Prof. Dr. Zafer İlken: Enerji ihtiyacının azaltılması yerine, enerji üretim veriminin artırılması gerekir

Prof. Dr. Zafer İlken: Enerji ihtiyacının azaltılması yerine, enerji üretim veriminin artırılması gerekir

"Son olarak belirtmek istediğim konu şudur: İnsan nüfusu arttıkça enerjiye olan gereksinim de artacaktır. Bu nedenle, enerji ihtiyacının azaltılması yerine, enerji üretim veriminin artırılması gerekir. Yani birim enerji üretebilmek için tükettiğimiz nicel ve nitel tüm değerlerin azaltılması gerekir. Bu da ancak ve ancak bilimsel araştırma ve geliştirmelerle gerçekleşebilir; namaz saatlerinde öten guguk kuşlu TÜBİTAK destekli saat projeleri ile değil…"

Seçkin Barbaros

Dünya ikliminin hızla değişmesiyle, doğa ve atmosferdeki tahribat dünyadaki canlı yaşamını tehdit eder boyuta ulaştı. “İklim krizi” adı verilen bu süreç, özellikle 2019’da tüm dünyada yoğun biçimde protesto edildi.

İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün (İYTE) eski Rektörü Prof. Dr. Zafer İlken ile 14 Ocak'ta ağırlıklı olarak iklim krizini konuştuğumuz, yenilenebilir enerji konusuna da değindiğimiz bir söyleşi gerçekleştirmiştik. Söyleşimizin 'yenilenebilir enerji' konulu ikinci bölümünü okurlarımıza sunuyoruz...

Yenilelenebilir enerjiler içerisinde güneş, su, rüzgar, dalga enerjilerinin kullanımı söz konusu. Söz konusu enerji kaynaklarının kullanımına da çeşitli itirazlar geliyor. Örneğin Rüzgar enerjisinin özellikle kuşlar ve uçan böcekler üzerindeki olumsuz etkileri ile HES'lerin su ekolojisi üzerinde yarattığı tahribat. Bu konudaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?

Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına yönelik eleştirilere birkaç açıdan bakılması gerektiği inancındayım. Uygulamaya yönelik haklı ve haksız eleştiriler bulunmaktadır. Haksız olanların çoğunun fosil kaynaklı yakıt rezervuarlarına sahip olan, onları işleten ve satan çok uluslu emperyal şirketler tarafından ortaya atıldığı veya desteklendiği kanısındayım. Üstelik bu yolla lobicilik yapmak ve baskı yaratmak sadece alternatif enerji kaynaklarına yönelik değil ülkelerin kendi diğer kaynaklarına da kullanım kısıtlaması getirmek şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bunun en somut örneğini ülkemizde yaşamaktayız. Yurt dışından aldığımız doğal gaz için her bir yıl başına belirli bir kullanım garantisi vermiş bulunmaktayız. Örneğin, doğal gaz ile elektrik üreten Aliağa termik santralinin yıl sonuna kadar tahmin edilen tüketimi gerçekleştiremediği görülürse, öz kaynaklarımızdan elektrik üreten, kömürümüzle çalışan termik santraller veya bazı hidroelektrik santraller, taahhüt ettiğimiz doğal gazı tüketebilelim diye devre dışı bırakılmaktadır.

Haklı eleştirileri örneklemek gerekirse, hidroelektrik santrallerin çevresel etkilerinden bahsederek konuya girebiliriz. Özellikle AKP iktidarının, benzetme yerindeyse bir hayvanın etinden, sütünden, tüyünden, tırnağından ,iç organından gözü kararmış bir şekilde yararlanmaya benzer şekilde ülkenin yeraltı, yerüstü, gökyüzü kaynaklarını hiçbir olumsuz etkiyi dikkate almadan, çevreyi, insanları, hayvanları, bitkileri yok sayarak sömürme politikası, neredeyse akan her suyun önüne bir santral dikme sonucunu doğurmuştur. Doğa buna su taşkınlarıyla, kuraklıkla, değişen veya yok olan florayla yanıt vermekte, isyan etmektedir; ama ne gam!

Günümüzde Aydın ve civarı Jeotermal kaynaktan elektrik üreten santraller ile dolup taşmış durumdadır. Yatırım maliyetlerinin fazlalığı yüzünden filtreleme ve zararlı atıklardan arındırılma yapılmadan atmosfere bırakılan gazlardaki sülfür bileşenleri nedeniyle bu bölge koku içindedir. Türkiye’nin ilk jeotermal elektrik santrali olan Kızıldere-Denizli santralı, yapıldığı 1984 yılından yakın zamana kadar, atık buharının sıvı ve gaz fazları ayrıldıktan sonra yaklaşık 95 C sıcaklığındaki suyu Büyük Menderes Nehri'ne boşaltmaktaydı. Nehrin birkaç kilometrelik uzantısında canlı hayatı sıfırlanmıştı. Oysa bir geri basma kuyusu daha açılıp atık su bu kuyu vasıtasıyla rezervuara geri gönderilse idi -ki daha sonraki yıllarda bu kuyu açılmıştır- bu çevre tahribatı olmayacak idi. Bu ve buna benzer olumsuz örnekleri çoğaltmak mümkündür, bu örnekler lobicilerin ekmeğine de yağ sürmektedir.

Son olarak rüzgar enerjisi santrallerinin olumsuz olarak nitelenen yönlerine de değineyim; Kuşların uçuş rotalarının etkilendiği görüşü bence demin değindiklerimin yanında çok hafif kalmaktadır; sonuçta belirli bir telefat olsa bile kuşlar rotalarını zaman içinde değiştirebilirler. Bu şekilde yaşamını yitiren kuş sayısının bir yangında ölen canlılara göre çok az olduğu inancındayım. Bence esas olumsuzluk, rüzgarı yeterli olan her yere türbin yerleştirilebileceği inancındadır. Türbinlerin her biri elektromanyetik alanlar yaratmaktadır ve gerek bu nedenle gerekse de çıkardıkları sabit ses nedeniyle yerleşim yerlerinden belirli uzaklıkta olmaları gerekir.

PROF. DR. ZAFER İLKEN KİMDİR?

Söyleşinin ilk bölümünden:

Kısaca kendinizden ve Yenilenebilir Enerji alanındaki çalışmalarından bahsedebilir misiniz?

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Makina Mühendisliği Bölümü’nden 1981 yılında mezun oldum. Yüksek Lisans ve Doktora çalışmalarımı Dokuz Eylül Üniversitesi Termodinamik-Enerji Ana Bilim Dalında tamamladım. 1993 yılında Doçent, 1999 yılında Profesör oldum. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde (İYTE) Makina Mühendisliği Bölüm Başkanlığı, Mühendislik Fakültesi Dekanlığı ve en son olarak 2006-2010 yılları arasında Rektörlük görevlerinde bulundum. Akademik yaşantım boyunca Isı Transferi ve Enerji konularında birçok tez çalışması yönettim. 2001 yılında  İzmir ili Jeotermal Enerji Yüksek Danışma Kurulu’nda görev aldım. 1998-2001 yılları arasında Makina Mühendisleri Odası (MM0) İzmir Şubesi Yönetim Kurulu üyeliği, 2004-2005 yılları arasında  MMO Onur Kurulu Üyeliklerinde bulundum.

Enerji alanındaki mevcut üretim ile yenilenebilir enerji hususunda uluslararası siyasetin bölünmesinden ve lobicilikten bahsedebilir miyiz? Mevcut dünya düzeninin bizleri yenilenebilir enerjiye ulaştırması mümkün olabilir mi?

Tüm bu olumsuzluklara rağmen yenilenebilir enerjilerin çok önemli alternatifler olduğu inancındayım. Ancak araştırma, geliştirme, üretme, pazarlama ve yaygınlaştırma kaynaklarının çoğunun gelişmiş ve uluslararası siyasetin hükümranı olan ülkelerde olması bu geçişi ne yazık ki onların ellerine bırakmaktadır. Güneş ve rüzgar enerjilerinin kullanımına yönelik en büyük patlamanın 70’lerdeki petrol krizinden sonra ABD’de yaşandığı anımsanırsa ne demek istediğim sanırım daha iyi anlaşılır.

Bir yandan iklim krizinden bahsederek yenilenebilir enerjiden konuşulurken bir yandan da palm yağı üretimi gibi sebeplerle amazon ormanlarındaki yangınlar, endüstriyel tarım ve hayvancılık için orman alanlarının tahribatı, Kanal İstanbul gibi mega yıkıcı projelerle ekolojik ve kentsel saldırılarla karşılaşıyoruz. Bir akademisyen ve aynı zamanda bir yurttaş olarak bu konuda nasıl bir politika ve tutum geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

Dile getirdiğim bu olumsuzluklar yine de karamsarlık yaratmasın; kendi ölçeğimizde göstereceğimiz yerel çabalar, çevreyi yok sayan iktidar politikalarına karşı duruşlar, örgütlü direnişler, bilimsel gerçeklerin sivil toplum ve meslek kuruluşları tarafından ısrarla anlatılması, tekrarlanması sonuçta küçük ölçekte başlayıp giderek büyüyecek başarıları getirecektir. Elbette, bağımsız bir ülke olmayı başarabilmek bu ivmeyi hızlandıracaktır.

Son olarak belirtmek istediğim konu şudur: İnsan nüfusu arttıkça enerjiye olan gereksinim de artacaktır. Bu nedenle, enerji ihtiyacının azaltılması yerine, enerji üretim veriminin artırılması gerekir. Yani birim enerji üretebilmek için tükettiğimiz nicel ve nitel tüm değerlerin azaltılması gerekir. Bu da ancak ve ancak bilimsel araştırma ve geliştirmelerle gerçekleşebilir; namaz saatlerinde öten guguk kuşlu TÜBİTAK destekli saat projeleri ile değil…

DAHA FAZLA