baron’un yıllar evvel kendisini ortadan kaldırmak için yaptığı sinsi planı öğrenen Leto karşılığını vermek istiyordu. Ama kendilerinden oldukça kuvvetli bir hanedan karşısında ne kadar şansı vardı?
Dune: Corrino Hanedanı, orijinal serinin başlangıcının hemen evvelindeki olayları ayrıntılarıyla, heyecan dolu bir şekilde anlatıyor.
“Corrino Hanedanı‘ndaki her olay, efsanevi Dune evreninin inşasına kocaman bir taş daha ekliyor.”
Booklist
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Dune: Corrino Hanedanı - Hanedanlık Üçlemesi Üçüncü Kitap, Yazar: Brian Herbert, Çevirmen: Zeliha İyidoğan Babayiğit, İthaki Yayınları, 2020 Aralık, 704 Sayfa.
Vitrin: Yeni çıkanlar
Haftanın yeni çıkan kitapları arasından sizler için derledik, keyifli okumalar dileriz.
20-12-2020 00:06

LENİN OKUMA KILAVUZU
Sosyalizm tarihinin yoksullar için en güvenilir, varsıllar için ise en korkutucu ismi olan Vladimir İlyiç’in 150. yaşını kutluyoruz.
Umudumuz, Lenin’i Okuma Kılavuzu’nun, başta ülkemizin işçileri olmak üzere tüm sosyalizm militanlarına yeni zaferlerin yolunu göstermesidir.
Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin, bu yolda hep bizimle olacaktır.
KÜNYE: Lenin Okuma Kılavuzu, Yazar: Kolektif, İleri Kitaplığı, 2020
PAYIMA DÜŞEN - PERINUŞ SANIE
"Sahi, kimdim ben? Bir asinin ve hainin mi karısıydım, yoksa özgürlük savaşçısı bir kahramanın mı? Bir muhalifin mi annesiydim, yoksa özgürlük âşığı bir savaşçının fedakâr velisi mi? İnsanlar beni kaç kez zirveye çıkarıp, sonra da kafa üstü yere çakılmama sebep olmuşlardı?Oysa ben ikisini de hak etmemiştim. Beni kendi yeteneklerim veya meziyetlerim sayesinde yükseltmedikleri gibi, aşağıya çekmelerinin nedeni de kendi hatalarım değildi."
İranlı yazar Perinuş Sanie, 1979 Devrimine ve İslam Cumhuriyeti'nin kuruluşuna, ardından İran-Irak savaşına tanık olan kahramanı aracılığıyla yakın İran tarihinin önemli olaylarını "içeriden" anlatır. Dönem olarak İran'ın bu çalkantılı yıllarının seçilmesinde esas neden, kadın kimliğinin her durumda nasıl baskılandığının aktarılması ihtiyacıdır.
Masume, içine doğduğu dindar, baskıcı ve cinsiyetçi ailesi tarafından küçük yaşta tanımadığı biriyle evlendirilir. Kendi mücadelesini vermekte olan komünist kocasının yokluğunda çeşitli işlerde çalışarak üç çocuğunu tek başına büyütür. Masume, kadın kimliğinin iyi evlat olmak üzerinden hiçleştirilmesinin ardından annelikle sömürülmesinin aşamalarını yaşayacaktır.
Payıma Düşen, karşılarında geleneğin yüzlerce yılda kurduğu sofra olsa da, payına düşene razı gelmeyen kadınların anlatısıdır.
"Kimse kendimiz için yaşamamızı istemez, herkes bizi kendine saklamak ister."
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Payıma Düşen, Yazar: Perinuş Sanie, Çevirmen: Güneş Demirel, Yordam Edebiyat, 2020, 512 Sayfa
NAR KİTABI - BERND BRUNNER
Nar âdemoğlunun yetiştirdiği kültür bitkileri içinde ilk meyve türlerinden biri. Uzun bir tarihi olmasına rağmen hâlâ sır dolu. Nasıl ayıklanıp yeneceği bile tam çözülebilmiş değil. Âdem ile Havva'nın Cennet Bahçesi'nden kovulmasına sebep yasak meyvenin nar olması ihtimali de bir kenarda duruyor. Özellikle yaşadığımız coğrafyada, farklı kültürler, dinler ve yaşam pratikleri içinde simgesel olarak nara atfedilen anlam bolluğu kültür tarihinde başlı başına bir izlek.
Bernd Brunner tanıdığımız bir yazar. Edebiyat, bilim ve tarihin kesiştiği konular üzerine yazdığı merak uyandırıcı kitaplarından birkaçı daha önce Türkçeye çevrildi. İstanbul'da yaşıyor ve üstelik Türkçesi de hiç fena değil. Narı da ilk kez burda, İstanbul'un Tarlabaşı semtinde kurulan bir halk pazarında görmüş. Nar Kitabı, narın doğal ve kültürel tarihi üzerine, mitolojisinden mutfağına hemen her konuda ilginç ve pratik bilgiler içeren renkli bir çalışma.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Nar Kitabı, Yazar: Bernd Brunner, Çevirmen: Neylan Eryar, Kırmızı Kedi, 2020, 88 Sayfa
TRENDEKİ YABANCILAR - PATRICIA HIGHSMITH
Buluşa bak! Birbirimizin cinayetini işleyeceğiz, anladın mı? Ben senin karını öldüreceğim, sen de benim babamı! Biz trende karşılaştık, tamam mı? Birbirimizi tanıdığımızı kimse bilmiyor! Cinayet ânında başka yerlerdeyiz! Anladın mı?
Kendinizi hiç beklemezken kötülüğün cisim bulmuş haliyle aynı kompartımanda bulabilirsiniz. Guy Haines, laf olsun diye karısı konusunda içini döktüğü Charles Anthony Bruno’dan sadistçe bir teklif alır: Katil olmak! Ama öldürecekleri kişileri değiştokuş edecekler ve kusursuz cinayeti işlemiş olacaklardır. Tren yolculuğu sona erer ama iki adamın uğursuz anlaşması tek taraflı da olsa imzalanmıştır; Bruno’nun kendi üzerine düşen cinayeti işlemesiyle, Haines kendini bir kâbusun ortasında bulacaktır.
1951 tarihli ilk romanında Highsmith, kendini iyi insan olarak tarif edebilecek sıradan kimselerin bile bir dizi olay sonucu en feci suçları işleyebildiği bir dünya yaratıyor. Ünlü yönetmen Hitchcock’un aynı isimli filme uyarladığı Trendeki Yabancılar, psikolojik gerilimin mihenk taşı.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Trendeki Yabancılar, Yazar: Patricia Highsmith, Çevirmen: Tomris Uyar, Can Yayınları, 2020, 344 Sayfa
BEN BİR KİTAP KURDUYUM - ÖZGE LOKMANHEKİM
Kitabı yüksek sesle mi içinden mi, oturarak mı yoksa uzanarak mı okursun? Kendini okumanın büyüsüne kaptıran herkesin macerası hem aynı hem ayrı. Özge Lokmanhekim’in kaleme aldığı, Ege Karadayı’nın resimlediği Ben Bir Kitap Kurduyum, kitapları, kitap karıştırmayı, okumayı seven herkese hitap ediyor. Okul dönemi çocukların beğenisine sunulan kitapta, okumayı kolaylaştıran ve özellikle çocuklar için tasarlanmış Sassoon yazı karakterinden yararlanılıyor. Bu yazı karakteri çocuklara sadece okumada değil, aynı zamanda onların yazıyla ilk yakınlaşmalarında da kolaylık sağlıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ben Bir Kitap Kurduyum, Yazar: Özge Lokmanhekim, Hep Kitap, 2020, 56 Sayfa
HEYBELİADA CİNAYETLERİ - ÖNAY YILMAZ
Heybeliada sokaklarında siyah cüppeli, eli bıçaklı bir katil dolaşmaktadır. Katil, kurbanlarını boğazlayarak öldürmek için mehtaplı geceleri seçer. Adayı ve tarihini iyi bilen seri katil, öldürdüğü kurbanlarının üzerinde birtakım şifreli mesajlar bırakır. Bu mesajlar aynı zamanda bir sonraki cinayet hakkında bazı ipuçları vermektedir. Sıradışı cinayetler işleyen katil, cinayet mahallinde her türlü iz bırakır; bir tek iz hariç: kendi izi. Öyle ki; Tanrı bile cinayetlerin işlendiği geceler sanki tatile çıkmaktadır. Kaç kişi ölecek? Bunu yalnızca katilin kendisi biliyor. Heybeliada Sanatoryumu'ndan Heybeliada Ruhban Okulu'na kadar uzanan bu cinayetler zincirini çözmek için, dedektif Çetin Akın ve yakın arkadaşı gazeteci Ahmet Kerim devreye girer. İkili, kendilerini yine oldukça çetrefilli bir olayın ve yanıtlanmayı bekleyen soruların içinde bulur. Katil neden mehtaplı geceleri seçiyor ve kurbanlarının üzerinde şifreler bırakıyor? Bu cinayetler ne zaman bitecek? Katilin amacı ne? Ve katil kim? Heybeliada Cinayetleri, sizi Heybeliada'nın gergin, korku dolu ve kan kokan sokaklarında gerilim dolu bir yolculuğa çıkaracak.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Heybeliada Cinayetleri, Yazar: Önay Yılmaz, A7 Kitap, 2020, 512 Sayfa
Vitrin: Yeni çıkanlar
Değerli İleri Kitap okurları ve kitapseverler, her hafta sizler için yeni çıkan kitapları titizlikle inceliyor ve aralarından sizlere özel derlemeler yapıyoruz. Bu hafta da birbirinden ilginç, heyecan verici ve düşündürücü kitaplar arasından seçki hazırladık. Beğeneceğinizi umuyor, keyifli okumalar diliyoruz.
06-12-2020 00:08

HAYALETLER - CESAR AİRA
Hayaletlerin saati henüz gelmemişti. Artık günün yirmi dört saati belirecekler miydi? Yoksa bugün yılın son günü olduğundan özel bir durum mu söz konusuydu? Belki de yuvarlak gözlerini fal taşı gibi açmış, bön bön kendisini izliyor olmalarının sebebi buydu. Ona bir şey söylemek, bir teklifte bulunmak istiyorlardı sanki.
Yılın son günü, kavurucu bir sıcak, Buenos AIres'inFlores semtinde inşaatı bir türlü tamamlanamayan lüks bir apartman. Geçici olarak binanın tepesinde yaşayan Şilili bir aile ve apartmanı mesken tutan gizemli hayaletler… Ailenin Patri adlı kızı yeni yılı ailesiyle beraber mi kutlamak isteyecek yoksa hayaletlerle mi?
Sınıf savaşlarından antropolojiye, cinsellikten felsefeye uzanan Hayaletler özgün bir CésarAira klasiği.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Hayaletler, Yazar: CesarAira, Çevirmen: Emrah İmre, Can Yayınları, 2020, 128 Sayfa
GÜZELLİĞİN POLİTİKASI: YOUTUBE GÜZELLİK TOPLULUĞU - MERVE GENÇ
Benim makyajı bu kadar sevmemin sebeplerimden bir tanesi kalıcı değişiklik yapmadan yüzümü manipüle edebiliyor olmak çünkü bu hayatta bir tane bedene ve bir tane yüze sahibiz. Hani bir hafta başkasının vücudunu deneyeyim böyle bir şey yok. Elimizde olan bu, ömrümüzün sonuna kadar da bununlayız. Ama böyle şeyler sayesinde işte peruklar, lensler, makyaj hileleri yani hiç kalıcı bir şeye bağlanmadan, hiç kalıcı mecburiyetin olmadan o gün başka bir şekilde gezebiliyorsun, o gün başka biriymiş gibi olabiliyorsun ve insan sonuçta her gün aynı hissetmeyebiliyor. Dolayısıyla böyle farklı farklı şeyler deneyebiliyor olmak benim çok hoşuma gidiyor. Burada benim bir tane kuralım var: Eğer eğlenceliyse iyidir, mecburiyete dönüşmeye başladıysa mola vermen gerekir... Bunlar çok sinsice şeyler. Makyaj, genellikle düşünüldüğü gibi erkeklere güzel görünme amacıyla süslenmek anlamına gelmeyebiliyor. Güzellik ideolojisinin kadınların ikincilleştirilmesindeki payını görerek, bunun farkında olarak, güzellik meselesini kendi ellerine almaya, onu kendilerine göre biçimlendirmeye, onunla başa çıkmaya çalışan kadınların yaptıklarının politik bir anlamı var. Elinizdeki kitap, YouTube Güzellik Topluluğu örneğinde, bu anlamı tartışıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Güzelliğin Politikası - YouTube Güzellik Topluluğu, Yazar:Merve Genç, İletişim Yayıncılık, 2020, 144 Sayfa
AZ ADAMLA YAKALANDIK - TURGAY KESKİN
Az Adamla Yakalandık Turgay Keskin’in ilk romanı. Roman, Demirtahta Mahallesi’nde büyüyen Atakan’ın hayatla tanıştığı yılları, içine hapsolduğu ve çıkmak için çabaladığı küçük dünyasını anlatıyor. Atakan, ilk aşkın peşinde koşarken kendini belanın ortasında buluyor. Hayalperest olması sebebiyle yükselmeye çabaladıkça iniyor, kalkmak istedikçe düşüyor. Ne öfkenin öfkeye ne sevginin sevgiye benzediği, her şeyin kendini bulma çabasına ve rekabete dönüştüğü bu küçük dünyada Atakan ve arkadaşlarının tek sığınağıysa Beyaz Kurbağa Mahallesi ile yaptıkları maçlar. Bu maçlarda yenmek kadar kendi kalene gol atmak da var.
Romanda, birbirine anlamsız kötülükler yapan, ergenliğin sularında yüzen küçük adamların endişesini babaların halleriyle, ne istediğini bir türlü çözemediğimiz küçük kadınlarıysa annelerinin yaşamlarıyla anlamaya çalışıyoruz. Turgay Keskin sade bir dille, sükunetle ve boşluklarla aktarıyor bize olağan yaşamları.
Atakan’ın dünyası ve mahalle yaşamı tanıdık bize. Bu tanıklık okudukça yüzümüzde acı bir tebessüme, hatta yüzleşmeye dönüşüyor. Hem naifliği hem de kötülüğü melodrama dönüştürmeden anlatmış bize Keskin. Az Adamla Yakalandık, bir ergenlik hikayesi. Şairin dediği gibi gökyüzüne bile sığmayan, belki de bu yüzden hiç bitmeyen bir çocukluğun romanı...
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Az Adamla Yakalandık, Yazar: Turgay Keskin, Nota Bene Yayınları, 2020, 160 Sayfa
ASSURLULAR: DİCLE’DEN TOROSLAR’A TANRI ASSUR’UN KRALLIĞI
Assur kenti ve adını bu kentten alan krallık, MÖ 2. binyılın başlarında Kuzey Irak'ta, Dicle Nehri kıyısında kurulmuş ve MÖ 7. yüzyılın sonlarına kadar yaklaşık 1400 yıl neredeyse kesintisiz biçimde varlığını sürdürmüştür. Assur kral listeleri, bazı belirsizlikler olmakla birlikte, önce 1000 yıldan uzun süre Assur'da (KalatŞerkat) sonrasında ise Yeni Assur Dönemi boyunca sırasıyla; Kalhu (Nimrud), Dur-Şarrukin (Horsabad) ve Ninive (Koyuncuk) gibi başkentlerde hüküm süren kralların adlarını içermektedir. Assur bu yönüyle, Önasya'da yönetim biçimini ve kurumlarını en uzun süre devam ettiren devletlerden biridir. Mezopotamya'da MÖ 4. binyılda şekillenen, Sümerlerin ve Akkadların katkısıyla gelişen devlet modeli, uzun tarihsel süreç boyunca Assurluların katkısıyla olgunlaşmıştır. Yeni Assur Krallığı'nın köklü Mezopotamya uygarlıklarından aldığı birikimle oluşturduğu bu model, krallık anlayışı ve saray planı, birimleriyle birlikte Önasya'daAssur sonrasındaki bütün krallıklar ve imparatorluklar tarafından benimsenmiş ve birçok yönüyle taklit edilmiş gözükmektedir.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Assurlular: Dicle’den Toroslar’a Tanrı Assur’un Krallığı - Küçük Boy, Yazar: Kolektif, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 440 Sayfa
BENİMLE DOSTLUK ZORDUR - MEKTUPLAŞMALAR 1927 - 1938
Uluslarüstü bir Avrupa kültürünün inançlı temsilcileri iki yakın dost: Joseph Roth ve Stefan Zweig. “Benimle Dostluk Zordur”, bu iki ismin 1927-1938 arası birbirine yolladığı mektuplardan oluşuyor. Roth’unZweig’a kıyasla biraz daha kişisel konulardan dem vurduğu ve çok yerde daha duygusal tepkiler gösterdiği mektuplarda iki yazar; dönemin politik sorunlarından, yaşanan olaylara ilişkin kişisel görüşlerinden, edebiyat üzerine düşüncelerinden söz ediyorlar. En önemlisi yıllar ilerledikçe; Almanya’dan tüm Avrupa’ya yayılan Hitler karanlığı satırlara da sızıyor…
“Benimle Dostluk Zordur”, Joseph Roth’la Stefan Zweig’ın özel ve meslek yaşamlarında yaşamış olduğu sorunlarla beraber 1930’lu yıllarda Alman sivil toplumunun altında ezildiği baskıyı da tüm karanlığıyla ortaya koyuyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Benimle Dostluk Zordur - Mektuplaşmalar 1927-1938, Yazar: Joseph Roth, Çevirmen: Ahmet Arpad, Kırmızı Kedi, 2020, 472 Sayfa
MARAŞ KATLİAMI: VAHŞET - İŞKENCE VE DİRENİŞ
Maraş Katliamı, Türkiye'nin yakın tarihinde en acıtıcı ve en ağır cinayetlerin yaşandığı bir "olay" değildir yalnızca. Öldürülen ve yaralanan insanların, talan edilen/yakılıp yıkılan evlerin ve işyerlerinin önümüze koyduğu vahamet, resmi olarak gösterilenin çok ötesindedir. "Olayların" ardından mağdurlara uygulanan ağır işkence, göç ve iskân politikaları da Maraş Katliamı'nın daha az bilinen yönlerindendir. Elinizdeki kitap, tam anlamıyla bir "pogrom" niteliği taşıyan bu hunharlığın bütün süreçlerine ışık tutmayı, onu değişik yönleriyle analiz etmeyi ve toplumsal hafızadan sildirtmemeyi amaçlayan mütevazı bir çabanın ürünüdür.
Sorgulamasını sadece "namlı katiller"le sınırlı tutmayan bir politik hesaplaşma, kitabın açmak istediği ufuklardan biridir. Kitap, aynı zamanda, "Cumhuriyetçi seçkinler", "milliyetçi baronlar" ve "İslamcı müteşebbisler"in yeniden sorgulanmalarına dair bir toplumsal sorumluluk çağrısı içermekte, ayrıca, komşusunun canına kastedip evini yağmalayan "masum halk"ı da bu sorgulamaya dahil etmektedir.
Maraş Katliamı'yla gerçek anlamda yüzleşmenin yolu buradan geçmektedir çünkü.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Maraş Katliamı: Vahşet - İşkence ve Direniş, Yazar: Kolektif, Dipnot Yayınları, 2020, 320 Sayfa
Vitrin: Yeni çıkanlar
Haftanın yeni çıkan kitapları arasından sizler için derledik. Keyifli okumalar ve iyi pazarlar dileriz.
22-11-2020 00:06

KUVAYİ MİLLİYE NAZIM HİKMET: GENCO ERKAL’IN GÖRÜNTÜLÜ YORUMUYLA
Nâzım Hikmet’in külliyatını yeniden gözden geçirerek yayımlamayı sürdüren Yapı Kredi Yayınları, şairin Kuvâyi Milliye destanını usta tiyatro sanatçısı Genco Erkal’ın görüntülü seslendirmesinin yer aldığı bir DVD ile yayımladı.
Nâzım Hikmet’in 1939’da yazmaya başladığı ve 1941’de bitirdiği Kuvâyi Milliye, şairin Kurtuluş Savaşı’nı baplar halinde anlattığı bir destandır. Türkiye’de ilk defa 1965’te Kurtuluş Savaşı Destanı adıyla yayımlanan, 1968’de ise şimdiki adına kavuşan yapıt, Türk edebiyatının en önemli metinlerindendir.
“Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar; korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar ve kahreden yaratan ki onlardır…” sözüyle başlayan ve biten destan, “Onlar” adlı Başlangıç bölümü ve sekiz baptan oluşmaktadır. Destanda ayrıca Mustafa Kemal’in Nutuk’undan da geniş ölçüde yararlanılmış, oradaki, tarihsel bilgiler ustalıkla şiirselleştirilmiştir.
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü. Paşalar onun arkasındaydılar. O, saatı sordu.
Paşalar : “Üç,” dediler. Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon ovasına atlıyacaktı.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kuvayi Milliye Nazım Hikmet: Genco Erkal’ın Görüntülü Yorumuyla, Yazar: Nazım Hikmet, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 92 Sayfa
AMA ONLAR KARDEŞTİLER - AZAD SAĞNIÇ
Ama Onlar Kardeştiler tarihsel gerçeklikler etrafında kurgulanmış bir roman.
1. Dünya Savaşı hazırlığı sırasında Osmanlının yürüttüğü politikalarla 1915 Ermeni tehciri gerçekleşir. Ermeniler yaşadığı trajediye tepki gösterir ve devlet refleksiyle davranıp savaşta Ruslarla ittifak kurar. Kürt komşularına kin ve öfkeyle saldırırlar. Birçok Ermeni yazar ve tarihçinin kabul ettiği bu bilgileri romanın tarihsel arka planına yerleştiren Azad Sağnıç, asıl olarak bir aile dramını anlatır. İki kız kardeşin, Nalin ve Zarin'in hikayesi, savaşın yol açtığı tahribatın nasıl toplumsal travmaya dönüştüğünü yansıtır. Sağnıç, her şeyi aktarmak yerine, okura kendince çıkarımlar yapabileceği bir alan da bırakır.
Ama Onlar Kardeştiler bir ailenin dağılma hikâyesi. Nalin ve Zarin'in hikâyesi... Dolayısıyla bu coğrafyanın, halkların kardeşliğinin hikâyesi.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Ama Onlar Kardeştiler, Yazar: Azad Sağnıç, Nota Bene Yayınları, 2020, 208 Sayfa
KALPTEN SEVEN İNSANLAR - MÜGE İPLİKÇİ
"Soğuk bir kış günü, yaşamın bir cilvesi olarak 29 Şubat'ta doğdunuz. Dört yılda bir varsayılan bir insan oldunuz. Dahası da geldi başınıza. Artık yıllardan bir gün, yine doğum gününüzde, Türkiye diye bir ülkede, teyzenizin askerdeki torununu ziyarete giderken bir trafik kazası nedeniyle sırra kadem bastınız."
Müge İplikçi'nin yeni kitabı bu sözlerle başlıyor. Kalpten Seven İnsanlar'ın bir öykü kitabı kadar gücünü kadim masallardan, anlatılardan alan öykülerin birbirlerine teyellendiği bir kısa roman olduğu da söylenebilir. Neyyir ve Korkut'un kimlikleri aşan, yaşamları kat eden, zamanı altüst eden aşkını anlatıyor aslında.
Ancak bu aşk ve sevgiyi anlatan öyküler dün ve bugünün gerçeklerine de ayna tutuyor; vasatlıkları, cinayetleri, şiddeti, ölümleri ve daha önemlisi yaşayan ölüleri de içine alarak, iyinin olduğu kadar kötünün de içinden geçerek gürül gürül akıyor ilk sayfadan son sayfaya. Ve bu kısa kitap boyunca şu soru yankılanmadan edemiyor: Kendinde kalpten sevme cesareti bulan biri kaldı mı acaba? Yoksa sevgi, artık özlemini bile duymadığımız bir şey haline mi geldi?
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kalpten Seven İnsanlar, Yazar: Müge İplikçi, Can Yayınları, 2020, 136 Sayfa
BARONLAR SAVAŞI: ZİNDAŞTİ OLAYININ PERDE ARKASI - TİMUR SOYKAN
Bu kitap bir roman ya da kurtlar vadisinde geçen bir dizi senaryosu değil. Her sayfası resmî belgelerdeki iddialara dayanıyor ve yeraltı dünyasının gerçeklerini ortaya koyuyor.
‘Narcos Türkiye' ile tanışın:
Uyuşturucu baronları…
Devasa malikanelere sığmayan servetler…
Milyarlarca dolarlık zehir piyasası…
Eroin dolu gemiler…
Profesyonel tetikçiler…
Kanlı bir savaş…
İstanbul'dan Dubai'ye, İran'dan Kanada'ya uzanan suikastlar zinciri...
Diplomat görünümlü ajanlar…
Kirli polisler…
Siyasi bağlantılar…
Büyük rüşvetler…
Ve devlet içinde derin bataklık…
Ve skandallar…
Hiç duyulmamış skandallar…
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Baronlar Savaşı - Zindaşti Olayının Perde Arkası, Yazar: Timur Soykan, Kırmızı Kedi, 2020, 424 Sayfa
ALEVİLER VE SOSYALİSTLER, SOSYALİSTLER VE ALEVİLER: BİR KARŞILAŞMANIN KENAR NOTLARI
Sosyalist hareket, bugün hangi noktada bulunursa bulunsun, kitap içindeki yazılardan da izlenebileceği gibi, esasen Alevi toplulukların da tarihlerinin bir parçasıdır. Ancak içinde bulunduğumuz günlerde, bu “parça” sanki bir tümörmüş gibi sökülüp atılmaya, düşmanlaştırılmaya, ondan doğan boşluğa ise milliyetçi, ırkçı, faşist ya da çeşitli görünüm biçimleriyle devlet tapıncıyla malul bir Alevilik inşasının temelleri atılmaya çalışılmaktadır. Bu kitap, okurların dikkatini, şimdiye değin bütünlüklü bir biçimde pek ele alınmayan bu ilişkiselliğe yöneltme amacını taşır.
Elinizdeki kitap, çok boyutlu bir biçimde, geçmişten bugüne sosyalistler ile Aleviler arasında gelişen ilişkilerin, sosyalizm ile Alevilik arasında kurulmaya çalışılan bağlantıların tartışılmasını hedefliyor. Alevilerin dikkatini yine Alevilerin kendisine, bu kez sosyalist hareketle ilişkileri ve bunun tarihsel bağlamına yöneltmeye dönük bir girişim olan bu eser, kendi sorunlarıyla diğer topluluklar arasındaki sorunların ortak zeminlerinden koparılmaya çalışılan Alevilerin, en azından başka bir tarihe sahip olduklarını hatırlamak bakımından önemli bir işlevi de yerine getiriyor.
Kitap geçmişten bugüne sosyalistler ile Aleviler arasında gelişen iç içeliklerin ve karşılaşmaların mekanda, zamanda ve çeşitli örgütsel formlardaki izlerini takip etmektedir.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Aleviler ve Sosyalistler - Sosyalistler ve Aleviler, Derleyenler: Ayhan Yalçınkaya, Halil Karaçalı, Dipnot Yayınları, 2020, 376 Sayfa
Vitrin: Yeni çıkanlar
Değerli kitap okurları, geçtiğimiz haftalarda yayımlanan birbirinden ilginç ve dolu kitaplar arasından sizler için özenle derledik. Keyifli okumalar ve iyi pazarlar dileriz.
15-11-2020 00:06

ARKASI MUTLAKA GELİR - AYŞEGÜL DEVECİOĞLU
"Mırıltı kesintisizdi. Çok uzaklardan geliyordu; sanki durmadan yağmur yağan, yine de suyun aç toprağı beslemeye yetmediği bir yerden... Bazen bir yakarışa, bazen ağlamaya, bazen inlemeye benzeyerek uzayıp gidiyordu. Şimdiye kadar duyduğu bütün seslerden farklıydı. İnsan aklının sınırları içinde düşünmüştü; mırıltı yaralı toprağı yatıştırmaya, sakinleştirmeye mi çalışıyordu? Sonra yanıldığını anladı. Yeni gelenlerin kulaklarına fısıldanan kindar bir ninniydi bu, anlatılmaz, dile gelmez yıkımların dehşetli ezgisi."
Yedi öyküyü bir araya getiren Arkası Mutlaka Gelir, Ayşegül Devecioğlu koleksiyonunun yedinci kitabı.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Arkası Mutlaka Gelir, Yazar: Ayşegül Devecioğlu, Metis Yayıncılık, 2020, 120 Sayfa
KUM TEFRİKALARI - ÖMÜR İKLİM DEMİR
Kum Tefrikaları, kuytunun, saplanıp kalmanın, kendine gömülmenin, uzaklara düşmenin, öteki bile olamamanın, boşluğun, hevesin, meşgalenin, Doktor Mithat'ın, Murat Hoca'nın, Yurdanur Hala'nın, Şevket Kemal Bey'in, ölülerin, kelimelerin, telgraf tıkırtısının, tozun, rüzgârın, bulutların, bütün o yılların ve de üstümüzden esip geçen diğer şeylerin hikâyesi… Rüzgâr hiç durmadan esiyor sayfaların arasında, her şey bir görünüp bir kayboluyor ya da bir kaybolup bir görünüyor. Yutuyor kenarları, köşeleri, arabaları, evleri kum; yutuyor günleri, takvimleri, atları, uçakları ve de hepsinden mürekkep hayalleri… Bozkıra bakan izbe balkonlar, Boğaz'a açılıyor bir vakit; ölümler umuda, umutlar çaresizliğe benziyor yavaş yavaş. Her kavram değişip dönüşürken, Türkiye'nin son yüz yılında dolanıyor Ömür İklim Demir, kat kat açılan bir romanla çıkıyor karşımıza.
"Panjurların gölgesi yüzümde parlayıp söndüğünde, bıyığımla oynuyordum; ardından boğuk bir gök gürültüsü geldi. Sigaramın külünü silktim. Beş saniye önce kor gibi yanan kül, yüz yıllık diğer külün içinde kaybolup gitti. Geçmiş tarafından yutulmak böyle bir şey olmalıydı."
Bir iyi dilek, bir ilk roman… Kum Tefrikaları.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kum Tefrikaları, Yazar: Ömür İklim Demir, Yapı Kredi Yayınları, 2020, 432 Sayfa
TRENDEKİ ADAM - ANDY MULLİGAN
Demir ağların birbirine bağladığı yaşamlar...
Otuz iki dile çevrilen Çöplük'ün yazarı Andrew Mulligan'ın yetişkinlere yönelik ilk kitabı Trendeki Adam, makasların ortasında kesişen hayatların birbirlerine aslında görünmez iplerle nasıl da bağlı olduğunu gösteren, yaşamla ölüm arasında akıp giden bir yol hikâyesi.
Kendisini yaşarken ölmüş sayan arafta kalmış bir adamın, gerçek benliği ile yüzleşmesine ve geçmişiyle hesaplaşmasına odaklanan roman, okurlarını uzun süre etkisinden kurtulmak istemeyecekleri, ahenkli bir düşsel melankoliyle baş başa bırakıyor.
Bıçak sırtı bir konuyu, dramatize etmeden, incelikle öyküleştiren Mulligan, hayat ne kadar kötü görünürse görünsün doğru yolu seçmek için asla geç olmadığını hatırlatıyor.
Michael, hayatı raydan çıkmış, yıkılmış bir adamdır. İstasyonların arasında, peronların kör noktalarında, kimsenin bakıp görmediği bar tuvaletlerinin pis zeminlerinde kalakalmıştır. Yaşlanmıştır. Evi, işi, eşi, parası ve daha fazla yaşamak için hiçbir amacı yoktur. Michael, yaşadığı her şeyin suçunu çocukluğuna ve orada yaşadığı, geleceğini mahveden bir travmaya dayandırmaktadır. Fakat kaderinin önünde daha fazla eğilmemeye de kararlıdır: Bu gidişata artık bir nokta koyacaktır. Oysa son yolculuğunu planlarken, geleceğine bambaşka bir şekil verecek, hesaba katmadığı küçük bir ayrıntıyla karşılaşacaktır: Bir sonraki treni kaçırmasına ve hayatına bambaşka bir rayda devam etmesine sebep olacak, yeni insanlara dokunabilmesini sağlayacak on iki dakikalık bir rötar...
Tesadüflerin mucizesine inandıran etkileyici öyküsüyle, hayatın gerçeklerine ayna tutan Trendeki Adam, kendi sonunu "elleriyle" hazırlayan yalnız bir insanın içsel yolculuğunu, samimiyetle sayfalarına taşıyor.
Okuru içine çeken anlatımıyla derinlikli bir romana imza atan Andrew Mulligan, umudun hiç umulmadık yerlerde ve umulmadık zamanlarda karşımıza çıkabileceğine işaret ederek yaşamı sıkı sıkıya kucaklıyor. Dedikleri gibi, treni kaçırmak bazen hayatınızı kurtarabilir...
"Sevgiye giden en kestirme yol bu muydu? Kendinizi o kadar hırpalıyordunuz ki birileri size sevecen davranmak zorunda kalıyordu..."
"Trendeki Adam, özenle kurulmuş öyküsü ve güçlü dip akıntılarını aratmayan melankolisiyle, Nick Hornby'nin insan trajedisini ele alan eserlerini anımsatıyor."
-Guardian
"İngiliz demiryollarının tuhaf 'harikalar diyarında' ilerleyen, insanı tam anlamıyla 'yutan' bir roman..."
-Daily Mail
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Trendeki Adam, Yazar: Andy Mulligan, Çevirmen: Niran Elçi, DeliDolu Yayınları, 2020, 360 Sayfa
OTOGAR - ORÇUN BAKIR
Sonra nedendir bilinmez, zifiri karanlıkta görünen bir kıvılcımın boyutunda küçük, lakin bulunduğu yerden ötürü kıymeti oldukça fazla bir umut zerresi belirdi içinde. Masmavi gözlerinin parlaklığında mavi bir kor yanıyor gibiydi. Hiç farkında olmadan dudakları kıpırdıyordu, gözleri boşluğun en derinlerinde, düşünceleri amansız bir fırtınanın bağrında yapayalnız kalmışçasına haykırır gibiydi. Usulca gözlerini kapadı, yeniden açtığında sessizce;
"Umut var" diyebildi, "Yarınlar içindir."
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Otogar, Yazar: Orçun Bakır, İkinci Adam Yayınları, 2020, 226 Sayfa
KÖKENLER: YERYÜZÜNÜN TARİHİ İNSANLIK TARİHİNİ NASIL ŞEKİLLENDİRDİ? - LEWİS DARTNELL
İnsanlık tarihi hakkında konuştuğumuzda, genellikle uluslararası aktörlere, büyük liderlere ya da tarihe damga vurmuş savaşlara odaklanırız. Peki ama yeryüzünün kendisi kaderimizi nasıl belirlemiş olabilir?
Gezegenimizdeki ani iklim değişiklikleri göçebe toplumdan tarım toplumuna geçişi tetikledi. Dağlık arazi özelliği Yunanistan’da demokrasinin gelişmesine yol açtı. Atmosfer dolaşımının yapısı coğrafi keşiflere, sömürgeleştirmeye ve ticaretin ilerlemesine yön verdi. Bugün bile ABD’nin güneydoğusunun siyasi haritası nihayetinde antik bir denizin 75 milyon yıllık tortuları tarafından biçimlendirilmeye devam ediyor. Her yerde gezegenin insan üzerindeki derin izleri var.
Kökenler, ilk ekinlerin yetiştirilmesinden modern devletlerin kurulmasına kadar ayaklarımızın altındaki yeryüzünün insan uygarlıklarının şekillenmesi üzerindeki nefes kesici etkisini inceliyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kökenler: Yeryüzünün Tarihi İnsanlık Tarihini Nasıl Şekillendirdi?, Yazar: Lewis Dartnell, Çevirmen: Cüneyt Kural, Tellekt Yayınları, 2020, 352 Sayfa
KİŞİSEL OLAN POLİTİKTİR - KADINLARA YÖNELİK EVİÇİ ŞİDDET VERİSİ VE POLİTİKA
Kadınlara yönelik her türlü şiddet can yakıcı bir sorun olmaya devam ediyor. İçinde bulunduğumuz Covid-19 pandemi sürecinde, özellikle kadınların ve kız çocuklarının maruz kaldıkları şiddet riskini artırdı. Kadınlara yönelik şiddet ile mücadele mekanizmalarının nasıl iyileştirileceği ve geliştirileceğinin konuşulmasına ihtiyacımız olan bu dönemde, halen eviçi şiddet ile mücadele alanında en kapsamlı sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi'nden Türkiye'nin imzasını çekmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının kullanılmaması tartışılıyor. Bütün bunlar olurken, kadınlar öldürülmeye ve şiddete maruz kalmaya devam ediyor. Gündelik yaşamda kadınların yaşadıklarının politik olduğunu savunan farklı disiplinlerden akademisyenlerin/aktivistlerin yazılarından oluşan bu kitap, kadınların eviçinde maruz kaldıkları farklı şiddet biçimlerini veri temelli analizler ile irdeliyor, bu alandaki politikaları değerlendirerek eleştiri ve öneriler sunuyor. Kamusal politikaların oluşturulmasında veri kullanımının öneminin altını çizen bu çalışma, kadınlara yönelik şiddetin ortadan kalkmasına yönelik mücadeleye katkıda bulunmayı amaçlıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kişisel Olan Politiktir - Kadınlara Yönelik Eviçi Şiddet Verisi ve Politika, Yazar: Kolektif, Nota Bene Yayınları, 2020, 456 Sayfa
Vitrin: Yeni çıkanlar
Değerli İleri Kitap takipçileri, siz kitapseverler için haftanın yeni çıkanları arasından bir derleme yaptık. Beğeneceğinizi umuyor, keyifli okumalar ve iyi bir Pazar diliyoruz.
24-01-2021 00:03

BELKİ DE BİRİYLE KONUŞMALISIN – LORI GOTTLIEB
Konusunda uzman bir psikoterapist ve yazar olan Lori Gottlieb, kırklı yaşlarında beklenmedik bir ayrılık yaşıyor. İyileşme sürecinin bir parçası olarak kendisi de terapiye gitmeye karar veren Lori'nin hayatına deneyimli ama ilginç bir terapist giriyor: Wendell. Tuhaf hırkası ve pantolonuyla, meslektaşlarının pek de tercih etmeyeceği terapi odası dekorasyonuyla bir TV dizisinden fırlamış gibi görünüyor.
Aldığı sıkı eğitime ve deneyime rağmen hayatındaki bu beklenmedik krizi aşmaya çalışan Lori, eşzamanlı olarak danışan hayatlarının mahrem odalarında dolaşmaya devam ediyor: Bencil bir Hollywood yapımcısı, kanser teşhisi konan yeni evli bir kadın, hayatında hiçbir şey düzelmezse doğum gününde intihar edeceğini söyleyen yaşlı bir kadın ve yanlış adamlarla takılmaktan vazgeçemeyen genç bir kadın…
Şaşırtıcı bir bilgelik ve mizahla Gottlieb; aşk ve arzu, anlam ve ölümlülük, suçluluk ve kurtuluş, korku ve cesaret, umut ve değişim arasındaki gergin ipte yol alırken, kendimize ve başkalarına söylediğimiz gerçekleri ve kurguları inceleyerek kör noktalarımızı işaret ediyor.
Belki de Biriyle Konuşmalısın; geçmiş hikâyelerimizi gözden geçirmenin, ilerlememize ve iyileşmemize nasıl yardımcı olduğuna dair çok derin ve kişisel, ama bir o kadar da eğlenceli ve evrensel bir tura çıkarıyor bizi.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Belki de Biriyle Konuşmalısın, Yazar: Lori Gottlieb, Çevirmen: Cemre Ömürsuyu Seyis, Hep Kitap, 2021, 466 Sayfa.
DENGE UZMANI - ORHAN DURU
Orhan Duru’nun ikinci öykü kitabı Denge Uzmanı (1962) yeni bir editörlükle Yapı Kredi Yayınları’ndan yayımlandı.
Denge Uzmanı, klasik öykünün kalıplarını bozarak yeni bir anlatı dili geliştiren 1950 Kuşağı’nın ele avuca sığmaz yazarı Orhan Duru’nun ikinci kitabı. Biçemiyle, kurgusuyla ne ölçüde yenilikçi, seçkin, öncü bir kitap olduğu bugün de apaçık ortada.
Orhan Duru sözü kırk parçaya bölerek düşün gerçeğini, saçmanın anlamını, umutsuzluğun neşesini yaratıyor.
“En sonunda ben de baktım fotoğrafıma. Dehşet içinde kaldım. Korktum. Acayip bir adam oturuyordu bir tahta sandalyede. Arkasında kara bir perde. Perdenin üzerinde kuş resimleri.”
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Denge Uzmanı, Yazar: Orhan Duru, Yapı Kredi Yayınları, 2021, 88 Sayfa.
RENGARENK ANADOLU - NOTALARLA YOLCULUK
Okul gezisiyle İstanbul’a gelen Ece ve Kaan bu güzel şehri dostları Vecihi ile gezmek istediklerini fark edip dostlarını çağırırlar. Peki kültür gezgini Vecihi tek bir şehri gezmekle yetinebilir mi? O, küçük dostlarını yine macera ve bilgi dolu bir yolculuğa davet edecektir.
Kültür Balonu’na atlayan üç kahramanımız bu kez halk müziğinin renkli dünyasını tanımak için Anadolu’nun dört bir yanındaki dostlarına uğruyorlar. Farklı yörelerde ozanlarla tanışan, her yöreye özgü çalgıları gören ve türkü derlemeyi öğrenen Ece, Kaan ve Vecihi zor koşullarla da baş etmek zorunda kalacakları bu maceraya tüm çocukları çağırıyorlar. Özay Gönlüm, Aşık Mahsuni ve Neşet Ertaş gibi halk müziği ustalarının eşlik ettiği bu dopdolu yolculukta çocuklar eğlenerek öğreniyorlar.
Rengârenk Anadolu kitap serisinin ikincisi Notalarla Yolculuk, bu kitabı alacak ebeveynlere de çocuklarıyla halk müziği üzerine keyifli bir sohbet ve birlikte türküler söylemek için bir kapı aralamayı hedefliyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Rengarenk Anadolu - Notalarla Yolculuk, Yazar: Kolektif, Nota Bene Yayınları, 2020 Aralık, 40 Sayfa.
PRATİK ETİK - PETER SINGER
Peter Singer, yayımlandığı günden itibaren büyük ses getiren Pratik Etik'te, gündelik hayat ve etik konusunu çarpıcı başlıklar altında tartışıyor.
"En önemli etik meseleler her gün karşımıza çıkanlardır: Aşırı yoksulluk içinde yaşayan insanlara yardım edebilecekken, eğlencemize para harcamak doğru mu? Hayvanlara, sadece bize yememiz için et üreten makinelermiş gibi davranmamız haklı gösterilebilir mi? Yürüyebiliyorsak, bisiklet kullanabiliyorsak ya da toplu taşıma araçlarına binebiliyorsak, bir yandan gezegeni ısıtan sera gazlarını da salarak araba kullanmalı mıyız? Kürtaj ve ötenazi gibi öteki sorunlar neyse ki çoğumuz için gündelik kararlardan değil; fakat gene de önemli, çünkü hayatımızın bir noktasında ortaya çıkabilir. Bunlar ayrıca, demokratik bir toplumdaki her aktif katılımcının bilgiye dayalı, enine boyuna düşünülmüş görüşlere sahip olması gerektiği güncel kaygılara ilişkin meseleler."
"Bu kitap ahlak felsefesinin nasıl uygulanacağına dair bir model sunuyor. Ahlak felsefesini uygulamak (yalnızca okumanın aksine), kişinin en temel ahlaki inançlarının tarafsız ve açık görüşlü bir sorgulamasını içerir; teorinin ve savların baskısıyla kişinin inançlarını (ve uygulamalarını) değiştirmek için ihtiyaç duyduğu entelektüel cesareti gerektirir. Singer bu kitapta tartıştığı ahlaki meselelerin her birine böylesi bir tarafsızlık, açık görüşlülük ve entelektüel cesaretle yaklaşıyor."
Mylan Engel Jr., Northern Illinois Üniversitesi, The American Journal of Bioethics
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Pratik Etik, Yazar: Peter Singer, Çevirmen: Nedim Çatlı, İthaki Yayınları, 2021, 472 Sayfa.
ADANMAK - ALİ GRANİT
Adanmak, Türkiye'de benzeri gittikçe azalan kitaplardan biri; bir başarı öyküsünün kahramanının yaşamına eğilen, unutulmasının önüne geçmeyi amaçlayan bir çalışma.
Yalçın Granit, Türk basketbolunun kuruluş yıllarından başlayarak bugüne kadar etkin rol oynamış; önce sahada, sonra kulübede, ardından da yazılarıyla basında milli basketbolumuz için emek vermiş bir isim. Elinizdeki kitap, yalnızca onun basketbol macerasını kayda geçirmeyi amaçlamıyor. Adanmak, hem spor tarihimiz için bir belge hem de yeni kuşaklar için bir şeye adanabilmenin ve başarılı olmanın imkânsız olmadığını gösteren örnek bir yaşamöyküsü.
Onun çarpıcı "kendini yoktan var etme" serüveninin izini sürerken de fonda bir yüzyıldan diğerine güçlenerek yol alan Türk basketbolunu, geçirdiği evreleri aşamalarıyla gözler önüne seriyor.
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Adanmak, Yazar: Ali Granit, Can Yayınları, 2021, 408 Sayfa.
Umut içerir: Gezegenimizi Yiyip Bitirdiğimizde
Bir Kızılderili deyişinden ilham alarak yazılan bu hikâye, çocukların dünyada olup bitenlere karşı meraklarını tetikleyici nitelikte.
24-01-2021 00:03

Burcu Adıgüzel
Dünyada olup biten iyi, kötü her şeye karşı duyarlı biri olarak yaşamaya başladığımız andan itibaren, umut da umutsuzluk da aynı anda beraberinde geliyor şüphesiz.
Umutlanıyoruz; çünkü başka türlü nasıl yaşanır, güne nasıl başlanır, umuttan daha iyi bir neden henüz bilmiyoruz belli ki. Umutsuzluk hissediyoruz çünkü insanoğlu iktidarlarıyla, kararlarıyla, kişisel hayatlarıyla, özetin özeti tüm varlığıyla ‘’kötü’’ olanı üretmekte kararlılık gösteriyor. Geriye ise direnmek ve bunda inat eden direnenler kalıyor. Yazmak kadar kolay değil elbette. Hem onurlu hem baş kaldıran, hem de anlamlı bir hayat sürmek zor…
Gezegenimizi Yiyip Bitirdiğimizde’yi okumam saniyelerimi aldı. Eni boyu büyük, resimleri kocaman, sözcükleri kısacık bu öykü, tüm bunları düşündürüp ‘’Yazmalıyım.’’ dedirtecek kadar önemli meselelere güçlü bir şekilde değiniyor. Çocuklara; ‘’Dünyadaki buzullar eridiğinde, son hayvanın kürkünü kesip, yiyip, diktiğimizde geriye para ve altından başka bir şey kalmayacak.’’ diyecek kadar cesur bir yere kuruyor tezgâhını. İklim değişikliğinde, ormanların yok olmasında, hayvanların katledilmesinde ve doymak bilmeyen bir ihtirasa kurban verdiğimiz doğada, ne kadar yıkılmış şey varsa hepsini kısa şekilde ama bir çırpıda söyleyiveriyor. Kitabın sonu ise tüm olumsuzlukları önümüze seren içeriğine rağmen umut vâdediyor. Hem de kendimizin önemini, varlığımızın biricikliğini, fikirlerimizin bazen yalnız da kalabileceğini ama haklılığını koruyabileceğini bize yeniden hatırlatır şekilde.
Alain Serres, kendi deyimiyle ‘’Dünyayı hayal etmelerine ve sorgulamalarına yardım edecek şekilde kitaplar’’ yayımlamak üzere yayınevi kurmuş bir yazar. Bir diğer önerim de yazarın diğer kitabı ‘’Çocuk Olmaya Hakkım Var’’ olsun.
KÜNYE: Gezegenizimizi Yiyip Bitirdiğimizde, Alain Serres, Res. Silvia Bonanni, Çev. Hazel Bilgen, Yapı Kredi Yayınları, 2018, 28 sayfa.
David Harvey ile Kapital’i okumak
Bilime giden düz bir yol yoktur ancak onun dik patikalarında yorucu tırmanışları göze alanlar aydınlık doruklara ulaşabilirler.
24-01-2021 00:03

Ufuk Akkuş
David Harvey’in Marx’ın Kapital’inin 1.cildi üzerine her yıl verdiği derslerin yazılı versiyonundan oluşturduğu “Marx’ın Kapital’i İçin Kılavuz” adlı kitabı Kapital”in daha iyi kavranması ve Kapital okumayı kolaylaştırması açıdan önemli olanaklar sunuyor. Harvey, yolculuk kılavuzu olarak adlandırdığı bu kitabın, yola çıkmak isteyen herkese rehberlik etmesini, Marx’ın ekonomi politiğine yararlı bir giriş sağlamasını umduğunu söylüyor.
Harvey, öncelikle Kapital’in hayret verecek ölçüde zengin bir kitap olduğuna değinir: Sayfalarında sayısız ekonomi politikçinin, filozofun, antropoloğun, gazetecinin ve siyaset teorisyeninin yanı sıra Shakespeare, antik Yunanlılar, Faust, Balzac, Shelley, peri masalları, kurt adamlar, vampirler ve şiirler cirit atar. Marx bu metni inanılmaz derecede çeşitli ve zengin eleştirel düşünce geleneğine dayanarak yazmıştır. Kapital’de ortaya konulan analize esin veren üç büyük düşünsel ve siyasal gelenek vardır. Marx’ın esas aldığı eleştirel yöntem, başkalarının söylediklerini ve gördüklerini alıp işleyerek düşünceyi yeni bir şeye dönüştürür. Marx’a göre yeni bilgi; kökten farklı kavramsal blokları alıp birbirine sürterek devrimci ateşi yaktığımızda doğmaktadır. Kapital’de de fiilen bunu yapar. Farklı düşünsel gelenekleri bir araya getirerek tamamen yeni ve devrimci bir bilgi çerçevesi yaratır. Kapital’de bir araya gelen üç kavramsal çerçeve şunlardır: Birincisi, ekonomi politiktir. Ağırlıklı kısmı William Petty, Locke, Hobbes, Hume, Adam Smith, Malthus, Ricardo ve James Steuart gibi düşünürleri kapsayan Britanya’lı düşünürlerden oluşur. Aynı zamanda Quesnay ve Turgot gibi fizyokratlar ile Sismondi ve Say gibi Fransız klasik ekonomi politikçiler de vardır. Marx’ın teorisindeki ikinci kavramsal yapıtaşı; Antik Yunanlılarla başlayan felsefi düşününce geleneği ile Alman felsefesi özellikle de Hegel felsefesidir. Marx, doktora tezini Epikür ve Demokritos üzerine vermiştir. Pek çok yerde argümanlarının dayanağı Aristoteles’tir. Spinoza, Leibniz, Kant, Descartes, Rousseau’dan da etkilenmiş ama en fazla etkilendiği Hegel’dir. Marx’ın dayandığı üçüncü gelenek ise ütopik sosyalizmdir. O dönemde ütopik sosyalizm öncelikle Fransızdır. Modern geleneği başlatma payesi genellikle İngiliz Thomas More’a verilir. Ayrıca hem ütopik yazan hem de hayata geçirmeye çalışan Robert Owen İngilizdir. Fakat Fransa’da büyük ölçüde Saint Simon, Fourier ve Babeuf’un daha önceki metinlerinden esinlenen ütopik düşünce 1830’larda ve 1840’larda müthiş bir patlama yaşanmıştı. Örneğin İkaryenler diye bir grup kurarak, 1848’den sonra ABD’ye yerleşen Etienne Cabet, Proudhon ve Proudhoncular, Auguste Blanqui, Flora Tristan gibi sosyalist feministler.
Marx’ın amacı, sol siyasal projenin yönünü nispeten sığ bulduğu ütopyacı sosyalizmden bilimsel sosyalizme çevirmekti. Am bunun için sadece ekonomi politikçiler ile ütopik sosylistleri karşı karşıya getirmek yeterli olmayacaktı. Eleştirel felsefe geleneğinin araçlarını kullanarak, sosyal bilimlerin yönteminin her yönünü yeniden yaratması ve düzenlemesi gerekiyordu.
Kapital’in ilk birkaç bölümünün bir hayli çetin olduğunu işaret eden Harvey, bunu iki nedeninin olduğunu söyler. Birincisi, Marx’ın yöntemiyle ilgilidir. İkincisi de onun bu projeyi özel olarak kurmasıdır. Harvey, Marx’ın Kapital’deki amacının; ekonomi politiği eleştirerek kapitalizmin nasıl işlediğini anlamak olduğunu söyler. Ancak Marx’ın asıl amacı dönemin klasik ekonomi politikçilerinden yola çıkıp,onların eksikliklerini aktararak kapitalist sistemin nasıl işlediğini ve hangi çelişkileri içinde barındırdığını ortaya koymaktır. Marx, dönemininin ekonomi politikçilerinin tersine kapitalizmin tarihselliğine değinir ve onun geçici bir üretim tarzı olduğuna vurgu yaparak komünist tahayyülü işaret etmektedir. Kapitalist sistemdeki krizlerin sisteme içkin olduğunu ve sistemin iç işleyişinden ve doğasından ötürü yıkılmaya mahkum olduğunu ileri sürer. Tabii ki sistemi dönüştürecek toplumsal öznenin yani “anlatılan senin hikayendir” dediği işçi sınıfının toplumsal rolünü ve eylemini hesaba katarak.
Harvey, Marx’ın Kapital’in ikinci baskısındaki araştırma yöntemi ile sunuş yönteminin farklı olması gerektiğine dair vurgusunu Marksist yönteme gönderme yaparak açıklar. Marx’ın araştırma yöntemi mevcut olan her şeyle, yani yaşanan haliyle gerçeklikle, ekonomi politikçilerin, filozofların, romancıların vb. gibi bu yaşantıya dair tüm tasvir ve tanımlamalarıyla başlar. Gerçekliğin nasıl işlediğine dair bazı basit ama güçlü kavramları keşfetmek için bu malzemeyi amansızca eleştirir. Bu yönteme “iniş yöntemi” adını verir. Çevremizdeki dolaysız gerçeklikten yola çıkarız ve bu gerçeklik için temel nitelik taşıyan kavramları bulmak için daha derine bakarız. Bu temel kavramlarla donandıktan sonra tekrar yüzeye doğru ilerleriz bu da “çıkış yöntemi”dir ve böylece görünüşler dünyasının ne kadar aldatıcı olduğunu keşfederiz. Kavramlar elimizde yokken baktığımız görünüşler dünyası kavramlar sayesinde birden bambaşka bir dünya haline gelmiştir. Öze ulaşmış oluruz ve elimizdeki kavramlarla artık dünyayı yorumlama noktasında oluruz. Marx genellikle yüzeydeki görüntüyle başlayıp derindeki kavramları bulmaya çalışır. Ancak Kapital’de önce kurucu kavramlar ile analize başlanır. Kavramlar peş peşe sıralanır. İlk başta kavramları ve işleyişi kavramak güç görünse de kitap ilerledikçe bu kavramların dünyamızı nasıl aydınlattığı görülür. Harvey’in vurgusu; bu kavramların nasıl işlediğinin ancak Kapital’in tüm ciltleri okunduğunda tam olarak anlaşılabileceği şeklindedir. Bu yaklaşım argümanları tek tek inşa eden, taş üstüne taş koyan analizden farklıdır. İlk üç bölümün zorluğu buradan gelir ve metinde ilerledikçe mevzuyu anlamak için sabır gerekir. Ancak bundan sonra bu kavramların nasıl işlediğini görebiliriz.
Marx, Kapital’e meta kavramıyla başlar. İniş yöntemi Marx’ı meta kavramına götürmüştür ama bu tercihini izah etmeye kalkmadığı gibi meşruluğunu savunmak için de çaba harcamaz. Harvey’e göre meta ile başlamanın son derece yararlı olduğu zamanla anlaşılır, çünkü herkes gündelik hayatında metalarla temas kurar ve onları deneyimler. Zamanımızı şu ya da bu metayı satın alarak, isteyerek, geri çevirerek, şu ya da bu metaya bakarak geçiririz. Meta biçimi kapitalist üretim tarzında evrensel bir yere sahiptir. Marx, ortak paydayı seçmiştir. Sınıf, ırk, cinsiyet, din, milliyet, cinsel tercihten bağımsız olarak herkesin aşina olduğu ve herkeste ortak bir şeydir meta. Metalar varlığımızın esasıdır: Yaşamak için onları satın almak zorundayız. Harvey’in iddiası “neden meta” sorusuna yanıt veremez. Çünkü, herkesin aşina olduğu maddi nesneler deyince akla toprak, para gibi bir sürü başka nesne de gelebilir. (Melda Yaman-Özgürt Öztürk, Metaların Kerameti, sayfa:106). Marx’a göre ekonomi politikçilerin yaptığı şey; üretimi bölüşümden farklı olarak, tarihten bağımsız, doğa yasaları içine hapsedilmiş olarak göstermek ve bu fırsattan yararlanarak burjuva ilişkilerin soyut olarak kavranan toplumun değişmez doğal yasaları olduğu fikrini el altından ileri sürmekti. Öztürk’e göre Marx ise, başlangıç noktasını tarih aşırı bir genellik düzeyinde değil, kapitalist üretime özgü bir düzeyde belirleyecektir. Ayrıca, başlangıçta analiz edilecek nesne, kapitalist üretime özgü olmanın yanı sıra aynı zamanda diğer kategorilerin kendisinden türetilebileceği somutlukta bir genel (evrensel) olmalıdır. Örneğin emekten yola çıkıldığında fiyat gibi bir kategoriye geçiş yapmak nerdeyse olanaksız hale gelir. Bu nedenle ilk kategori, en genel, en soyut olan değil yeterli somutlukta bir kategori olmalıdır. Marx, sunuş düzeni üzerine kafa yorarken, analize nereden başlanması gerektiği sorusuna yanıt olarak bir somut evrensel aradığı söylenebilir. Hem evrensel, hem de somut, yani birçok farklı özelliğin, belirlenimin birleşimi, dolayısıyla da analiz edildiğinde birçok belirlenime geçiş yapmayı olanaklı kılacak bir nesne (a.g.e. s.108).
Meta insanların ihtiyaçlarını ve arzularını karşılayan bir şeydir. Marx, bir şeyin yararlılığının en iyi şekilde kullanım değeri olarak kavramsallaştırılabileceğini söyler. Harvey, burada Marx’ın insan istekleri, ihtiyaçları ve arzularının olağanüstü çeşitliliğinden, ayrıca metaların muazzam çeşitliliğinden ve ağırlıklarından ya da ölçülerinden ne kadar çabuk soyutlama yapıp kullanım değeri adı altında tek bir kavarama odaklandığına dikkat çeker. Fakat kapitalizmde metalar ayrıca mübadele değerinin maddi taşıyıcılarıdır. Metalar sürekli el değiştirebilmekte ve bir mübadele sistemi içinde hareket etmektedir. Meta el değiştirirken sadece kendi niteliklerine dair değil, tüm metaların niteliklerine dair bir şeyi ifade eder. Yani mukayese edilebilir olduklarını gösterir. Metaları birbirine eşitleyen, mukayese edilebilir kılan ortak şey ise onların emek ürünü olmalarıdır. O halde tüm metalar insan emeğinin ürünleridir. Metaların ortak noktası, hepsinin üretimlerinde cisimleşmiş olan insan emeğinin taşıyıcıları olmalarıdır. Kullanım değeri olarak metalar her şeyden önce birbirinden farklı niteliklerdir, ama mübadele değerleri olarak yalnızca farklı miktarlardır ve dolayısıyla zerre kadar kullanım değeri içermezler. Metalarda cisimleşen emek onun gerçek üretiliş zamanı olamaz. Çünkü öyle olsaydı, bir metayı üretmek ne kadar uzun sürüyorsa meta o kadar değerli olurdu. Böylece tüm metalar tek ve aynı tür emeğe soyut insan emeğine indirgenmiştir.
Harvey, sadece dört sayfada esrarlı ifadelerle temel kavramların sunulduğuna işaret eder. Kullanım değerinden mübadele değerine oradan da soyut insan emeğine geçilmiş ve en nihayetinde türdeş insan emeğinin cisimleşmiş nitelikleri olarak değer ulaşılmıştır. Tüm metaları mukayese edilebilir kılan değerdir ve bu değer hem hayalet benzeri bir nesnellik olarak gizlenmiş, hem de meta mübadelesi süreçlerine geçmiştir. Harvey, bunu süpermarketteki metalar örneğiyle açıklar: Mübadele değeri metalarda cisimleşmiş insan emeğinin zorunlu bir temsilidir. Süpermarkete gittiğinizde mübadele değerleri görürsünüz, ama metalarda doğrudan cisimleşmiş insan emeğini göremez ve ölçemezsiniz. Süpermarket raflarında hayalet benzeri bir varlığa sahip olan şey insan emeğinin cisimleşmesidir.
Marx’a göre; herhangi bir malın büyüklüğünü toplumsal olarak gerekli emek miktarı ya da onun elde edilmesi için toplumsal olarak gerekli emek zamanı belirler. Toplumsal olarak gerekli emek zamanı ise; bir kullanım değerini normal koşullar altında, o sıradaki ortlama hüner derecesi ve yoğunluğuyla elde edebilmek için gerekli emek zamandır. Buradan hangi tür insan emeği toplumsal olarak gereklidir sorusu çıkar, yanıt arayışında da bir başka ikilik ortaya çıkar: somut (fiili) emek ve soyut (toplumsal olarak anlamlı) emek arasındaki ikilik. Bu iki emek biçimi meta mübadelesi ediminde tekrar birleşmektedir. Yine bu mübadele anının incelenmesi göreli ve eşdeğer diğer biçimleri arasındaki başka bir ikiliği açığa çıkarır. Değerin bu iki ifade tarzı, diğer tüm metalarla ilişkisinde evrensel bir eşdeğerlik işlevi gören bir metanın (para meta) ortaya çıkışıyla tekrar birleşir. Buradaki argüman tarzı belli bir örüntüyü izler. Argüman tedricen ilerler. Karşıtlıklar birliklere (para biçimi) ulaştırılır ve bu birliklerin içinde çelişki yeni bir ikilik yaratır (süreçler ile şeyler arasındaki ilişki, insanlar arasındaki maddi ilişkiler ve şeyler arasındaki toplumsal ilişkiler). Bu örüntüler Marx’ın sunum yöntemidir ve Kapital boyunca devam eder.
Harvey, “Marx’ın Kapitali için Kılavuz” kitabında Marx’ın Kapitali’nin okunmasını kolaylaştırıcı bir anlatım sunuyor. Marx’ın ayrıntıya girmediği noktaları açıklıyor ve konun daha iyi anlaşılması için bazı örnekler aktarıyor. Harvey, sadece Kapital’i özetlemek ve açıklamakla yetinmiyor. Konuları ele alırken Marx’ın diyalektik yöntemine de dikkat çekiyor. Marx’ın da vurguladığı gibi ilk üç bölümün zorluğunun nedenlerini sıralıyor ve öncelikli görevinin bu bölümlerde okuyucuya rehberlik etmek olduğunu vurguluyor ve bu bölümün aşılmasından sonra okumanın kolaylaşacağı ve kendi deyimi ile sakin sulara yelken açabileceğimizi söylüyor. İnsanlık tarihinin bu en önemli eserini, Harvey’in akıcı ve güzel üslubunun kılavuzluğunda okumak, Kapital’i ve dolayısıyla kapitalist sistemi daha iyi anlamak ve pratikte doğrulamak için son derece yararlı olduğunu düşünüyoruz.
KÜNYE: Marx’ın Kapital’i İçin Kılavuz, David Harvey, Çev. Bülent O. Doğan, 2012, 360 sayfa.
Diktatöryel tavırların izleri
‘‘Diktatörlerle kitleler arasındaki ilişkiyi (insan ilişkilerinin tümünde olduğu gibi) tamamen anlamak ya da öngörebilmek mümkün değildir. Bir diktatör kitleleri peşinden sürüklemeyi, zihinleri ve iradeleri esir almayı, tek bir işaretle milyonlarca kişiyi harekete geçirmeyi nasıl başarır? Milyonlarca kişiyi bir liderin iradesine endeksleyen uyurgezerlik ve uysallığın doğasında ne vardır? Tarihçilerin ve sosyal bilimcilerin bir yığın açıklamasına karşın bu meselenin hala tanımlanamayan, öngörülmesi güç bir tarafı var. İnsan davranışını teoriler değil, deneyimler şekillendiriyor.’’
24-01-2021 00:03

Nursel Çelen
Milyarlarca kişi özgürlüklerin ihlal edildiği, insan haklarının çiğnendiği, tutuklama, işkence, yargısız infaz, yolsuzluk, iktisadi verimsizlik, fakirlik, cehalet, bulaşıcı hastalık ve toplumsal adaletsizliğin kol gezdiği otoriter rejimlerde yaşamaktadır. AlaEl-Asvani diktatörlüğü, insanlığa tehdit oluşturan ve kesinlikle müdahale edilmesi gereken bir hastalık olarak tanımlar. Diktatörlük Sendromu adlı kitabında bu hastalığın ortaya çıkış koşullarını, semptomlarını ve hem halklarda hem de diktatörün kendisinde meydana gelen komplikasyonların araştırmasını yapmaya çalışmıştır.
Ala El-Asvani 1957 doğumlu, diş hekimliği mezunu olan Mısırlı bir yazardır. Kendisini araştırma yazılarından ziyade Yakupyan Apartmanı, Mısır Otomobil Kulübü, Şikago gibi en çok okunan ve en çok dile çevrilen Arapça romanlarından tanıyoruz. Kitapları yayımlandığı dönemde ülkesinde çok ciddi tartışmalara yol açmıştır. Toplumsal gerçekçi bir yazar olarak Modern Mısır toplumuna ve kültürüne olağanüstü bir bakış getirmiştir. Mısır’daki devrimden üç yıl sonra General Abdülfettah el-Sisi iktidara geldiğinde El-Asvani’nin kitapları kara listeye alınmıştır. Diktatörlük Sendromu adlı kitabının yarısını Kahire’de yazmıştır. O sırada Mısır rejimiyle arası kötü olduğu için ülkede bulunması hem kendisi hem de ailesi için ciddi bir tehditti ve bu yüzden yarısı biten kitabını bir USB belleğe yükleyip çantasında saklayarak ülkeden çıkartmıştır. Kitabını New York’ta tamamlayabilmiş ve Türkçe baskısı bizlereİletişim Yayınları tarafından 2020 yılının son aylarında ulaşmıştır.
El-Asvani’nin kitabını tıbbi bir rapor biçiminde başlıklar halinde yazmasını hekim olmasından kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Ancak kitabında teorik soyutlamadan ziyade bireylerin somut deneyimleri üzerinden bir anlatı yürütmüştür. Edebiyatçı olmasından kaynaklı insan deneyimlerine odaklanmış ve bu durum anlatıyı daha dasürükleyici hale getirmiştir. Dikta rejimi deneyimleri ağırlıklı olarak Mısır, Irak, Suriye ve Libya üzerinden verilmiştir.
El-Asvani, ilk kendi deneyimlerinden yola çıkarak otoriter rejimler altında yaşayan insanların siyasal davranışlarını anlama çabasına giriyor. Kendi çocukluğundan bir örnek vererek yazısına şöyle başlamıştır: “İsrail’le savaş 5 Haziran 1967 sabahı başlamıştı. Herkesin içi milliyetçi bir coşkuyla doluydu – kişisel tavrını bana şöyle izah eden babam da coşkunun bir parçasıydı: ‘Abdülnasır bir diktatör ve ona hala muhalifim ama bugün Mısır savaşın parçası ve ülkemizi desteklemek zorundayız.’... Evimizin balkonuna ufak bir haber paylaşım merkezi kurmuştum. Karşı komşumuz Martaadında bir büyükanne, oğlu, gelini ve çocuklarından oluşan bir İtalyan aileydi... Marta Teyze’yi severdim ve balkonundaki çiçekleri sularken onunla Fransızca konuşurduk. Savaşın başladığı sabah tatlı tatlı gülümseyip bana selam vermişti... Radyodaki askeri anonsları ona tercüme ederdim. İlkin 23 İsrail uçağını düşürdüğümüz açıklandı. Sonra bu sayı 46’ya, sonra 87’ye yükseldi. Düşürülen İsrail uçağı sayısının son anonsa göre 200 olduğunu söylediğimde MartaTeyze başını sallayıp söyle dedi: ‘Evladım devletiniz size yalan söylüyor. Ben İkinci Dünya Savaşı’nı yaşadım ve bu kadar uçağın bir günde düşürülmesiimkansız.’ Marta Teyze’nin tavrından rahatsız olup anonsları tercüme etmeyi bırakmıştım.”
El-Asvani, Nasır’ın propaganda aygıtının onları İsrail’i ezip geçtiklerine inandırdığını anlatır. Savaşın ilk iki günü böyle devam etmiştir. Üçüncü ve dördüncü günü ise felaketin boyutları tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır ve bu durum Mısırlılar için büyük bir şok yaratmıştır. Daha sonra Nasır görevden ayrılacağını Mısırlılara televizyon aracılığıyla bildirmiştir. Ancak Mısır halkı istifayı engellemek üzere sokaklara dökülmüşlerdir. El- Asvani, “Mısırlılar niçin Nasır’dan hesap sormak yerine, görevde kalmasını istemişti?” diye soru sorar ve bir karşılaştırma yapar. Bu tuhaf zihniyeti 1945’te Winston Churchill Almanya’nın teslimiyetini ve İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan zaferle ayrılışını açıkladıktan sonra yaşananlarla kıyaslamıştır. Britanyalılar savaştan sonra Churchill’i bir kahraman olarak görseler de yeniden başbakan seçmemiştir. El- Asvani, bu durumu Etienne de La Boetie’nin eseri olan “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev” deki fikirler üzerinden açıklamaya çalışır.
Daha sonraki deneyimi ise çocukluk arkadaşı olan Amir hakkındaydı. Amir, İletişim Fakültesi mezunu ve hayali ünlü bir gazeteci olmak olan başarılı bir gençtir. Mezun olduktan sonra devlet kontrolündeki büyük bir gazetede stajyer olarak çalışmaya başlamıştır. Kısa bir süre sonraAmir’den Başkan Mübarek’in kendi başkanlığını onaylatmak için yaptığı referandumu takip etmesini ve vatandaşların başkanı desteklemek için sandıkları doldurduğunu yazmasını istemişlerdir. Amir bu durumu El-Asvani’ye anlatmış ve gerçeği yazmak istediğini ve her ne pahasına olursa olsun yalan söylemeyeceğini belirtmiştir. Ancak iki gün sonra El- Asvani gazetede Amir’in yazısını okuduğunda şaşkınadönmüştür. Manşet şöyleydi: “Başkan Mübarek’e Görülmemiş Halk Desteği” O günden sonra El- Asvani Amir’e ulaşmaya çalışmış ama söyleyeceklerini duymak istemediği için görüşmemişlerdir. El- Asvani, burada diktatöryel bir devlette yükselmenin ya da yeni bir konuma gelmenin ilk adımı budur diyerek Mısır’da insanları dört kategoriye (destekçi, işbirlikçi, muhalif ve protestocu) ayıran güvenlik aparatının onayı olmadan devlette iş bulmanın imkansız olduğunu belirtir.
El-Asvani’nin kitabındaki diğer başlıklar (semptomlar) ise; Makbul Vatandaşın Ortaya Çıkışı, Komplo Teorisi, Faşist Zihniyetin Yayılması,Entelektüelin İtibarsızlaştırılması ve Terörizme Zemin Hazırlayan Faktörler ve Diktatörlükşeklinde sıralanır. El-Asvani‘nin semptom olarak tanımladığı bu başlıklar diktatörlük sendromunun en yayın ve en tehlikeli olanlarıdır. Dikkatimi çeken kısımlardan biri olan Entelektüelin İtibarsızlaştırılması’nda beş ayrı entelektüel tutumdan bahsediyor. İlki, Direnen entelektüel, isminden de anlaşılacağı üzere iktidara direnen ve ona karşı olandır. İkincisi Yandaş entelektüel, direnenin tam tersi iktidar yanlısıdır ve sürekli savunuculuk halindedir. Üçüncüsü ise Tarafsız entelektüel, şimşekleri üzerine çekmemek için muhalefet etmekten kaçınır öte yandan iktidarı desteklemeye de yanaşmaz. Dördüncü Yarı zamanlı entelektüel, bir yandan ifade özgürlüğünü savunurken öte yandan devlet memuru olarak otoriter rejime hizmet eder. Son olarakKomisyoncu entelektüel,paraya teslim olup değerlerinden vazgeçen olarak tanımlanır. Otoriter toplumlarda ciddi ve bağımsız entelektüele yer yoktur ve entelektüel faaliyetin yalnızca özgür bir toplumda verimli olabileceğini söyler.
Son olarak kitapta Sendromu Seyri ve Diktatörlük Sendromunun Önlenmesi başlıkları yer alıyor. Sendromun Seyri’nde diktatörün hayatının iktidara geldiğinde başladığından ve önemli üç aşamadan geçtiğindenbahsediyor. Bunların tek adamlık arzusu, şan şöhret ve mutlak yalnızlık olduğunu söylemektedir. Şan şöhret kısmında şöyle bir örnek verir: “Modern tarihte diktatörler isimlerini ilelebet yaşatıp büyük şan ve şöhrete kavuşmak için ‘mega-projeler’ başlatmıştır. Kaddafi’nin ‘Büyük İnsan Yapımı Nehir’ Projesi (1984); Mübarek’in Toshka Projesi (1997); Cemal Abdülnasır’ın Asvan Büyük Baraj Projesi (1960’ta tasarlanıp on yıl sonra hizmete girmiştir) ve Sisi’nin Süveyş Kanalı’nı genişletmek için 64 milyar Mısır poundu (yaklaşık 6 milyar Britanya poundu) harcadığı Süveyş Kanalı Koridor Alan Projesi (2014-2015). Düzgün bir fizibilite çalışmasıyapılmadığından Sisi’nin projesinin pek kazanç getirmeyeceği ortaya çıksa da Sisi’nin coşkusu azalmadığı gibi açılış töreni için büyük hazırlıklar yapılmıştı.” Yani diktatörün yolculuğunda şan şöhretin zorunlu bir uğrak olduğunu ve onu nihai aşama olan mutlak yalnızlığa götürdüğünü söylemektedir. Sendromun Önlemesi kısımda ise kısaca liderin karizmasının büyüsüne kapılmamak ya da herhangi birinin veya bir inancın idolleştirilmesine karşı çıkmaktır diyerek söylemesi kolay yapması zor olsa da diktatörlüğü önlemenin en etkili yöntemi olduğunu vurgular.
El-Asvani’nin dilimize çevrilen romanlarının hepsini okumuş ve çok beğenmiş biri olarak bu kitabındaki kimianalizler bana göre indirgemeci ve üstten olsa da anlatılan deneyimler fazlaca tanıdıktı. Bu nedenle yine de deneyimler üzerinden yapılan bu anlatının değerli olduğunu düşünüyorum. En önemlisi diktatöryel tavırların izlerini gündelik hayatta insanların davranışlarını nasıl etkilediğini bizlere çok güzel anlatmıştır.
KÜNYE: “Diktatörlük Sendromu”, Ala El-Asvani, , İletişim Yayınları, Çev. Barış Özkul 2020, 148 sayfa.
Dünyanın dar geldiği…
Okuru, keşfin hazzından uzaklaştırmamak üzere, metnin oyunlarını bozmadan öncelikle söyleyebileceğim, zorlayıcı postmodern tekniklerle örülü kurgunun altından ustalıkla kalkılması takdire değer. Zaman zaman sözün sahibini takip edebilmek okurun dikkatini gerektirse de…
24-01-2021 00:02

Dilek Yılmaz
Ayhan Koç’un son romanı Cümle Göğün Mavisi geçtiğimiz Kasım ayında İthaki tarafından yayımlandı. 2017 Everest İlk Roman Ödüllü Sırlıçeşme ve 2018’de okurla buluşan Kara Havadisler Kervanı’nda yer alan öyküleriyle kolaya kaçmayan bir yazar olduğunun erken dönem sinyallerini veren Koç, bu romanda da gerek konusu gerekse kurgu tekniğiyle güncel Türkçe edebiyatın popüler uğraklarının dışına çağırıyor okuru.
Gazeteci Fevzi, arkadaşı Sermet’le birlikte hazırladıkları, ucu hükümete uzanan yolsuzluk dosyası haberinin yayınlanmasının ardından,başına gelecekleri kabullenmiş halde evde polisler tarafından gözaltına alınmayı beklemektedir. Fevzi’nin bavulunu hazırlarkenki iç sorgulamalarının tanıklığında anlarız ki tek derdi malum hadisenin, daha başından öngörülebilir sonuçlarına katlanmak değildir. Üç gündür aynı operayı dinleyerek sigara dumanına boğulmuş salonda yatıp kalkan Fevzi’nin yedi yıldır evli olduğu Meral’le iğneleyici ve zaman zaman sertleşendiyaloglarına yansıyan gerginliğin sebebini de romanın daha başında öğreniriz. Aldatıldığından Meral’in tuttuğu günlükleri ele geçirerek haberdar olan Fevzi’nin duygusal hezeyanlarının mazisi, romana neredeyse karakter olarak sızmış ve çoğu bölümün başındaki alıntılara da kaynaklık eden Pagliacci Operası eşliğinde ve hikâyenin merkezinde yerini alır.
İçine doğduğu aileden erken kopmuş, okumuş yazmış, vaktiyle yazdığı romanla ödül alıp röportajlar verdiği edebiyat macerasından her ne kadar hikâyenin sonunu kestirdiği için caymış görünse de işler pek umduğu gibi gitmemiş, aslında aşktan arkadaşlığa hiçbir şeyi pek yolunda gitmemiş, olmamış ve oldurmak için mücadele de vermemiş Fevzi. Kendisiyle ve dış dünyayla türlü biçimlerde hesaplaşmasının derinliklerindebuluyoruz yavaş yavaş kendimizi. Geçmişi ve bugünü üzerinden sorgulamaların kimi belirsizlikleri de Fevzi’nin zihninde beliren yeni roman fikri üzerinden roman içinde romanın kurguya eklenmesiyle aydınlanıyor. Arada sözü kimin aldığı konusunda okuru tereddüde düşürse de, yazarın Fevzi’ye yazdırdığı iç romanın ayırt edilmesini sağlayan belirgin işaretler metinde okurun elini kolaylaştıracak biçimde verilmiş.
Eski yazar, şimdinin gazetecisi Fevzi’nin toplumsal meselelere duyarlılığı konusunda şüphe yok ancak Türkiyeli okurun konuyu gördüğü anda zihninin meyledeceği gözü kara devrimci gazeteciye uyar yanı pek yok. Malum haber de aslında Sermet’in fikri. Fevzi’nin bu plana dahil olma motivasyonunun kaynağı,Meral’le ilişkisinde yaşanan yarılma. Özetle, bir nevi evden kaçma bahanesi. Fevzi’nin Almanya’da yaşayankız kardeşinin telefonda “…yolsuzluk haberi çıkaracak başka gazeteci mi kalmadı abi, sana mı düştü” sorusuna yanıtında adreslendiği gibi, o gazetecilerin birçoğu hapistedir ve sıra artık Fevzilere kadar gelmiştir ve bu kimseyi pek de şaşırtmaz. Aynı görüşmede ipuçlarını toplamaya başladığımız aile dramı üzerinden Fevzi’nin şimdiki hayatıyla kurulan paralellikler de roman bütününde ara sıra karşımıza çıkıyor.
Aldatıldığını öğrenen Fevzi’nin, annesi de karısının onu aldattığı gibi babasını aldatmıştır. Annesine duyduğu öfkeye rağmen içten içe ona hak verir halini açık eden “Çünkü sevgi denen şeyin, aşk mı demeli, ne dersek diyelim işte, o duygunun gayrı iradi olduğunu bilecek kadar büyümüştüm.” açıklamasının, karısına yüklediğitüm olumsuz duygular beraberinde;bir erkeğin karşısında edilgenleşmeyen öyle bir kadını bir daha bulamama korkusunda dile gelen,ne kalabildiği ne de büsbütün gidebildiği ilişkinin çelişkileriyle benzerlikleri var.
Malum operanın konusuda benzerliklerin bir parçasıdır. Canio’nun kendisini aldatan karısını ve âşığını öldürmesi ve seyircinin bunu oyunun bir parçası zannetmesinden, romanda Bay A. ile olaylı yemek sahnesiyle başlayan bölüm ve ardından okuyacaklarımız gibi.
Cümle göğün mavisinin yetmediği boğuntu halinin nasıl bir zeminde yükseldiğini görüyoruz ilerledikçe. Annesinin intiharının ardından,“Annemin teyelleyip öylece bıraktığı iki kumaş parçasıydık, dikecek eller gidince kopuverdik” diye andığı, şimdilerde bakıma muhtaç ve artık hatırlamayan babasıyla ne yapacağını kestiremediği arızalı ilişkisi kadar, muhafazakârlaşmış, babaya gönderecek kadar paralandığı belli, vicdanını bununla savuşturankardeşi üzerinden zamanın ruhunu yansıtan izler de var.
Gündeme dair pek çok dokundurmadan edebiyat camiası da nasibini alıyor. Eleştiri yoksunluğundan al gülüm ver gülüm çıkar ilişkilerine, kategorize edilmiş yazar tipolojilerinin olduğu bölüm zehir zemberek. Eski ev arkadaşı, şimdinin çok satar yazarı Cihan üzerinden kurulan çatışmada, Fevzi’nin ya da yazarın özeleştirisi olarak okunabilecek yorumlar da mühim. Fevzi’nin sürdüremediğine Cihan inatla devam etmiştir. Pek vaatkâr bir kabiliyeti göze çarpmasa da amacına uygun adımlarla ilişkiler kurmuş, zaman içinde “doğru” hamleler yapmış ve içeride kalıp kendisini de belirli ölçüde geliştirerek bir biçimde “olmuş”tur. Şüphesiz ki Fevzi’nin Cihan’la derdi okurun da artık bildiği gibi bununla sınırlı değildir ve kıyamet de tam orada kopacaktır.
Proust’tan Oğuz Atay’a açık/örtük çokça selamla, Fevzi’nin iç dünyasında gezindiğimiz Cümle Göğün Mavisi bugünün romanı. Okuru, keşfin hazzından uzaklaştırmamak üzere metnin oyunlarını bozmadan öncelikle söyleyebileceğim, zorlayıcı postmodern tekniklerle örülü kurgunun altından ustalıkla kalkılması takdire değer. Zaman zaman sözün sahibini takip edebilmek okurun dikkatini gerektirse de. Bununla birlikte anne ve Meral arasındaki psikolojik rahatsızlık ve ihanet paralelliğinin bu yakınlık ve baskınlıkta verilmemesi halinde nasıl olurdu diye düşünmedim değil. Aynı şekilde, bazı göndermelerin seyreltilmesi halinde de. Güncel politik meselelere çok derinleşmeyen dokunuşlar, metnin okura yansıyan niyetiyle aslında uyumlu. KHK’lilerden mültecilere, basın özgürlüğünden Kürt sorununa, ülkenin gittikçe kararan özellikle son döneminin birçok yarası genel olarak ölçülü bir varlıkla kendine yer bulmuş. Bir haber üstüne devletin ensesinde bittiği gazetecinin başkahraman olduğu romanda Metin Göktepe’nin de anılması güzel. Bunun yanında; örneğin, Ayşe’nin bir yan karakter olarak romandaki varlığı, işaret ettiği birden fazla meseleyi kendi üzerinden yansıtarak metni doğallıkla yükseltiyor. Memleket meselelerinin art arda listelendiği, biraz yüksek sesli bulduğum bölüm de var. Cumadan pazara üç günde geçen hikâyede “…kendine iyilik ile kötülük arasında güvenli bir alan bulduğu için onu sevmiyorum, ondan doya doya nefret etme hakkını benden esirgediği için” sözleriyle özetlenebilecek babaya hislerinin, babanın yakınında olduğu zamanlara dalgalı sirayet ettiği gibi, ne cennet ne cehennem, gelgitli duygu haliyle kendisiyle ve her şeyle mücadele halinde Fevzi’yi sorularının cevaplarına, bizi de Fevzi’yi anlamaya en çok yaklaştıranın “yabancı” olması sürpriz değil. Son’dan sonra gelen Meral’in güncesi hikâyenin bütününe dair başka soru işaretlerini deaçık bırakıyor, biraz da karamsarlıktan sıyırıyor. Cümle Göğün Mavisi okurun yorumuna bıraktıklarıyla beraber, adının metni kavraması da dahil kurgusu, dili iyi çalışılmış bir roman olarak fark edilmeyi hak ediyor.
KÜNYE: Cümle Göğün Mavisi, Ayhan Koç, İthaki Yayınları, 2020, 206 sayfa.
Yarın İçin İnat ve İtiraz: Marksizm ve Siyaset
"Dolayısıyla elimizdeki kitap bir inat ve bir itiraz kitabı: Sınıfta inat eden, siyasetsizleştirilmeye itiraz eden bir Marksizm savunusu (ya da belki taarruzu). Üç temel bölümden oluşan kitapta sırayla yöntemsel, kuramsal ve pratik düzeyde Marksizmin siyasetle olan sarsılmaz ilişkisine, toplumu ve sınıf mücadelesini dönüştürücü işlevine değiniyor Soyer."
17-01-2021 08:14

Berat Çelikoğlu
Sosyalizmin dönemsel geri çekilişi, neoliberalizm fırtınası ve adının önüne aldığı “neo” ya da “post” ekleriyle eski ya da hali hazırda aşılmış olanı farklı kılıflarla sunma çabalarının topyekûn bir ürünü: Sınıftan uzak, siyasetsiz, nihayetinde tehlikesiz bir Marksizm! Can Soyer yöntemle, kuramla ve eylemle işte buna itiraz ediyor.
Yordam Kitap, hazırlanmasına ve/veya yayınlanmasına vesile olduğu çalışmalarla Türkiye’de Marksizm ve sosyalizm adına hülyamızı ve kavgamızı diri tutma mücadelemizde yanıbaşımızda olmayı sürdürüyor. Son olarak geçen haftalarda Can Soyer’in imzasını taşıyan Marksizm ve Siyaset: Yöntem, Kuram, Eylem isimli kitap ile başlıkta da sözünü ettiğimiz üzere bir inat ve itiraz okurlarıyla buluştu.
NEYİN İNADI NEYE İTİRAZ?
“Yaşadığımız çağın Marksizm tarafından çözümlenmeyi beklediğini söylersek elbette yanlış bir şey söylemiş olmayız. Ama eksik söylemiş oluruz: Çağımız esas olarak Marksizmin kılavuzluk ettiği devrimci eylem tarafından yıkılmayı, parçalanmayı, tarihten silinmeyi bekliyor.”
Neyin inadı, neye itiraz? Kuşkusuz okurun aklında canlanacak ilk iki soru budur. Kitabın bize göre temel bir iddiası var: Marksizm, bunca siyasetsizleştirilme ve dolayısıyla tehlikesizleştirilme tehdidiyle karşı karşıya olsa da siyasetten ayrıştırılamaz. Soyer, temel olarak üç bölümden oluşan kitabının ilk iki bölümünde (Yöntem, Kuram), esasen üçüncü bölümün (Eylem) üzerine bastığı zemini tariflemek ve nihayetinde Marksizm için siyasetin ne denli önemli bir atardamar olduğunu göstermek üzere tartışmalara giriyor.
Tartışma siyasetin yalnızca Marksizm için taşıdığı öneme değinmekle sonlanmıyor elbette. Aynı zamanda siyasetin hangi ilişkiler gözetilerek ve neyi dönüştürmek amaçlanarak yapılacağı konusu da bu tartışmalarla birlikte değer kazanıyor. Bu noktada ise Soyer, Marksizme özellikle 90’lı yıllarla birlikte düşülen tüm şerhlere rağmen, ısrarla sınıfın ve sınıf mücadelesinin altını çizen bir Marksizmde diretiyor. Bu diretme ise bağnazca şablonlaştırma, sınıfı ilkel düzeyde görünümlere ve ezberlere indirgeme girişimlerinden uzak, değişimi ve dönüşümü gözeten ve bununla birlikte sınıflar ile sınıf mücadelesinin Marksizm için değişmeyen önemine ilişkin bir diretme.
Dolayısıyla elimizdeki kitap bir inat ve bir itiraz kitabı: Sınıfta inat eden, siyasetsizleştirilmeye itiraz eden bir Marksizm savunusu (ya da belki taarruzu). Üç temel bölümden oluşan kitapta sırayla yöntemsel, kuramsal ve pratik düzeyde Marksizmin siyasetle olan sarsılmaz ilişkisine, toplumu ve sınıf mücadelesini dönüştürücü işlevine değiniyor Soyer. Üstelik felsefeye ve tarihe sırtını yaslayarak sürdürdüğü tartışmalar bayağılaşmayan edebi cüretkârlığıyla tatlanıyor ve okura mermer soğuğundan, monoton bir griden oldukça uzak bir tartışma zemini sunuyor.
Bir parantez açmakta fayda var. Kitaba ilişkin özel bir hissimiz, yazarın “iğneyi başkasına, çuvaldızı kendisine” batırmaktan mümkün olduğunca kaçınma, Marksizmin siyasetsizleştirilmesi tehlikesinin kaynağını dışarıdan gelen bir takım komplocu ataklara, “kurulan tuzaklara” bağlamama yönünde gayret ettiğine yönelik. Soyer, isabetli bir şekilde Marksizme ilişkin hata yapanlara parmak sallayan ve yanlışları uzaktan “bilgece” gösteren bir tavırdan uzak duruyor. Kitap zaten Marksizmin canlılığını, dolayısıyla hem hatalarla hem de doğrularla bir bütünlüğünü gözeterek kaleme alındığı için yazar da eserine bağlılık göstererek eleştirileri içeriden yapıyor, içeriyi dışarıdan referanslarla dönüştürmeye çabalıyor.
YARININ ANAHTARI: SİYASİ VE DEVRİMCİ MARKSİZM
Kitapta sınıf mücadelesinin ve siyasetin Marksizm açısından asli görevine ve dönüştürücü faaliyete yapılan özel önemin altında elbette Türkiye başta olmak üzere dünya çapında sosyalizmi yeniden kitlelerle buluşturmanın, onyıllar süren yalnızlığı aşmanın özlemi yatıyor. Ancak kuşkusuz bu kavuşma yalnızca pratik bir takım farklı yaklaşımlarla sağlanamaz. Bu kavuşma yöntemde ve kuramda da kuşkusuz farklı yaklaşımları, eleştirel ve özeleştirel kimi bakışları gerektiriyor. Dolayısıyla bu kitabı, siyasetle et ve tırnak ilişkisi kuran bir Marksizmin, diğer “Marksizmlerden” ayırt edileceği noktaların belirginleştirilmesi çabası olarak da okumak mümkün. Ne de olsa adım adım aynı yolda yürüyerek farklı yerlere varmak mümkün değil ve siyasetsiz, sınıfsız bir Marksizme, Soyer’in direttiği tarzda bir Marksizm anlayışından daha farklı yollardan yürünerek varılmış olmalı.
Kitlelerle buluşacak, buluştukça gerçek bir güç haline gelecek bir sosyalist alternatifi, “direttiğimiz anlamda” Marksist bir yaklaşımla inşa etmenin yarının anahtarı olacağını düşünenler için bir kılavuz olarak okunabilecek Marksizm ve Siyaset: Yöntem, Kuram, Eylem, okurlarını peşinden yeni sorgulamalara ve tartışmalara sürükleyebilecek bir eser olarak mutlaka okunmalı ve yazarın hem yaklaşımları hem de itirazları okurlarca eleştirel bir süzgeçten geçirilmeli.
Ve elbette bu kitap, sınıf mücadelelerinin bağrında sınanmalı!
KÜNYE: Marksizm ve Siyaset, Yöntem, Kuram, Eylem, Can Soyer, Yordam Kitap, Birinci Basım, Aralık 2020