Özlem Yıldırım yazdı | Beden ve Ruh filminin incelemesi

Özlem Yıldırım yazdı | Beden ve Ruh filminin incelemesi

"Beden ve Ruh, yapaylıkla, şiddetin normalleştirilmesiyle çevrili günlük yaşamlarında kendilerine ve insanlara yabancılaşmış, yalnız iki karakter olan Maria ve Endre’yi merkezine almıştır. Bu karakterler yine yapay kurallarla çevrilmiş günlük yaşamlarında birbirine yaklaşamamış önce rüyalarında, günlük yaşamlarındaki ortamın zıttı bir ortamda buluşmuşlardır. Bu buluşma onları birbirine yaklaştırmıştır."

Ildiko Enyedi’nin yazıp yönettiği 2017 yapımı “Beden ve Ruh” filmi 67. Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ödülünü kazanmıştır. Başrollerinde Alexandra Borbély ve Morcsányi Géza’nın olduğu film Macaristan yapımıdır.  Yönetmen olarak tanınan ve aldığı ödüllerin yanında senarist olarak da oldukça ün salmış bir kişi olan Enyedi, yönetmen ve senaristliğin yanı sıra, Budapeşte Tiyatro ve Sinema Sanatları Üniversitesinde eğitim vermektedir.

Beden ve Ruh filminde, rüyalar, yabancılaşma ve kapitalist düzen içinde ilişkilerin doğallığını yitirmesi; yalnız ve sıkıntılı iki karakterin duygusal ve fiziksel yakınlaşma süreci içinde anlatılmaktadır. Merkezine aldığı karakterler ve sorunlar göze alındığında sanat sinemasın bir örneğidir çünkü sanat sineması anlatısı psikolojik olarak karmaşık karakterlere ve onların yabancılaşma, iletişim eksikliği gibi sorunlarına odaklanmaktadır.

OLAY ÖRGÜSÜ

Beden ve Ruh, iki geyiğin karlı bir ormanda su içtiğini göstererek başlamaktadır. Ormandaki bu geyikler ara ara filmde gösterilmektedir. Film bir mezbahada finans müdürü olarak çalışan Endre ile oraya denetmen olarak gelen Maria’nın hikâyesini konu edinmektedir. Endre bedensel engeli bulunan bir karakterdir. Maria ise sosyal becerisi düşük olan bir karakterdir. İkisi de göründüğü kadarıyla yalnızdır. Maria işyerine geldikten sonra Endre’nin dikkatini çekmiştir ve ona karşı hisleri olduğu görülmektedir.

Endre’nin arkadaşı olarak nitelendirilebilecek tek kişi iş arkadaşı Jeno’dur. Jeno’nun eşi de aynı işletmede çalışmaktadır. Jeno Endre’yle yemek yerken “kadın yerini bilmeli” gibi cinsiyetçi ifadelerde bulunmaktadır, bu sırada gelen eşine ise herhangi bir erkek egemen tutum sergilememektedir. Yine başka bir yemekte Endre’ye, eşiyle yatıp yatmadığını sormuştur ve Endre inkar etmemiştir. Jeno zaten iş yerinden birçok kişiyle eşinin yattığını bildiğini söylemiştir. Eş ve arkadaşlık ilişkilerinin yozlaştığı görülmektedir.

Maria takıntı derecesinde titiz, prosedürlere bağlı, sosyal becerileri zayıf, çekingen ama hafızası çok güçlü bir kadındır (Endre’nin ona söylediği her cümleyi sırasıyla hafızasında tutmuştur). “Normal” görülmeyen davranışları yüzünden de sıkça işyerindeki diğer çalışanlar tarafından alay edilmektedir. İş yerinde yaşanan bir hırsızlık olayı için (mezbahada hayvanlar üzerinde kullanılan çiftleşme tozu çalınmıştır) çalışanlarla psikolog görüşmesi gerçekleştirilmiş, bu görüşme sekansıyla filmin başında gördüğümüz geyiklerin ormanda su içme sahnesi anlam kazanmıştır. Psikolog görüşmelerde çalışanlara rüyalarını sormuştur ve Endre ile Maria birebir aynı rüyaları anlatmıştır. Bunun bilinçli bir şaka olduğunu düşünen psikolog Endre ile Maria’ya durumu anlatmış ve aynı rüyayı anlatmalarının kasıtlı olduğunu itiraf etmelerini istemiştir. Birbirlerinin aynı rüyayı gördüklerinden haberdar olmayan Endre ve Maria için de bu durum çok şaşırtıcı olmuştur ve bir süre bu gerçeği inkar etmişlerdir.

Endre ve Maria, rüyalarında buluşmaktadırlar ve bu rüyalarda kendilerini geyik olarak bulmaktadırlar. Bunu fark ettiklerinde önce inanmakta zorlanmışlar ama sonra rüyalarını yazıp birbirlerine verdiklerinde ikna olmuşlardır. Bu durum iki karakteri birbirine yaklaştırmıştır. Ama Maria için fiziksel yakınlık da duygusal yakınlık kadar zordur. Kendi bedenini tanımayan Maria için bir keşif süreci bu noktadan itibaren başlamıştır. Maria -sosyal garipliği dâhilinde- görüştüğü çocuk psikoloğuyla konuşmuş, görüntüler izlemiş, çiftleri gözlemlemiş, bedenini tanımaya çalışmıştır. Kendini Endre ile birlikte uyumaya ve fiziksel yakınlığa hazır hissettiğinde bunu Endre’yle paylaşmış ama Endre, arkadaş kalmanın daha iyi olacağını söylemiştir.

Maria, fiziksel ve duygusal olarak kendini açmaya hazır hissederken Endre’nin geri çekilmesi Maria’da sarsıntı yaratmıştır. Bu değişim süresinde edindiği alışkanlıklardan biri müzik dinlemektir ve hoşlandığı bir aşk müziğini açıp banyoya girmiş ve bileğini kesmiştir. Maria bir süre sonra çalan telefonuna bakmak için vakit kaybetmeden banyodan çıkmıştır –arayan Endre’dir- ve Endre ile görüşmeyi planlamışlar, birbirlerine sevdiklerini söylemişlerdir.

Bu telefon ile Maria’nın hayatı kurtulmuştur. Birlikte oldukları günün ertesi sabahı kahvaltı sahnesine geçilmiştir, fiziksel ve duygusal olarak birbirlerine kendilerini açan bu iki karakter, gece hiç rüya görmediklerini fark etmişlerdir ve bu sahnede ilk kez Maria’nın içten gülüşü görülmektedir.

FİLMDEKİ ZİHİNSEL MEKÂN VE FİZİKSEL MEKÂN ARASINDA BİR KARŞILAŞTIRMA

Hikâyenin geçtiği mekân bir mezbaha işletmesidir. İşçilerin davranışlarına ve üretime dair prosedürlerin, kuralların olduğu; beyaz ışık kullanımı ve mekân tasarımıyla seyirciye hissettirilmektedir. Kesimhane sahnelerinde, öldürülen hayvanların işletmenin beyaz zemininde akan kanları göze çarpmaktadır. Burada yaşanan şiddet normalleştirilmiştir.

Rüyaların geçtiği mekân ise karlı bir ormandır. Yapay değil doğal kurallar geçerlidir. Hayvanlar sakince ölmeyi beklememekte, sadece yaşamakla ilgilenmektedirler ve özgürdürler. Bu sahnelerdeki ortam ferah ve huzur vericidir.

İki mekânda da hayvanlar vardır ama ilkinde tutsak ve ölmeyi bekleyen ikincisinde özgür ve yaşamaları için gerekenleri yerine getiren hayvanlardır. İki mekânda da beyaz zemin göze çarpmakta ama ilk mekânda zemin endüstrinin bir parçası ve şiddetle kana bulanan bir yerken, ikincisinde doğanın, yaşam veren toprağın üzerine serdiği kar örtüsüdür. Bu açıdan benzer görünenler aslında birbirlerinin zıttı anlama sahiptir.

RÜYA

Rüya motifi bu film için kilit roldedir. Aynı işyerinde çalışan iki karakter yaşadıkları düzen, sınırlar ve prosedürlerin etkisiyle bir araya gelememiştir, ancak doğal bir mekânda, ormanda, yapay sınırların olmadığı bir yerde buluşmuşlardır. Bu buluşma rüyalarında gerçekleştiği için rüya motifine daha dikkatli bakmak gerekmektedir.

Rüya konusunda en geçerli açıklamaları psikanalizin kurucusu ve psikiyatrist olan Sigmund Freud yapmıştır. Analitik psikolojinin kurucusu ve psikiyatrist olan Carl Gustav Jung’un da rüyalar konusunda ciddi çalışmaları ve deneyimleri mevcuttur. Sigmund Freud 1900 yılında Viyana’da rüyalar üzerine kapsamlı bir çalışma yayınlamıştır ve bu çalışmanın sonuçları şöyledir (Jung, 1909, Çev, 2015):

Rüya, sanıldığı gibi anlamsız veya rastgele çağrışımlar değildir. Freud’a göre yaptığımız her şey gibi rüyaların da anlamı vardır. Ampirik gerçekler bu teoriye karşı çıkmaktadır çünkü rüyalar tutarsızlık ve anlaşılmazlık hissettirmektedir. Rüyalar kişiye ve onun psikolojisine özeldir (Jung, 1909, Çev, 2015). Freud’a göre rüyalar bastırılmış arzuların bilinçdışındaki karşılığıdır, bu bağlamda rüyalar arzu giderilmesi şeklinde tarif edilebilmektedir. Freud, rüyalar için imkânsızın gerçekleşmesine izin verir ve uyanık hayatın ketlerini bir kenara kaldırır demektedir (aktaran Snowden, 2012).

Rüyalar –Freud’un öngördüğü gibi- arzu gidermesi olarak görüldüğünde Beden ve Ruh’ta rüyalarda buluşan Maria ve Endre’nin yalnızlıktan, yapay kurallardan, doğanın sömürülmesinden uzaklaşmak arzusunda oldukları söylenebilmektedir.

Yıllar boyu her yıl 2 bin rüya analiz ettim ve bu konuda ciddi bir deneyim kazandım diyen Jung da rüyalarla ilgili görüşlerini derlemiştir. O derlemelerdeki görüşlerinden bazıları şöyledir (Jung, 1916, Çev, 2015):

“… dikkatli bir gözlemci, rüyaların süregelen bilinç durumundan tamamen kopuk olmadığını anlamakta zorlanmayacaktır; çünkü neredeyse her rüyada, kökeni daha önceki gün ya da günlerde deneyimlenmiş izlenimlere, düşüncelere ve ruh hallerine dayanan bazı detaylara rastlanabilir. Bu ölçüde belirli bir süreklilik mevcuttur; ancak ilk bakışta bu süreklilik geriye doğrudur. Yine de, rüya sorunsalına yeteri kadar ilgi duyan herkes, rüyalarda ayrıca ileri doğru bir süreklilik olduğunu da görebilir; çünkü rüyalar, batıl inançlara sahip olduğu ya da anormal oldukları düşünülen insanların bile bilinçli zihinsel yaşamında ara sıra da olsa önemli etkiler bırakırlar. Sonradan gerçekleşen bu etkiler aşağı yukarı belirgin ruh hali değişimlerine dayanmaktadır” (Jung, 1916, Çev, Ecdaroğlu, 2015, s35-36).

Beden ve Ruh, Jung’un bu görüşlerini doğrular niteliktedir. Karakterler güncel sorunları ve arzuları üzerinden zihinlerine yansıyan rüyalar görmektedirler ancak bu rüyalar yalnızca geriye yönelik arzuları göstermemekte, karakterlerin geleceğini de etkileyen bir olguya dönüşmektedir. Endre ve Maria arasındaki yakınlaşmanın itici gücü bu rüyalar olmuştur.

YABANCILAŞMA

Endre ve Maria’nın yalnız ve donuk günlük hayatını yabancılaşma kavramı ile açıklamaya çalışmak mümkündür. Yabancılaşma, uzaklaşma ve ayrılma şeklinde tanımlanabilmektedir. Bu kavram Marksizm açısından büyük öneme sahiptir. Doğadan kopan, kendine ve emeğine yabancılaşan insandan söz eden Marx, 1844 El Yazmaları’nda yabancılaşmaya dair şunları söylemektedir:

“…insandan kendi üretiminin nesnesi koparılıp alındığında, yabancılaşmış emek insanı kendi türsel hayatından, kendi gerçek türsel nesnelliğinden koparıp almış olur ve onun hayvanlar karşısındaki üstünlüğünü, organik olmayan bedeninin, doğanın elinden alınması elverişsizliğine dönüştürür” (Marx, 1844 El Yazmaları, Çev, Murat Belge, 2013, Birikim Yayıncılık, s82).

İnsanın türsel varlığına yabancılaşması, onun diğer insanlara da yabancılaşmasına neden olur (Aydoğan, 2015). İnsanlar kendilerinden, işlerinden, arkadaşlarından ve hayattan uzaklaşır, ayrılır (Berger, 2018). Endre ve Maria et endüstrisinde çalışmakta ve günlerinin çoğunu bu işletmede geçirmektedir. Kapitalizm öncesi toplumlarda da hayvanlar beslenmek üzerine avlanmıştır ancak endüstrileşmeyle beraber hayvan öldürmek, öldürenin karnını doyurmak için yaptığı belki de zorunlu görülebilecek bir eylem değildir artık. Burada amaç karın doyurmak değil, ihtiyaçlarını karşılamak üzere bu endüstrilerde iş bölümü dâhilinde çalışmak ve bir yandan da kar üretmek, işletme sahibini zengin etmektir. Bu işletmelerde hayvanların av içgüdüsü yok edilmiştir. Filmde gördüğümüz gibi daha fazla para kazanmak için çiftleşme tozları kullanılmaktadır. Burada olan artık ihtiyaç dâhilinde, hayatta kalmak için yapılan bir avcılık değil kar üretmek için yapılan sistematik bir öldürme, tutsak etme ve hayvanların doğal güdülerine yapay müdahaleler yapma işlemidir. Filmde karakterler, doğaya, emeklerine, kendilerine ve diğer insanlara yabancılaşmıştır. Marx, insanın emeğine yabancılaşmasına dair şunları söylemektedir:

“…Onun için çalışması gönüllü değil, zorlamadır; zorla çalıştırılır. Dolayısıyla bir gereksemenin doyurulması değildir; sadece, çalışmanın dışındaki bazı gereksemeleri doyurmak için bir araçtır. Yabancı özelliğini gösteren bir olgu da fiziksel ya da başka türlü zorlamalar ortadan kalkar kalkmaz, vebadan kaçarcasına kaçılır işten. Dışsal emek, insanı kendine yabancılaştıran emek, kendini kurban etme, alçatmadır. Son olarak, çalışmanın işçi için dışsal özelliğini gösteren bir başka olgu, işin işçiye değil başka birine ait olması, işçinin çalışırken kendine değil başkasına ait olmasıdır”(Marx, 1844 El Yazmaları, Çev, Murat Belge, 2013, Birikim Yayıncılık, s78).

KARAKTER KAVUŞMASI VE DİYALEKTİK

Endre ve Maria rüyalarında buluşmuşlar ve bu buluşma onların yakınlaşmasının ilk adımı olmuştur. Ama bu buluşma onlar için bir kavuşma niteliğinde değildir. Aralarındaki mesafe, sınırlar; hayatlarındaki sıkıntılar hala devam etmektedir. Onlar için kavuşma, fiziksel birliktelikleriyle gerçeğe dönüşmüştür.

Hikâye boyunca sıkıntılı gördüğümüz karakterler bu birlikteliğin ardından yaptıkları kahvaltıda ilk kez içten bir şekilde mutlu görünmektedirler. Zihinsel olan buluşma tek başına yeterli olmamıştır ve nihai kavuşmanın tamamlanabilmesi için maddi (bedensel) birliktelik gerekli olmuştur. Bu durum ideayı asıl gerçeklik olarak gören Platoncu ve Hegelci görüşü reddeder niteliktedir. Zihinsel buluşma, kavuşmanın itici gücü olsa da bu kavuşmayı sağlayan maddi birlikteliktir. Hegel’in ideaya atfettiği görüşlerine karşılık Marx şöyle demektedir:

"Benim diyalektik yöntemim, Hegelci yöntemden yalnızca farklı değil, onun tam karşıtıdır da. Hegel için insan beyninin yaşam-süreci, yani düşünme süreci —Hegel bunu "Fikir" ("Idea") adı altında bağımsız bir özneye dönüştürür— gerçek dünyanın yaratıcısı ve mimarı olup, gerçek dünya, yalnızca "Fikir"in dışsal ve görüngüsel (Phenomenal) biçimidir. Benim için ise tersine, fikir, maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir" (Marx, Kapital, Almanca İkinci Baskıya Son Söz, 2011, Sol Yayınları, s27).

Endre ve Maria’nın rüyalarına yansıyan arzuları, yaşadıkları maddi koşulların sonucudur (kendilerini doğada özgür ve yalnız olmayan hayvanlar olarak görmeleri, hayvanların tutsak edildiği bir işletmede çalışmalarının ve yalnızlıklarının etkisiyledir); bu açıdan bu ilk buluşma her ne kadar zihinsel bir süreçte gerçekleşse de yaşadıkları fiziksel süreçlerin bilinçlerindeki yansımasını temsil etmektedir. Maddeden doğan bu zihinsel buluşma yine maddesel birliktelikle sonuçlanmış ve karakterlerin kavuşması bu bütünleşmeyle gerçekleşmiştir. Filmin bu perspektifi Marx’ın diyalektik materyalizm savını destekler niteliktedir. Karl Marx’ın bu görüşleri, Friedrich Engels ile yazdığı Alman İdeolojisi’nin “Feuerbach” başlıklı kısmında şöyle özetlenmektedir:

Fikirlerin, anlayışların ve bilincin üretimi, her şeyden önce doğrudan doğruya insanların maddi faaliyetine ve karşılıklı maddi ilişkilerine (Verkehr); gerçek yaşamın diline bağlıdır. İnsanların anlayışları, düşünceleri, karşılıklı zihinsel ilişkileri (geistige Verkehr); bu noktada onların maddi davranışlarının dolaysız ürünü olarak ortaya çıkar” (Marx ve Engels, Alman İdeolojisi (Feurbach); Çev. Sevim Belli, 2013, Sol Yayınları, s44-45)

TOPLUMSAL CİNSİYET DAYATMASI

Jeno’nun Endre ile eşi (Endre, Juno’nun eşiyle yattığını reddetmemiştir)  ve kadınlar hakkında (kadınların yularını tutacaksın, yerlerini bilmeliler gibi ifadeler kullanmıştır) konuştuğu sahneler eşler arası ilişkinin de arkadaş görünen insanlar arasındaki ilişkinin de yozlaştığını ve toplumsal cinsiyet bağlamında Jeno karakterinin üstüne yüklenen “erkek” algısından ötürü cinsiyetçi görüşler savunduğunu göstermektedir. Toplumsal cinsiyet biyolojiyle değil kültürel normlarla ilişkilidir ve öğrenilmiş davranışlar olarak tanımlanır (Ryan, 2012). Sistemin ve geleneklerin cinsiyetler üzerine yüklediği rolleri açıklamakta kullanılan bir perspektiftir. “Erkeklik, bir biyolojik cinsiyet olarak erkeğin toplumsal yaşamda nasıl duyup, düşünüp, davranacağını belirleyen, ondan salt erkek olduğu için beklenen rolleri ve tutum alışları içeren bir pratikler toplamıdır” (aktaran Özdemir, 2019, Atay, “Erkeklik” en çok erkeği ezer!”, 2004).

Jeno’nun söylemlerinde de toplumsal cinsiyet rollerinin erkeğe biçtiği “kadından üstün olma” rolünü üstlenmeye çalıştığı ama bunun bir dayatmadan öteye gidemediği ve aslında Jeno’nun ondan “beklenen” bir baskın karakter olmadığı görülmektedir.

SONUÇ

Beden ve Ruh, yapaylıkla, şiddetin normalleştirilmesiyle çevrili günlük yaşamlarında kendilerine ve insanlara yabancılaşmış, yalnız iki karakter olan Maria ve Endre’yi merkezine almıştır. Bu karakterler yine yapay kurallarla çevrilmiş günlük yaşamlarında birbirine yaklaşamamış önce rüyalarında, günlük yaşamlarındaki ortamın zıttı bir ortamda buluşmuşlardır. Bu buluşma onları birbirine yaklaştırmıştır.

Zihinsel ortamda gerçekleşen yakınlaşmaları bedensel kavuşmayı getirdiğinde, karakterler içten bir mutluluğu tatmışlardır. Yaşadıkları bu yapay dünyada artık yalnız değillerdir ve bu onlar için hayati önem teşkil etmiştir.

KAYNAKÇA

Aydoğan, E. (2015); Marx ve Öncüllerinde Yabancılaşma Kavramı,  Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi.

Berger, A. A. (2018); Marksist Çözümleme, Çev. Nilüfer Pembecioğlu, Medya Çözümleme Teknikleri, Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık Eğitim Danışmanlık Tic. Ltd. Şti.

Jung, C. G. (2015); Rüyalar, Çev. Aylin Ecdaroğlu, İstanbul: Pinhan Yayıncılık.

Marx, K. (2011); Kapital, Çev. Alaattin Bilgi, Ankara: Sol Yayınları.

Marx, K.- Engels, F. (2013); Alman İdeolojisi (Feuerbach); Çev. Sevim Belli, Ankara: Sol Yayınları

Marx, K. (2013); 1844 El Yazmaları, Çev. Murat Belge, İstanbul: Birikim Yayınları.

Özdemir, H. (2019); Toplumsal Cinsiyet Perspektifinde Erkeklik ve Kadınlık Algısı: Bir Alan Araştırması, Asya’dan Avrupa’ya Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi.

Snowden, R. (2011); Freud- Kilit Fikirler, Çev. Melis İnan, İstanbul: Optimist Yayım ve Dağıtım.

DAHA FAZLA