Tahir Elçi’nin öldürülmesiyle ilgili 3’ü polis 4 sanığın tutuksuz yargılandığı dava ertelendi
Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin öldürülmesiyle ilgili 3’ü polis 4 sanığın yargılandığı davanın 2'nci duruşması Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dava 14 Temmuz 2021 tarihine ertelendi.
03-03-2021 17:55

Diyarbakır’ın Sur ilçesinde yer alan Dört Ayaklı Minare önünde 28 Kasım 2015 günü açıklama yaptığı sırada katledilen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi cinayetine ilişkin davanın ikinci duruşması başladı.
Sanık polis F.T., S.T. ve M.S. ile Uğur Yakışır hakkında açılan dava Diyarbakır 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde sürüyor. Elçi'nin avukatlarının hazır bulunduğu duruşmaya, sanık polisler de bulundukları kentlerden SEGBİS’le katıldı.
Duruşmaya, Elçi ailesi, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz, Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekilleri Semra Güzel, Mahmut Toğrul, Dersim Dağ, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Grup Başkanvekili Özgür Özel, milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu, Alpay Antmen, insan hakları savunucuları, Hollanda Büyükelçiliğinden Sera Aleksandr Marshall ve birçok kentin baro temsilcileri katıldı.
Mahkeme heyeti, koronavirüs (Covid-19) salgını tedbirleri gerekçesiyle duruşma salonuna 83 kişinin alınmasına karar verdi.
Diyarbakır Adliyesi önüne ve mahkemenin bulunduğu koridora çok sayıda polis konuşlandırıldı.
'FAİLLER NEREDELER BUNU SORMAK İÇİN BURADAYIZ'
Duruşmada söz alan aile avukatlarından Zahide Beydağ Tıraş Öneri, “Asıl failler neredeler bunu sormak için buradayız” dedi.
Avukat Benan Molu, “Bu dava Elçinin mücadele ettiği davalar gibi cezasız bırakılmak isteniyor. Devlet yükümlülüklerini yerine getirmiş olsaydı Tahir Elçi hayatta olacaktı. Örgüt üyelerinin yakalanmasına ilişkin operasyon usulüne uygun yapılsaydı Tahir Elçi hayatta olacaktı. Devlet soruşturmanın en başında olay yerini yok etti. Elçi’nin vurulma anına dair kamera kayıtları yak yok edildi, ya da kaybedildi. ATK görüntülerde kesintilerin olduğunu kabul ediyor. Dosya resmi olarak kısıtlama kararı olmamasına rağmen fiili olarak avukatlara kısıtlanıyor” dedi.
Diyarbakır Baro Başkanı Cihan Aydın, "Bu dava bir yüzleşme davası bizim için. Şüphesiz birinci önceliğimiz Elçi'nin faillerini ve arka planını ortaya çıkarmak. Sistematik olarak Diyarbakır Barosu hedef haline gelmiştir. Biz failleri ve arka planını ortaya çıkarmak için katılıyoruz bu davaya" ifadelerini kullandı.
Van Barosu Başkanı Zülküf Uçar, "Tahir Elçi'nin Kürt sorunun çözümü noktasında yürüttüğü mücadele hepimizin mücadelesiydi. İnsan hakları mücadelesinde çok bedel verdi. İlerleyen zamanlarda Kürt sorunu noktasında bir yere ulaşacaksak Tahir Elçi'nin katkısı büyüktür" ifadelerini kullandı.
Mardin Baro Başkanı İsmail Elik de "Onun katledilmesi hak arayan, adalet arayan, barış isteyen bütün toplumu mağdur etmiştir. Biz de bu hak arayışına Mardin Barosu olarak katılmak istiyoruz" dedi.
'SUÇLULARIN CEZALANDIRILMAMASI TARİH BOYUNCA BİR LEKE OLARAK YERİNİ ALACAKTIR'
Müşteki Türkan Elçi’ye söz verildi. Türkan Elçi şunları söyledi:
“Bilindiği üzere 132 gün önce bu salonda uzun yılların ardından açılan bir cinayet dosyasının adalet arayışının ilk adımları atılacaktı, umutluyduk. Beş yılı aşkın bir zaman da geçmiş olsa umutluyduk. Toplumda yaşadığımız genel atmosfer düşünüldüğünde 'umut' sözcüğü çoğu insan için inandırıcılığını yitirmiş olabilir, fakat gerçek bir mağdur hiçbir zaman umut etmekten vazgeçmez, çünkü umut onların yaşam dayanağıdır. Çoğu kayıp yakınından dinlediğim hikayelerde gidenlerin günün birinde kapıdan içeriye gireceklerine, geri döneceklerine inandıkları gibi ben de adaletin tecelli etmesi gerektiğine hep inandım. 132 gün önce 'adalet dağıtıcısı olarak addedilen makamınıza saygımız var, çünkü mağdur vekili olarak yapılan haksızlıkların adaletle buluşması için hukuka inanan bir insanın ruhunun mahkeme duvarlarında izi var' şeklinde meramımızı anlatacaktık, fakat saygı duyduğumuz makam bizi dışarıya atmakla tehdit etti. Makamınıza birilerini salondan atma olanağı tanındığını bilebilecek durumdayız, fakat bir yetki vicdani ve empati gibi değerlerden uzaklaştığında ortada iletişimi koparacak ve güveni sarsacak bir güç kalır. Oysa hukuk düzeni, güven duygusu içinde bir yaşamı vadeden bulunmaz bir nimettir. Benim gibi bir mağduru dışarıya atmakla tehdit ekmek oldukça kolay bir davranıştır, çünkü arkanızda bir mülkün devasa gücü var. Bizim arkamızda ne devlet gücü ne devlerin gücü ne de sırtımızı yaslayacağımız duvarlarımız var. Bizimle sürekli beraber yürüyen ölülerin sesleri var hepsi o kadar. Fakat bu da bilinmelidir ki bir mülk ancak ve ancak adaletle güçlenir, adaletle ayakta kalabilir. İnsan evladı var olalı peşine düşüp bulmaya çalıştığı en önemli ortak değerlerin başında 'adaletin' geldiği de unutulmamalıdır. Albert Camus'un anlatımıyla 'İnsanlar, herkeste herkesçe benimsenen ortak değere dayanamıyorlarsa, insan için insan anlaşılmaz kalıyor demektir. Adaletin gerçekleşme olanağı bu salondadır, onu gerçekleştirme yükümlülüğü de bu makama düşmektedir. Aynı zamanda bu makamın, yükümlülüğünü yerine getirirken objektif olduğu kanısını uyandırmak zorunluluğu vardır. İlk duruşmada usul tartışması hususunda gösterilen direnç sanıkların salonda hazır bulundurulması konusunda da gösterilmiş olsaydı, yargılamanın sıhhatle yapılmasının olanakları yaratılsaydı, taraflara objektif yaklaşıldığına, adaletin tecellisi için gayret edildiğine kanaat getirilecekti. Zımni de olsa bir yargıç, taraflara meylini hissettirdiğinde eşitlik ilkesinin varlığından söz etmek ne derece doğru olacaktır? Bir yargı makamı kendini adaletin hizmetinde değil de devletin bir memuru olarak görüyor ve sanık sandalyesinde devletin menfaati için çalıştığını iddia eden polisleri yargılama hususunda hassas davrandığını hissettiriyorsa bunun keyfi bir yaklaşım olduğu, keyfiliğin vicdanları yaraladığı da bilinmelidir. Bir yargıcın meylini hissettirme konusunda Hz. Ömer, Ebu Musa'ya gönderdiği mektupta 'Duruşma salonundaki yerlerinde ve duruşma anındaki bakışlarında taraflara eşit muamele et ki onlardan zengin olanlar adaletsizlik yapacağı zannını hissetmesinler, zayıf olanlar da adaletsizliğe uğrayacaklarını hatırlarına getirmesinler' der. Yargıcın tarafsız olması kadar tarafsız görünmesinin hissettirilmesi de önem arz eder ve bu nedenledir ki İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 10. maddesinde 'Herkesin hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine suç yüklenirken tam bir şekilde davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı vardır. Yargı makamından tarafsız, objektif, bağımsız ve başkalarından farklı tutulmamayı istemek de biz vatandaşların en doğal hakkıdır ve adil yargılanma hakkımızın temelini oluşturmaktadır. Bugün bizi bu salonda bir araya getiren cinayet dosyasında maktul olarak yer alan, koca bir şehrin baro başkanı, ömrünü cezasızlıkla mücadeleye adamış Tahir Elçi; toplumun kaosa sürüklendiği, sokaklarda bombaların patlatıldığı, silahların gece gündüz susmak nedir bilmediği, masum insanların zarar gördüğü bir gidişata hiç kimsenin cesaret edip dur diyemediği bir anda sadece kendi insani duygularının etkisiyle ve savaşa karşı durmak gerektiğine olan inancıyla son sözlerini dile getirdiği anda katledildi. Ölümler karşısında kendini sorumlu hissetmesi bana Karl Jaspers'ın bu sözlerini hatırlatır: 'İnsanlar arasında insan olmalarından gelen bir dayanışma vardır ve bundan ötürü herkes karşı sorumludur. Bilhassa da kişinin tanıklığında işlenen yahut bilmiyor olamayacağı suçlara karşı. Bunları önlemek için elimden geleni yapmıyorsam ben de suç ortağıyım demektir. Diğer insanların öldürülmesini önlemek için hayatımı tehlikeye atmamışsam, sessiz kalmışsam kendimi hukuken, siyaseten ve ahlaken hiçbir şekilde anlaşılamayacak bir biçimde suçlu hissederim, tüm bunların ardından hala yaşıyor oluşum bana kefareti ödenemez bir suçluluk yükler.' Bugün ben de bu salonda bunu içtenlikle dile getirmek isterim ki; bir insan olarak insanların ölümünden duyulan mahcubiyeti yüreğinde hisseden bir baro başkanını katledenlerin cezalandırılması yönünde mücadele etmememiz de bize kefareti ödenemez bir suçluluk yükleyecektir. Bu talep bir eşin talebi olduğu kadar, bir suçun cezasız kalmaması için sıradan bir vatandaşın insani bir talebi olarak da kabul edebilirsiniz. Yaşanan insanlık dramının karşısında kendini sorumlu hisseden birinin, kaosa mahal verecek şiddet dilini reddederek savaşa karşı olduğunu, savaşın taraflarından çekinmeden samimiyet ve cesaretle dile getirdiği esnada katledilmesi toplumda yankı bulmuş, ölümü esefle karşılanmıştır. Bugün bizi bu salonda bir araya getiren cinayetin acısını dile getirip faillerin cezalandırılmasını talep ettiğim kadar bu menfur cinayetin, toplumun üzerindeki tezahürünün de göz ardı edilmemesi gerektiği hususuna dikkat çekerek adaletin tecelli edeceği beklentisinin toplumun umudu haline geldiğini de belirtmek isterim. Sonu bir mabedin ayakları altında dramla biten bir senaryonun yazarlarının bulunup cezalandırılması huzur ve güven içinde bir ülkede yaşamamız açısından elzemdir. O daracık sokakta başrolleriyle, figüranlarıyla oynanan oyunun senaristinin, yönetmeninin, kurşunu sıkanın bilinemeyeceği veya işlenen suçun taksiren olduğu inandırıcı değildir. Hukuk devleti ilkesi gereği, yaşadığımız mağduriyetin hukuksal çözümünü yargı mekanizmasına bırakmayı gerektirir. Yetkililerin yaşanan mağduriyet karşısında sessiz kalması, olanakların adaletin tecellisi için kullanılmaması, hukuka ve makamlara olan güveni zedeler. İşlenen cinayetle kanayan yaranın onarılma görevinin yargıya düştüğü, kamu düzeninde karşılaşılan her türlü haksızlığın yargı makamlarınca çözülebileceği, adaleti tesis edebilme rolüyle toplumsal barışın ve huzurun sağlanacağı unutulmamalıdır, yargı toplumsal yaraları adaletle onarma işleviyle mükelleftir. Yargı makamlarının adalet dağıtıcısı olarak tanrısallaştırılmış işlevini yerine getirmemesi, suçluların cezalandırılmaması neticesinde yargı hanesinde tarih boyunca hatırlanacak bir leke olarak yerini alacaktır. Davaya katılmama karar verilmesini talep ediyorum."
KATILIM TALEPLERİNE RET
Antep, Van, Mardin, Urfa, Ankara, Şırnak baroları ile Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği davaya katılma talebinde bulundu.
İddia makamı, Türkan Elçi, Mehmet Elçi, Ömer Elçi ve Diyarbakır Barosunun katılma talebinin kabulüne, diğer kurumların taleplerinin reddine karar vererek duruşmaya ara verildi.
Ara sırasında açıklama yapan CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel Özgür Özel, “Devlet, buradaki tüm sorumluların ortaya çıkması için, adaletin tecelli etmesi için üzerine düşen görevi yaparsa, kendi üzerindeki şüpheleri dağıtmış olacaktır” dedi.
Türkan Elçi, Ağabey Mehmet Elçi ve Diyarbakır Barosu dışında diğer tüm katılımcıların katılım talebi Tahir Elçi'nin ölümünden zarar görmediği gerekçesiyle reddedildi.
SANIK POLİS 'ŞİKAYETÇİ' OLDU
Sonrasında polis sanık S.T.’ye savunması için söz verildi. S.T., “Olay günü görev aldım. Meydanda silah sesi geldi. Koşan örgüt mensuplarına 2 el ateş ettim. Ben de yaralandım. Benim bulunduğum yerden Tahir Elçi’nin olduğu yer görünmüyordu. Tahir Elçi’yi görmedim. Öncesinden bize istihbarat gelmemişti bize. Şikayetçiyim" dedi.
Sanık S.T. şu beyanda bulundu:
“Cemal Temizöz veya Kamil Atak diye kimseyi tanımıyorum. Ben önümden koşan kişilere ateş ettim. Dört Ayaklı Minare tarafına ateş etmedim.
5-6 ay güvenlik şubede çalıştım. Bizim dışımızda TEM ve istihbarat da olay yerinde takip yapıyordu. Olaydan sonra idari soruşturma geçirmedim, ifadelerimiz alındı, rapor tutulup tutulmadığını bilmem.
Benim bulunduğum yerde 2 ekip arkadaşım vardı. Güvenlik şube, sanık Fuat, vatandaşlar vardı. Silah seslerinden sonra sokak boşaldı.
İlk silah sesini duyduktan sonra orada Emniyet Müdürü de olsaydı aynı istikamete ateş ederdim.
Daha evvel çevik kuvvet, trafik şube gibi birimlerde çalıştım. Gelen anons üzerine aracı kontrol etme prosedürünü işlettik.
Biz her zaman emir-komutaya bağlı çalışırız. TEM ekip amir vekilinin ısrarla silah kullanmayın anonsundan haberim yok, duymadım.
Uzun namlulu silah sesi duymadım, ayırt edemem de. Yaralandıktan kısa bir süre sonra duydum.
Bize polis memurlarının öldürüldüğü haberi gelmedi. Telsiz kanalından anons edilir böyle durumlar. Bizim görevimiz kayıt almak.”
DURUŞMA ERTELENDİ
Mahkeme, tanık ve gizli tanıkların duruşmada dinlenmesine ve sanıkların tutukluluk talebinin reddi ile yurt dışına çıkış yasağı tedbirinin uygulanmasına karar vererek duruşmayı 14 Temmuz 2021 saat 10:00’a bıraktı.
İLGİLİ HABERLER
Skandal iddia: ÇAYKUR'a işçi alımı için çekilen kurada hile mi yapıldı?
CHP'li Mustafa Erdi Çakır ÇAYKUR işe alımlarında hile yapıldığını iddia etti.
14-04-2021 19:55

CHP Trabzon Gençlik Kolları Başkanı Mustafa Erdi Çakır, sosyal medya hesabında bir video paylaşarak, önceki gün ÇAYKUR’a alınacak 200 geçici çay eksperi ve 300 geçici beden işçisi alımı sırasında çekilen kurada hile yapıldığını öne sürdü.
Skandal iddia: ÇAYKUR'a işçi alımı için çekilen kurada hile mi yapıldı?
— İleri Haber (@ilerihaber) April 14, 2021
Söz konusu videoda, kurayı çeken görevlinin çektiği markaları önünde yer alan listede varsa okuduğu iddia edildi.
Çakır, yaptığı paylaşımda, "Çaykur’da işe alımlar öncesi parti il, ilçe başkanlıklarından gelen listelerin insanların gözüne baka baka kuradan nasıl çıktığına iyi bakın. Yazıklar olsun" ifadelerini kullandı.
Eski başbakanlardan Yıldırım Akbulut yaşamını yitirdi
Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu ve eski başbakanlardan Yıldırım Akbulut, 85 yaşında yaşamını yitirdi.
14-04-2021 19:08

Eski başbakanlardan Yıldırım Akbulut, tedavi gördüğü Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 85 yaşında yaşamını yitirdi.
Dönemin Anavatan Partisi (ANAP) Genel Başkanı olan Akbulut, 9 Kasım 1989 ile 23 Haziran 1991 arasında 20. Türkiye Başbakanı olarak görev yapmıştı. Akbulut, o dönem Cumhurbaşkanı olarak seçilen Turgut Özal'ın yerine geldiği ve kendisiyle yakın ilişkileri olduğu için bir süre 'emanetçi başbakan' olarak anılmıştı.
Akbulut, halen Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliğine devam ediyordu.
CHP'nin '128 milyar dolar nerede' önergesi reddedildi
CHP'nin Merkez Bankası’ndaki 128 milyar doların hangi yöntemlerle kime satıldığı, döviz rezervlerinin tüketilmesinin yol açtığı sorunlar ve sorumluların belirlenmesi ile “128 milyar dolar nerede?” afişlerinin yasaklanması konularının değerlendirilmesi için genel görüşme önergesi AKP ve MHP'nin oylarıyla reddedildi.
14-04-2021 18:29

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Grup Başkanvekilleri Engin Altay, Özgür Özel ve Engin Özkoç, Merkez Bankası’ndaki 128 milyar doların hangi yöntemlerle kime satıldığı, döviz rezervlerinin tüketilmesinin yol açtığı sorunlar ve sorumluların belirlenmesi ile “128 milyar dolar nerede?” afişlerinin yasaklanması konularının değerlendirilmesi için genel görüşme önergesi verdi.
CHP'nin '128 milyar dolar nerede?' önergesi AKP ve MHP oyları ile reddedildi.
CHP Grup Başkanvekilleri Engin Altay, Özgür Özel ve Engin Özkoç tarafından hazırlanan genel görüşme önergesi, TBMM Başkanlığı’na sunuldu. Önergenin gerekçesinde, Merkez Bankası’ndaki 128 milyar dolarlık rezervin kimlere hangi yöntemle satıldığının uzun süredir gündeme getirilmesine karşın, kamuoyuna sağlıklı bir açıklama yapılmadığı, son olarak da “128 milyar dolar nerede?” afişlerinin toplatılması yoluna gidildiğine dikkat çekildi. Önergede şu görüşlere yer verildi:
“Merkez Bankası’nın kamuoyuna açıkladığı veriler bankanın brüt olarak 90 milyar doların altında bulunan brüt döviz ve altın rezervine karşılık, yurç içine ve yurt dışına swap borçlarıyla birlikte toplam 150 milyar dolarlık bir döviz ve altın borcu bulunmaktadır. Dolasıyla Merkez Bankası’nın 60 milyar dolar civarında bir döviz açığı bulunmaktadır. Oysa çok değil daha 2017 yılı sonunda Merkez Bankası’nın 35 milyar, 2018 yılı sonunda 28 milyar, 2019 yılı sonunda 19 milyar dolar döviz fazlası bulunuyordu. Merkez Bankası, son yıllarda bu döviz fazlasını erittiği gibi 60 milyar dolarlık döviz açığı oluştu. Aynı dönemde Merkez Bankası’na, reeskont kredisi, borçlanma ve benzeri yollarla gelen döviz ve altınlarla, bilinen yollardan çıkan dövizi karşılaştırdığımızda ortaya 128 milyar dolarlık açıklanamayan kayıp çıkmaktadır. Bu paranın nereye gittiğini sormak bir yurttaşlık görevidir.
Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere bu parayla ilgili olarak yapılan ve birbiriyle yüzde yüz çelişen, bugün söylediğini yarın açıkça yalanlayan açıklamalar kayıp 128 milyar doların nereye gittiğinin araştırılmasını elzem bir hale getirmektedir. Örneğin Cumhurbaşkanı birgün ‘O kadar para hepsi bu milletin hazinesinde ve Merkez Bankası’nda. Kaybolan bir şey yok’ demiş, bir başka gü ‘yeni bir finansal dalgalanma oluşturmak isteyerlere karşı mücadelede kullanılmıştır’ şeklinde açıklamalar yapmıştır.
Aylardır konuşulmasına ve sorulmasına, önceki Merkez Bankası Başkanının da ‘128 milyar doların nereye satıldığını araştırmak istediği’ için görevden alındığına ilişkin yalanlanmayan haberlere rağmen Merkez Bankası’nın bu konuyla ilgili olarak aylardır resmi bir açıklama yapmamış olması manidardır.
CHP örgütlerinin çeşitli il ve ilçelerde bilboardlara astığı ‘128 milyar dolar nerede’ pankartları için “Cumhurbaşkanına hakaret” edildiği gerekçesiyle Cumhuriyet savcılıkları tarafından re’sen soruşturmalar açılmaktadır. Bir siyasi partinin ülkenin kaynaklarının nerelere harcandığını sorması Anayasal hakkı olduğu gibi, bu sorulara da bu günkü sistemde “yürütmenin başı” olması nedeniyle Cumhurbaşkanın cevap vermesi gerekir. Cumhuriyet savcılarının, Anayasal bir hakkı “Cumhurbaşkanına hakaret” diyerek engellemesi Anayasal bir suçtur.
*128 milyar dolar nerededir, kimlere hangi yollarla satılmış ya da aktarılmıştır?
*128 milyar doların kaybolduğu dönemde ekonomiden sorumlu olan bakan şimdi nerededir? Ortadan kaybolmak sorumluluktan kurtulmaya yeter mi?
*“128 milyar dolar nerede” sorusu yüzünden Cumhuriyet savcılarının hakarete uğradığını düşündüğü Cumhurbaşkanının bu 128 milyar doların kaybolmasındaki sorumluluğu nedir?
*Yasamayı, yürütmeyi, yargıyı, basını tek başına kontrol eden Cumhurbaşkanının ülkenin 128 milyar dolarlık rezervinin eritilmesinden haberinin olmaması mümkün müdür? Eğer bu mümkünse ülkenin daha hangi değerleri kaybolmakta ve kaybolma tehlikesi altında bulunmaktadır.
*Önceki Merkez Bankası Başkanının, 128 milylar doların akibetini araştırmak istemesi yüzünden Cumhurbaşkanının öfkelendirdiği için görevden alındığı iddiaları doğru mudur?
TBMM SORULARA YANIT BULMALI
Türkiyle Büyük Millet Meclisi’nin bu sorulara yanıt bulması ve 84 milyon vatandaşına anlatması gerekmektedir.
Milletimizin birikimi olan Merkez Bankası’ndaki 128 milyar doların hangi yöntemlerle kime satıldığı, döviz rezervlerinin tüketilmesinin yol açtığı sorunlar ve sorumluların belirlenmesi ile vatandaşlarımızın ‘128 milyar dolar nerede?’ diye sorduğu afişlerin yasaklanması konularının TBMM’de değerlendirilmesi amacıyla Anayasa’nın 98, TBMM İçtüzüğünün 101, 102 ve 103’üncü maddelerine göre Meclis Genel Görüşmesi açılmasını arz ederiz.”
Gençlik örgütleri Dolmabahçe'den seslendi: 'ABD Karadeniz'den defol!'
ABD savaş gemilerinin Boğazlardan geçerek, Karadeniz'e gireceği gün gençlik örgütleri tarihsel anlamı olan Dolmabahçe'den seslendi: "ABD defol bu memleket bizim!"
14-04-2021 17:44

İleri Haber
Gençlik örgütleri Dolmabahçe’de "ABD Karadeniz'den defol" demek için buluştu. Yapılan açıklamada, “Buradan, Denizlerin 6. Filo!yu denize döktüğü yerden bir kez daha ilan ediyoruz: Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı verdiğimiz bu mücadelede kazanan biz olacağız” denildi.
Ukrayna’nın doğusundaki Donbass bölgesinde yaşanan çatışmalar ile Rusya ve Ukrayna arasındaki askeri gerilimin artması gözleri yeniden bu bölgeye çevirmişti. Kiev, Rusya’nın Ukrayna sınırına asker yığdığını iddia etmiş, Rusya ise Ukrayna’yı provokasyonla suçlayarak, “iç savaş” uyarısı yapmıştı. Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) de Ukrayna’ya destek açıklaması gelmiş ve 2 savaş gemisini Karadeniz’e göndermişti.
ABD savaş gemileri bugün Boğazlardan geçerek Karadeniz'e çıkacak. Gemilerin 4 Mayıs'a kadar Karadeniz'de kalacağı belirtilirken, Sosyalist Devrimci Gençlik (SDG), Sol Genç, Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF), Devrimci Gençlik Dernekleri (DGD) ve Devrimci İşçi Partili (DİP) Öğrenciler ve Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Gençliği tarafından Dolmabahçe’de bir eylem yapıldı.
‘AKP, ABD’NİN SALDIRGAN HAMLELERİNE HEVESLE KATILIYOR’
Buradaki açıklamada, kan dökme niyetiyle gelen ABD gemilerinin işbirlikçi iktidar sayesinde hedefine boğazları kullanarak ilerlediği vurgulanırken, “AKP bir yandan kanal projesi ile doğal kaynakların yağmalanmasına hız vermeye kararlılığını ilan ederken bir yandan da Karadeniz’de yıllardır barışın en önemli güvencelerinden birisi olan Montrö Sözleşmesi’ni emperyalizmin çıkarları için yeniden tartışmaya açıyor. Boğazlardan geçen gemilerle bir kez daha görüldü ki; işbirlikçi AKP iktidarı tüm vatanperverlik şovlarının aksine ABD'nin tüm saldırgan hamlelerine hevesle katılmaktadır. AKP'nin halkı mobilize etmek için attığı antiemperyalizm naralarının yalan olduğu, ABD emperyalizminin Karadeniz'i kuşatma politikalarına verilen destekle birlikte bir kez daha gün yüzüne çıktı” denildi.
‘KAZANAN BİZ OLACAĞIZ’
Açıklamada şu ifadeler kullanıldı:
“Emperyalist güçler, dünya kamuoyunu arkalarına alabildiği veya en azından etkisiz kılabildiği oranda pervasızlaşmakta ve saldırılarının boyutunu/şiddetini arttırmaktadır. Bu nedenle ABD emperyalizmine karşı sessiz kalmamak ve bütün imkanlarla mücadele etmek yaşamsal önemdedir. Dünya halklarının gözleri önünde savaşlar çıkarılmaktadır. Buna “dur” demek özgürlükten, bağımsızlıktan ve barıştan yana olan herkesin görevidir.
Biz de bu ülkenin anti emperyalist gençleri olarak bu görevi yerine getirmekte kararlıyız! Bizim emperyalizmle derdimiz sadece iki geminin geçişinden ibaret değildir. Emperyalizm tekeller ve savaş demektir, emperyalizm sömürü ve yoksulluk demektir, emperyalizm ırkçılık ve gericilik demektir, emperyalizm polis copu ve ABD üssü demektir, emperyalizm doğa ve kent yağması demektir...
Bu ülkenin gençliği emperyalizme karşı her zaman bağımsızlığı savunmuş ve dünya halklarının barış içinde ve kardeşçe yaşaması için emperyalizme karşı mücadele etmiştir. Buradan, Denizlerin 6. Filo’yu denize döktüğü yerden bir kez daha ilan ediyoruz: Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı verdiğimiz bu mücadelede kazanan biz olacağız!”
Eylemde ayrıca sık sık “Yankee Go Home”, “ABD defol bu memleket bizim”, “Katil ABD, İşbirlikçi AKP”, “Emperyalizme Son, Gericiliğe Son, Militarizme Son” ve “Faşizme Ölüm Tek Yol Devrim” sloganları atıldı.
Gençlik örgütleri Denizlerin 6. Filo'yu denize döktüğü Dolmabahçe'den seslendi: "ABD Karadeniz'den defol!"
— İleri Haber (@ilerihaber) April 14, 2021
🎥 Video @eemreorman
Basına yönelik ambargoya ilişkin dikkat çeken çıkış: 'Basın İlan Kurumu ‘İletişim Başkanını Koruma Kurumu’ oldu'
CHP'li Utku Çakırözer, gazetelere adaletsiz ilan ambargoları ile BİK'in hesapsız harcamalarını Meclis gündemine taşıdı.
14-04-2021 13:15

İleri Haber
CHP’li Utku Çakırözer, BİK’in adaletsiz ilan ambargoları ve kurumu zarara uğratan milyonluk harcamalarla ilgili “Basın İlan Kurumu olmuş ‘Basın İnfaz Kurumu’. Olmuş ‘ İletişim Başkanını, RTÜK Başkanını Koruma, Kollama Kurumu.’” dedi.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) gazeteci kökenli Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, gazetelere adaletsiz ilan ambargoları ile Basın İlan Kurumu’nun (BİK) hesapsız harcamalarını Meclis gündemine taşıdı. Genel Kurul’da bir konuşma yapan Çakırözer, ülkede basın özgürlüğünün önünde sayısız engel olduğunu dile getirirken, bu engellerden birinin de düzenleyici kurum olması gereken BİK ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun (RTÜK) işlevinden sapması olduğunu söyledi.
Sadece 2020 yılında gazetelere 803 günlük resmi ilan cezası uygulandığını hatırlatan Çakırözer şu değerlendirmelerde bulundu:
“Cumhuriyet'e 110 gün, BirGün'e 112 gün, Evrensel'e hiç ilan verilmediği gibi üstüne 65 günlük yeni ceza, Korkusuz'a 29, Sözcü'ye 17 gün ilan kesme cezası verildi. Yeni Asya gazetesine 28 Ocak 2020'den buyana 440 gündür ilan verilmiyor. Bu yılın ilk üç ayında ise, sadece Evrensel ve BirGün'e 15 günlük ilan kesme cezaları verilmiş. Başlığı beğenmedik, beş gün ceza. Köşe yazısını beğenmedik, üç gün ceza. Grup Başkan Vekilimiz Özgür Özel açıklama vermiş, beş gün ceza. Cumhuriyet muhabiri hâkim karşısına çıktı diye Evrensel haber yapmış üç gün ceza. İşin daha da vahimi ise Mart ayında Anayasa Mahkemesi’nin Basın İlan Kurumu’nun Korkusuz Gazetesi’ne verdiği ilan kesme cezasına ‘Basın ve ifade özgürlüğünün ihlalidir’ dedi. Mürekkebi bile kurumadan Evrensel'e beş, BirGün'e iki gün ilan cezası verildi.”
‘İLETİŞİM BAŞKANINI KORUMA KURUMU’
Çakırözer, gazetelere şikayet dahi olmadan resen başlatılan soruşturmalar sonucunda verilen cezaların tarihte hiç görülmediği kadar arttığını açıklarken, “Basın İlan Kurumu Yönetim Kurulu Başkanı, aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın Başkan Yardımcısı. Patronu Fahrettin Altun'la ilgili hangi haber çıksa hemen şikâyet, hemen ceza. Bunun adı açık seçik ‘sansürdür.’ Bu iktidarın 28 Şubat’ta şikâyet ettiği ne varsa aynısını bugün Basın İlan Kurumu yapmakta. Basın İlan Kurumu olmuş ‘Basın İnfaz Kurumu, olmuş İletişim Başkanını, RTÜK Başkanını Koruma, Kollama Kurumu’. Gerçekleri yazan, halkı bilgilendiren haberlere hiç tahammül yok. Bu cezalar, halkın haber alma hakkını engellerken, basın özgürlüğünü de tehdit etmekte. Yapılması gereken bellidir. Basın İlan Kurumu gibi resmî ilan gücünü, yani para gücünü elinde tutan ve iktidar tarafından oluşturulan bir kurumun haber içeriklerinde etik denetim yapması doğru değildir. Bundan vazgeçilmelidir ya da bu haksız, hukuksuz cezaların son bulması için ilan kesme cezaları ancak ve ancak mahkeme kararı sonrasında verilebilmelidir” diye konuştu.
‘PELİKANCILAR, TURKUAZCILAR KURULU’
BİK’in yapısına da dikkat çeken Çakırözer, “36 kişilik Basın İlan Genel Kurulu’nda hükûmeti temsilen ilan veren idarelerin bağlı olduğu bakanlıkların üst düzey temsilcileri olurdu. Şimdi, bu yapı ortadan kaldırıldı. İletişim Başkanı’nın ekibi, Turkuazcılar, Pelikancılar oturuyor o koltuklarda. Komisyonlar var ama toplanmıyorlar” dedi. Kurum içindeki olağan dışı personel değişimlerine de gündeme getiren Çakırözer, “Bir yıl içinde kurumda çalışan personelin yüzde 23'ü yer değiştirmiş, ya görevinden alınmış ya başka yere atanmış. Sanki AKP gitmiş yerine başka bir iktidar gelmiş ki iktidar değişse bile bu yapılan doğru değildir” dedi.
'TCCD'nin dönüştürülmesi' projesine tepki: 'Kurum yok pahasına kimlere peşkeş çekilecek?'
Birleşik Kamu-İş Genel Başkanı Mehmet Balık, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın TCDD ile TÜBİTAK-Türkiye Sanayi Sevk ve İdare Enstitüsü’nün hazırladığı “Demiryolu KİT’leri Kurumsal Dönüşüm Projesi”ne ilişkin bir açıklama yaptı.
14-04-2021 12:04

İleri Haber
Birleşik Kamu-İş Genel Başkanı Mehmet Balık, iktidarın TCDD’yi “dönüştürme” adı altında şirketleştirdiğini ifade ederek, “Kamu hizmetlerini ticarileştirerek vatandaşları ‘müşteriye’, kamu hizmeti üreten kurumları ‘ticari işletmeye’ dönüştürülmesinin karşısındayız. Kamu emekçileri her türlü özelleştirmeye ve güvencesizliğe karşı duracaktır” dedi.
Birleşik Kamu İşgörenleri Sendikaları Konfederasyonu (Birleşik Kamu-İş) Genel Başkanı Mehmet Balık, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) ile TÜBİTAK-Türkiye Sanayi Sevk ve İdare Enstitüsü’nün hazırladığı “Demiryolu KİT’leri Kurumsal Dönüşüm Projesi”ne ilişkin bir açıklama yaptı.
“AKP iktidarının kamu kaynaklarını tasfiye edecek politikalar yürüttüğünün farkındayız. Hükümetin, verimliliği, üretimi ya da hizmeti önemsediğinden değil asıl amaç kamusal yaşamı ve kamusal hizmeti tamamen özelleştirmektir” diyen Balık, ülke kaynaklarının AKP iktidarı döneminde yağma ve talana açıldığını belirtti.
‘İKTİDARIN TCDD’Yİ SATMA DÜŞÜNCESİNİN FARKINDAYIZ’
Balık, şunları söyledi:
“AKP iktidarının seçim yatırımına başladığını kalan kamu kurumlarını özelleştirmek istemesiyle anlamaktayız. İktidar uzun süredir TCDD’yi satma düşüncesinin farkındayız ancak karşısında yer alıyoruz. TCDD’nin özelleştirilerek gayrımenkulleri ve tesisleri yok pahasına kimlere peşkeş çekilecektir? TCDD’nin zenginliği kimlere geçecek ya da kimlere pazarlanacaktır?”
‘YERLİ VE YABANCI SERMAYENİN ÖNÜNÜ AÇIYORLAR’
Ülkede iş cinayetlerinin hız kesmeden devam ettiğinin altını çizen Balık, özelleştirmelerle birlikte çalışma koşullarının insanlık dışı bir hal aldığını söyledi. Balık, “Birleşik Kamu İş Konfederasyonu olarak; sermayenin iştahını kabartan özelleştirmeler binlerce işçi ve emekçi için sefalet ve güvencesizlik olduğunu belirtiyoruz; ulusal çıkarlar gözetilmeden, yerli ve yabancı sermayenin egemenliğinin yolunu açan, ülkemiz zenginliklerini halkın yararına değil sermeyenin talanına sunan özelleştirmelerin karşısındayız. “Kamu hizmetlerini ticarileştirerek vatandaşları ‘müşteriye’, kamu hizmeti üreten kurumları ‘ticari işletmeye’ dönüştürülmesinin karşısındayız. Kamu emekçileri her türlü özelleştirmeye ve güvencesizliğe karşı duracaktır” dedi.