Seyahat etmek veya dans etmek…
Marguerite Duras’ın Parkta’sı insanlığın evrensel durumuna ilişkin felsefi diyaloglarla örülü kısa bir roman veya uzun bir öykü…
Doğa Uğurel
Parkta; birbirini takip eden 3 bölümden oluşuyor. Hikâye; zengin bir evde hizmetçi olarak çalışan genç bir kadın ile seyyar satıcılık yapan, işi gereği sürekli seyahat eden, kadından yaşça daha büyük bir adamın parkta tesadüfen yan yana oturarak başlayan bir sohbetini içeriyor.
Kitap, Duras’ın okuyucuya 80’li yılların hizmetçilerine ve işportacılarına dair kısa bir bilgi notu ile başlıyor.
“Ellerinden her iş gelen hizmetçilerdi bunlar, Paris garlarında inen binlerce Breton. Aynı zamanda taşra pazarlarında işportacılık yapanlar, iğne iplik satanlar ve diğerleri. Üzerine ölü toprağı serpilmiş milyonlarca kişi.”
Kadına Dair
Genç kadın hem bir çocuğa hem de yaşlı ve şişman bir kadına bakıcılık yapmaktadır. Her geçen gün artan iş yüküne karşı sesini çıkaramaz ama yaptığı işten de nefret eder. Bu iş yükünü kabul etmekten başka bir çaresi olmayan genç kadın ise her şeye rağmen umutludur. En büyük umudu ise bir gün evlenmek ve kendi evine, kendi eşyalarına, kendi mutfağına sahip olmaktır. Kendisi için yaptığı tek şey cumartesi günleri dansa gitmektir. Hem dans etmekten büyük keyif alır hem de buradan bir koca bulacağı umudu vardır. Bunun haricinde tüm hayatı o evin içinde aynı şeyleri aynı şekilde yaparak geçmektedir. Adamın farklı kentleri gezmesine dair merakı ve oraları anlattırma isteği de kendisinin farklı yerlere dair fikir istemesine dairdir. Adamın kendisine yönelttiği 8 günlük tatil önerisine ise pek sıcak bakamaz.
“Çok az para harcıyorum. Aslında sadece dans salonu için harcıyorum. Yani anlayacağınız tren pahalı olsa bile istersem bu yolculuğa çıkabilirim. Fakat korkarım ki yine de nerede olursam olayım, zamanımı boşa harcıyormuş gibi hissederdim.”
Adama dair
Seyyar satıcılık yapan ve sürekli seyahat eden adam ise bir yere ait olamamak, sürekli gezmekten yana pek mutlu değildir. Daha doğrusu farklı yerler görmek gittiği kentleri keşfetmek konusunda her ne kadar istekli gibi anlatsa da aslında pek de istekli değildir. Kentlerde gittiğinde yaptığı şey yemek yemek, uyumak ve satış yapmak. Kendisine dair yaptığı hiçbir şey yoktur. Bir umudu, bir planı yoktur. Tek istediği sadece hayatta kalmaktır.
Hayata dair
İşte bu ikili bir gün parkta bir bankta yan yana gelirler ve yaşama dair uzun bir sohbete başlarlar. Hayata, umutlarına, umutsuzluğa, mutluluğa, mutsuzluğa dair görüşlerini anlatırlar. Anlattıkça dertleri ve istekleri deşilir, birbirinin dertlerini ve çaresizliklerini deşerler. Bir evde sıkışıp kalmış kadın, adamın gezdiği kentleri dinlemek ister ve burada adamın yaptığı birçok şeyi sorgular. Adam kadının evde sıkışıp kalmışlığını deşer ve bunu değiştirebileceğini söyler ve kadının dertlerini sorgular. İkisinin de birbirinin hayatına dair öngörüleri, fikirleri vardır ve değiştirebileceklerine dair birbirlerine kuvvet vermeye çalışırlar ama ikisi de bu değişime oldukça kapalıdır. Kadın kendisini bu durumdan sadece bir kocanın çıkarabileceğine son derece inanmış bir halde o anı bekler. Adamın ise zaten pek bir umudur yoktur ta ki cumartesi günü kadınla dansa gitme fikri aklına yer edene kadar.
Akşam olur, hava kararmaya başlar. Kadın kalkmak zorunda kalır. Birbirleri ile vedalaşırlar. Ama kim bilir cumartesi günü belki dansta bir araya gelirler…
"Parkta", iki kişinin arasındaki diyalog gibi gözükse de aslında tüm insanlığın ortak sorunlarına, ortak dertlerine dair durumlara işaret ediyor. Dışarı çıktığınızda milyonlarca insanın içinde bulunduğu sıkışmışlığı, mutlu mu mutsuz mu olduğuna dair belirsizliği, değiştirememe gücünü görebilirsiniz. İşte, Duras’ın cümlelerinin arasında insanlığın bu ortak kaygı ve dertlerini rahatlıkla okuyabilirsiniz.
KÜNYE: Parkta, Marguerite Duras, Çev. Şirin Etik, Can Yayınları, 94 sayfa.