'Sanatın özünde itirazın olduğunu düşünüyorum'

'Sanatın özünde itirazın olduğunu düşünüyorum'

Son kısa filmi "Alarga" ile birçok ödül alan yazar-yönetmen Soner Sert'le filmlerinin hikayesini, sinema ve sanata bakışını konuştuk. "Sanatın özünde itirazın olduğunu muhalif bir disipline göre biçimlendiğini düşünüyorum" diyen Sert, tüm zorluklarına rağmen, anlatacak hikayesi olanların bir şekilde bunu yapmanın yollarını bulduğunu söylüyor.

Nazlı Eda Piyade / @nazliieda_

"Bana kalırsa özünde bir ideoloji taşıyan herkes hikaye anlatıyor" diyen Soner Sert son kısa filmi 'Alarga' ile birçok ödül aldı. 

Dünya promiyerini Fransa'nın önemli kısa film festivallerinden biri olan International Film Festival Tonneins France'da yapan Alarga son olarak da Toronto'da düzenlenecek Black Film Festivali'nde uluslararası yarışma kategorisinde yarışacak. 

'Duvar' isimli bir öykü kitabı da bulunan Soner Sert'le sinema hikayesini konuştuk. Sert, "Bir hikayem olduğunu düşündüğüm için sinema okumaya karar verdim" dese de, başkalarının hikayelerini de dert eden yazar-yönetmenlerden...

'SANATIN ÖZÜNDE İTİRAZ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM'

Önce biraz sizi tanımak isteriz. Sinema- televizyon mezunusuz. Bu bölümü okumayı tercih ederken bir hikayeniz mi vardı anlatmak istediğiniz? Yola çıkışınızda neler eşlik etti size?

Aslında bir hikayem olduğunu zannederek sinema okumaya karar verdim ama derslere girip çıktığımda, bu alanda şahane filmler çeken yönetmenleri tanıyınca ve okul İstanbul’da olduğu için burada yaşamaya başlayınca çok da anlatacak bir şeyim yok, diye düşündüm. O tarihten bu yana binbir türlü insan ve binbir türlü hikayeyle karşılaştım.

Yaşadıklarımdan, tanık olduklarımdan, dinlediklerimden kendi bakış açım, ideolojik görüşüm ve estetik anlayışımla hikaye anlatmaya çalıştım. Hala da bunun üzerine uğraşıyorum. 

Sizin hikayeleriniz aynı zamanda "sizin" değil de anlatmak istediklerinizin hikayesi gibi... Bazen iş cinayeti, bazen devrimci mahallenin çocukları. Bu da sizin ses çıkarma yönteminiz diyebilir miyiz?

Bana kalırsa özünde bir ideoloji taşıyan herkes hikaye anlatıyor. Bir mimar çizdiği bir evle hikaye anlatır, bir heykeltraş yonttuğu taşla… Burada belirleyici olan şey şudur: Kimin veya neyin hikayesini hangi gerekçeyle ve nasıl anlattığın? Hikayesini anlattığın “obje“yi görmene sebep olan şey senin bakış açındır, gerekçe ise kendi varoluşunu adadığın, konumlandığın hayat görüşü…

Nasıl anlattığın ise bilimin ya da sanatın konusu... Levent’e baktığımda gökdelenlerin dibinde kalan, yıkılmaya yüz tutmuş bir gecekonduyu görüyorsam ve o evde yaşayanların hikayesini dert ediyorsam üçüncü aşamaya geçmiş sayarım kendimi. Kafamda şekillenen hikayeyi nasıl çekeceğim? 

Bu bir ses çıkarma yöntemi mi, belki de öyle… Sanatın özünde itirazın olduğunu, muhalif bir disipline göre biçimlendiğini düşünüyorum. 

'FİLMLER ÇEKİLMEYE DEVAM EDİLİYOR'

Bir mültecinin hem ırkçılık hem emek sömürüsü altında nelere maruz kaldığını çok da gündelik bir yerden anlattığınız 'Alarga' birçok ödül aldı, yurtdışı gösterim davetleriyse devam ediyor. Birilerinin çok da hoşuna gitmeyecek bu hikayeleri anlatırken 'ödül' alabilmek beklediğiniz bir şey miydi?

Kısa film festivallerinde belirleyici olan öznenin, ön jüri olduğunu düşünmüşümdür hep. Zira, filmin izleyiciyle buluşup buluşmayacağı tamamen buna bağlıdır. Sizin bahsettiğiniz o “birileri“ genelde filmleri kimseye göstermeden bu bölümde eliyor. Ancak, ön jüriyi atladıktan sonra eğer karşınızda hakkaniyetli bir ana jüri varsa iş değişebiliyor ve bazı festival yöneticilerini rahatsız eden filmler ödül alabiliyor.

“Alarga“ yönetmenliğini yaptığım sekizinci kısa filmim. Dolayısıyla geçmiş yıllarda pek çok film festivalinde, pek çok ödül töreni deneyimledim. O “birileri“ hep geldi, gitti. Ancak filmler çekilmeye devam ediyor. Ödül almak çok da önemli değil, hayalini kurduğun bir filmin gerçeğe dönüşüp insanlara ulaşması mesele.  

Hemen her şeyin saldırı altında olduğu bir dönemde sinemacı olmanın sizin açınızdan zorlukları oldu mu?

Halihazırda can taşıyan her varlığın biricik olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla sinemayla uğraşıyor olmanın hiçbir önemi yok. Herkes zorluk çekiyor. Kaldı ki, binlerce insan hapishanedeyken veya işsiz bırakılmışken, kadınlar periyodik aralıklarla öldürülüyorken, bölgesel ve evrensel savaş sürüyorken, kamu kurumlarından fon alıp alamamak çok da mesele değil. Her şekilde başvuru yapılmasını elzem görüyorum fakat alınamazsa da dert değil. Anlatacak güçlü bir hikayen varsa, bir şekilde çıkar, onu anlatırsın. Sinema yolu ile olup olmaması da çok önemli değil. Şiir yazar, şarkı söylersin. Duvara grafiti yaparsın. Yeter ki iste… 

'ALİKEV, ALDIĞIM DESTEKLER İÇİNDE EN KIYMETLİSİ'

ALİKEV'in desteklediği genç yönetmenlerdensiniz. Gezi 'defterini' yeniden açmaya çalıştıkları bir dönemde, Ali İsmail'in düşlerini yaşatmak için kurulan bir vakfın desteğini almak sizin için ne ifade ediyor?

ALİKEV’in açtığı fon, bu senenin başlarında sonuçlandı. İktidarın Gezi karşıtlığının daha soft olduğu bir dönemdi. Seçim yaklaşmaya başlayınca bir kutuplaşma ihtiyacı hasıl oldu, her zamanki gibi. Yeni ve güncel bir düşman olmadığı için, eski düşman tekrar hortlatıldı, diye düşünüyorum. Bu seçim de böyle geçecek anlaşılan. 

Sinema, sanat dalları içerisinde finansal olarak en maliyetli olanı… Ben, bir film yapmaya karar verdikten sonra kamu fonlarının tamamına başvurulması taraftarıyım. Çünkü o fonda hepimizin payı var. Ek olarak, ortak bir gelecek umudu taşıdığımızı düşündüğüm, insan haklarına ve adalete olan inancından emin olduğum özel kurumlardan da destek almaya çalışıyorum. ALİKEV de bunlardan birtanesi. Hatta en kıymetlisi, diyebilirim. 

Yakın zamanda yeni projeleriniz olacak mı?

Bir yandan öykü yazmaya çalışıyorum. Bir öykü kitabım var. Şimdi de yenisini hazırladım. Yakın zamanda basılacak, diye düşünüyorum. Bu aralar gündemim o. Onun yanında, ilk uzun metrajlı film projeme de çalışıyorum. Bakalım, nasıl olacak?

DAHA FAZLA