Özlem İlyas ile Freelance Emek üzerine

Özlem İlyas ile Freelance Emek üzerine

"Freelance Emek- Ofissiz Çalışmanın Sınıfsallığı" yazarı Özlem İlyas ile konuştuk.

Şilan Geçgel’in söyleşisi

Geçtiğimiz aylarda İletişim Yayınları etiketiyle okurla buluşan Freelance Emek- Ofissiz Çalışmanın Sınıfsallığı, “ofissizleşen” emeği anlatıyor. Ofissizleri; özörgütlenme modellerini, gri alan tartışmalarını, ofissizlerin sınıfsal durumlarını yazar Özlem İlyas’a sorduk.

Özlem Hanım, 2015’te kurulan Dünyada Mekân ve 2018’de kurulan Ofissizler Freelance Dayanışma Ağı, sizin de içinde yer aldığınız önemli özörgütlenme deneyimleri olarak kitapta geniş yer buluyor. Öncelikle bu iki yapıdan biraz bahseder misiniz?

Dünyada Mekân İstanbul beyaz yakalı, freelance çalışanların ve işsizlerin katıldığı bir dizi forumun ardından ortaya çıkan inisiyatif tarafından 2015 yılında kuruldu. Gündüzleri freelance çalışanların kullanımına açık bir çalışma mekânı olarak iş görüyordu; inisiyatif alanların katkıları ve kullanıcıların bağışlarıyla işletiliyordu. Akşamları da beyaz yaka örgütlenmeleri öncelikli olmak üzere taban örgütlenmelerinin etkinlik ve toplantılarına ev sahipliği yapardı. Burada freelance ve beyaz yakalılar deneyim ve bilgi paylaştıkları türlü atölyeler de düzenliyordu. Mekân fiziki koşulları nedeniyle 2019’da kapandı; ancak burada bir araya gelen, tanışan freelance çalışanlar özörgütlenme yoluna gidip Ofissizler Freelance Dayanışma Ağı’nı kurdu. Bu ağın temel amaçları ise freelance çalışanların çalışma koşullarındaki zorlukları tespit edip görünür kılmak, freelance çalışmanın güvenceli hale gelebilmesi için hukuki düzenlemeleri araştırıp talep etmek ve freelance çalışanlar arasında deneyim ve bilgi paylaşımını mümkün kılarak dayanışmayı desteklemektir. Freelance çalışanların kolektif üretime geçişlerini de teşvik etmeyi önüne bir hedef olarak koymuştu.

Kitabınızda üretim ilişkilerine getirilen eleştirel söylemler ve onun karşısında konumlandırabileceğimiz freelance çalışma hakkındaki neoliberal söylemlerin ortaklaştığı bir nokta var tespitini yapıyorsunuz. Bu iki zıtlık arasında görmemiz gereken ortaklaşma nedir?

İkisinin de feminist Marksist iktisatçı J.K. Gibson-Graham’ın deyimiyle “sermaye-merkezli” bir söylemi benimsediğini ileri sürüyordum. Yani toplumsal-tarihsel dönüşümler ile ilişkilerin failliğini sermayeye atfetmeleri gibi bir sorun var. Biri hepimizin sermayenin mağduru olduğumuzu söylüyorsa diğeri de neoliberal düzenin bize özgürlük getirdiğini ilân ediyor. Sonuçta da freelance çalışmanın özgürlük mü kölelik mi getirdiği sorusunun etrafında dönüp duruyor; kehanetlerde bulunmaya çalışıyoruz. Evden çalışma hakkındaki tartışmalar da böyle dönebiliyor; gelecek hakkında konuşurken onun inşasında rol oynayabileceğimizi değil, başımıza ne geleceğini konuşur oluyoruz.  Bu durumda çalışma biçimlerinin içerdiği, kurduğu, bazen altını oyduğu sınıfsal çeşitliliği, karmaşayı, farklı aktör ve faktörleri, öznellikleri ve ilişkileri gözden kaçırıp ya da göz ardı edip öngörülerimizin ne kadar doğru olacağına odaklanıyoruz. Oysa bu karmaşaya bakarsak sermayeye farklı müdahale noktaları da geliştirebileceğimizi iddia edip, özneleşmenin önünü açabilmeyi umuyordum.

Bu sermaye-merkezli yaklaşımların bir sorunu tarihi sermayenin belirlediğini sanmaksa, diğeri de tarihe bir özne atfedip onun özgürleştirici potansiyeline dikkat çekmeleri oluyor. Eleştirel literatür “güvencesizler” veya “prekarya” olarak niteledikleri bir sınıfın doğuşundan bahsedip, onun ne kadar mağdur ne kadar devrimci olduğunu tespit etmeye çalışıyor. Öte yandan neoliberal söylem de “girişimciyi” freelance çalışmanın bir sonraki aşaması ve asıl özgürlüğe giden yol olarak tarif edebiliyor. İki anlatı yapısının da benzeştiği nokta tarihin öznesini tarif edip ona görev atfetmeleri. Bunun siyasi sonuçlarını ayrıntılandırmaya çalıştım; ancak özetlersem tarihin öznesini aramaktansa farklı bağlamlarda özneleşmenin imkân ve kısıtlarını araştırmanın önemli olduğunu düşünüyorum.

Esnek ve güvencesiz çalışmanın oluşturduğu gri alanın emek piyasalarının neoliberal yeniden yapılanmasının bir sonucu olduğunu düşünenler olduğu gibi, bir başka toplamın da bu esnek çalışma koşullarını bizzat işçiler tarafından talep edildiğini savunduklarını kayda düşmüşsünüz. Ofissiz çalışanların sınıfsallığı söz konusu olduğunda bu gri alanı nasıl değerlendirmek gerekir?

Birinci sav daha önce bahsettiğim sermaye-merkezli yaklaşımdan geliyor; ikincisi ise otonomcu Marksistlerin sermayenin yönetsel araçlarının işçilerin direnişine cevaben dönüştüğü yönündeki temel tezlerinden biri ile ilişkili. Öte yandan tek yönlü bir belirlenimden ziyade emek sermaye çelişkisinin ve başka toplumsal çelişkilerin beraberinde getirdiği bir dönüşümden bahsetmek bana makul geliyor. Freelance çalışmanın norm haline geldiği basın ve yayın sektörlerinde sadece sermayenin kârını arttırma arzunun değil, siyasi gelişmelerin de önemli rol oynayabileceğini görüyoruz. Esnek bir biçimde istihdam edilebilen bir çalışan kesimi siyaseten de yayıncılara esneklik sağlayabilir. Gazetecilikte bu değişimi görmüştük. Ya da örneğin ev içi emek ve bakım emeği ihtiyacının toplumsallaşmaması ve cinsiyetler arası eşitsizlikler de freelance çalışmaya geçişi tetikleyebilir. Görüştüğüm kadın freelance çalışanlar evden çalışmalarının daha iyi olabileceği yönündeki telkinlerin aile ve partnerlerinden gelebildiğinden söz etmişti. Ya da işyerindeki yıkıcı ve baskıcı çalışma ortamı da (mobbing, ayrımcılık, düşük ücret, fazla mesai vb.) tam zamanlı çalışmayı sürdürülemez hale getirebiliyor. Ya da kişiler iş dışındaki ücretsiz faaliyetlerine (öğrenim, sanat, aktivizm vb.) veya bakım işlerine zaman ayırmak için de böyle bir geçiş yapabiliyor. Freelance çalışmanın nedenlerinin yanı sıra ortaya çıkardığı sınıfsal dönüşümde de bir çeşitlilik söz konusu. Freelance çalışanlar sıklıkla bir ajans veya büroya parça başı iş yapabiliyor; bu işçiler aslında gayet bağımlı işçiler, öte yandan bağımsız çalışan gibi nitelendirilerek toplumsal güvencelerden yoksun hale getiriliyorlar. Kısacası risk işçinin üzerine atılarak sermaye güvenceli hale geliyor. Burada kapitalist bir sınıf süreci söz konusu. Öte yandan bu aracı şirketleri aradan bireysel veya kolektif olarak çıkabildikleri durumlarda bağımsız ve komünal sınıf süreçleri deneyimleyebiliyorlar. Bu tür geçişlerin hangi şartlarda mümkün olduğu ciddi araştırılmaya muhtaç, zira toplumsal koşullarını mümkün kılmanın da yolunu böyle keşfedebiliriz.

KÜNYE: Freelance Emek- Ofissiz Çalışmanın Sınıfsallığı, Özlem İlyas, İletişim Yayınları, 216 sayfa.

Neoliberal söylemlerin birey nezdinde özgürlük, toplum nezdinde ise liberal bir eşitlik fantezisi ürettiğini kayda düşüp, iki önemli sonuca işaret ediyorsunuz: Sınıfsal ve siyasi öznelik sonuçları. Bu iki meseleyi detaylandırabilir misiniz?

Burada özgürlük ve eşitliğin nasıl tanımlandığına baktığımızda, öznenin toplumsal bir varlık olduğunun bir tür egemenlik fantezisiyle inkâr edildiğini iddia etmiştim. Neoliberal söylemde freelance çalışanın istediği yerden, istediği kişilerle ve istediği zaman çalışabileceği vaat ediliyor; bu sanki artık başkasına muhtaç olmayacağı yönünde bir teselliye benziyor. Bunun cezbedici olabileceğini kabul etmek gerekiyor; zira işçiler sıklıkla işyerlerinde mobbing, uzun çalışma saatleri ve düşük ücret gibi sorunlardan dolayı veya işten atıldıkları/işsiz bırakıldıkları için freelance çalışırken buluyorlar kendilerini. Bu sorunların politik bir dile tahvil edilemediği, örgütsüzlüğün olduğu durumlarda da kişi sınıfsal/toplumsal çatışmalardan kaçmayı, kendi hayatını kurmaya girişmeyi yeğleyebilir. Ranciere’den ilhamla çatışma yoksa siyasetin de olmadığını hatırlarsak, bunun bizi götürebileceği siyasetsizleşmeyi anlayabiliriz. Psikanalitik bir yaklaşıma dayanarak da öznenin siyasal öznelliğini çatışabilme kapasitesi üzerinden değerlendirdiğimden neoliberal söylemin buradaki çatışmadan kaçma eğilimini egemenlik vaat ederek yatıştırmaya kalkışması önemli görünüyor.

Öte yandan yine psikanalitik bakışla, neoliberalizm öznenin toplumsal olduğunu aslında kabul ederek reddettiğini iddia ediyordum. Freelance çalışanlara network kurarak iş ilişkilerini sürdürmesi ve her ilişkisini de muhtemel gelir kapısı olarak görmesi tavsiyeleri veriliyor. Bu sadece bir ideoloji değil, zira iş ilişkilerini kurma ve sürdürme sorumluluğu da işverenden işçiye taşere edildi. Ama burada yine çatışmanın, hatta rekabetin bile olmadığı, tarafların kazan-kazan ilişkisi içerisinde birbirinden beslendiği bir “ekosistem” içerisinde olduğu ifade ediliyor. Oysa toplumsal ilişkilerde risk, çatışma, belirsizlikler vardır; bunlar da politikanın konusudur. Eşitler arası mübadele fantezisinin böyle geri dönüşü ise hem sınıfı hem de çatışmayı inkâr ederek bize siyaseti unutturmaya kalkışıyor gibi. İşin ilginci de bunun sıklıkla sol jargonun da kullanılarak yapılmaya çalışılması. Freelance çalışanların da kullanıcıları arasında olduğu ticari coworking mekânlarında “komün,” “topluluk” “sürdürülebilirlik” “dayanışma” gibi kelimelerin bunun için kullanıma sokulduğunu görmüştüm.

Ofissizler’in yaptığı bir ankete istinaden: “İlk anketin en önemli sonucu mobbing ve işyerindeki stresin işçilerin işyerini terk edip freelance çalışmaya başlamasında önemli rol oynaması” olduğunu ifade etmişsiniz. Buradan hareketle mobbing ve stresin, işçiler için mekânsal bir tercih noktasında -özellikle pandemi koşullarında- önemli bir etken olduğunu söyleyebilir miyiz?

Doğrusu bu zor bir soru zira yine deneyimler epey farklılaşıyor; dahası güvenceli ve güvencesiz çalışanların deneyimleri de, bu iki çalışma biçiminin içindeki deneyimler de farklı. Salgının ilk senesi yaptığım küçük bir araştırmada, evden çalışmaya yeni geçen çalışanların bazıları başlarda evden çalışmanın kendilerine iyi geldiğini, özellikle aile içinde ilişkileri iyileştirdiğini söylemişlerdi. Öte yandan yalnız yaşayanlar süreci başından beri daha zor geçirdi; yalnızlığın ciddi bir stres faktörü olduğunu akılda tutmak lazım. İlerleyen dönemlerde ise bakım krizi ve ev işlerinin artması evden çıkma isteğini özellikle kadınlar için arttırmıştı. Yani evden çalışmaya geçiş stresten kurtuluş olmayabiliyor. Dahası bazı şirketlerde uzaktan denetim teknolojileri ile işçinin üzerindeki denetim yoğunlaştırıldı; işçinin fareyi ne kadar oynattığı ekran başında olup olmadığını anlamaya çalışan teknolojiler. Pek çok işin hızlıca dijitalleşmesi de aslında işçilerin için yeni öğrenme süreçleri getirdi; ama bunları mesai saatleri dışında yapmaları beklendi. Yani pek çok durumda hem ücretli hem ücretsiz ev içi emek süreçleri arttı, ve evden çalışma mobbing’e bir son getirmedi.

Öte yandan görüştüğüm erkekler evden çalışmayla beraber kendine zaman ayırıp başka meşgalelerle uğraşabildiğini daha sık ifade ettiler. Kimisi evde daha fazla ücretsiz emek harcadığını da paylaştı. Evden çalışmayı olumlu karşılayan diğer görüşmeciler de tamamen evden çalışmaktansa hibrit çalışmayı tercih edeceklerini ifade etmişti. Çalışanların evden çalışmada doğan maddi ve manevi özgül ihtiyaçlarının tespit edilip talepler geliştirilmesi ile çalışanın lehine de olabileceği görülüyor. Bu konuda geçtiğimiz yaz evden çalışma yönetmeliği çıkmış, 9 beyaz yakalı örgütü de bir araya gelip talepler geliştirmişti.(1)

Kitabınızın en heyecanla okuduğum kısmı, son kısmı oldu. Ofissizleri Örgütlemek: Sınıf Siyasetini Yeniden Düşünmek başlıklı bu kısımda ofissizlerin yalnızlığından, bireyselleşmesinden bahsediyorsunuz. En yalın haliyle şunu sormak isterim: Ofissizleri örgütlemek mümkün mü?

İşyerleri disipline edici mekânlar olsalar da aynı zamanda işçilerin deneyim ve bilgi de paylaşabildiği, dayanışma kurabilecekleri de bir mekân. İşyerindeki çatışma örgütlenemediğinde ise buradan çıkış veya gönderiliş işçiyi meslektaşlarından ve bu müşterekten mahrum bırakabiliyor. İş süreci bireyselleşiyor; size gelen bir parça iş ama işin tümünü göremiyorsunuz. Freelance çalışanlar çalışmadıkları sürelerde de iş peşinde koşuyor veya becerilerini güncel tutmak için ücretsiz çalışıyor. Tüketici olabilecek bu döngüyü de yalnız yaşıyorlar. Bunun sonucunda herhangi bir sorun yaşadıklarında bunun kendi hataları olduğunu düşünüyorlar. Sorumlu tutacakları tek bir patron yok görünürde. Patronlar var ve pek çok riski de taşere edip kendilerini aslında güvenceye aldılar. Bu koşullarda riski üstlenmiş, hayatına egemen olması telkin edilmiş kişinin suçluluk, kaygı gibi duygulara da kapılıp bu sorunları ifade etmekten de imtina etmesi mümkün. Bu yüzden yalnızlığı aşmak ve sorunları toplumsallaştırmak örgütlenmenin ilk adımı gibi görünmüştü; Ofissizler de buradan işe başladı. Öte yandan maddi güvencesizlik ve söz konusu duygulanımsal süreçler kolay aşılacak zorluklar değil. Örgütlenme bir süreklilik gerektiriyor; öte yandan freelance çalışanların sürekli gelir güvencesi dahi olmayabiliyor. Bu durumda sürdürülebilirlik bir mesele ve belki de freelance çalışmaya uygun örgütlenme yolları düşünüp icat ederek çözmemiz gerekiyor.

Dahası freelance çalışanların ve diğer işçilerin örgütlenmesi aslında birbirine bağlı. İşveren işyerindeki işçiyi de freelance çalışanlarla tehdit ediyor; zira yasaya aykırı da olsa ana işleri freelance çalışana taşere edebiliyor. Yani freelance çalışanlar güçlenmedikçe “ofisli” çalışanlar da güvencede değil. Ofisli çalışan güçlenmedikçe ise freelance çalışmaya geçişin “tercih” olabilmesi mümkün değil. Zira işyerinden kaçıp veya kovularak freelance çalışmaya geçildiğinde kişinin başkalarıyla bağ kurma arzusu, dolayısıyla siyasi kapasitesi körelmiş olabiliyor. Yani freelance çalışanın güçlü olabilmesi de işyerlerinde örgütlülüğe bağlı.

Son olarak ücretli işlerle beraber ücretsiz işlerin ve üretim araçlarının toplumsallaşması; kamu hizmetlerinin buna göre düzenlenmesi, mahalle kreşleri ve ortak çalışma mekânlarının, uygun ücretli ve ücretsiz aşevlerinin olması işçilerin refahını arttıracağından örgütlenme kapasitelerini de arttıracaktır. Hayatın ve emeğin toplumsallaşması yönündeki perspektifle bu talepleri çoğaltıp pratikler geliştirmek elzem görünüyor.

NOTLAR:

(1)https://t24.com.tr/haber/9-orgutten-9-talepli-evden-calisma-deklarasyonu-beyaz-yakalilar-12-haziran-da-besiktas-ta-bir-araya-geliyor,957899

DAHA FAZLA