Sosyalizm, kapitalizmin ‘yeni normal’ine karşı mücadeleyle gündeme gelir

Sosyalizm, kapitalizmin ‘yeni normal’ine karşı mücadeleyle gündeme gelir

"Kapitalizm, sağlık krizini de kullanarak ve bahane ederek kendini hem üretim hem de yönetim süreçlerinde bugünkünden bile daha emek-emekçi düşmanı, daha otoriter yollardan tahkim etmeyi deneyecek, hepsine 'yeni normal'diyecektir..."

Metin Çulhaoğlu

Geçtiğimiz yılın dünya ölçeğine yayılan çeşitli protestolarına bakacak olursak bunların bir uyanışı yansıttığını söyleyebiliriz. Ancak uyanılan uykunun mahmurluğu henüz sürmektedir. Yaklaşık 30 yıllık bir uykuydu bu. Artık bıktırmış olabileceği için ayrıntılarına inmiyoruz; yeniden hatırlarsak, kapitalizmin 30 yıl önce ilan ettiği “tarihsel zaferle” uykuya yatan geniş kesimlerin,  o zaferin kendileri için pek de hayırlı sayılamayacağını fark etmeye başlamalarıdır söz konusu olan.

Virüsle katlanan kriz

Dünya kapitalizmi kendi içsel krizini zamana ve mekâna yayarak daha az hissedilir ve fark edilir kılma çabasındaydı. “Aşma”, “atlatma”, “geride bırakma” demiyoruz dikkat edilirse; bunları yapamamaktadır ve tek yapabildiği,  döneme özel suçlular, günah keçileri yaratarak dikkat kaydırmak ve dağıtmaktır.    

İşler aşağı yukarı böyle giderken sahneye bir de virüs salgını çıkmıştır.

Hem de ne çıkma! Bu pandemi krizi, az önce sözünü ettiğimiz yapısal krizin tam da üstüne gelmiştir. Şimdi üzerinde tahminde bulunulması gereken konu ise şudur: Halk sağlığı felaketiyle katlanmış kriz ortamına kapitalizmin çok daha radikal biçimde sorgulanması mı damga vuracaktır, yoksa mevcut durum yeni bir dikkat dağıtma vesilesi ve/ya da “en yeni normalin” gerekçesi olarak mı kullanılacaktır?    

Krizde iki taraf

Bugün gelinen noktada bizim görebildiğimiz ise, maddeler halinde şöyle:

1) Konuya önce sanki bir “kişi” imiş gibi kapitalizmin kendisi, sonra da onun siyasal temsilcileri açısından bakarsak katlanmış kriz dediğimiz olgunun, bir kendine dönüp çekidüzen verme vesilesi olması, bin nasihatten daha etkili bir musibet olarak işlev görmesi kesinlikle mümkün değildir.  Kimse böyle bir gelişme beklememelidir.

2) 2019 yılındaki protesto/tepki hareketlerinin taşıyıcısı olan, şimdi de salgın nedeniyle can derdine düşen, evlerine kapanmak zorunda kalan geniş kesimler açısından bakıldığında ise olasılıklar daha çeşitlidir.

Yani (1)’de tek bir olasılığa, (2)’de ise farklı olasılıklara işaret etmiş oluyoruz.

Kudurmuştan daha beteri: alışmış…

İlkinde söylenebilecek olan çok açık olarak şu: Kapitalizmin kendisinin, biz solcuların ona atfetmeye pek meraklı olduğu bir “aklı” yoktur; kendi dinamikleri neyi gerektiriyorsa oraya yönelir, onu yapar. Buna karşılık, kapitalizmin devletine, siyasetçilerine ve ideologlarına bir akıl atfedilebilir. Öyledir; ama bugün bu “aklın” örneğin 1930’larda, 1960’larda olduğu gibi bir ölçüde kapitalizmin kendi mantığının dışına çıkabilme imkânı neredeyse hiç yoktur.

Hani “alışmış kudurmuştan beterdir” sözü vardır ya; kapitalizm son 30-40 yıldır bazı şeylere fazlasıyla alışmıştır; dahası, bu alıştıkları artık onun içine, doğasına işlemiştir, ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.  Bu nedenledir ki “akıl” sahipleri sistemi kontrolde tutma, orasını burasını reforme edip bir “normale” ulaşma yerine, temsil ettikleri sistemin sürüklendiği her noktayı “yeni normal” olarak ilan etmekten başka bir şey yapamamaktadır.

İki yön, iki eğilim

İkincisine gelince: Kapitalizmin, anlı şanlı devletlerinin, sağlık sistemlerinin, korona salgınıyla içine düştükleri çaresizlik ve perişanlık kuşkusuz önemlidir ve buna yönelik tepkilerin daha sorgulayıcı, radikal ve alternatif arayan mecralara yönelmesi de mümkündür. Ancak, unutulmaması gereken bir gerçek daha vardır: Bir ekonomik krizde, genel bir siyasal kriz ortamında, bir yasa karşısındaki direnişte, grevde ve benzeri durumlarda “biz ve onlar” ayrımı yapmak, “tek başına kurtuluşun” olamayacağını söylemek hem daha gerçekçidir hem de daha etkili olabilir. Ne var ki korona salgını söz konusu olduğunda insanlar “aynı gemideyiz” klişesine, kendi başının çaresine bakma eğilimlerine çok daha yatkın olacaktır.

Meselenin bu yanını hiç görmeyip salgınla katlanmış krizin insanları topluca, kolektif bir yeni düzen arayışına ve bunun eylemliğine yönelteceğini düşünmek hayalcilik olur. 

Özetle şunu söylemiş oluyoruz:  Ortada bir masa vardır, emekçiler, halk, geniş kesimler bu masada bu kez yerini almıştır, ama bu daha başlangıçtır. Sonrası, Ender Helvacıoğlu’nun bu portalde daha önce belirtmiş olduğu gibi iki tarafın bilek güreşiyle belirlenecektir.

Bir dönem kapandı, ama…

Bunlardan vazgeçilmesi kesinlikle mümkün olmasa bile neo-liberalizm/küreselleşme çiftinin balayı dönemi, beslediği ve yaydığı umutlar, aydınlar üzerindeki afyon etkisi artık sonuna gelmiştir. Burası kesindir. Ama kesin olan bir başka gerçek de şudur: Onun yerine bir dönemin başlangıcından söz edilecekse bu dönemin henüz adı yoktur; kesinleşmiş çizgileri, belirgin hatları, diğerlerine baskın çıktığı söylenebilecek eğilimleri de henüz yoktur.  

Bu noktada, sol düşünceye sahip kimi kesimler için bir uyarı gerekecek: Sanki sosyalizm bir “proje”, insanlar sosyalizme bir ”proje” olarak bakıyor; sanki bu proje, iflas eden ya da sonuna gelen projeden sonra devreye girmek için sırada bekliyor…

Sanki virüs salgınıyla birlikte sosyalizm kapıya dayandı, kapı açılsın diye güm güm vuruyor, sanki hemen içeri girecek…

Kuşkusuz böyle bir durum yoktur. Yaşadığımız bugünlerde sosyalizmin kapıyı kuvvetlice vurduğu, evdekilerin de sanki kapıyı açmaya kimi göndereceklerine henüz karar veremedikleri gibi düşünsel/algısal yönelimler hem gerçek dışı hem de tehlikelidir.

Gündelik sınıf mücadelesini sınıf hareketi düzlemine taşımış sınıfsal özneden söz edemiyoruz; bugün için sosyalizmin bir “hareket” nitelemesini hak ettiğine ilişkin kuşkular var, insanlar örgütlenme fikrine ve siyasal örgüt denilen kurumsallığa kuşkuyla ve mesafeli bakıyor ve durum böyleyken kapitalizm bir salgın karşısında çaresiz kaldı diye sosyalizm kendi vazgeçilmezliği kanıtlamış oluyor…

Bu tür düşüncelere fazla itibar edilmemesi gerekir.

Son olarak: Kapitalizm, sağlık krizini de kullanarak ve bahane ederek kendini hem üretim hem de yönetim süreçlerinde bugünkünden bile daha emek-emekçi düşmanı, daha otoriter yollardan tahkim etmeyi deneyecek, hepsine “yeni normal” diyecektir.

Bu yönelime karşı ne kadar ciddi ve kararlı bir direniş gösterilebilirse bir proje olarak değil, ama bir mücadelenin doğal sonucu olarak sosyalizm de o kadar gündemde olacaktır.

 

DAHA FAZLA