Reel sosyalizmin geleceği

Reel sosyalizmin geleceği

Michael Lebowitz, “Reel Sosyalizmin Çelişkileri” kitabında sosyalist ülkelerdeki çözülme konusunda pek çok soru ortaya atıyor. Çözülmenin nedenini halkın öz örgütlenmesinin demokratik biçimde kurulamaması, kapitalizmin doğum lekelerini taşıyan insanların dönüştürülememesi, yeni insanın yaratılamaması gibi argümanlara dayandırıyor ve 21. yüzyılın sosyalizmi için önemli ipuçları veriyor.

Ufuk Akkuş

Sosyalist sistemin hakim olduğu ülkeler Sovyetler Birliği’nin 1980’li yılların sonundaki çözülmesinin ardından teker teker kapitalist sisteme döndüler. Reel sosyalizmdeki bu çözülüşün nedenleri pek çok araştırmaya konu oldu. Hem liberal düzenin sözcüleri hem de yenilginin muhatabı ve tarafı olanların bu konudaki araştırmaları ve tartışmaları süregelmekte. Michael Lebowitz Reel Sosyalizmin Çelişkileri Yöneten ve Yönetilen kitabında 1950-1980 dönemine odaklanarak başta Sovyetler Birliği olmak üzere reel sosyalizmin uygulandığı ülkelerde yıkılışın nedenleri ve işçi sınıfından hiçbir itiraz gelmeden kapitalizme geçişin analizini yapıyor. Lebowitz en başından itibaren bu toplumların gerçek, somut fenomenlerinden yola çıkarak bu fenomenleri yaratan yapıyı algılamaya çalıştığına değiniyor. 

Lebowitz’e göre Sovyet modeli demokratik ve iş birlikçi üretimden, sosyalist bir sivil toplumdan yoksun olması ve bürokratik düzene sahip olması nedeniyle daha iyi bir dünya kurabilecek yeni insanlar yaratamadı. Öz yönetimin yeterli olmaması, bencilliğin ve kendine yönelimin ön plana çıkmasını doğurdu. Topluma, dayanışmaya, insan ihtiyaçlarına ve kolektif çözümlere  odaklanmamız gerektiğinin altını çizen Lebowitz, bu karaktere sahip üreticilerin sisvil toplumun üzerinde bir devlet ile sağlanamayacağını öne sürer. Mahallede ve ulusal düzeyde otonom örgütler aracılığı ile kendi faaliyetleri ile insanlar hem koşullarını hem de kendilerini dönüştürebilirler. Üreticilerin kapasitelerini geliştirmek  ve yeni dayanışma ilişkileri kurmak için işçilerin örgütlediği toplumsal üretim elzemdir. Bu da ancak işyerinde demokrasinin geliştirilmesi ile mümkündür. İşçiler iş yerlerinde düşünmekle eylemeyi birleştirerek kapasitelerini geliştirmekten mahrum edildiklerinde tek eğlenceleri bir şeylere sahip olmak ve bir şeyler tüketmek oılan yabancılaşmış ve parçalanmış bireyler olarak kalırlar. Sosyalizmi inşa etme süreci aynı zamanda yeni sosyalist insanlar yaratmak anlamına da gelir.

Yazarın bir diğer eleştiri konusu, Macar reel sosyalizm araştırmacısı Janos Kornai’nin görüşlerine atfen; reel sosyalizmdeki aşırı merkezileşmenin kıtlıklara da neden olduğu ve bunu da  hırslı sanayileşme politikalarının ürünü olarak görmesidir. Kornai’ye göre daha düşük bir sanayileşme hızı olsaydı kurumların çok daha bağımsız olabileceği bir iktisadi mekanizma gelişebilirdi. Merkezi otoriteler paternalist özellikleri nedeniye iktisadi durumun sorumluluğunu üstlendiklerini ve iktisadi yaşamın çizgisini şekillendirmek istediğini söylüyor. Yöneticilerin koruma ve güvenlik istekleri doymak bilmez bir yatırım açlığı yaratmaktadır.  Kıtlık koşullarında arkadaşlar ve tanıdıklara kıt kaynakları ulaştırmak büyük bir tatmin sağlamaktaydı. İş yerinden bir şeyler getirmek bir norm haline gelmişti. Hatta o şey sorun yaşayan veya ihtiyaç içindeki bir arkadaşa verilmişse bir gurur kaynağı bile olabilirdi. Rusça “blat” terimiyle ifade edilen bu durum halkın algısında hırsızlıktan şu şekilde ayrılıyordu. Bir şeyi “blat” yoluyla almak genelde acil ihtiyaç halinde kısıtlı bir personel çevresinde asgari oranda ve gizlice bir normdur. Sınırı aşmak ise hırsızlıktır, yozlaşmadır.

Gorbaçov döneminde eşitliğe değer veren geleneksel toplumsal normlar ve inançlar savaşılması gereken bir düşmandı. Geleneksel köylü kültürünün korunmuş unsurları Gorbaçov’un liberal danışmanlarına göre değişime karşı direncin kaynağıydı. Bunlar her tür bireysellik, bağımsızlık, kişisel inisiyatif ve bunlarla ilişkili başarıları reddeden eşitlikçi bir psikolojiyle kirlenmiş bir toplum üretmişlerdi. Yugoslav sosyolog Zupanov da aynı konuya değinmişti: Eşitlik sendromu, özel girişim korkusu, düşük seviyede entelektüellik ve entelektüellik karşıtlığı modern bir endüstriyel toplumun gelişimi önünde ciddi bir engeldi.

Reel sosyalizmdeki temel çelişkiyi yönetenler ile yönetilenler arasındaki bölünmüş bir toplum doğasına bağlayan Lebowitch, işçilerin karakteristiklerinin birleşik üreticiler toplumu doğrultusuna uygun olmadığını iddia eder. İşçilerin kamusal üretim araçlarına yönelik yaptığı muamele spontane özelleştirmeye yönelik bir eğilimi ortaya koymaktadır. Bazı kişiler için malzeme hırsızlığı, başka kişilerle malzeme değiş tokuşu anlamına gelirken bazıları için ise ikinci ekonominin bir parçası olarak üretim araçlarını bir girdi olarak kullanma anlamına geliyordu. Çalışan nüfusun beşte biri gölge ekonominin içindeydi. İş gününün düşük yoğunluğu ve düşük verimliliği işçilerle devlet arasındaki toplumsal sözleşmenin odak noktasıydı ve bu durum ek işler yapmayı kolaylaştırıyordu. Lebowitz, işçilerin imtiyazlı konum isteğinin öz çıkar ve bencillikle birleşince üretim araçlarının ortak mülkiyetinin parçalanmasına yol açtığını söylüyor ancak bu duygu ve isteklerin temeline inmiyor. Aynı zamanda devrim yaparak kapitalizmi aşan  bu ülkelerin nasıl oluyor da uygun bir toplumsal iklim ve yeni insanı yaratamadıklarına değinmiyor. Aslında kitabın bir yerinde bu duruma açıklık getiriyor. Değişik sorunları ortaya koyduktan sonra yanıttan-çözümden daha çok soru sorduğunu belirtiyor.

Lebowitz, Marksizmi bir özgürlük ve praksis felsefesi olarak yeniden tesis etmemiz gerektiğini iddia ediyor. İnsanın merkez alındığı, işçinin kendi gelişim ihtiyacına vurgu yapılan bir Marksizme dönüş yaparak bunu başarabileceğimizi  söylüyor. Lebowitz’e göre sosyalist toplum inşa etmek isteyen Marksistler ve herkes için insani gelişimi ve pratiği merkezine koymayan bir teorinin anlamı yoktur.

Marksist teori ışığında sosyalist ülkelerdeki deneyimlere odaklanarak sistemin çözülme nedenleri konusunda argümanlar geliştiren ve sorular ortaya atan Lebowitz’in “Reel Sosyalizmin Çelişkileri” kitabı, insani kapasitenin gelişiminin ancak dayanışmacı ve demokratik öz örgütlenmeler yoluyla sağlanabileceğini öne sürüyor ve geleceğin sosyalist dünyası için uyarıcı işaretler veriyor. 

Künye: Reel Sosyalizmin Çelişkileri Yöneten ve Yönetilen, Michael Lebowitz, Çev. Barış Baysal, Notabene Yayınları, 2014, 237 sayfa.

DAHA FAZLA