“Tarihsel materyalizm insana dair hiçbir konuyu dışarıda bırakamaz”

“Tarihsel materyalizm insana dair hiçbir konuyu dışarıda bırakamaz”

Historical Materialism Konferansı hakkında Ali Yalçın Göymen ile konuştuk.

Uraz Aydın

15-17 Nisan 2022 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşecek olan Historical Materialism (Tarihsel Maddecilik) Konferansı hakkında Ali Yalçın Göymen ile söyleştik. KHK’lı bir akademisyen olan Göymen Praksis dergisi yayın kurulu üyesi; Devrim Fikri Üzerine adlı bir kitabı ve En Uzak Sahilin Kıyısında Yeni Bir Yaşam Kurabilir miyiz? başlıklı bir derlemesi bulunuyor.

Bu yıl Türkiye’de ilk kez Historical Materialism (HM) konferansı düzenleniyor. Öncelikle bize İngiltere’de yıllardır yapılan ve Marksist teoriyi merkezine alan bu konferanstan, amaçlarından ve uluslararası alana yayılışından söz eder misin? Ama başlarken de kısaca okurlarımız için kendini tanıtabilir misin?

Barış imzası nedeniyle üniversiteden uzaklaştırılmış, bilimsel bilginin devrimci niteliğine ve örgütlü mücadeleye inanan bir akademisyen eskisiyim. Çalışmalarım ağırlıklı olarak siyaset teorisinin, bunun bir özgün parçası olarak Marksist düşüncenin ve bu düşüncenin içerdiği dönüştürücü potansiyelin incelenmesini konu ediniyor.

Historical Materialism konferans dizisinin kökenleri de benzer kaygıları taşıyan insanların 1997 yılında Londra’da kurmuş oldukları aynı ismi taşıyan akademik dergiye dayanıyor. Dergi, bizim akademide de fetiş halini almış olan indekslenme hususunda, en üst seviyede indekslerden birinde yer almanın avantajına sahip. Bu seviyede yer alan açıkça Marksist olma niteliğine sahip tek diğer derginin efsanevi Science and Society olduğunu hatırlatayım.

Bu avantajın da yardımıyla, Historical Materialism (HM) dergisinin zamanla yalnızca akademik makalelere yer veren bir yayın olmaktan çıkıp blog, kitap serisi ve konferanslar gibi bir dizi etkinlik aracılığıyla tarihsel materyalizmin gelişimine siyasi anlamda da katkı sunmayı amaçladığını söylemek mümkün sanıyorum.

Konferans serisinin hikayesi de derginin her yıl Londra’da konferans düzenler hale gelmesiyle yazılmaya başlıyor. Pandemi öncesinde, 2019 yılında bunların 17’ncisi düzenlendi. Son iki yılda ise bu yıllık konferanslar çevrimiçi platforma taşınmak durumunda kaldı. 2000’lerin ortasından beri Londra’daki yıllık konferanslara bölgesel konferanslar eklenmeye başlandı. Kuzey Amerika’dan başlayarak Avrupa ve Doğu Asya’ya uzanan bir silsilenin geliştiğini görebiliyoruz. Son 10 yılı aşkın bir sürede Toronto, New York, Barcelona, Atina, Beyrut, Delhi ve Sydney gibi şehirlerde bu konferanslar düzenlendi. Türkiye’den birçok entelektüel de buralarda yer aldılar. Sunuşlar yapıp, paneller düzenlediler.

Esasında HM Türkiye’de iki yıl önce yapılacaktı yanılmıyorsam fakat pandemi krizi nedeniyle ertelemek durumunda kaldınız. HM’yi Türkiye’de düzenleme fikri nasıl oluştu, kim kiminle irtibat kurdu, sen nasıl bu sorumluluğu üstlendin ve senin dışında kimler görev alıyor? İstersen bu noktadan devam edelim.

Aslında bu bizim üçüncü girişimimiz. HM Türkiye macerasının 2016 yılının sonlarında başladığını söyleyebiliriz. Aralık ayında, HM dergisinin editörler kurulunda yer alan Paul Reynolds Praksis’in ve başka derneklerin davetiyle konuşma yapmak üzere İstanbul’a gelmişti. Ben de 2016 Kasım’ında Londra’daki HM toplantısına katılmış ve yine o dönemde Praksis’in yayın kuruluna dahil olmuştum. Bu iki gelişmenin motivasyonuyla Paul’un konuşmasını dinlemeye gittim, sonrasında da hem söyledikleri hem de Londra’daki kongre hakkında sohbet etme şansımız oldu. Ardından birkaç gün sonra uzunca bir sohbet yapmak üzere sözleştik. Bu konuşmaya giderken Türkiye’de bir HM konferansı düzenleme konusunda kendisine teklifte bulunma fırsatı bulabilir miyim diye düşünürken konuyu sağ olsun Paul benden önce açtı. Bölgesel anlamda Atina ile sırayla düzenlenecek bir konferans serisini düzenlemekle ilgilenip ilgilenmeyeceğimizi sordu. Hemen ardından kendimizi konferans takvimini ve konferans bütçesini oluşturacak kalemleri planlarken bulduk. HM dergisinin 2 temel ön koşulu vardı: konferansın dar bir çevrenin etkinliği olarak biçimlendirilmemesi ve tarihsel materyalizmin farklı okumalarını yapan kişilere açık olunması. Konuyu hızlıca Praksis yayın kurulunun gündemine taşıdık. Editörümüz Fuat Özdinç, Ecehan Balta ve Aylin Topal da destekleyince konferansı düzenlemek üzere olumlu yönde bir karar aldık. O dönemde akademiye yapılmaya başlanan saldırılar nedeniyle ufaktan sahip olduğumuz tedirginlik yaklaşık 2 ay sonra hayatlarımızı şekillendiren bir tecrübeye dönüştü ve üniversitelere çok büyük bir darbe indirilmiş oldu. Zaten senle ikimiz de buradan payımıza düşeni aldık…

Paul Reynolds’la ilişkiyi o zamandan beri canlı tuttuk. Bu ilk hayal kırıklığı döneminde de sonraki girişimizde de hep en yapıcı ve yüreklendirici çıkışlar ondan geldi ve geliyor. 2019 yılında yaza doğru tekrar konferans olasılığı üzerine düşünmeye başladık. Bu dönemde yukarıda andığım isimler dışında organizasyon komitesine Ezgi Doğru ve Galip Hoca (Yalman) katıldı. Bu Ankara ağırlıklı düzenleme komitesine Cihan Özpınar’ı ve Kıvanç Yiğit Mısırlı’yı dahil ettik. Kurumlar açısından da çoğulluğu önemsediğimiz için Mülkiyeliler Birliği ve Sosyal Araştırmalar Vakfı ile ilişki kurduk. İlkini temsilen Celil Kaya ve Metin Bayrak, ikincisini temsilen de Özgür Narin aramıza katıldı. Konferansı yapılandırırken Saygun Gökarıksel de bize ciddi bir katkı veriyordu. Kendisinden organizasyon komitesinde yer almasını istedik. İşler oldukça yolunda gitti, Galip Hoca’nın ve özellikle Aylin Topal’ın girişimiyle ODTÜ İİBF’yi konferans alanı olarak belirledik. Ancak konferansa sadece 15 gün kala pandemi ilan edildi ve kabul ettiğimiz tüm katılımcılara etkinliğin iptal edildiğini bildiren bir mesaj yollayarak süreci noktalanırdık.

2021 Sonbaharına doğru yeniden bir girişimde bulunulması yönünde irade belirdi. Birkaç arkadaşımız yoğunlukları nedeniyle komite içinde olmadılar. Onların yerine Cemil Yıldızcan aramıza katıldı ve Kadıköy Belediyesi ile ilişki kurulmasını ve yürütülmesini üstlendi. Konferans mekânının ayarlanması ve organize edilmesi konusunda mucizevi bir destek sunan Özgür Orhangazi’yi kazandık. Deniz Parlak aramıza katıldı. Son olarak da Praksis’teki editöryal nöbet değişimini takiben Ali Rıza Güngen arkadaşımız aramızda yer aldı. Tıpkı bir önceki girişimimizde olduğu gibi, bu sefer de ortak karar alma mekanizmasını işleterek ve yapılması gereken bir iş olduğunda gönüllülük esasına göre sorumluluk üstlenerek organizasyon sürecini yürüttük.

Biraz da konferansın içeriğinden söz edelim. Programın bütününü internetten görebiliyoruz ama senden de dinleyelim. Konferansın genel başlığı “Sistemik Kırılganlıklar ve Karşı-Stratejiler”.  Başlığa nasıl karar verdiniz, sunumlarda hangi temalar öne çıkıyor, genel bir tasnif yapma imkânın olur mu?

Tabii. Başlık aslında küresel konjonktürdeki değişimin ruhunu yansıtıyor. 2020’de tasarlanan HM Ankara konferansının başlığı Otoriteryanizmlerin Yükselişi ve Direnişin Gündemi idi. Trumpizmin yükselişi ve diğer coğrafyalardaki sağ-popülist rejimlerin birbirlerinden öğrenerek ve birbirlerini besleyerek gösterdikleri yükseliş dönemine ait bir adlandırmaydı. Söz konusu yükselişe rağmen direniş mefhumunu başlığa taşımayı hedefledik. Bu son dönemde ise aynı başlığın küresel kapitalizme dair durumu tam olarak yansıtmadığını hissettik. Artık Trump rejiminin seçim kaybedebildiği, ancak Almanya gibi merkez kapitalist ülkelerde iktidara gelen “demokrat” iktidarların bir alternatif sunamadığı bir konjonktürde olduğumuzu düşündük. Bu nedenle aklımıza sistematik kırılganlık mefhumu geldi. Cihan’ın önerisiyle de direniş yerine karşı-stratejileri tartışmaya açmanın zamanının geldiğini düşündük.

Bu genel başlık altında otoriterleşme, ekoloji, Doğu Avrupa, İslam ve strateji alt başlıklarına dair paneller ortaya çıktı. Tüm bu genel başlık ve altbaşlıklar dahilinde, konferansımızda 40 tane paralel panel, 3 tane de gün sonlarında düzenleyeceğimiz kapanış panelleri yer alacak. Bu panellerde sırasıyla 134 ve 10 adet tebliğ sunulacak. Sonuç olarak, 62’si yabancı 176 panelistin ve bunlara ek olarak organizasyonda görev alan kişilerin, oturumları modere etmeleri için davet ettiğimiz arkadaşlarımızın ve dinleyici olarak katılanların hazırda olduğu bir ortam yaratacağımızı düşünüyoruz.

Peki dışarda bırakmayı tercih ettiğiniz temalar veya kabul etmediğiniz sunumlar oldu mu?

Tema olarak dışarıda bırakmak istediğimiz bir husus olmadı; hatta çağrı metninde, başta teorik meseleler olmak üzere, konferansın başlığının öne çıkardığı konular dışında kalan meselelerin tarihsel materyalizm çerçevesinde incelendiği tebliğleri de beklediğimizi nasıl vurgulayacağımıza ilişkin kısa ama hararetli bir tartışma yaptığımızı hatırlıyorum. Neticede tarihsel materyalizm başlığını taşıyan bir konferansın insana dair olan hiçbir konuyu dışarıda bırakmaması gerektiği konusunda anlaştık.

Belirli miktarda kabul edemediğimiz sunum oldu. Bunların küçük bir kısmı konferansın dünya görüşü bağlamında kendisini konumlandırdığı yeri tam olarak anlayamamış sunum önerileriydi. Geriye kalanlar içinde de sunum özetlerinin niteliği ya da konu ile bağının netliği konusunda yeteri kadar açık olduğunu düşünmediğimiz öneriler yer aldı.

Bu arada konferansta sunumlar İngilizce yapılacak ve galiba dünyadaki tüm HM konferansları da İngilizce yapılıyor. Bu nasıl gerekçelendiriliyor?

Evet, bu konu da en başından beri HM’in net biçimde sunmuş olduğu koşullardan birisi. Muhtemelen derginin dilinin yalnızca İngilizce olması ile alakalı bir tutum. Söylediğin gibi katı bir biçimde tüm konferanslarda uygulanıyor.

Biz bu durumun ülkedeki Marksist birikimin konferansa yansımasını belirli bir ölçüde engellediğinin farkındayız. Elimizden geldiği kadarıyla, konferans çağrısını çevremizle paylaşırken bunun katılımcıların İngilizce becerilerini yarıştıracakları bir etkinlik olmayacağını, önemli olanın bu ülkenin entelektüellerinin tarihsel materyalist dünya görüşü çerçevesinde kapitalizmin sistematik kırılganlıkları ve olası karşı stratejiler hakkındaki araştırmalarını/fikirlerini yansıtmak olduğunu duyurduk.

Bunun yanında bizim konferansa özgü şöyle bir farklılık yaratabildik; diğer HM konferanslarında dinleyici olarak katılmak isteyenlerden de belirli bir ücret alınıyor. Bu tabii bir tür kâr elde etme amacıyla sergilenen bir tavır değil. Hayatın özellikle Batılı ülkelerde bize göre hala daha fazla oranda parasallaşmış olması ile alakalı. Biz ise bu uygulamayı, emek mücadelesi içerisinde yer alan ve herhangi bir geliri olmayan kişilerin ve öğrenci arkadaşlarımızın konferansı ücret ödemeden takip edebilecekleri kararını alarak genişletmiş durumdayız.

Seninle bundan önce yaptığımız söyleşi pandeminin tam göbeğinde, ilk kapanma döneminin ardından gerçekleşmişti. O dönemki koşullar ve ruh halimizle birlikte, izolasyonla gelen toplumsal alandaki yabancılaşma üzerine durmuştuk ve özellikle yaşanan ölümlerle birlikte insanlık bakımından “finitüd”, “sonluluk” algısının pekiştiğini vurgulamıştın. İki yıl sonra, pandemiyi henüz atlatmış sayılmayız, belki de kanıksadık. Ama şimdi de bir savaş gerçekliğiyle ve hatta nükleer saldırıların da dışlanmadığı bir dünya savaşını tetikleme ihtimali olan bir uluslararası siyasal süreçle karşı karşıya geldik. Umarız ki böyle bir noktaya varılmaz elbette. Ama herhalde bu sonluluk algımız bundan böyle sürekli derinleşecek gibi. Daha karşımızda bir de koşar adım yaklaşan bir iklim felaketi de mevcut. Bu konuda Marksist teori bize ne der, HM’de bu meseleleri açacak tartışmalar gelişir mi, ne dersin?

Bence Marksist teori bize olup bitene dair bütüncül ve gerçekçi bir eleştiri imkânı sunan ve bunu özgürlük/eşitlik temelli bir toplum projeksiyonu ile bütünleştirebilen yegâne teori. Zaten bizlerin Marksizm’i, kendimizi belirli bir ayrıcalık halesi ile kuşatan ve bu nedenle varlığımızı onun ihya edilmesi ile koşullandırdığımız bir tür iktidar mekanizması olarak benimsemek yerine, geleceğe ilişkin müşterek ideallerimizi gerçekleştirmemizi mümkün kılan bir yol olarak görmemizdeki ısrarımızın temelinde de bu yatmıyor mu?

Sorunun devamına gelecek olursak; bir dünya savaşının mümkün olacağı tarzda bir geleceğe doğru ilerlediğimiz hissine kapılmıyor değilim. Bu savaşın geleneksel bir biçimde ulus-devletler arasında çıkma ihtimali çok yüksek olsa da farklı bir seyre sahip olabileceği, bir tür küresel iç savaş halini alacağı ihtimalini düşünmeden edemiyorum. Ve evet, savaş dehşet hissi yaratan bir olgu olmakla birlikte aslında pandemiden ve iklim krizinden bahsederken de olduğu gibi genel olarak insanlığa verecek hiçbir şeyi kalmayan ve aynı zamanda varlığını sürdürdükçe gezegenimiz üzerindeki yaşamı tehdit eder hale gelen bir sistemin, kapitalizmin sistematik kırılganlıkları/yapısından doğan felaketlerin aldığı farklı bir formdan ibaret aslında. Ve bu durum senin soruda kanıksamak olarak adlandırdığın durumu, dolayısıyla da yabancılaşmanın devamını sağlıyor. Yaşadığımız toplumları kuşatan üretim tarzının bildiğimiz biçimiyle canlılığın devamını kalıcı olarak tahrip etmesini engellemek için önünde en fazla iki on yılı olan bizler için bunun kitlesel ve dönüştürücü hareketlerin doğumuna neden olmadığını görmek başka nasıl açıklanabilir bilmiyorum. Umuyorum ki, HM İstanbul bünyesinde bir araya gelen farklı geleneklerden araştırmacılar söz konusu finitüd algısını doğuran koşulların aşılmasına yönelik perspektiflerini kendi meşreplerince dile getirme fırsatı bulacaklar.

Geldiğimiz aşamada, finitüd algısının sonluluğumuzu ortaya koyan, diğer bir deyişle varoluşumuzu çeşitli yok oluş biçimleri arasında seçim yapma zorunluluğu ile sınırlanışını ifşa eden, koşulların aşılmasına neden olabilmesi için belirli siyasi form ve mecralar yaratmak gerektiği aşikâr. Bu gereklilik doğrudan mevcut dayanışma ağlarının ve mücadelelerinin devrimci potansiyellerinin tanınması ve bir siyasi hat olarak sınıfın ihtiyaçlarını gidermeye yönelik bir siyasetin gelişimi açısından geçerli. Aksi takdirde yabancılaşmaya tutsak olmak ve toplumsal sorunlar karşısında bir tür uyuşukluğa ve umursamazlığa kapılmakla bunlar karşısında kaygı bozukluğuna uğramak arasında savrulmaya devam edeceğiz.

Çok teşekkür ederiz, eklemek istediğin noktalar var mı?

Organizasyon Komitesi adına Historical Materialism İstanbul konferansını duyurmamıza destek verdiğiniz için teşekkür ederim. Eğer sürçülisan etmişsem bu benden kaynaklanıyor elbet.

Yukarıda içeriğe dair konuşmuş olduğumuz konularda tartışmaları olgunlaştırmak en büyük amacımız tabi. Bununla birlikte etkinliğin iki konuda daha işlevsel olmasını umabiliriz gibi geliyor bana. Bunlardan ilki Türkiye’de son yıllarda yaşanan olayların Marksist akademisyenler arasındaki kuşaklar arası sürekliliği tahrip etmesinin bir nebze de olsun önüne geçebilmek. Yaşadığımız kıyım sadece belirli akademisyenlerin işsiz kalması ve pozisyonlarından olması sonucunu doğurmadı; aynı zamanda bu hocalardan ders dinleyecek, onların yürüttüğü yüksek lisans ve doktora programlarına katılacak ve onlarla tez yazacak genç kuşağı da etkiledi. Bu tür etkinlikler sayesinde yeni kuşağın öncekilerle, hem de yüksek seviyeli enternasyonal bir organizasyon çerçevesinde, bir araya gelmesini sağlayabileceğimizi umuyorum. İkincisi ise elbette Türkiye’deki Marksist entelijansiyanın tarihsel materyalist birikimi geliştirmek amacıyla uluslararası düzlemle temas noktalarını artırmak olacaktır.