Raşit Tükel: Geleneksel ve alternatif sağlık uygulamaları, umut tacirliği üzerinden bir pazar haline getirildi

Raşit Tükel: Geleneksel ve alternatif sağlık uygulamaları, umut tacirliği üzerinden bir pazar haline getirildi

TTB önceki dönem Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, son dönemde artan aşı karşıtlığını ve geleneksel sağlık uygulamalarını değerlendirerek, "Zorunlu yapılacak aşılara, toplum sağlığını tehdit eden bulaşıcı hastalık durumlarında, Bakanlık bünyesinde oluşturulan bilim kurulunun önereceği aşılar da eklenmelidir. Tabii burada çocuklar söz konusu olduğu için, ebeveynlerin çocuklara aşıların yapılmasının sağlanmasından sorumlu tutulması gerekir" dedi.

Ersan Kınık - @ErsanKinik

Son yıllarda dünyada ve ülkemizde giderek artan aşı karşıtı kampanyaları, aşının otizme neden olduğu iddialarını ve insanların tıbbi tedavi yöntemlerinden vazgeçerek "Geleneksel, Alternatif ve Tamamlayıcı Sağlık Uygulamaları"na yönelmelerinin halk sağlığı açısından ortaya çıkaracağı problemleri Türk Tabipleri Birliği (TTB) önceki dönem Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel ile konuştuk.

KARMA AŞILAR ÇOCUKLARDA OTİZME NEDEN OLUR MU?

İlk olarak kızamık-kızamıkçık-kabakulak (KKK) aşısının, çocuklarda otizme neden olup olmadığı hakkında konuştuk. Bu konunun kökeninin, 1998 yılında Lancet isimli prestijli bir İngiliz dergisinde yayımlanan Andrew Wakefield’a ait makaleye dayandığını söyleyen Prof. Dr. Tükel, makalede KKK aşısı olan çocuklardan sekizinde aşı olduktan bir ay sonra otizm belirtilerinin görüldüğünün, buna, KKK aşısının  bağırsak enflamasyonuna yol açması ve bunun sonucunda da peptitlerin önce kan dolaşımına sonra beyne geçmesinin neden olduğunun bildirildiğini, bu iddiaların aşı yapılma oranlarında düşmeye neden olan ciddi bir etki yarattığını aktardı.

Ortaya atılan iddiaların üzerine çeşitli ülkelerde farklı araştırmacılarla yapılan 20 epidemiyolojik araştırmanın hiçbirinde böyle bir sonuca ulaşılamadığını, KKK aşıları ile otizm arasında ilişki olduğuna dair bir kanıt elde edilemediğini kaydeden Prof. Dr. Tükel, sonraki yıllarda Wakefield’in aşı üreticilerine dava açan avukatlarla para ilişkisi içinde olduğunun ve bazı araştırmalarının bu davalarda yer alan avukatlar tarafından finanse edildiğinin anlaşıldığını belirterek şu sözleri aktardı:

“İngiltere’de Genel Tıp Konseyi, uzun bir disiplin süreci sonucunda, 2010 yılında, tekrarlayan bir şekilde tıbbın temel ilkelerinin ihlal edildiği, gerçek olmayan sonuçların toplumla paylaşıldığı, sahtecilik yapıldığı gibi gerekçelerde Wakefield’i suçlu buluyor. Aynı yıl, önce Lancet dergisi makaleyi geri çekiyor ki yıllar sonra da olsa bir yazının dergiden çekilmesi çok az rastlanan bir olaydır, ardından da Genel Tıp Konseyi tarafından Wakefield’ın hekimlik yapma yetkisi iptal ediliyor. Sonuç olarak, yapılan çalışmalarda aşı ile otizm arasında ilişki olduğu iddialarının bilimsel bir temelinin olmadığı ortaya konmuştur."

TAM AŞILI ÇOCUK ORANLARINDA SON 10 YILDA %10’LUK DÜŞÜŞ YAŞANDI

Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından beş yılda bir gerçekleştirilen Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması’nın sonuçlarına göre, tam aşılı çocukların oranının 2008 yılında %77 iken, 2018 yılında %67’ye düştüğünü ve bu oranın oldukça düşük olduğunu belirten Prof. Dr. Tükel, bu verilere karşılık Sağlık Bakanlığı tarafından yayımlanan Sağlık İstatistikleri Yıllığı’nda 2017 yılına ait aşılama oranlarının %96 olarak açıklandığının ve aradaki farkın nereden geldiğinin araştırılması gerektiğinin altını çizerek şöyle konuştu: 

“İthal edilen aşılarda mı sorun var, soğuk zincire mi uyulmuyor yoksa aşı bildirimleri  gerçek anlamda bir aşılamaya mı karşılık gelmiyor, araştırılması gerekir. Bir tarafta Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması’ndaki %67’lik oran, diğer tarafta ise Sağlık Bakanlığı’nın %96 şeklinde aşılama oranı var. Sağlık Bakanlığı ‘yüksek aşılama oranlarına sahibiz’ şeklinde açıklamalar yapıyor ama bu durumu bilimsel araştırmalar doğrulamıyor.

Aşılama oranlarındaki düşüşün temel nedenlerinden birinin de aile hekimliği sistemine geçiş olduğunu söyleyebiliriz. Geçmişte, sağlıkta sosyalizasyon uygulaması kapsamında mahalle mahalle, köy köy gezilerek tüm çocuklar aşılanır, aşılanma oranları açısından ciddi başarılar elde edilir iken, aile hekimliği sistemine geçilmesi ve koruyucu hekimliğe verilen önemin azalmasıyla birlikte, tam aşılı çocuk oranlarının düştüğünü görüyoruz. Çiçek ve çocuk felci hastalığının kökünün kazınması, yenidoğan tetanozu hastalığının ortadan kaldırılması, difteri hastalığının çok ender olarak görülüyor olması başarılı aşı uygulamalarıyla sağlanmıştır.”

PROF. DR. TÜKEL: SAĞLIK BAKANLIĞI’NA BÜYÜK SORUMLULUK DÜŞÜYOR

Aşılama oranlarının artırılması konusunda Sağlık Bakanlığı’na büyük sorumluluğun düştüğünü ama Bakanlığın bu konu hakkında, “bir Bakanlığın yapması gerektiği ölçüde aşı savunuculuğu yapmadığını” ifade eden Prof. Dr. Tükel, “Aşıların ne kadar önemli olduğunun Bakanlık tarafından halka anlatılması ve Bakanlığın aşı yaptırmak istemeyen kişilerlerle karşı karşıya gelen sağlık çalışanlarının yanında yer alması gerekiyor. Ancak, bunları göremiyoruz. Bakanlık tarafından zaman zaman aşı konusunda bazı olumlu mesajlar verilse de bunlar yeterli değil. Kısacası, aşı konusunda gösterilmesi beklenen çabayı Sağlık Bakanlığı’ndan göremiyoruz” dedi.

Prof. Dr. Raşit Tükel ile söyleşimizden öne çıkanlar şu şekilde:

Aşı uygulaması yasal bir düzenlemeyle zorunlu hâle getirilmeli mi?

Ülkemizde çocuk felci dışında kalan aşıların yaptırılması zorunlu değil. Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun ilgili maddesinde değişiklik yapılarak Sağlık Bakanlığı’nın genişletilmiş bağışıklama programı kapsamındaki aşılar zorunlu hale getirilmeli.  Zorunlu yapılacak aşılara, toplum sağlığını tehdit eden bulaşıcı hastalık durumlarında, Bakanlık bünyesinde oluşturulan bilim kurulunun önereceği aşılar da eklenmelidir. Tabii burada çocuklar söz konusu olduğu için, ebeveynlerin çocuklara aşıların yapılmasının sağlanmasından sorumlu tutulması gerekir.

Tıp ile ilgisi bulunmayan birtakım gazeteci/yazarlar sağlık endüstrisi, ilaç şirketleri ve aşılar üzerine net yargıya varan açıklamalar yapıyor hatta kitap dahi kaleme alıyorlar. Komplo teorilerinin derlenip kitaplaştırılmasının toplumda ilgiyle karşılanma nedenlerinin psikolojik boyutları nedir? İnsanlar neden bu tip şeylere ilgi gösteriyor?

Bizim için temel olan bu açıklamaların bilimsel kanıtlara dayanıp dayanmadığı. Bilimsel verilere dayanmayan bilgiler derlenip toplanarak bilimsel gerçek gibi ortaya konulduğunda, hastalar bu bilgiler doğrultusunda tedavilerini yarım bırakabiliyorlar. Bu da sağlık açısından risk oluşturuyor. Aşı karşıtlığının, aşı yaptırmayan kişinin sağlığı yanında, toplum sağlığına da olumsuz etkileri var. Yüksek aşılama oranları toplum bağışıklığı denen bir olguyu ortaya çıkarıyor. Toplum bağışıklığının sağlanması salgınları önlemek açısından önemli. Toplumda belli bir hastalığa karşı bağışık olan kişilerin oranı azaldıkça o hastalığın salgın oluşturma riski de artıyor. Aşı sadece uygulandığı kişiyi korumuyor; hastalık etkeninin toplumdaki dolaşımını engelleyerek toplumdaki riskli kişileri de koruyor. Aşılama oranının düşük düzeyde kalması, salgın riski dışında, kanser tedavisi gören ya da doğuştan bağışıklık sistemi hastalığı olan çocukları risk altında bırakabiliyor. 

Çocuğuna aşı yaptırmayı reddeden ailelerin alternatif tıp, tamamlayıcı tıp, geleneksel tıp gibi isimlerle adlandırılan uygulamalara yöneldikleri gözlemleniyor. Hatta yeni doğan bebeklerine dahi yaş kupa uygulaması yaptıran ebeveynlerin olduğu ortaya çıkmıştı. Bu tip uygulamalara yönelimdeki artış, halk sağlığı için tehdit midir?

Sağlık Bakanlığı 2014 yılında, Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği’ni çıkardı. Bu Yönetmelikte 15 farklı alanda uygulama tanımlanmıştır. Yönetmelik çıktıktan sonra birçok üniversite hastanesi ile eğitim ve araştırma hastanesinde, bu uygulamaların eğitim ve uygulama merkezleri oluşturuldu. Bu uygulamaların içinde  kupa uygulamasından sülük uygulamasına kadar birçok farklı Geleneksel, Alternatif ve Tamamlayıcı Sağlık Uygulamaları (GATSU) yer alıyor. Bu uygulamalar içinde bilimsel kanıtı olanların sayısı çok az.  Örneğin, sülük uygulaması mikrovasküler ve plastik cerrahide doku iyileşmesi sırasında mikro düzeyde yeniden kanlanmayı sağlayarak yararlı bir etki oluşturabiliyor. Burada kullanım alanı oldukça sınırlı. Buna karşılık gördüğümüz, sülük uygulamasının her derde deva gibi gösterilerek yaygın olarak kullanılması durumu. Tabii, bu uygulamaya bağlı pek çok istenmeyen etki de ortaya çıkabiliyor. GATSU’nun çoğunluğu için, etkili olduğunu gösteren bilimsel kanıtlar yok. Örneğin, homeopatinin etkililik açısından plasebodan farksız olduğu bilimsel çalışmalarla gösterilmiş durumda. Tıp açısından kanıtlanmış herhangi bir yarar sağlamayan ancak sağlık riskleri yaratabilen homeopatik ürünlerden uzak durulması gerekiyor. Örnekler çoğaltılabilir. Bu tür uygulamaların en önemli zararları, kişileri tedavisiz bırakmaları. 

Sağlık Bakanlığı’nın, bu tip uygulamalara teşvikte bulunması tezat değil midir?

Sağlık Bakanlığı tarafından bu alanda yapılan düzenlemelerin içeriğine ve uygulamaya baktığımızda Bakanlığın bu  faaliyetleri denetlemekten çok teşvik ettiğini söyleyebiliriz. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun da benzer şekilde GATSU’yu diğer sağlık hizmetlerinden daha yüksek ücretlendirerek finansal olarak desteklediğini görüyoruz. Bakanlık Yönetmelik çıkartarak bu alanı bir yerde meşrulaştırmış oldu ve bu uygulamalar Yönetmeliğin çıkarıldığı tarihten sonra hızla arttı ve yaygınlaştı. GATSU günümüzde, umut tacirliği üzerinden bir pazar haline getirilerek toplum sağlığını tehdit eden bir boyuta ulaşmış durumda.

Toplum, aşı konusunda nasıl bilinçlendirilebilir?

Bu konuda aşıyı savunan kampanyalar yapılabilir. Türk Tabipleri Birliği bünyesinde bunlar yapıldı, yapılmaya da devam ediliyor. Sağlık Bakanlığı aşı konusunda halka yönelik eğitimler düzenleyebilir, kamu spotları hazırlayabilir. 

Aşı karşıtı olan insanlar farklı nedenlerle aşıya karşı olabiliyorlar. Bilgi eksiklikleri olabiliyor. Örneğin, aşılarda domuz jelatini kullanıldığına, içinde domuz kanı olduğuna inanarak aşıya karşı olanlar var. Bir kesim ise aşıların içinde alüminyum olduğunu düşünerek sağlıklı yaşam için aşı yaptırmayı reddedebiliyor. Oysa ki, aşılarda aşının etkisini artırmak için çok düşük dozlarda kullanılan ve adjuvan adı verilen alüminyum gibi maddelerin insana zarar vermediği bilimsel araştırmalarla gösterilmiş durumda. İnsanlar aşılarda karşılaştıkları adjuvanlardan çok daha fazlası ile günlük hayat içerisinde karşılaşıyorlar. Yine, biraz önce de belirttiğimiz gibi, aşılarda bakteri çoğalmasını önlemek, antijen ve antikorları stabilize etmek için kullanılan ve organik bir civa birleşiği olan “thimerosal”ün çocuğun nörolojik gelişimini etkilediği, otizme neden olduğu iddiasına ilişkin bilimsel bir kanıt yok. Üstelik aşıların içindeki cıva miktarı balık ve bazı bitkisel besinlerin tüketilmesi ile alınan cıva ile karşılaştırılamayacak kadar düşük.
İthal edilen aşıların kalite kontrolü Sağlık Bakanlığı’nın laboratuvarlarında yapılıyor. Eğer belirli bir kesim yanlış bilgilenmeye dayalı aşıdan uzak duruyor, aşı hakkında tereddüt yaşıyor ise, Bakanlık doğru bilgilenmeyi sağlamalı, tereddütleri giderecek açıklamalar ve girişimlerde bulunmalıdır.  
Son olarak aşı üretimiyle ilgili birkaç söz söylemek isterim. Uzun yıllar kendimize yetecek kadar aşı üretir iken, 1980’lerden itibaren aşı üretimi için gerekli yatırımlar yapılmamış, aşılar ithal edilmeye başlanmıştır. Kamusal olarak yerli aşı üretimi, 1996’da DBT ve kuduz aşısı, 1997’de BCG aşısı üretiminin kesilmesi ile sona eriyor. Aşı kâr getiren ticari bir ürün olarak görülmemeli, aşılar ülkemizde kamu eliyle üretilmelidir.

DAHA FAZLA