Taşradan metropole kadın olma sanatı

Taşradan metropole kadın olma sanatı

Dostluğun, yol arkadaşı olmanın ve daha da güzeli sevdiğine duyulan tarifsiz şefkatin işlenmesi ise Doris’in anlatımıyla bir şölene dönüşüyor. “Yalancı İpek Kız” eğrisiyle doğrusuyla tüm hislerin işlendiği bir romandır. Aşk vardır, acı da; dayanışma vardır, bencillik de; şöhret olma özlemi vardır, düşüş de; hırs vardır, kabullenme de…

Şilan GEÇGEL

Almanya’da 1933 yılının Ocak ayında Nazilerin iktidara gelmesinden sonra Adolf Hitler özel yetkilerle donatıldı. Ve o tarihten itibaren Alman halkının düşüncelerini biçimlendirmek üzere harekete geçildi. İktidarın alınmasından kısa bir süre sonra Propaganda Bakanı Joseph Goebbels, ülkede yaşayan Yahudilerin ayrımcılığa tâbi tutulacağının ilk sinyallerini veriyordu:

Bir zamanlar basında, tiyatro ve sinemada bizim göreneklerimize yabancı olan Yahudi aydınlar ortalıkta cirit atıyordu. Bugün bunlar kamu sahnesinden silip süpürülmüşlerdir. Ve onların yerine, şimdi yeniden baş gösteren Alman düşünce yaşamının kültür filizleri yeşermektedir.”

Propaganda Bakanı’nın açıklamaları sonrası üniversiteler de karışmış, bir nefret ve intikam politikası devreye sokulmuştu.

Alman Yüksekokul Öğrencileri Birliği 1933 Nisan’ında, “Devlet ele geçirilmiştir ama yüksekokullar değil” sloganını kullandı.

Kimdi bu Alman olmayanlar? Nazilere karşı mücadele eden; bazı sosyalistler, pasifistler ve elbette Yahudi yazarlar.

Bahsi geçen Öğrenci Birliği, o tarihten itibaren “Alman Olmayan Düşüncelere Karşı Faaliyetler” adı altında bir dizi etkinlik düzenlemeye başladı. Döneminin en büyük etkinliği ise 10 Mayıs 1933’te kitap yakma faaliyeti oldu. Nazi yönetimi bu etkinliklerin düzenlenmesine katılmıyordu, bunları yüksekokul öğrencileri planlıyor ve uyguluyordu.

Nihayetinde yüzlerce kitap dönemin Nazi yanlısı öğrencileri tarafından kalabalık meydanlarda ‘coşkuyla’ yakıldı…

***

Modern kadının hayatını anlatan, şehir edebiyatının en önemli ve ilk eserlerinden biri olan “Yalancı İpek Kız” romanı yazar Irmgard Keun tarafından kaleme alındı ve geçtiğimiz aylarda Nilay Kaya çevirisiyle İletişim Yayınları’ndan çıkarak, okuyucuyla buluştu.

1905 yılında Berlin’de doğan Irmgard Keun sekiz yaşındayken ailesiyle Köln’e taşındı. Weimar Dönemi’nin ilk yıllarını bir orta sınıf ailede, halinden memnun geçirdi. Ailesinin teşvikiyle liseyi bitirdikten sonra daktilo ve stenografi eğitimi aldı.

Daha sonra ise tiyatroya merak salarak, hayallerinin peşine takılarak oyunculuk okuluna yazıldı. 1925-1927 yılları arasında bu okula devam eden Keun, 1929 yılında Berlin’e taşınarak orada ilk romanlarını kaleme almaya başladı.

Yazar ilk romanı “Gilgi- İçimizden Biri”ni henüz 26 yaşındayken yazmış ve kısa zamanda büyük bir üne kavuşmuştu.

İrmgard Keun, Weimar Dönemi’nin Berlin’inde özellikle öne çıkan kadın imgesi üzerine odaklandı. Kişisel olarak; yeni bir dünyada –yeni ve özgür kadın-, feminizm, kadının toplumsal yeri ve Yeni Kadın Hareketi’nin yaratılması meselelerine büyük ilgi duydu.

Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi’nden hemen önceki Berlin’den kadın tasvirleri; yazarın kaleminin gelişmesinde de pozitif etki yarattı. Kadınların yeni ve özgür bir hareket dalgası yaratması, kısacık kesilen saçları, toplumsal ve siyasal alanda belirgin olma gayretleri Keun için hem kişisel motivasyon, hem de romanlarında kadınların bir adım öne çıkmasını önceleyen edebi üretimlere dönüştü.

Keun'a göre tiyatro, sinema, edebiyat ve çok kültürlülüğün cenneti olan Berlin’in, Nazi Almanya’sıyla birlikte değiştirilmesi, dönüştürülmesi gerçeği kişisel hayatında birçok bedeli ödemesine de sebep olmuştur.

Hiçbir zaman Nazi yanlısı olmayan, hatta bizzat Naziler tarafından kitapları yakılan yazar Keun’un, Nazi yanlısı ilk eşinden boşanması, kitaplarının yakılmasını mazeret göstererek Nazilere dava açarak direnmeye çalışması ve sonrasında gelen sürgün hayatı kalemini de keskinleştirmiştir.

Dönemin kaynakları incelendiğinde Naziler tarafından Keun’un kaleminin yeterince Alman olmaması ve Keun’un kitaplarının “asfalt edebiyatı” olarak nitelendirilmesi hedef gösterilmesinin temel gerekçelerindendir.

Kitabın arka kapağında Maria Tatar bu durumu şöyle ifade etmektedir:

Nazi sansür heyetlerini kızdıran şey romanın çarpıcı gerçekliği değil, insanlığın ortak olduğuna dair verdiği mesaj olmuştur”

Yazar Keun’un “Yalancı İpek Kız” romanının konusu, yukarıdaki bilgileri bilen okur açısından tanıdık gelecektir. Yazar Keun belli ki kendi kişisel hayatından hareketle romanında bizleri 18 yaşındaki Doris’le tanıştırıyor.

Kendi döneminde popüler edebi bir tarz olan üçüncü kişi ağzından olay anlatıcılığının aksine “Yalancı İpek Kız” romanı, bizzat Doris tarafından ben diliyle anlatılıyor. Birinci kişi ağzının kullanıldığı ve günlük türünü hatırlatan bu romanımızda olaylar ve durumlar Doris’in etrafında dönerken bir genç kadın olarak Doris duygusal gelgitlerini, fikirlerini ve hayallerini anlatırken bize betimlemenin, benzetme ve abartı sanatının inceliklerini gösteriyor.

Kendi bedeninin, güzelliğinin, arzularının farkında olan Doris; düzenin bekası için çalıştığı 9-6 çalıştığı ofisinden ayrılıp, hayallerinin peşinde Berlin’e gidiyor. Bu açıdan yazarın gençliği, hayalleri ve belki de kendi hikayesi romanda Doris’e yol arkadaşlığı ediyor.

Keun’un Yeni Kadın Hareketi çerçevesinde şekillenen fikirleri Doris’in patavatsız ve içten ifadeleriyle gelişigüzel yerleşiyor romana.

Taşranın ‘sessizliğinden’ kaçıp, bir yıldız olmak için Berlin’e giden Doris, orada görkem, ışık, parıltı değil tam aksine çığlıklar arasında derin bir sessizliğe tanık oluyor.

Hayalini kurduğu Berlin’de başarılı olmak için üstündeki kürkü, yalancı ipek elbiseleri ve fiziki özelliklerini öne çıkararak var olma savaşımı vermesi ise Doris’i acı gerçeklerle yüzleştiriyor.

Çalıştığı tiyatroda yaptığı küçük usulsüzlükler, hak etmediği bir başarıyı büyük bir keyifle göğüslemesi ve bu anları anlatırken insanın olanca bencilliğinin Doris’te vücut buluyor olması enfes bir şekilde işleniyor.

Daha kitabın başında, “… bu bir ‘günlük’ gibi sıkıcı olmayacak; bir yıldızın film gibi hayatını sizlere anlatacağım”, diyerek kalemi eline alan sevgili Doris, ne yazık ki kitabın sonunu aynı özgüvenle bitiremiyor… Tuhaf olan ise başarı için her yolu mübah gören Doris’in sık sık kendiyle dalga geçen, yaptıklarının hayallerine onu yaklaştırmak için olduğuna doğallıkla inanan tavrı, okurun bu genç kadına çoğunlukla sempatiyle bakmasını mümkün kılması.

Aşık olduğu erkeğin, başka bir kadına aşık olması ve Doris’in başka bir kadın için acı çeken bir erkeğin yaralarını kendi sevgisiyle kapatmaya çalışması ise ince bir sızı olarak romanımızın bir başka motifini belirleyecek…

Çok karanlıktı-elimi tutmayacak mı? Elimi ona yaklaştırıyorum-ama tutmuyor-saçının kokusunu alıyorum-nerede bu şarapnel yarası? Bu sinema mı yoksa aşk mı? Gemicilerin aşkıdır bu… Karşılığının parayla ödeyebilecek olsaydım, saçına bir kez dokunmak için kürkümü satardım’

Dostluğun, yol arkadaşı olmanın ve daha da güzeli sevdiğine duyulan tarifsiz şefkatin işlenmesi ise Doris’in anlatımıyla bir şölene dönüşüyor. “Yalancı İpek Kız” eğrisiyle doğrusuyla tüm hislerin işlendiği bir romandır. Aşk vardır, acı da; dayanışma vardır, bencillik de; şöhret olma özlemi vardır, düşüş de; hırs vardır, kabullenme de…

Yazar Keun, okuru -Doris’le birlikte- hissetmenin dahası ‘hissettiğini kabul etmenin’ erdemine davet ediyor.

KÜNYE: Yalancı İpek Kız, Irmgard Keun, Çeviren: Nilay Kaya, İletişim Yayıncılık. 2018, 166 sayfa.

 

DAHA FAZLA