Türkiye’nin dört bir yanında Barış Günü eylemleri

Türkiye’nin dört bir yanında Barış Günü eylemleri

Toplumsal muhalefet güçleri, Türkiye’nin birçok kentinde 1 Eylül Dünya Barış Günü için meydanlara çıktı.

İleri Haber

Türkiye’nin farklı kentlerinde toplumsal muhalefet güçleri, 1 Eylül Dünya Barış Günü için meydanlara çıktı.

İZMİR

Gündoğdu Meydanı’nda bir araya gelen Emek ve Demokrasi Güçleri, düzenledikleri basın açıklamasıyla Türkiye’deki ırkçı saldırılara ve Ortadoğu’ya dönük emperyalist müdahalelerin yarattığı yıkıma dikkat çekerek şunları söyledi:

Bölgemiz çatışma ve yaratılan gerilimlerin başlıca odaklarından biri. Suriye ve Libya harabeye döndü. Karadeniz kıyıları, Ortadoğu ve Kafkasya ülkeleri, Akdeniz’in kritik bölgeleri emperyalist yığınak altında bulunuyor. Başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler ‘barışın tesisi’ iddiasıyla gittiği her yere savaş ve yıkım götürüyor. Özellikle Ortadoğu, bitmeyen bir savaşın nesnesi olarak emperyalizmin savaş laboratuarı olarak işlev görüyor.

ABD’nin yıllardır süren işgali ile yıktığı Afganistan’dan geriye, şimdi ABD ile anlaşarak iktidara yürüyen şeriatçı zorbalıktan başka bir şey kalmadı. Kadınlar başta olmak üzere, Taliban’ın şeriatçı zorbalığına ve her türlü siyasal gericiliğe hayır diyen insanların geleceği tümüyle yok edilmek isteniyor.

Son NATO ve G7 zirvesinde Çin’e karşı 2030’a kadar süreceği ifade edilen yeni bir “soğuk savaş” başlatıldı. Dünyanın en büyük savaş örgütü olan NATO Amerikan şefliğinde yeniden işler hale getiriliyor.

AKP iktidarı Yeni Osmanlıcı propaganda eşliğinde emperyalistlerin savaş senaryolarına ekleniyor, gerilim ve çatışmalardan yeni manevra alanları yaratmaya ve pay kapmaya çalışıyor. Suriye ve Afganistan başta olmak üzere yaşanan kitlesel göçlerin ve insani trajedinin sorumlusu emperyalist politikalar ve ateşe odun atmakta beis görmeyen AKP’nin dış politika anlayışıdır.

Halklara “ulusal çıkarlar” diye yutturulmak istenen savaş politikalarının işçi sınıfına ve ezilen halklara zerrece yararının olmadığının artık üstü örtülemiyor.

Süren savaşlar acı ve gözyaşı getirmekle kalmıyor, yaşamın her alanına sirayet ederek büyük ekonomik ve sosyal sorunlara da yol açıyor, devasa göçlere ve ekolojik yıkıma neden oluyor. Savaş, havalanmakta olan bir uçağın kanatlarına tutunarak kaçmaya çalışmak gibi acıtıcı, çaresiz ve ölümcül oluyor.

Emperyalist savaş politikalarının izdüşümü ülke içinde barışın önemini bir kat daha artırıyor. Tek adam yönetimi yapay kutuplaşmalarla ülkeyi gerilimlere sürüklerken Kürt sorununa ilişkin geleneksek inkâr çizgisini devam ettiriyor. Kayyum sistematiği ve kitlesel tutuklamalarla Kürt halkının iradesi yok sayılıyor. Taliban meşru görülürken 6 milyon insanın oy verdiği HDP terörist olarak hedefe konuyor. Siyasal cinayetler ve ırkçı saldırılar cumhur ittifakının kışkırtıcı kutuplaştırıcı politikaları ile desteklenirken halklar, tüm bu kışkırtmalarla ile savaşsız, çatışmasız bir ülkenin mümkün olmayacağına ikna edilmeye çalışılıyor. Oysaki Kürt sorununun kürdlerin kimliğiyle, diliyle, eşit hak ve özgürlükler temelinde çözülmesi demokrasi ve barışın birarada yaşamanın teminatı olduğu her geçen gün daha çok anlaşılıyor. Savaş ve yıkım politikaları kaybediyor. Kaybetmeye devam edecek.

Türkiye, OECD verilerine göre; 34 Avrupa ülkesi arasında gelir dağılımı eşitsizliğinin en yüksek olduğu ikinci ülke (birincisi Sırbistan). Öte yandan Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından açıklanan verilere göre, 2020’de silahlanmaya en fazla kaynak ayıran 16. ülke konumunda bulunuyor. Türkiye, NATO üyeleri arasında da ABD’den sonra milli gelirine göre silahlanmaya en fazla kaynak aktaran ikinci ülke.

AKP iktidarı; ABD ve NATO’nun planına bağlı olarak Afganistan’da arabuluculuk rolü üstlenmeye soyunarak; Taliban’la “bir farkımız yok” sözleriyle bu karanlık çeteye yeşil ışık yaktı. Erdoğan; ”Türkiye güçlü bir devlet olduğu için göçmen kabul ediyoruz daha da edeceğiz” diyerek ülkeyi batı emperyalizminin göçmen deposuna dönüştürürken, göçmenleri AB ile insanlık dışı bir pazarlığın metası haline getiriyor. Türkiye egemenleri Suriyeli, Afgan göçmenleri ucuz işgücü olarak sömürürken, diğer yandan yabancı düşmanlığı ile işçi sınıfının birliğini parçalamak için ırkçılığı körükleyip milliyetçilik üzerinden kitleleri yedeklemek istiyor.

Mülteciler emperyalistlerin ve işbirlikçisi devletlerin masasında pazarlık ve şantaj konusu yapılamaz. Olası göçlerde sınırlar, zulümden kaçan halka kapatılmamalı, savaş suçluları ayıklanmalı, geçişlerde kayıt altına alınarak mültecilere iltica ve üçüncü bir ülkeye geçme hakkı tanınmalıdır. Taliban hiçbir surette tanınmamalıdır.

Yeni Osmanlıcı yayılmacı emellerinden vazgeçilmeli, yurtta sulh cihanda sulh politikasına dönülmeli ve NATO’dan çıkılmalıdır.

Afganistan’daki Taliban zulmüyle karşı karşıya kalan kadınlarla, emekçilerle ve tüm ezilenlerle ve ülkemize göç etmek zorunda kalan mültecilerle dayanışma içinde olacağız. Laiklik, bağımsızlık, demokrasi ve barışı ülkemizde ve bölgemizde kazanmak için emperyalizmine ve işbirlikçisi dinci gericiliğe karşı halkların kardeşliği ve dayanışmasını savunarak mücadeleyi yükselteceğiz.

ANKARA

Gar Meydanı’nda bir araya gelerek eylem yapmak isteyen Ankara Emek ve Demokrasi Güçleri’ni ise polis engelledi. Polisin müdahalesi ardından KESK önünde bir açıklama yapan Emek ve Demokrasi Güçleri, “AKP’nin barış istemediğini bir kez daha gösterdiğini” dile getirerek, yapmak istedikleri Barış Mitingi’nin engellenme sürecini şöyle aktardı:

1 Eylül Dünya Barış Günü'nde savaşa karşı barışın, ırkçılığa karşı eşitliğin sesini yükseltmek için planladığımız mitingle ilgili gerekli başvuruyu üç hafta önce Ankara Valiliği’ne yaptık. Miting için talep ettiğimiz alan Tandoğan Meydanı, saat ise 17:00 - 20:00 arasıydı. Üç hafta boyunca talebimize yanıt vermeyen valilik, mitinge üç gün kala saat 15:00 - 17:00 arası dışında izin vermeyeceğini bildirdi. Hava sıcaklığının oldukça yüksek seyrettiği şu günlerde günün en sıcak ve çalışanların mesaide olduğu bir saat aralığının dayatılması, mitingin fiili olarak engellenmek istenmesinde başka bir anlam taşımıyor.

Öğrendik ki diğer illerde de aynı saat dayatılmış. Bu bize; valiliklerin inisiyatifiyle değil, “merkezi bir kararla” bu yıl 1 Eylül Dünya Barış Günü eylem ve etkinliklerinin engellenmek istendiğini açıkça gösteriyor. Yani AKP iktidarı barış istemediğini, savaştan yana tutum aldığını bir kez daha açıkça deklare ediyor.

Ankara Emek ve Demokrasi Güçleri olarak yaptığımız müzakerelerin sonuç vermemesi üzerine, bu dayatmayı reddederek bugün burada, 10 Ekim 2015’te barış talebiyle Ankara’da buluşan canlarımızın katledildiği Barış ve Demokrasi Meydanı'ndayız.

Bütün dünyayı ve özellikle de yaşadığımız coğrafyayı kasıp kavuran savaşlara, çatışmalara, zorunlu göç ve yerinden etmelere, gittikçe yükselen ırkçılığa, ekolojik yıkıma, hapishanelerdeki siyasi tutsaklara uygulanan baskı ve tecrite, içeride - dışarıda her türlü antidemokratik ve barış karşıtı politikalara karşı 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde yine alanlarda, omuz omuzayız.

ANTALYA

Attalos Meydanı’nda toplanan Antalya Emek ve Demokrasi Güçleri, düzenlediği basın açıklamasıyla dünyanın farklı yerlerinde yaşanan hak ihlallerine dikkat çekti.

Yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

1 Eylül Türkiye’de Dünya Barış Günü olarak kutlanıyor. Evet Barış'ın gününü kutlamak istiyoruz. Ama insan haklarının ayaklar altına alındığı bir ortamda ne yazık ki olmayan barışın gününü de kutlayamıyoruz. 2020 ve 2021 yılları pandemi bahanesiyle merkezi hükümetlerin otoriterleşerek  insan hakları ihlallerini yoğunlaştırdığı, ırkçılığı ve ayrımcılığı devlet politikası haline getirdiği, insan hayatını ve ekolojik bütünü hiçe saydığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde de, pandemiye rağmen dünyanın çeşitli yerlerindeki çatışmalar devam etti. 2020'de en az 39 ülke/ülkeler arası askeri silahlı çatışma meydana geldi. Bu çatışmaların başlamasından günümüze kadar milyonlarca insan hayatını kaybetti. Gıda ve sağlık hizmetine erişim mümkün olmadığı için, yüz milyonlar büyük bir insani felaketle yüzyüze kaldı. Afganistan,Yemen, Etiyopya-Sudan, Ermenistan - Azerbaycan çatışması, Myanmar, Suriye, Libya, Türkiye, insanlık dramı yaşanan, bu çatışma bölgelerinden ilk akla gelenlerdir. Savaş, saldırı veya devlet terörü nedeni ile 11 milyonu 2020 yılında olmak üzere; zorla yerlerinden edilmiş 82 milyon kişi, yaşam alanlarını terk etti, yeryüzünün her yerine dağıldı. Özellikle Türkiye, Yunanistan, Lübnan, Bangladeş, Kolombiya, Uganda'da çok ağır şartlar altında, mülteci olarak yaşama tutunmaya çalışmaktadırlar. İçinde bulunduğumuz yılda 1.240'ı mezarlık haline gelen Akdeniz'de olmak üzere, en az 2.600 mülteci göç yollarında can verdi. Yüzlerce mülteci, Van gölünün sularına gömüldü.

Yine içinde bulunduğumuz yılda İran'da 246 kişi, Mısır'da 107 kişi, ABD'de 5 kişi olmak üzere 483 kişi idam edildi. Çin'de ise idamın devlet sırrı sayılması nedeni ile tam olarak bilinememekle beraber 1.000 kişinin idam edildiği sanılmaktadır. Afrika’da Boko Haram ve Eş-Şebab gibi örgütlerin saldırılarında bu yıl içerisinde 494 kişi hayatını kaybetti.

Çatışma ve savaşların olduğu ülkelerin, ekonomik, sosyal ve siyasal olarak istikrarsızlaştırılmasında başat rol oynayan 'büyük' devletler ise, sınırlarına tel örgüler-duvarlar örüp asker yığmakta, kolluk kuvvetleriyle mültecilerin üzerine ateş ederek veya denize atarak, açıkça insanlık suçu işlemekten kaçınmamaktadırlar. Ya da Türkiye ile olduğu gibi, mülteciler kirli pazarlıkların konusu haline gelmektedir.

Bunun son yakıcı örneğini Afganistan'da yaşamaktayız; şimdiden yüzlerce ölü, onlarca infaz, göç yolunda binlerce insan, yaşam alanları ve tüm insani hakları ellerinden alınan yüzbinlerce kadın ve çocuk var. Bu vesileyle, tekrar  Dünya'yı Afganistan'da ki kadın, çocuk ve muhalifleri yalnız bırakmamaya ve sahip çıkmaya davet ediyoruz.

Son bir yılda Arakan Güçleri ile Myanmar ordusu arasında ve Azerbaycan ile Ermenistan arasında ateşkes sağlanması, Libya'da fiili bir ateşkesin devam etmesi gibi bazı olumlu gelişmeler olmakla birlikte, ne yazık ki bu ateşkes süreçleri çok kırılgan ve hassas durumdadırlar. Yine, nükleer savaş başlığı stoklarının düşmeye devam etmesi ve Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşmasının Ocak 2021'de yürürlüğe girmesi gibi olumlu gelişmeler olmakla birlikte, dünya üzerindeki nükleer tehdit hala devam etmektedir. Çin’in füze kapasitesini artırma kararı ve Türkiye’nin eğitim ve sağlık gibi alanlara çok az bütçe ayırmasına rağmen savaş sanayisini daha da büyütmesi ne yazık ki barıştan değil savaştan yana uygulamaların ciddi bir sorun oluşturmaya devam ettiğini göstermektedir.

Dünya üzerinde son iki yılda çatışmalarla bağlantılı can kayıpları azalmış görülse de, ülkemiz ve bölge başta olmak üzere, çatışmalara yol açan sorunlar, nihai bir barışa ve demokratik bir çözüme kavuşturulmamış olarak durmaktadır.

Türkiye’de de Kürt sorununun çözümsüzlüğünün yarattığı silahlı çatışma hali, hayatın tüm alanlarını etkilemektedir. Halen Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik kriz, Kürt sorununda yaşanan bu çatışmalı ortam göz ardı edilerek açıklanamaz. Devletin silahlı çatışma ve savaş halini sürdürmek için ülke içinde ve ülke dışında (Suriye, Irak ve Libya) yürüttüğü askeri faaliyetlerin ekonomik maliyeti oldukça yüksektir. Kürt sorunu çözülmediği için Türkiye’nin ülke içinde yürüttüğü askeri operasyonlar Suriye’ye ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimine kadar uzanmıştır. Bu çatışmalarda sivil can kayıplarının yanı sıra, orman tahribatı ve yangınların meydana geldiği ve çatışma bölgelerinde ekolojik felakete yol açtığı belirtilmektedir. En son acı örnek Dersim’de yaklaşık 2 haftadır devam eden orman yangınları olmuştur.

Türkiye’nin izlediği militarist savaş politikaları, ülkede Kürtlere ve mültecilere yönelik ırkçı iklimi beslemektedir. Konya’da, Ankara’da, Elmalı’da Kürtlere ve mültecilere yönelik ırkçı saldırı ve provokasyonlar bu gidişatın son acı örnekleridir.

Belli başlıklarla saydığımız bu savaş, küresel ısınma ve hak ihlâlleri, ülkemizi ve dünyamızı yaşanır olmaktan çıkarmaya doğru götürüyor olsa bile, umudumuzu kaybetmek istemiyoruz; önümüzdeki sürecin bütün insanlığın barış, insan hakları ve ekoloji bilincinin ve mücadelesinin büyüdüğü güçlü bir süreç olmasını umut ediyoruz.

Barışın inşası, insan hak ve özgürlüklerine ve eşitliğe dayalı demokratik toplumların inşası ile mümkündür. Yaşam hakkı en temel insan hakkıdır ve barış, yaşam hakkının temel güvencelerindendir.

Barışın sadece ülkeler arası ile sınırlı olmayıp, halklar ve bireyler arası; sokakta, kentte, doğada her alanda şiddetsiz bir dünya olduğu gerçeğiyle herkesi BM'ce nitelendiği şekli ile “kutsal barış hakkı”na ilişkin çözüm yollarını aramaya ve bunun mücadelesini vermeye davet ediyoruz.