Rıdvan Çöpürkaya yazdı| Hüseyin gibi düşün, devrimci gibi yaşa!

Rıdvan Çöpürkaya yazdı| Hüseyin gibi düşün, devrimci gibi yaşa!

Mart ayındaydık, yıl 2006. Küçükçekmece'de bulunan parti binasına adım atar atmaz gözüme ilişen resmi sormuştum. Duvara asılı işlemeli bir resim, tekstil kumaşı ile yapılmıştı. Kime ait diye sorduğum arkadaş, “1999 yılında faşistler tarafından şehit edilen Hüseyin Duman yoldaşımız” dedi.

O gün Hüseyin Duman hayatıma girdi. Hüseyin'i birkaç gün çok düşündüm, benim de bir yakınımı, yoldaşımı öldürmüşler gibi düşündüm. Ertesi ay 17 Nisan günü Çobançeşme Mezarlığı'nda anmasına katıldık. Hüseyin'in annesi Fadime ananın gözlerinde gördüm Hüseyin'i, Fadime ana her birimize Hüseyinmişiz gibi bakıyordu, her birimize Hüseyinmişiz gibi sarıldı. Fadime ananın ve Haydar amcanın çocuğu olmak düşüyordu bize, belki Hüseyin'in yerini dolduramayacaktık ama bir Hüseyin gibi onların yanında olmalıydık.

Aradan tam 14 yıl geçti, Fadime ana anamız, Haydar amca babamız oldu artık. Bu yazıyı yazmak da bizim hem Hüseyin'e, hem ana-babamıza, hem de yoldaşlarımıza karşı görevimiz, boynumuzun borcu oldu.

***

1999 yılında Sosyalist İktidar Partisi (SİP); Sarıgazi'de bir seçim mitingi yapmıştı. Miting sonrasında oluşturulan araç konvoyu Küçükbakkalköy'den geçerken yolu MHP'li faşistler tarafından kesildi. Hüseyin hiç tereddüt etmeden indi arabadan ve koştu en öne, yapılan tartışma sırasında, polislerin yanında duran bir faşistin silahından çıkmıştı kurşunlar. Atılan kurşunlardan biri eline, diğeri göğsüne saplanmıştı Hüseyin'in. Hastaneye yetiştirildi, elden gelen yapıldı ancak kurtarılamadı Hüseyin.

Tekstil işçisi, Alevi Kürt ve yoksul bir ailenin oğluydu Hüseyin. Cesur, disiplinli bir komünistti. Hakkında anlatılanları dinlediğimizde; yoldaşları, toplantılardaki disiplininden, her yere zamanında gelmesinden, dayanışmacı, yardımsever kişiliğinden bahsettiklerinde gururlanırdık. Kurşunların Hüseyin'e isabet etmesi bir tesadüf değildi. Hüseyin o gün en öne koştu, bütün yoldaşlarının önüne, yoldaşlarını korumak için atıldı kurşunların önüne .

Hüseyin'in yoldaşları için öne atılması ilk değildi.

Bir keresinde Avcılar'da afişe çıkılmış ve faşistler bıçaklarla saldırmışlardı. Olayın tanıkları Hüseyin'in saldıranların elinden bıçağı alıp hepsini etkisiz hale getirdiğini anlatırdı.

***

Şakacı ve fedakar bir devrimci olduğunu öğrendik Hüseyin'in.

Bir gün Fadime anayı yanına katmış ve Kadıköy'de bir etkinliğe gitmişlerdi. İl binasının önünde polisler her geleni gözaltına alıyormuş. Fadime ana, “oğlum bak burada bekleyelim, gitmeyelim” dediğinde, Hüseyin, “ana yoldaşlarım orada gidelim” demiş ve ikisi birden gözaltına alınmışlardı. Gözaltında ifade öncesi avukatlar ile görüşen herkes üzerindeki kitapları vs. avukatın çantasına koyup göndermişti. İfade sırası en son Fadime anaya geldiğinde, polisler Fadime ananın yanında kimsenin üzerinden bir şey çıkmadı deyince, ana basmıştı kahkahayı; “Onlar uçtu dedim ama duymadılar” demişti. Polisler Fadime anaya, “Teyze senin ne işin var bunların yanında” diye sorunca, “Onlar benim çocuklarım, ben de onların düşündüklerini düşünüyorum” diye yanıt vermiş ve içeride bir alkış kopmuştu. Dışarı çıktıklarında Hüseyin annesine, “Ana sen de artık bizim yoldaşımızsın, seni partinin başına mı geçirsek” demişti.

Fadime ananın bizlere anlattığı bir sürü benzer hikaye var ve her birinin özetinin; “bir devrimci nasıl yaşar nasıl mücadele eder” olduğunu artık adım gibi biliyorum. Hüseyin'in de bu nasılların cevabı ve örneği olduğuna inanıyorum.

Hüseyin bir işçiydi, tekstil tezgahında saatlerce çalışan, yorulan, işsizlik ile tehdit edilen, emeğinin karşılığını alamayan bir işçi. Vurulduğunda üç aydır maaşını alamamıştı. Patronu, Hüseyin'in alacağını, vurulduktan 15 gün sonra ailesine göndermişti.

Hüseyin her şeyden daha çok, belki işçi olduğu kadar devrimci bir militandı. Yoksullar için, ezilenler için mücadele etmeye devam eden bir işçi, bir militandı. Yorgun çıktığı işten sonra gece yarılarına kadar afiş yaptı, hafta sonları partisinin verdiği görevleri yerine getirmek için erken kalkardı, okurdu, sorardı, öğrenirdi. Öğrendiklerini öğretirdi, bir komünistin ne yapması gerekiyorsa onu yapmaya çalışırdı Hüseyin.

O kendinden sonraki kuşaklara örnek oldu. Şimdi artık bizim de ona verdiğimiz sözleri yerine getirmemiz gerekiyor. Bugün her birimiz Hüseyin'in gözü ile bakmalıyız dünyaya. Kavgada Hüseyin gibi yürümeli, insanlarla Hüseyin gibi konuşmalı, Hüseyin gibi mücadelede en önde olmalıyız. Hüseyin  mücadele ettiği dönemde, 1997 yılında Gaziantep'te “baklava çaldıkları” için tutuklanan çocukların yaşadıklarına tanık olup, tüm o çocuklar baklava yiyebilsin diye mücadele etti. Emekçilere dayatılan onursuzluğa karşı her yerde sesini yükseltti,  sonum ne olur diye düşünmeden mücadele etti. Şimdi biz, çocuklar aynı acıları yaşamasın, çocuk işçiler olmasın diye, babalar işsiz kalmasın, sokak ortasında kadınlar öldürülmesin diye bu bayrağı yükseltmeliyiz. Şimdi biz, Hüseyin'in taşıdığı kavga bayrağını katillerin, hırsızların, işçi düşmanı patronların canevine dikmeliyiz.

Evet bugün yine bir 17 Nisan. Hüseyin'i aramızdan ayrılmasından 21 yıl sonra tekrar anıyoruz. Ne yazık ki, içinden geçtiğimiz günlerin hassasiyeti nedeniyle Hüseyin'i kalabalık biçimde, bir araya gelerek anamıyoruz bu yıl. Ama biz bu yıl Hüseyin'i unutmayalım, bulunduğumuz her yerde bu devrimciyi, bir işçi yoldaşı, Hüseyin Duman'ı yakınlarımıza anlatalım. Bugün gökyüzüne Hüseyin için bakalım, ezgileri bugün Hüseyin için dinleyelim. Çünkü Hüseyin'in bize değil, bizim Hüseyin'e ihtiyacımız var bunu bilelim.

Hüseyin'in adını sosyalist Türkiye topraklarında, kent meydanlarında, işçi mahallelerinde, sokaklarda yaşatacağımız günler için ileri yoldaşlar, Hüseyin Duman'dan aldığımız güçle ileri...