TİP, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi'ni selamladı: 'Yaşasın işçi sınıfının eşitlik ve özgürlük mücadelesi!'

TİP, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi'ni selamladı: 'Yaşasın işçi sınıfının eşitlik ve özgürlük mücadelesi!'

TİP, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi'nin 49. yıl dönümünde bir mesaj yayınladı. Mesajda "Yaşasın işçi sınıfının eşitlik ve özgürlük mücadelesi!" denilerek, direniş selamlandı.

İleri Haber

Türkiye İşçi Partisi (TİP); 15-16 Haziran Direnişi’nin yıl dönümünde bir mesaj yayınladı. Mesajda, büyük işçi direnişi selamlandı.

TİP’in sosyal medya hesaplarından yayınlanan mesajda şu ifadelere yer verildi:

“Türkiye işçi sınıfının şanlı direnişi 15-16 Haziran'ı selamlıyoruz. Yaşasın işçi sınıfının eşitlik ve özgürlük mücadelesi!"

15-16 HAZİRAN 1970'TE NE OLDU?

“İki uzun gün” geliyorum diyen bir hareketin tepe noktasıydı. Şiirlerde “serpilip gelişen” olarak bahsedilen Türkiye işçi sınıfı uzun yıllar biriktirdiği öfkeyi 60’lı yılların genel siyasal atmosferi içinde dışarı vurmaya başlamıştı. “47 sendikacılığı” olarak bilinen mücadeleci ve işçi sınıfı ideolojisi ile temas eden bir sendikacı kuşağının Türk-İş’in  partiler üstü “Amerikan tipi sendikacılık” anlayışı ile hesaplaşabilmesini sağlayan bu siyasal atmosfer, Paşabahçe grevinin ardından Türk-İş içinde yarılmayı da başlatmıştı.

İŞÇİ SINIFI GÜÇ BİRİKTİRİYOR

1966 yılında başlayan Paşabahçe grevi Amerikan tipi sendikacılık ile mücadeleci bir sendikacılık arasındaki ayrımı da gözler önüne sermişti. Türk-İş yönetimi bu greve destek veren sendikaları konfederasyondan uzaklaştırırken, bu grevi destekleyen sendikalar arasında Sendikalar Arası Dayanışma Anlaşması (SADA) imzalanmıştı. Bu anlaşma bir anlamda DİSK’in de kuruluşunu müjdeliyordu.

13 Şubat 1967’de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kurulurken, DİSK’in kuruluşu ile birlikte Türkiye işçi sınıfı hareketi yeni bir döneme girdğinin işaretini veriyordu. İşçiler öğrencilerden öğrenirken, fabrika işgalleri gündeme geliyordu. Sınıf sendikacılığı anlayışı giderek yaygın kabul görürken, bu büyümenin önüne dönemin iktidarı Adalet Partisi DİSK’in fiiliyatta kapatılmasını öngören yeni bir sendikalar kanunu ile karşılık verdi.

274 ve 275 sayılı kanunların değiştirilmesi istemiyle verilen yasa teklifinde en dikkat çekici yan bir sendikanın faaliyet göstermesi için bütün işkollarındaki işçilerin en az 3’te 1’ini örgütlemiş olması zorunluluğu getiriliyordu. Böylece DİSK’e bağlı sendikalar ve DİSK bu barajın altında bırakılarak faaliyetlerine son verilmesi amaçlanıyordu. Ayrıca işçilerin mevcut sendikalarını değiştirmelerinin önüne de zorluk çıkartılıyordu.

BAŞLANGIÇ NOKTASI: 14 HAZİRAN TOPLANTISI

Bu yasa taslağı meclisteki partilerin işbirliği ile geçerken, yasaya yalnızca TİP milletvekilleri ve diğer partilerden bazı işçi kökenli milletvekilleri itiraz etti. Yasanın 11 Haziran günü Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasının ardından, DİSK 14 Haziran’da 800 kişilik bir toplantı gerçekleştirdi. Bu toplantıda bir Uyarı Komitesi kurulması ve ayrıca DİSK’in 17 Haziran günü Taksim’de bir miting yapması planlanmıştı.

Ancak 15 Haziran Pazartesi günü işçiler işbaşı yaptığında olaylar da başlamış oldu. İşçiler önce üretime geçmeyerek, daha sonra da çeşitli fabrikaların önünde toplanarak yürüyüşe geçtiler. İstanbul’u dört koldan saran yürüyüşler birbiriyle birleştikçe güç kazandı, büyüdü ve kentin gerçek sahibi haline geldi.

İlk günkü eylemlere 75 binden fazla işçi katılırken, sadece DİSK’e bağlı işçiler değil, aynı zamanda Türk-İş’e bağlı işçiler de eyleme katıldı. İkinci gün daha büyük yürüyüş kolları İstanbul’u sardı. İki taraftan gelen işçilerin birleşmemesi için köprüler kaldırılırken, 60 günlük sıkıyönetim ilan edildi.

İşçilerin önüne kurulan barikatlar tek tek aşıldı. İki gün boyunca yer yer çıkan çatışmalarda 3 işçi hayatını yitirdi. Bu 3 işçi Vinleks, Mutlu Akü ve Cevizli Tekel fabrikalarında çalışıyordu.

15-16 Haziran eylemlerinin ardından çıkartılan yasa geri çekilmek zorunda kalındı. Buna karşın DİSK yöneticileri sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı ve eyleme katılan binlerce öncü işçi işten atıldı. Buna karşın eylemler “Türkiye’de işçi sınıfı var mı yok mu?” tartışmalarını bitirirken, kendiliğinden gelişen eylemlerin gücü ve sınırları da görülmüş oldu.