Tüm vazgeçmelere övgü: Ben Bir Uçurum İncisiyim

Tüm vazgeçmelere övgü: Ben Bir Uçurum İncisiyim

On öyküden oluşan bu eser; mutlu ölümlerle, karanlık yalnızlıklarla, umulmadık sonları ve karakterlerin içine düştükleri çelişki ağlarıyla okuru dehşet içinde ama ayakta tutuyor.

Evrim Sayın

“Yalnızlıkta anlamını yitiren şeyler” aslında var olmuşlar mıdır gerçekte? Yalnızlık; kişinin kendine dönmesi, derine inmeye cesaret etmesi, derine – daha derine indikçe kaybolurken özgürleşmesi gibi geliyor bana biraz. Öze varmak mümkün mü bilmemekle birlikte bu çabayı, anlamın peşine düşme halini önemsiyorum. Aramak, yolda olmak demek çünkü; yolda olmaksa yaşamak demek en saf haliyle.

Şeyma Koç, çok kısa bir süre önce, yaşadığını anlamaya çalışan karakterlerin var ettiği ilk kitabını buluşturdu bizlerle. “Ben Bir Uçurum İncisiyim”, İthaki Yayınları etiketiyle kitaplıklarımızda artık. On öyküden oluşan bu eser; mutlu ölümlerle, karanlık yalnızlıklarla, umulmadık sonları ve karakterlerin içine düştükleri çelişki ağlarıyla okuru dehşet içinde ama ayakta tutuyor.

“Acı Bir Söz-cük-tür” adlı öyküyü okurken kapıya, kapılara, kapı eşiklerine korkarak ilerledim hep. Terledim. Başkalarının acılarına neredeyse her gün şahit olup, ateşin düştüğü yeri yaktığını bal gibi de biliyor olmamıza rağmen kendimizden başka herkesi ve her şeyi korumak zorunda kaldığımız bu ülkede, acının algılanışını sorguluyor yazar. Bazen sözün çok ötesinde konumlanıyor yaşanılanlar. Sözlerle anlatılamayacağı gibi sözcüklerle de sınanamayacağını deneyimliyoruz çoğu zaman. İfade olanaklarının tükendiği öyle özel ve zorlayıcı anlar var ki acıya gark eden kalbimiz ve ne olduğunu anlamaya çalışan zihnimiz çetin bir kavgaya tutuşuverir örneğin. Vücut kaskatı kesilir ve kendini kilitler, acil durum butonu devrededir artık. Şüphesiz, “Ölmek istemiyorum.” diyerek ölen bir kadının kapısının eşiğinde öylece dikilmek yerine onu öldüren tüm kapıları kırmak isteyecektir bu hikayenin okuru. Önce korkacak, belki titreyecek, terleyecek ama sonunda sözcükleri eylemleriyle süsleyecektir.

Koç’un, öykülerinde sıkça işlediği temalardan biri “gitmek”. Bu eylem öykülerde bir ihanet, ayıp, tarifi mümkün olmayan bir günah olarak yer bulmuyor kendine. Gitmek, tüm sadeliğiyle bir ihtiyaç, çözüm denemelerinden sadece biri olarak duruyor önümüzde. Ancak gitmenin bir ihtiyaç olarak anlaşılamaması şüphesi karakterlerin zihninde hep taze. Kişisel deneyimler, anlar, alışkanlıklar da eklenince zihin iyice bulanıyor. Koç, “Manolya Zamanı ve Ah Lola” adlı öyküsüyle tüm gitmelere selam durmuş gibi görünüyor. Gitmenin özgürleştiren yanıyla öldüren yanını çarpıştırarak silkeliyor okuru tüm hikayelerinde yaptığı gibi. Nick ve Lola adlı iki kuş, “zamanda bir ağrı hali” oluşturup hayatın içinde buna nasıl katlanabildiğimizi sorgulatıyor.

Vazgeçişe övgünün yanında gidememenin acısı ama bir yandan kalmanın imkansızlığı, “Akşam Güneşinin Külleri”nin kanayan yarası adeta. Yazar, kitabın son öyküsünde karakterin gitmelerin, vazgeçmelerin tarafında olduğunu söyletiyor ona. Bu, yazarın okuruyla arasında kurmak istediği bağı güçlendirdiği bir itiraf adeta. Vazgeçtikten sonra ardımızda bıraktıklarımıza tuttuğumuz yaslar, kabul edilmeye programlandığımız ve çoğu zaman bu hedef uğrunda kendimizden vazgeçtiğimiz zamanlar çok tanıdık öyküde. Belki de fazlaca uzatmadan yazarın kurduğu çelişki ifadelerinden biriyle tanımlamak gerekiyor bu durumu: “Berbat ve iyiydim.”

Karanlık gülümsemelerin, mutlu ölümlerin, coşkulu acıların ve biri olmama özgürlüğünün izinden gitmenin mümkün kılındığı bir ilk kitap Ben Bir Uçurum İncisiyim. Bizleri silkeleyip sarstığı ve iyi ki böyle yaptığı nicelerine…     

Künye: Ben Bir Uçurum İncisiyim, Şeyma Koç, İthaki Yayınları, 2019, 88 Sayfa.

DAHA FAZLA