Sömürü, ataerki ve ırkçılık sarmalında: Göçmen kadın işçiler

Sömürü, ataerki ve ırkçılık sarmalında: Göçmen kadın işçiler

“Kadınların işgücü piyasasındaki konumlarını belirleyen şey, geldikleri ve bulundukları ülkelerin ekonomik, siyasal ve sosyal-kültürel yapıları, bir diğer deyişle kapitalist ve ataerkil toplum yapılarıdır. Kadınların işgücüne katılmalarının önündeki engeller, katıldıkları zaman da cinsiyet ve etnisite temelinde yaşadıkları ayrımcılık kapitalizmin, ataerkinin ve ırkçılığın karşılıklı etkileşimiyle belirlenmektedir.”

Şilan Geçgel

Prof. Dr. Gülay Toksöz’le Dipnot Yayınları’ndan çıkan kitabı “Emanet Emek- Göç Yollarında Kadınlar” hakkında konuştuk.

Kitabınız göçmen kadın emeğine ilişkin tarihsel bir değerlendirme sunuyor.  İlk bölümü olan: “Fabrikaların Akort Bantlarında Göçmen Kadın İşçiler” kısmında özellikle Almanya’nın planlı şekilde uyguladığı “misafir işçi sistemi”ne yer veriyorsunuz. Göçmen işçilerin konutsuz, güvencesiz ve ırkçı saldırıların odağı halinde, sürekli teyakkuzda yaşamak zorunda kaldığı misafirliklerinden, kalıcılaşmalarına uzanan misafir işçi sistemi nedir?

Şunu belirterek başlayayım, bu yıl Almanya’ya işçi göçünün 60. yılı. Türkiye ile Batı Almanya arasında ikili işgücü anlaşması 1961 yılında imzalandı ve izleyen yıllarda artan sayıda işçi Almanya’nın ihtiyaç duyduğu işkollarında çalışmak üzere bu ülkeye gitti. Nitelik değiştirmekle birlikte bugün de Türkiye’den Almanya’ya işçi göçü devam ediyor.Geçmişte başta Almanya olmak üzere tüm Batı Avrupa ülkelerinde göçmen işçiler yerli işgücünün düşük ücretleri ve zor koşulları nedeniyle çalışmayı kabul etmediği işlerde çalışmak üzere getirtildi. İkinci Dünya Savaşı ertesinde yeniden canlanan Avrupa ekonomileri için ucuz işgücüne ihtiyaç vardı ve savaştaki nüfus kaybı nedeniyle mevcut işgücü arzı yetersizdi. Göçmen işçilerin varlığı yerli işgücüne işyeri hiyerarşisinde yükselme ve daha iyi koşullarda çalışma imkânı sundu.

Kurulan “misafir işçi” sistemi ile gelenlerin ülkedebirkaç yıl kalacağı ve geri döneceği varsayılıyordu.Bu sistem içinde Belçika, Fransa ve İsviçre gibi ülkeler ağırlıkla İtalya, İspanya ve Portekiz’den, Almanya ağırlıkla İtalya, Yunanistan, Türkiye ve Eski Yugoslavya’dan çoğunlukla erkek işçi getirttiler. Rotasyon ilkesi uyarınca göçmen işçiler ihtiyaç duyuldukça işe alınan, bitince kolayca gönderilen bir insan kaynağı olarak görülmekteydi.Ailelerini yanlarına almalarına izin verilmeden, işverenler tarafından sağlanan yurtlarda kalmaları, yaşamlarını iş ve yurt arasında sürdürmeleri beklendi.Ancak bir süre sonra işverenler açısından işbaşında eğittikleri işçileri sürekli biten çalışma izinlerinden ötürü değiştirmenin uygun olmadığı görüldü ve çalışma izinlerinin süreleri uzatılmaya başlandı.

Göçmen işçilerin düşük ücretli ve düşük statülü işleri kabul etme nedeni, onların da başlangıçta varlıklarını geçici görmeleri, ağır koşullarda çalışsalar da kazanıp biriktirecekleri parayla ülkelerinde daha iyi bir yaşam kurabilecekleri umudu idi. Gelenlerin bir kısmı bir süre sonra geri dönerken, diğerleri göç edilen ülkede koşulları daha iyi buldukları veya öngördükleri tasarrufu bir türlü gerçekleştiremedikleri için kalışlarını uzattılar. Katı kuralların gevşetilmesiyle ailelerini yanlarına almaya başladılar. Fiili olarak misafir işçi sisteminden çıkış bu gelişmelere bağlıdır. Ancak ailelerin gelişiyle kalıcılaşmanın kabulü ve misafir işçi teriminin yerini göçmen işçi teriminin alması çok daha sonraki yıllarda toplumda kabul gördü ve güvenli yasal statü tanıyan hukuki düzenlemeleryapıldı.Almanya’nın kendini bir göç ülkesi olarak tanımlaması 2000’li yıllardadır.

Her ne kadar misafir işçi sistemi kapsamında giden göçmenler arasında genç erkekler çoğunlukta olsa da, tüm ülkelerde çok sayıda kadın işçi de hizmetler sektöründe ve imalat sanayiinde çalışmak üzere getirtildi. Ülkelere göre farklılıklar göstermekle birlikte erkekler daha çok inşaat, madencilik ve imalat sanayiinin çeşitli işkollarında çalışırken, kadınlar ev hizmetlerinde ve imalat sanayiinin tekstil, konfeksiyon, gıda, elektrikli aletler vb. işkollarında çalıştılar. Özellikle Almanya’da 1960’ların sonunda göçmen işçilerin yüzde 40’ı kadındı. Buna rağmen işçi kadınlar uzun süre görmezden gelindi, göçmen kadın denince akla gelenler aile birleşmesi kapsamında gelen eşler oldu. Bu kadınlar onları çalışmayan, eğitimsiz, izole, kocasına veya ailesine bağımlı çok çocuk sahibi eşler, anneler olarak sunan stereotipler üzerinden tanımlandı. Kurban göçmen kadın imajı bu stereotipler üzerinden güçlendi.

Kuşkusuz göçmen işçi kadınlarınhayatı kolay değildi, onların çoklu baskı ve ayrımcılıklarlakarşı karşıya oldukları söylenebilir. İşçi sınıfının üyesi olarak sınıfsal eşitsizlik ve sömürüye maruz kalmakla birlikte göçmen işçi olarak yerli işçiler karşısında, kadın işçi olarak erkek işçiler karşısında ve göçmen kadın işçi olarak Alman kadın işçiler karşısında dezavantajlı konumdaydılar. İmalat sanayiinde en düşük ücretli işkolları esas olarak kadınların çalıştıkları işkolları idi. Göçmen kadınlar ise bu tür işletmelerde genelde akort bantlarında çok düşük parça başı ücretlerle çalıştırılıyordu.

Bu süreçte kadınları emek göçü hareketlerinin öznesi haline getiren; “göçü kadınlaştıran” nedenler nelerdir?

Söylemeliyim ki, göçmen işçi kadınlar en başından itibaren emek göçü hareketlerinin bir öznesi idi. 1970’li yıllarda onların düşük ücretlere ve elverişsiz çalışma koşullarına karşı yürüttükleri çeşitli eylemler ve grevler var. Örneğin 1973’te Neuss’taki otomotiv sektörü için karbüratör üreten Pierburg firmasında çalışan kıdemli göçmen kadın işçilerin çıkartılıp yerlerine daha düşük ücretli yeni göçmen işçilerin alınacağı haberinin duyulmasıyla 13 Ağustos’ta 200-300 kadın işçi işi bıraktı, buna sonrasında 600 kişi daha katıldı. Bir hafta süren grevde çok sayıda Alman kadın ve erkek işçi grevcilerle dayanışma gösterdi ve sendika da grevi resmen destekleyemese de, dayanışmasını açıkladı. Grev başarıyla sonuçlandı ve en düşük ücret grubu kaldırılarak tüm ücret gruplarına zam yapıldı. Ancak sendikalar her zaman destekleyici tavır içinde değildi. Örneğin Frankfurt’taki Triumpf-Adler fabrikasında göçmenkadın işçiler aynı işi yapan erkek işçilerden daha az ücret aldıkları için 1980’de İş Mahkemesi’ne başvurduklarında işçi temsilciliği ve sendika şube yönetimi bunu, erkek işçilerin ücretinin düşürülmesine yol açacağı gerekçesiyle desteklemedi ve kadınların çabası sonuçsuz kaldı. Bu süreçte birçok Türkiyeli göçmen kadının seslerini duyurmak ve haklarını aramak üzeresendikalarda temsilci ve işyerlerinde işçi temsilcisi seçilmek için aday olduğunu görüyoruz.

1970’lerin ortasındaki ekonomik kriz ilebirlikte bütün Batı Avrupa ülkelerinde göçmen işçi alımı durduruldu. Aile birleşimi daha katı kurallara bağlandı. Ekonomik krizden çıkış için imalat sanayiinde emek yoğun işkollarında birçok fabrika kapatılarak işgücünün daha ucuz olduğu çevre ülkelere taşındı. Bu yapısal dönüşüm sürecinde çok sayıda göçmen işçi işsiz kaldı. Eskinin fabrika işçisi kadınlar daha çok hizmetler sektöründe temizlik işlerinde çalışmak durumunda kaldılar.

Ancak “göçün kadınlaşması” yani emek göçü hareketleri içinde kadınların artan payı, 1980’li yıllardan itibarentüm gelişmiş ülkelerde ev ve bakım hizmetlerinde göçmen kadın işçilere olan talebi hızla artıran bazı sosyo-ekonomik ve demografik gelişmelerin sonucudur. Bakım hizmetleri tüm dünyada geleneksel olarak hane içinde kadınlar tarafından yerine getirilen ama herhangi bir karşılığı olmayan emeğe dayanır. Feminist sosyal bilimcilerin çalışmaları, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin temelinde kadınların hane içindeki görünmeyen emeğinin yattığını açığa çıkardı. Gelişmiş ülkelerde kadınların giderek artan oranda işgücü piyasasına ve ücretli çalışma biçimlerine katılması, hem çocukların hem de nüfus içindeki payı giderek artan yaşlıların ihtiyaç duyduğu bakım hizmetlerinde bir açık yarattı. İskandinav ülkelerinde bakım ihtiyacı kamusal hizmetler aracılığıyla karşılanırken, diğer Avrupa ülkelerinde piyasa üzerinden işgücü temini öne çıktı. Yerli kadın işgücü ev ve bakım işlerinde çalışmayı tercih etmediği için bu açık esas olarak göçmen kadınlar tarafından karşılandı, karşılanıyor.

20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren cereyan eden küreselleşmenin göçü teşvik ettiği, zoraki veya isteğe bağlı göçlerde artış olduğu görülüyor. Neoliberal politikalarla ülkeler arasında ve ülkelerin kendi içinde artan eşitsizlikler, zenginlik ve refahın giderek daha az elde toplanması sonucu nüfusun giderek büyüyen kısmı yoksulluk, sömürü ve dışlanma yaşıyor. Yoksul ülkelerde ekonomik, siyasi krizlere, çatışmalara ve doğal afetlere bağlı olarak geçim ve yaşam imkanlarından yoksun kalan insanlar daha iyi bir yaşam umuduyla daha zengin ülkelere gitmek için riskleri göze alarak yola çıkıyorlar.  Göç hareketleri artarken 1980 sonrası dönemde göçmen işçi alımına getirilen kısıtlamalar, Afrika, Asya ve Latin Amerika’dan insanların düzensiz yollardan Avrupa ülkelerine gelmelerine,izinsizikametlerine ve çeşitli sektörlerde kayıtdışı çalışmalarına yol açıyor.Enformel istihdam olarak adlandırdığımız bu çalışma biçiminde işçiler koruyucu her türlü yasal düzenlemenin dışında sömürü ve istismara açık olarak çalışmak durumundalar. Ancak ev ve bakım işleri söz konusu olduğunda zaten hane içinde yerine getirilirken toplum nezdinde bir değer taşımadığı için işgücü piyasasından temin edildiğinde de, vasıfsız, düşük değerli ve düşük statülü bir iş olarak görülüyor ve çoğunlukla yasal düzenlemelerin ve sosyal korumanın dışında tutuluyor. Bu nedenle ev ve bakım işçisi göçmen kadınlar, bulundukları ülkelerin toplumsal refahına büyük katkıda bulunsalar da statüleri yasal hale gelse de çalışma koşullarının ve ücretlerinin iyileşmesi imkânlarıoldukça sınırlı.

Ev işçisi göçmen kadınların yaşama ve çalışma koşullarından bahsederken; “Ancak göçmen kadınlara bir kurban olarak bakılamaz” diye ekliyorsunuz. Göçmen işçilere, göçmen kadın işçilere bir kurban gibi bakmamak neden önemli?

Çünkü kadınlar başka bir ülkeye giderek çalışma kararını; yoksulluktan kurtulmak, temel ihtiyaçlarını karşılamak için bilinçli bir şekilde alıyorlar.  Bu kararı aldıklarında kazanacakları para ile ailelerinin geçimini sağlamayı, çocuklarının eğitim masraflarını karşılamayı veya kendilerine ait bir ev veya dükkân almayı hedefliyorlar. Çeşitli araştırmalar kapsamında görüşme yapılan ev işçileri, iş bulmak için göç etmekten başka çarelerinin olmadığını söylüyor, bazıları bunun ekonomik olanın ötesine geçen bir zorunluluk olduğunu ifade ediyor. Kadınların kazanıp ülkelerine gönderdikleri para havaleleri geride kalan geniş aileler ve ülkelerin hükümetleri için önemli bir ekonomik katkı.

Ev işçisi olan göçmen kadınların önemli bir kısmı başlangıçta düzensiz yollardan geliyor ve sosyal ağlar üzerinden iş buluyor. Evde yatılı çalışma kısa dönemde düzensiz konumdaki göçmenler açısından çeşitli avantajlar sunuyor: evde kaldıkları için tasarruf yapabiliyor ve denetimlere hemen hiç denk gelmiyorlar. Ancak güvencesiz yasal statüleri onları çeşitli sorunlarla karşı karşıya getirebiliyor. Çalıştıkları evlerde birbirlerinden izole bir şekilde yaşamaları, uzun çalışma saatleri, kimi durumda kendilerine yönelik aşağılayıcı davranışlar ve istismar nedeniyle psikolojik sorunlar yaşayabiliyorlar. Öte yandan bakım işçisi kadınlar çocuklara ve yaşlılara baktıkları birçok durumda onlarla duygusal bağ kuruyor ve anlamlı bir iş yaptıklarını düşünüyorlar. Özgüvenleri artıyor.Kimi durumlarda kendi örgütlerini kuruyor, kadın gruplarının, göçmen işçi gruplarının, insan hakları örgütlerinin, sendikaların ve dini grupların desteğini alarak daha iyi çalışma koşulları için mücadele ediyorlar. Bu, tüm güçlüklerine rağmen kadınlar açısından bir güçlenme süreci. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 2011 yılındaki 100. oturumunda kabul edilen 189 Sayılı Ev İşçileri Sözleşmesi’nin gerisinde başta ev işçilerinin örgütleri olmak üzere sendikaların ve insan hakları örgütlerinin büyük çabası var. Bu sözleşme ile ev işçilerinin işçi olduğu ve diğer tüm işçi kategorileriyle eşit muamele ve asgari yasal korumaya haklarının olduğu onaylandı.Sözleşmeyi şimdiye kadar 32 ülke imzaladı ve imzalayan ülkelerde göçmen ev işçilerinin haklarını korumak için ulusal yasaların çıkartılması ve uygulanması gerekiyor. İmzalayan ülkelerin sayısının artması gerekiyor. Covid 19 salgınının özellikle hasta ve yaşlı bakımı noktasında ihtiyaçları artırdığı göz önüne alındığında, göçmen ev ve bakım işçilerinin yüksek gelirli ülkelerde düşük maliyetli çözüm sunması, onlara daha çok talep olacağı anlamına geliyor. Dolayısıyla insana yakışan iş koşullarında çalışmaları için bu sözleşmenin imzalanması ve ülkelerin bunu uygulamaya yönelik yasalar çıkartması, sendikaların bunu kendi sorumluluk alanında görerek çaba harcaması gerekiyor.

Şimdiye kadar esas olarak önce fabrikalarda sonra evlerde göçmen kadınların vasıfsız kol emeği gerektiren işlerde çalışma durumlarına dair konuştuk. 2000 sonrası dönemde vasıflı kadınların göçünün giderek arttığını da söylemeliyim. Bu, beyin göçü kapsamında yeni bir gelişme olmakla birlikte bundan sonra artarak sürme eğilimi gösteriyor. Bu konuyu merak edenlere kitabı okumalarını öneriyorum.

KÜNYE: Emanet Emek- Göç Yollarında Kadınlar, Gülay Toksöz, Dipnot Yayınları, 2021, 206 Sayfa

DAHA FAZLA