Ender Helvacıoğlu
“COVID'den sonra: Yeni dünyada kapitalizm ve sosyalizm” başlıklı dosyamız kapsamında görüşlerine başvurduğumuz Bilim ve Gelecek Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ender Helvacıoğlu bütün siyasal iktidarların geleceklerini bu salgında verdikleri sınavın belirleyeceğini savunuyor. Helvacıoğlu’na göre virüs şunu diyor: “Ben yapacağımı yaptım, liberalizmi yıktım, gerisi sınıfların bilek güreşine kalmış.”
2019 dünya geneline yayılmış protestoların damga vurduğu bir yıl olarak geçti. 2020’de ise Koronavirüs salgını tüm dünyanın birinci gündem maddesi. Komplo teorilerini bir kenara bırakarak soracak olursak, salgının uluslararası kapitalizmin bir kriziyle dönemsel olarak çakıştığını düşünüyor musunuz? Bu krizin niteliği nedir ve sermaye salgından nasıl bir yeniden yapılanma beklentisi içine girebilir?
Olay hâlâ çok sıcak ve sonuçları belirsiz olduğu için yapısal kestirimlerde bulunmak olanaksız; bu nedenle sorularınıza vereceğim yanıtlar ister istemez bir “analiz” değil “zihin jimnastiği” niteliği taşıyacak.
MARX’IN VURGULADIĞI ÇELİŞKİ ŞİMDİ İNANILMAZ BOYUTLARDA…
Bugüne dek görülmemiş bir durumla karşı karşıyayız. Koronavirüs salgını tüm dünyada sadece birinci gündem değil, neredeyse tek gündem. Son zamanlarda bu çapta bir olay var mı diye düşündüğümde aklıma Sovyetler’in çöküşü ve İkiz Kule saldırısı geliyor ama bunlar dahi virüs salgını kadar gündemi işgal edememişlerdi. Dolayısıyla salgının ciddi ekonomik, politik, kültürel ve düşünsel sonuçları olacaktır.
Dünya kapitalist sistemi (zaten başka bir sistem yok) bir süredir yapısal bir dönüşümün sancılarını çekmekteydi. Bu dönüşümün sistemin klasik dönemsel krizlerinden farklı ve daha boyutlu bir olgu olduğunu düşünüyorum. 19. yüzyıl Avrupa endüstri devrimiyle veya en azından 20. yüzyılın başlarında emperyalizm olgusunun ortaya çıkışıyla karşılaştırılabilecek bir dönüşüm. Bu ikisinden farkı bu kez küresel çapta ve çok-merkezli yaşanması. Başta bilişim olmak üzere biyoteknoloji, nanoteknoloji gibi alanlardaki gelişmeler ve bunların bilimsel konular olmaktan çıkıp üretim ilişkilerinde başat rol almaları sistemin yapısını da değiştiriyor. Artık 30-40 yıl öncesinden farklı bir kapitalist sistem var; yani hakim üretim ilişkisinin niteliği değişiyor. Bu da her şeyi değiştiriyor: uluslararası ilişkileri, ulus olgusunu, savaşların niteliğini, devletlerin yapısını, toplumsal ilişkileri, sistem karşıtı hareketlerin niteliğini ve eylem biçimlerini… Marx’ın vurguladığı üretimin toplumsallığı ile mülkiyetin tekelciliği arasındaki çelişki inanılmaz boyutlarda artık. Dünyadaki en zengin 42 kişinin mal varlığının dünya nüfusunun % 50’sine tekabül eden 3,6 milyar insanla eşit olması, dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin küresel servetin % 82’sine sahip olması gibi absürt olguların nedeni bu. Bu dönüşümün başını çeken sektörlerin ihtiyaçları sistemdeki sancıyı da yaratıyor. Bu, sistem açısından bir “doğum sancısı” mıdır, yoksa “can çekişme” mi, bence bu sorunun yanıtı henüz belirsiz ve olasılıklı.
İşte koronavirüs salgını nispeten tedrici biçimde yaşanan bu dönüşümü inanılmaz biçimde hızlandıran ve tüm bileşenlerini tetikleyen bir faktör olarak gündeme ok gibi girdi.
Bir kere bu küresel çapta yayılım gösteren bir salgın (şaka yollu Marslı saldırısı veya göktaşı düşmesi gibi bir şey). Yerel veya bölgesel bir çözümü yok; çözüm küresel. “Çin’i (veya İtalya’yı, İran’ı) etkiliyor, bana ne” diyemezsin. İtalya’daki bir zaaf, Patagonya’da da salgına yol açabilir. “Çin baskıladı, sorunu çözdü” de diyemezsin; Hindistan’dan doğacak yeni bir dalga Çin’i tekrardan etkileyebilir. Nasıl ki küresel burjuvazi bir dünya otoritesine ihtiyaç duyuyor, bu salgının çözümü de böyle.
Başka bir örnek: Dünyadaki bütün siyasal iktidarların geleceklerini bu salgında verdikleri sınav belirleyecek. Salgın gelip geçtikten sonra çok ciddi politik sarsıntılar yaşanacağını düşünüyorum. İtalya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerin mevcut hükümetleri iktidarlarını koruyamayabilir. ABD’de başkanlık seçimini bu salgın sınavı belirleyecek. İran’da ani politik dönüşümler yaşanabilir. Türkiye keza… Çin’in dünya çapındaki pozisyonu yükselebilir.
Bazı sektörler hızla batıp bazıları yükselebilir; daha doğrusu sektörler yapı dönüşümüne zorlanabilir. Kısacası koronavirüs salgını zaten yaşanan süreci inanılmaz biçimde hızlandırmıştır. Hazırlıklı ve esnek olanlar ders çıkarıp uyum sağlayabilecek, olmayanlar ise hızla yok olacaklardır.
Geldi geçti, normale döneriz de diyemeyiz; çünkü artık böyle bir deneyimimiz var ve her an tekrar edebilir. Virüslerin evrimine hakim değiliz, ancak peşinden koşturabiliyoruz. Wuhan’daki bir “öncü savaşçı” dünya devriminin kıvılcımını çakamazdı; ama mutasyon geçiren bir virüs bu etkiyi yapabiliyor; hep birlikte gördük! Virüsler böyle canlılardır; bu gezegende 3,5 milyar yıldır varlar ve inanılmaz bir evrimleşme-türleşme yetisine sahipler. Onları yenemeyiz, onlara uyum sağlayabiliriz ancak. Zaten uyum sağlayarak evrim geçirebilmişiz; insan DNA’sının yüzde 45’i viral kökenlidir. Virüsler bizim yasalarımıza tabi değil, ama biz onlarınkine tabiyiz. Bu da aslında sorunun dünya, hatta insanlık çapında olduğunu gösterir.
Salgın aynı zamanda, var olan ekonomik-siyasi-toplumsal düzenin de sorgulanmasını beraberinde getiriyor. Bu tepkilerin güç vereceği düzen içi ideolojik-politik akımlar neler olabilir?
Virüs, liberalizmi, demokrasiciliği ezdi geçti. Bu salgına karşı ancak son derece sıkı tedbirler ve kamucu yaklaşımlarla mücadele edilebileceği anlaşıldı. Kimse virüse “bırakınız geçsin, bırakınız yapsın” diyemez. İngiltere hükümeti demeye kalktı, bir hafta içinde ağzının payını aldı. İtalya ve Fransa resmen çaresiz kaldı, teslim oldu. Başlarda Çin’i otoriterlikle eleştirenler bugün “keşke biz de…” diyorlar.
Bilim karşıtlığı veya bilim ile anti-bilimi eşitleyen anlayışlar, örneğin aşı karşıtlığı falan yerle bir oldu. Bugün yüz milyonlarca insan koronavirüse karşı bir aşı bulunsun diye dua ediyor. Bir aşı bulunsa, bunu yaptırmak istemeyeni yakalayıp zorla aşılarlar.
Peki, bu olumlu bir gelişme midir? Kendi başına olumlu veya olumsuz diyemeyiz. Ucu açık ve olasılıklı bir süreçtir bu. Despotik, otoriter ve aşırı merkeziyetçi rejimlere de yol verebilir; paylaşımcı, dayanışmacı, halk inisiyatifine dayalı, sosyalizan rejimlere de…
Bu krizin kamuculuğun, hatta sosyalizmin gerekliliğini kanıtladığı türden görüşlerin -eğer pratik alanda vücut bulmazsa- fazla bir değeri yok. Kamuculuk, emekçilerden yana sınıfsal bir müdahale gelmezse, otoriterliğe ve tekelciliğe dönüşebilir. Sosyalizm kendiliğinden gelmez; yapılırsa olur ancak…
Virüs şunu diyor: “Ben yapacağımı yaptım, liberalizmi yıktım, gerisi sınıfların bilek güreşine kalmış.”
ÜÇ OLASILIK GÜNDEMDE
Artan rahatsızlık ve tepkilerin sosyalist alternatife yönelmesi nasıl mümkün olabilir? Sosyalistlerin bu yeni dönemde temel tezleri, önermeleri ve iddiaları nasıl şekillenmeli?
Kâhinlik yapmadan bu soruya nasıl yanıt verilebilir, bilmiyorum. Deneyelim…
Günümüzün egemen uygarlık modelinin, bu modelin dayattığı yaşam tarzının, kısaca kapitalist sistemin, çok temel bazı insanlık sorunlarını (güvenlik, refah, eşitlik, özgürlük, kardeşlik vb.) çözme potansiyelini yitirdiği kuramsal düzlemde söylenegelir. Normal dönemlerde egemen sistem gerek zor gerekse rıza yöntemleriyle (teknolojik atılımlar, manipülasyon yöntemleri ve elbette din) bunun üstünü örtmeyi becerebilir. Ama büyük doğal afetler, sistemin bu zayıflığının ve kırılganlığının (potansiyel yitiminin) aniden su yüzüne çıktığı, deyim yerindeyse “kralın çıplak olduğunun” fark edildiği dönemlerdir.
Böyle dönemlerde (sadece virüs salgınını kastetmiyorum, bunu da kapsayan daha geniş süreci göz önüne alırsak) kabaca üç farklı olasılık gündeme gelebilir:
Birinci olasılık sistemin sahibi olan egemenlerin çözümüdür. İnsan-doğa çelişkisini kendilerini daha da “doğaüstüleştirerek”, emek-sermaye çelişkisini de insan emeğini gereksizleştirip yok ederek sermaye lehine çözme yolu. Örneğin son koronavirüs salgınında yüksek korunaklı sığınaklara, adalara çekilme, aşıyı sadece ABD için (elbette kastedilen Amerikan emekçileri değil) isteme türünden eğilimler bu yolun göstergeleridir. Eskisinden daha koyu bir egemenlik sistemi ve küresel bir faşizm demektir bu.
Diğer olasılık, çürümüş ve artık bir kabuk haline gelmiş egemenlerin (son temsilcisi küresel burjuvazi) kurtuluşçular tarafından alt edilmesi ve insanlığın tüm sömürü ve ezme biçimlerini tarihin çöplüğüne göndermesidir. Emek-sermaye çelişkisinin, sermayenin ortadan kaldırılması ve emeğin özgürleşmesi biçiminde çözülmesidir. Bu olasılık komünal yaşamın çok daha üst bir düzlemde hayata geçirilmesi anlamına gelir.
Elbette ciddi bir olasılık da mevcut uygarlık modelinin, sınıra gelmiş çelişkilerinin ne egemenler ne de kurtuluşçular tarafından çözülemeyerek çökmesi ve uzun süreli kaotik bir döneme girilmesidir. Tarihte yerel çapta da olsa örnekleri var: Batı Roma’nın çöküşü, Antik Çin’de “Savaşan Devletler Dönemi”, kısa süreli de olsa Anadolu’daki “Fetret Devri” gibi…
Gönlümüz ve aklımız insanlığın tüm ezme-ezilme biçimlerinden kurtuluşundan yana. Biz bu hedefin takipçileriyiz. Ama içinde yaşadığımız süreç bütün bu olasılıkları (veya bunların iç içe geçmiş versiyonlarını) da barındırıyor.
Bir dönüşüm dönemi yaşıyoruz. Koronavirüs salgını bu dönemin hızlandırılmış bir simülasyonunu gösterdi adeta. Sosyalistler ve emek örgütleri belki iktidarda değiller hatta oldukça zayıf durumdalar ama herkes gibi onlar da bu sınavın muhatabılar.
Herkesin bilimin eline baktığı, bilimsel düşünce ve yöntemin karizmasının yükseldiği, paylaşımcılığın ve kolektif tepki verme eğiliminin arttığı, çeşitli kapitalist rejimlerin çaresiz kaldığı dönemler, emek örgütleri için beklenmedik fırsatların da gündeme girebileceği dönemlerdir. Bu dönemin ruhunu kavrayabilirsek ve ona uygun politik-örgütsel-eylemsel taktikler geliştirebilirsek, neden olmasın…