Sendika liderine dönüşmek: Endonezya tekstil sendikasında örgütlenme uzmanı Aan Aminah’ın hikayesi
Bandung’lu aktivist ve araştırmacı Atika Andriani’nin Aan Aminah ile gerçekleştirdiği uzun söyleşisinden hazırladığımız derlemeyi dikkatinize sunuyoruz.
Söyleşi: Astika Andriani
Çeviri: Eylem Taylan & H. Deniz Sert
Köyde geçirilen mutsuz bir çocukluğun ardından ve gündelik temizlik işlerinde geçirilen yıllardan sonra işçi eylemlerine cesurca önderlik eden bir sendika örgütleyicisine dönüşen Aan Aminah; ilham verici hikayesini bizlere aktarıyor.
Eylül 2022’nin yağmurlu bir perşembe günü Bandung’daki tekstil sendikası sekreterliğinin ofisine bir ziyaret gerçekleştirdik. Endonezya’nın geleneksel yemeği Sumpia hazırlayan üç kadın işçi bizleri içeri buyur etti. Bu sıcak karşılamaya Sunda mutfağından tabaklar dolusu yemeklerin ikram edildiği bir ziyafet eşlik etti. Bu hazırlığı yapanlardan birisi Militan İşçi Sendikaları Federasyonu (SEBUMI) genel sekreteri Aan Aminah idi. Haziran 2020’de çalıştığı tekstil fabrikası işçi ücretlerini aşağı çekip, kitlesel işten çıkartmalara hazırlanırken işçiler Aan Aminah’ın öncülüğünde işyerinde eylemler örgütlediler. Firma Aminah ve eylemi örgütleyen diğer arkadaşlarını işten attı. Patronun saldırısına karşı koydular ve sonucunda Aminah tutuklanarak, 10 gün süreyle hapiste kaldı.
Tutukluğundan yaklaşık bir yıl sonra, Aminah ve sendika üyesi kadın işçiler Sumpia hazırlayıp satarak sendika sekreterliğini ayakta tutmaya çalışıyorlar. Bu ufak işletmeyi sürdürmek gözüktüğü kadar kolay olmadı, özellikle yağ fiyatlarının giderek arttığı bir dönemde maliyetler yüksek ve para akışı kısıtlıydı. Neyse ki müşteri konusunda sorun yaşamadılar. Sumpia’yı Madiun, Sumarta, Balı ve hatta Yogyakarta kentleri başta olmak üzere Endonezya’nın dört bir yanına dağıtmayı başardılar. Bu ufak işletme günlük harcamaları karşılamaya destek olurken, birtakım sendikal faaliyetleri de finanse ediyor.
Öğle yemeğine eşlik eden etraflı sohbetimizde Aminah kendisini bir sendika liderine dönüştüren serüvenini bizlere aktarıyordu: Şeflerin taciz ve tehditleri, mesai arkadaşları ve örgütlenme uzmanlarının güvensiz ve saldırgan tutumları; sendikal mücadelede bir kadın olarak karşısına çıkan engeller; Aminah’ın fabrika eylemlerindeki öncü rolü ve elbette tutukluluğuna varan engebeli bir serüven...
Bandung’lu aktivist ve araştırmacı Atika Andriani’nin Aan Aminah ile gerçekleştirdiği uzun söyleşisinden hazırladığımız derlemeyi dikkatinize sunuyoruz:
Hayat hikayenizi oldukça merak ediyorum. İşçi mücadelesinde sizi daha faal olmaya ne sevk etti, biraz bahseder misiniz?
Pandandaran vilayetinde yer alan Karang Pancar köyünde doğup büyüdüm. Mutsuz bir çocukluk geçirdim. İlkokulu bitirdikten sonra yedi yıl süreyle Jakarta’ta gündelik temizlikçi olarak çalıştım. Dönüp baktığımda o dönemin ne denli yoğun bir emek sömürüsüne karşılık geldiğini fark ediyorum. İşverenim Kendari’ye taşındığı için bu işi bırakmak durumundaydım. Annem gitmeme izin vermedi ve dolayısıyla memleketime döndüm. Kardeşimden bana bir iş bulması için yardım istedim. Beni Bandung’a götürdü ve orada üç ay boyunca işsiz kaldım. İlkokul mezunu olduğum için iş bulmak zordu. Elimde iş başvuru dosyasıyla fabrikaları arşınlıyordum. Hangi yıllardan bahsediyoruz ve tekstil fabrikasındaki işe nasıl girdiniz?
1995 senesi olmalı, kolay pes eden bir insan hiç olmadım. Köyümle fabrikalar arasında mekik dokuyor ve aç geziyordum. Nihayetinde kuzenim bana bir iş teklif etti, Sandang Sâri firması bir fabrika açmaya hazırlanıyordu ve orada çalışmak ister misin diye sordu. Elbette isterim diye yanıtladım. Fabrikada işe alınmam çok zor olmadı. Fakat esas güçlük başörtülü olmamdı, o dönemde fabrikada başörtüsü takan kimse yoktu.
Bahsettiğiniz yıllar Endonezya’daki Yeni Düzen (Suharto’nun 1966-1998 yılları arasındaki uzun başkanlık yılları) dönemine denk düşüyor, değil mi?
Evet, Yeni Düzen dönemiydi. Benim açımdan çok güçtü çünkü başörtümü çıkartmaya mecburdum. Dürüst olmak gerekirse buna pek de gönüllü değildim. İnancıma sahip çıkmak istiyordum fakat daha da önemlisi çalışmak zorundaydım. Bir gün başörtüm olmadan çalıştım ve bir işte kalmak pahasına bunu yaptım. Anladım ki şefim benden nefret ediyordu, hoyratça muamelelerine ve tacizlerine maruz kaldım.
Fabrikaya ilk girdiğinizde hangi bölümde çalıştınız ve çalışma koşullarınız nasıldı?
Paketleme birimindeydim. Tüm süreç el ile ilerliyordu. Kullandığımız kesim edevatı basit bıçaklar ve demirden dökme makaslardı. Paketleme de yine el yordamıyla yapılıyordu. Halen daha paketlemenin nasıl yapıldığını öğrenmekteydim.
İşin nasıl yapıldığını henüz tam öğrenemediğim için hor görüldüm. Hakaretlere uğradım ve hatta ahmak diye çağrıldım. Bu türden baskılar işin hakkıyla nasıl yapıldığını öğrenmek ve onlara ispatlamak adına beni güdüledi diyebilirim.
İlk başlarda birimde bu türden muamelelere maruz kalan iki kadındık, bir arkadaşım dayanamadı ve işi bıraktı.
İşiniz süresince fabrikada bazı işçiler örgütlenmeye uğraşıyorlardı. Örgütlenme ne zaman başladı ve sizi de sürece dahil olmaya ne teşvik etti?
O dönemde işçilerin 7 saatlik mesainin ardından akşam 3’te evlerine dönmüş olmaları gerekiyordu fakat benden saat 4’e kadar çalışmam istendi. Fazla mesainin ücrete tabi olduğunu bilmiyordum. İki yıl boyunca ücretsiz mesaiye kaldık. Fazla mesainin ödenmeyeceğini, bunun bir yalandan ibaret olduğunu zamanla fark ettim fakat karşı koyacak cesaretim yoktu.
Zamanla işyerinde aykırı bir işçi olarak bilinir oldum, çünkü yapılan haksızlıklara karşı çıkmaya cüret ediyordum. Şefleri bir iş buyurduğunda, diğer işçiler her halükârda nazik ve itaatkâr davranıyorlardı. Fakat bu tavır bana ters geliyordu ve hatalı davranmadığımı hissediyordum. Ve sesimi yükseltmeye, itiraz etmeye cüret ettim. Şefin bana şunu söylediğini anımsıyorum: “Senin gibi bir çalışanım olmasından dolayı başıma ağrılar giriyor”.
O dönem fabrikada halihazırda örgütlü bir sendika vardı. 2006’dan beri işyerinde faaldi. İşteyken ihtilaflar yaşamaktaydım, 2010 yılında sendikayla yakınlaşmaya başladım ve hatta sendikaya üye olmak üzereydim. Sendika şirketin muhbiri olduğumdan ve ispiyonculuk yaptığımdan şüpheleniyordu, şirket ise sendika için casusluk yaptığımı düşünüyordu.
Şef tarafından tehdit edildiğimde, sendika lideri benim safımda yer almadı. Sendika lideri “Şef makul bir insan, belki de kötü tavırlar sergileyen O’dur [Aminah’ı kastediyor]” diye konuştu. Bu sözlerden yüz bulan şef beni daha fazla ezmeye başladı. Bu vakadan sonra sendikada daha fazla müdahil olmam gerektiğinin ayırdına vardım.
Sendika lideri sizi neden savunmadı?
O dönem sendikanın bir üyesi değildim. Şirkete yakın olduğumu ve onların hesabına hareket ettiğimi varsayıyorlardı. Şu anki sendika yönetiminde bu minvalde hareket etmiyoruz. İşçiler, sendika üyesi olsun veya olmasın, savunulmalıdır. Bu sebeple sendikaya dahil olmaya karar verdim çünkü sendikanın (önceki haliyle) bana yardım eli uzatmayacağını anladım.
Rancaekek’teki sendika sekreterliğinin bir toplantısına katıldım, kıyıda köşede bir yer bulup oturdum. İnsanlar yanıma yöreme oturmak istemediler çünkü benim şirket adına casusluk yaptığımı varsayıyorlardı. Fakat vazgeçmedim, her hafta cumartesi günü sekreterlikte düzenlenen toplantılara ısrarla katıldım.
2011 yılında 1 Mayıs için bir toplantı tertiplendi. Sendikanın 1 Mayıs toplantısı, işyerindeki örgütlenme stratejisini açıklayacağı kapalı bir toplaşma olduğunu anladık. Sendikaya üye olmayanların binayı terk etmeleri istendi. Sadece üyelere açık bir toplantı olduğu söylendi fakat umursamadım ve odanın bir köşesinde, oturduğum yerde kaldım.
Peşi sıra üç toplantı düzenlendi ve üçüncü toplantıda benim hakkımda: “Bu arkadaşa dışarı çık dememize rağmen kalmaya devam etti, kuvvetle muhtemel şirket için gammazlık yapmaya gelmiş. Toplantıda kalacaksa, şirkete kesin burada konuşulanları uçuracak. İçlerinden birisi: “Kadını rahat bırakın! Eğer muhbirse, bırakın bizi şirkete ispiyonlasın” diye bağırdı. İşin aslı, ben sendikacılığın ne olduğunu öğrenmek için oradaydım.
Size anlattıklarım işçi sınıfı hareketine dahil olmak için verdiğimiz mücadelede benim payıma düşen kısımdı. Elbette hiçbir arkadaş sorgusuz sualsiz bana birden güvenmeyecekti.
Fakat insanların güvenini zamanla kazanmayı başardınız ve sendikaya dahil oldunuz. Bu süreçte neler yaptınız ve sendika işçilerin davasını nasıl sahiplenmeye başladı?
1 Mayıs’tan sonra sendika işyeri temsilcisi ve 16 işçi arkadaşım işten atıldı ve biz de bu saldırıyı protesto etmek için şirket önünde bir eylem örgütledik. O zamanlar, daha geride duruyordum, henüz bir aydır sendika üyesiydim.
Belki de sendikanın baş üyelerinden biri olmak için yeterli potansiyele sahip olduğumu düşünüyorlardı. Hakikaten popülerlik peşinde değildim, sendikada bir idari kademe kapayım gibi bir derdim yoktu. Sadece mücadele etmek istiyordum. Nihayetinde sendika yönetimi beni saha koordinatörü görevine terfi ettirdi. Neden sonra, eğitim birimine atandım. Nihayetinde, sendikanın işyeri hak savunuculuğu birimine terfi oldum.
İşten atılan 16 arkadaşımın mücadelesini yürütmemi istediler. 8 arkadaş tazminat hakkı için direnirken, diğer sekizi mücadeleyi bırakmıştı. Meselenin peşini bırakmadık ve insan gücü ofisine sevk ettik. Nihayetinde işten atılan arkadaşların 3 aylık kıdem tazminatı gasp edilmişti ve şirketin kişi başına 6.500.000 rupi ödemesi gerekiyordu.
O dönemler, örgütlenme hakkında pek bir deneyimim yoktu. Farklı sendikal örgütlerden dört arkadaşla şirket müdürünün daveti üzerine bir otelde buluştuk.
Oteldeki görüşmeden işverenin asıl niyeti ortaya çıktı. Patron atılan işçilere yapılacak tazminat ödemesinden 2,500,000 rupiyi zimmetimize geçirmemizi teklif etti. Atılan işçilere kişi başı 4.000.000 rupi ödenecek ve bize de anlaşma gereği 2.500.000 rupi verilecekti.
Bu teklifin içyüzünü anlayınca derhal reddettim. Diğer dört arkadaş parayı almayı kabul etti. Bu olaydan beri sendikadaki üyelerin bir kısmıyla çatışma halindeyim. Sendikanın bu türden suiistimallerden tamamen azade olmadığını anladım. Sicili temiz ve işçilerin çıkarını kollayan bir sendika olmasını talep ediyordum. Nihayetinde, benimle bu sendikal hattı sahiplenmeyen kişiler birer birer ayıklandı.
Neden sonra, sendikanın kadın başkanı olarak atandım. Hem sendikada hem işyerinde hak gördüğünü dillendirmekten çekinmeyen bir tiptim. Buradan yola çıkarak daha kitlesel 1 Mayıs mitinglerinin nasıl örgütleneceğini de öğrendim.
Sendikada genellikle işçi ihtilaflarını takip etme ve idare etme görevini üstleniyordum. Sonuçta elime aylık 300.000 rupi geçiyordu, fakat diğer arkadaşlara şirket 1.000.000 rupi ödeme yapıyordu. Bu ücret farklılaşması 2014’ten beri böyle sürüyordu. Sendikal faaliyetlerde daha atak davranıp veya sendika başkanı olup da müreffeh sayılabilecek bir hayatı nasıl idame ettireceğimi kendi kendime sorar oldum. Şirket bana sadece 300.000 rupi ödüyordu ve borç içinde yaşıyor, faturaları nasıl ödeyeceğimi düşünüyordum. Tüm bunlara rağmen sendikal mücadeleden bir an olsun bile taviz vermedim.
Şirkete veya diğer amirlere bu ücret kesintisinin neden kaynaklandığını, ücretinizin neden daha düşük tutulduğunu sormuş muydunuz?
Bana öyle geliyor ki sendikal faaliyetlere katıldığım için ücretimi kesiyorlardı. Ardından şirket tam olarak ne olduğunu bilmediğim, yeni bir düzenleme getirdi. Şirketten verilen ihtar mektuplarına göre, ilk ihlalimde ücretimden kesinti olacak ve ek bir diğer ihlalde ise ücretim daha da düşürülecekti.(1)
Dolayısıyla her bir kural ihlali, ücretinizde ayrı bir kesinti anlamına geliyor, doğru mu anlıyorum?
Evet, bir bakıma. Ne türden faaliyetlerin bu yeni düzenlemeyi ihlal ettiğine ilişkin tarafıma hiçbir açıklama ibraz edilmedi. Şefime bu durumu her sorduğumda, bana bir açıklama yapmayı reddetti. Örgütlenmek isteyen arkadaşlarımın haklarını savunmaya devam edebildiğim ölçüde, bu durumu umursamadım. Sonuçta kimi zaman işten eve yürüyerek dönecek kadar parasız kaldım. Tek kuruşum yoktu ve arkadaşlarımdan daha fazla borç istemek beni huzursuz ediyordu.
Şirkette genelde çok faal olduğum ve sendikada çalıştığım için fazla mesaiye kalmama izin vermiyorlardı. Bunun bir tür yıldırma politikası olduğunu düşünüyordum. Böylece, sendika sekreterliğinin bulunduğu Rancaekek’te dersime çalışmaya karar verdim, iş sözleşmelerinin nasıl yapıldığını, fazla mesai düzenlemelerinin nasıl işlediğini anlamaya çalıştım. Mücadele etmenin sadece kas gücünden ibaret olmadığını fakat aklınızı da kullanmanız gerektiğini öğrendim.
Paketleme bölümünde, bir mesai günü süresince 20 parti kumaşı (1 parti yaklaşık 2000 metrelik kumaşa denk geliyor) paketlemekle yükümlüydüm ve mesai sonuna muhakkak yetiştirmem gerekiyordu. İş yüküm giderek artıyordu, öyle ki Rodi dönemindeki iş yükü limitlerini bile aşıyordu.(2) Bu son noktaydı, insanların ne diyeceklerine, nasıl tepki vereceklerine veyahut mücadeleme dahil olup olmayacaklarına aldırış etmeden direnmeye başladım. Yoldaşlarımla birlikte doğum izni, yıllık izin vb. hakları kazanmak için kavga verdim.
Kimileri bana neden bu şirkette çalışmaya devam ediyorsun, başka bir işyerinde neden iş bakmıyorsun diye soruyorlar. Benzer çalışma koşullarının hüküm sürdüğü bir işyerine geçmek neyi değiştirir? Bu düzeni değiştirmek için dövüşmeye mecburum. Benzer deneyime sahip olan arkadaşlar belki daha yılgın hissediyorlardır. Çıkış yolu inan bu değil, bu çalışma rejiminin mutlaka değişmesi gerektiğine inanıyorum ve bu uğurda kavga vermeye devam edeceğim.
2020 yılında Covid-19 pandemisi patlak verdiğinde, şirket işçilerle müzakere etmek istemedi. Biz de şalteri indirdik, makineleri kapattık, tüm fabrikayı çalışmaz hale getirdik.
O dönem örgütlediğiniz fiili grevde işveren güvenliği sizi taciz edip şiddet uyguladı. Bununla yetinmedi ve şirket size ve diğer işçilere 12 milyar rupilik tazminat davası açtı. Bu fiili grevi nasıl başlattınız?
Covid-19 pandemisi başladığında, şirket yeni bir çalışma düzenine geçileceğini bize bildirdi. Covid-19, şirketin biz işçilere şantaj yapmak için kullandığı bir araçtı. Pandemi dönemi çalışma düzeni şöyle işleyecekti: Bir hafta boyunca işçilerin yarısı izinli sayılacak, kalanı ise mesai yapacaktı. Bu çalışma düzenine başta itiraz etmedim. Fakat arkadaşlarımın haklarını savunmak istiyordum. Yeni düzende ücretler de yeniden hesaplandı tabii. İzinli sayılan işçilere ücretlerinin 35%’’i ödenirken, mesai yapanlara tam ücret ödendi. Ayrıca, tam zamanlı mesai yapan arkadaşların, (işçilerin yarısı izinde olduğu için) iş yükü önceki durumun iki misline çıkıyordu.
12 Mayıs’tan itibaren şirketle bu durumu müzakere etmek istediğimizi duyurduk fakat tabii mümkün olmadı. Nihayetinde tüm makinaların şalterlerini indirdik ve fabrikayı işgal ettik. İki hafta boyunca tüm vardiyalardaki (üç vardiyada da üretimin durduğu, 24 saat süren günlük iş bırakma döngüsü) işçilerin dahil olduğu bir grevdi.
İşverenin muhtemelen paraya bağladığı Antapani polisi her gece inatla yanıma gelip, grevi sonlandırmak için benimle müzakere etti. Asıl niyetimizin grevi sürdürmek olmadığını söyleyip, şirketle yaşadığımız sorunu çözmeleri için onlardan yardım istedim.
İş başı yaptığımızda yönetim kurulu benle beraber on arkadaşı bir araya topladı ve diğer işçi yoldaşları eylem yapmak için provoke ettiğimiz gerekçesiyle işimize son verdiğini ilan etti. Bu kararı saat 3’te bize bildirdiler ve çıkış yapmamıza izin vermediler, saat 4’e kadar bizi alıkoydular. Ardından şirketin kiraya bağladığı polisler fabrikaya geldi ve çatışma başladı.
Eylem esnasında çıkan çatışmanın ardından gözaltına alındınız. Adli kovuşturma devam etmesine rağmen, 10 gün boyunca hapiste kaldınız. Tutukluluğunuz süresince dışardan destek geldi mi? Sizi mücadeleye ve örgütlenmeye devam etmek için teşvik eden ne oldu?
Elbette mücadele arkadaşlarımdan çokça destek geldi. Bu sebepledir ki içerde beni çok fazla tutamadılar. Fakat beni teşvik eden sadece bu dayanışma değildi, hapisteki muameleyi görmek ve deneyimlemek de beni ayakta tuttu.
Hapishanedeki herkes suçlu olduğu için orada bulunmuyor. Benim gibi adaletsizliğe uğrayan veyahut muktedirler tarafından kandırılan, hapse atılan çok sayıda insan var.
Hapse adım atar atmaz, anadan doğma soyunduruldum. Hareketimizin belli kısıtları vardı. İçerde izole edildik ve diğer arkadaşlarla vakit geçirmemize izin verilmedi. Hapishane demirlerinin ardından birbirimizle görüşmeye yeltendiğimizde ise cezalandırılacaktık. Haftanın üç günü çimleri biçmemiz emrediliyordu. Yüzlerce mahkûm varken, el altında sınırlı sayıda teçhizat vardı. Doğru dürüst alet edevat kullanmadım ve elerim kanayana dek çıplak ellerle çimleri yolmaya mecbur kaldım.
Günde üç öğün yemek veriliyordu. Fakat sence ne yiyorduk? Sararmış pirinç. İlk başta çok düşük kalite pirinç verdiklerini zannediyordum fakat diğer arkadaşlardan işittiğim kadarıyla içine kalsiyum hidroksit karıştırılıyormuş. Pirinci hem katılaştırıyor hem de kayış gibi yapıyordu. Yanında salamura edilmiş balık ve bir kaşık sebze veriyorlardı. Her yemeğin tadı korkunç kötüydü.
Onca badire atlatmış bir kadın işçi ve militan olarak -şirketten gelen tehdit ve şantajlar, hatta sendikadaki çalışma arkadaşlarınızın sizden şüphe duymasını kastediyorum- yaşadıklarınızın ne denli zorlayıcı olduğunu tahmin edebiliyorum. Sendikada kadın bir militan olarak var olmak nasıl bir deneyim?
Yaşadığım zorluklar işyeri ile sınırlı kalmıyor, evimde, ailemde, ait olduğum toplulukta da devam ediyor. Bana duyulan bu çifte önyargı, sadece beni değil kızımı da etkiliyor. Kızımla birlikte tek başımıza yaşıyoruz. Bir iki günlüğüne sendikal faaliyetler için dışarı çıkıp, akşam saatinde eve dönecek olduğumda, sendikadaki erkek arkadaşlar beni motorla eve bırakıyorlar. Bugün bir arkadaş, diğer gün ise müsait başka bir arkadaş eve kadar eşlik ediyor. Komşularım beni türlü şeylerle itham ettiler ve benim kötü bir kadın olduğumu düşündüler.
Komşularıma kadın bir sendika militanı olduğumu izah ediyorum. Beni evime bırakanın ilişki yaşadığım bir erkek değil, sendikadan bir üye arkadaşım olduğunu anlatıyorum. Onları ikna etmem hayli zaman aldı. Bunlar kızımla olan ilişkimi ve hatta kendi mahallemde bana karşı olan tutumu etkiledi. Elden ne gelir, kadın militan olmanın bir bedeli de bu olsa gerek.
Sizin ve sendikadaki arkadaşlarınızın acil bir gündemi, şu an için odaklandığınız öncelikli bir konu var mı?
Elbette var, her koşulda işçi yoldaşlarımızın haklarını savunmak için mücadele vermek istiyoruz. Yoldaşlarıma bir kadın sendika başkanı olarak şöyle diyorum: Aranızdaki en saf kişinin ben olduğumu ve hepinizin olaylara benden daha vakıf olduğunu düşünün. Bu şu anlama geliyor, her zaman benden bir adım önde olmak, daha yetkin kalmak zorundalar. Gün gelir de yoldaşlarım saf değiştirecek olurlarsa, bu mücadeleyi bırakır ve örgütlenmekten vazgeçerim.
Bandung’un kurucu, ön açıcı bir emsal olmasını umut ettim fakat öyle gözüküyor ki mücadele ruhunu giderek yitiriyoruz. Belki de bu yitimin bir sebebi sendikanın halen daha şirkete itaat ediyor oluşudur. Bandung’ta yeni mücadele zeminlerinin ve yoldaşlarının çıkarı için dövüşecek yeni işçi arkadaşların açığa çıkmasını arzu ediyorum.
1) İşyerindeki sendikalı temsilciler, hak savunuculuğu yapmak, ihtilaflı vakalarla ilgilenmek ya da sendikayla ilgili diğer faaliyetleri yürütmek için genellikle işten ayrılmak zorunda kalmaktadır. 2000 yılında yasalaşan Endonezya iş kanuna göre işverenler, işyerinde yetkili sendikal faaliyetleri yürütecek olan işçilere/sendika temsilcilerine gerekli imkanları sağlamakla yükümlüdürler. Bu kanuna göre işyerindeki sendikal faaliyetin herhangi bir koşulda engellenmesi, sendika temsilcilerine uygulanan ücret kesintisi de dahil olmak üzere, yasaya aykırıdır. Buna göre, eğer bir işveren sendikal faaliyet için gerekli imkanları sağlamayıp, sendika işyeri temsilcisinin ücretinde kesinti yapar veyahut ihtar mektubu ile işçileri yıldırmaya teşebbüs ederse, işveren iş kanunu ihlal etmiş sayılır. Aminah’ın ifade ettiği üzere şirketin ibraz ettiği ihtar mektupları şu anlama gelmektedir: Şirket mesai süresince sendikal faaliyet gerekçesiyle işi aksattığı için ücretinin kesileceğini kendisine bildirmiştir.
2) Hollanda kolonyalizminde Endonezyalı işçilere uygulanan zorla çalıştırma modeli. Yoğun ve ağır iş yükünü tarif etmek için kullanılan bir halk tabiri.
Çevirinin İngilizce aslına aşağıdaki bağlantıdan erişebilirsiniz:
https://labourreview.org/becoming-a-union-leader/
Fotoğraf: Wisnu Prima