Unutuyoruz, öyleyse varız: Geçmişi Kullanma Kılavuzu

Unutuyoruz, öyleyse varız: Geçmişi Kullanma Kılavuzu

“Kitap boyunca belleği tarihten ayrı bir kavram olarak kanıtlama girişimlerini sürdüren Traverso, bellek ile tarihin doğrudan birbiriyle çatışan iki olgu olmadığı uyarısını ise yapmayı eksik etmiyor. “Tarihle belleğin etkileşimi daha ziyade bir gerilim alanı yaratır ve tarih tam da bu alanın içinde yazılır.” diyerek aslında “tarihsel bilinç” diye adlandırılan olgunun oluşumuna dair bir formülasyonu da yapmış oluyor kitapta.”

Berat Çelikoğlu

İtalyan siyaset bilimci-tarihçi Enzo Traverso’nun “bellek” kavramını tarih ve siyaset bilimleriyle ilişkisi bağlamında ele aldığı kitabı “Geçmişi Kullanma Kılavuzu”, Işık Ergüden’in sade ve yormayan çevirisiyle ve İletişim Yayınları imzasıyla okurlarıyla buluştu.

Antonio Gramsci’nin “Tarih her zaman çağdaş, yani politiktir...” sözünü en başa yazarak etkili bir başlangıç yapan Traverso, kitabında çoğu zaman siyaset biliminin kömürlüklerinde unutulan, hatırlandığında ise genellikle tarihin bir eşanlamlısı olarak kullanılan “bellek” kavramını derinlemesine tartışıyor.

Belleğin, tarihin eşanlamlısı olmak bir yana dursun, çoğu zaman tarih-ötesi, tarih-içeren bir kavram olarak ele alınması gerektiğini savunan yazar, özellikle 20. yüzyılın “aşırılıklar çağı”nda sivrilen “politik” anlamlı belleğin, 21. yüzyıla da devreden birçok mirasının olduğunu öne sürüyor. Belleğin tanımı olarak bir arasözde “Şimdiki zaman içinde oluştuğu haliyle geçmişin kolektif temsilleri” cümlesini kuran yazar, bellek kavramına, geçmişe dair bugünde sürekli yeniden üretilen, geçmişe bugünden bakışı ve onu yeniden anlamlandırmayı içeren bir işlev yüklüyor. Kolektif temsillerden kasıt olarak insanlığın toplumsal davranışlarını; törenlerini, seremonilerini ve hatta politikalarını ileri sürerken, belleğin değerler, inançlar, semboller aracılığıyla “Batı’nın sivil dininin taşıyıcısı” haline gelmekte olduğunu iddia ederek oldukça farklı bir pencere açıyor bize.

20. yüzyılın Auschwitz toplama kampları, faşizm, nükleer bombalar gibi utanç verici gerçekleri ile birlikte tarihin yapılmasında yeni bir figür olarak “tanık”ın ortaya çıkışını, tarihçinin çalışma alanında ciddi bir sarsıntı olarak ele alan Traverso, tanıklığın tekil ve dolayısıyla genellenemez (nihayetinde öznel) oluşunun tarih yapımında geri döndürülemez belirli dönüşümlere yol açtığını söylüyor. Kitap boyunca belleğin bir inşa olduğu, yalnızca yaşanmışlığın değil, o yaşanmışlığın ileri bir gelecekte (bügünde) sürekli yeniden işlenerek ve düşünülerek üretildiği, ve hatta o yaşanmışlık ile birlikte başka eşgüdümlü yaşanmışlıklarla birlikte “filtre edildiği” sürekli vurgulanıyor.

“Tarih geçmişin olayları üzerine dışsal bir bakış varsayarken bellek anlatılan olgularla içsel bir ilişki kurar. Bellek geçmişi şimdiki zamanın içinde sürdürürken, tarih geçmişi, yaşanmış olanın öznel duyarlılığının taban tabana zıddında, kapalı, geride kalmış, rasyonel yordamlara göre örgütlenmiş bir zamansal düzen içinde sabitler. Bellek çağları katederken tarih bunları birbirinden ayırır.”

Kitap boyunca belleği tarihten ayrı bir kavram olarak kanıtlama girişimlerini sürdüren Traverso, bellek ile tarihin doğrudan birbiriyle çatışan iki olgu olmadığı uyarısını ise yapmayı eksik etmiyor. “Tarihle belleğin etkileşimi daha ziyade bir gerilim alanı yaratır ve tarih tam da bu alanın içinde yazılır.” diyerek aslında “tarihsel bilinç” diye adlandırılan olgunun oluşumuna dair bir formülasyonu da yapmış oluyor kitapta.

Güncel siyasette dünya çapında izlenen bir yol olarak “bellek siyaseti”ne genişçe yer ayıran Traverso, belleğin bir politik koza dönüştürülmesini kitap boyunca inceliyor. Saddam Hüseyin’in ve Bush’un zamanında muhalefetleri tarafından Hitler ile karşılaştırılmasını ya da siyasal İslam’ın Nazi fanatizmiyle özdeşleştirilmesini, geçmişten ders almanın ve politik ödevi yerine getirmenin gerekliliğini belleğe, politikleşmiş belleğe dayandırıyor.

Kitabın en ilginç örneklerinden birisi, unutmanın bellek ve tarih için rolüne dairdi: 1982 yılında Tel Aviv Üniversitesi Bilimler Tarihi Enstitüsü müdürü Yehuda Elkana, bir gazete yazısında İsraillilere soykırıma dair yaşananları unutmanın erdemlerinden söz ederek “Bizler, unutmalıyız. Geleceği inşa etmek gerekiyor, yoksa gece gündüz soykırımın mirasıyla, sembol ve seremonileriyle uğraşmamalıyız. Belleğin sultası hayatlarımızdan sökülüp çıkartılmalıdır.” diyor. Traverso’ya göre, bir yurttaşlık erdemi olarak unutmak, Yunanların MÖ 403 yılında uyguladığı uzlaşma politikasının ardından siyasette yeniden kendine yer buluyor.

Bir itiraz

Oldukça ilgi çekici ve zekice değerlendirmelerle dolu olan çalışmanın, belleğin kendisiyle birlikte bir sivil dini inşa ettiğine dair kısmında bazı itirazları not düşmek gerekiyor. Kitapta yazarın, modernizmin toplumsal yaşamı ritüeller, gelenekler, inançlar bağlamında radikal bir biçimde değiştirip dönüştürdüğüne dair iddiası elbette su götürmez bir gerçek. Bununla birlikte yazarın devrimlerin ve ulusal anmaların bir kutsamayı, mitselleştirmeyi ve dolayısıyla yeni bir dinsel inşayı beraberinde getirdiği yönünde bir iddiası var ki, bu oldukça zorlama bir tez gibi görünüyor. İnsanların ortak hüzünlerinin, sevinçlerinin ve zaferlerinin olması (devrimler, ulusal anmalar, doğal felaketler) ve insanların bu olaylara ortaklaşmış tepkiler vermesi, bu insanların her durumda bir çeşit ibadet ya da inanç biçimi sayılabilecek ritüellere başvurduğu anlamına gelmiyor. Politik ve sosyal bir varlık olarak insanın bu tip konulardaki “doğal” davranışlarının her durumda bir çeşit dinin yaratılmasına hizmet edeceğini savunmak, nihayetinde din olgusunun çıkar, statü ve ayrıcalıklar temelinde, beşeri biçimde inşa edilmiş olduğu gerçeğinin yadsınarak halihazırda “insan doğasının bir parçası” olduğunun kabul edilmesi zorunluluğunu da beraberinde getirecektir çünkü.

“... “Adalet”demişti, “bir kişinin suçlu mu masum mu olduğu sorusunu sorar. Ulusal bellek, kişisel olarak anımsanan ve birlikte hatırlanan anılar ile topluluğun ayakta kalmasını ve geleceğe uzanmasını sağlayan unutkanlıklar arasında var olan bir gerilimin sonucunda ortaya çıkar. Tarih ise bir bilgi ve aydınlatma girişimidir. Bu üç ayrı düzlem çakışabilir; nitekim insanlığa karşı işlenen suçların yargılandığı mahkemelerde olup biten de budur. ... Adaletin, belleğin ve tarihin yükleri birbirine denk olamaz.”

Bitirirken

Dünya çapında neofaşizmin yükseldiği ve kapitalizmin uzun krizinin halk isyanlarına sahne olduğu bu yıllarda belleğin politik bir koz ve inşa olarak işlevine dair ciddi çıkarsamalarda ve değerlendirmelerde bulunan Traverso, dünyanın birçok ülkesinde siyasette özellikle kendine yer bulan geçmişe atıfların sebeplerine dair zihin açıcı veriler sunuyor bize. Faşizm deneyimlerini yaşamış ülkelerde devletler eliyle faşizm geçmişinin unutturuluşunu, faşizm olgusunun sevimli kılıflar içine saklanmasını ve nihayetinde yeniden siyaset sahnesine çıkartılmasını çarpıcı örneklerle inceliyor. Geçmişi Kullanma Kılavuzu’nun dili olsaydı, “politik mücadele, nerede ve ne ile?” sorusuna şöyle bir cevap verirdi herhalde: “Bugünde ve dünde, bugünle ve dünle!”

KÜNYE: Geçmişi Kullanma Kılavuzu: Tarih, Bellek, Politika, Enzo Traverso, Çeviren Işık Ergüden, İletişim Yayınları, 2019, 136 sayfa

DAHA FAZLA