Ölüm orucundaki Mustafa Koçak 38 kiloya düştü

Ölüm orucundaki Mustafa Koçak 38 kiloya düştü

Başlattığı açlık grevi eylemini ölüm orucuna dönüştüren tutsak Mustafa Koçak'ın durumunun kritik evrede olduğu bildirildi.

İleri Haber

İzmir Şakran 2 No’lu T Tipi Ceza İnfaz Kurumu’nda kalan ve başlattığı açlık grevi eylemini ölüm orucuna döndüren tutuklu Mustafa Koçak'ın durumunun kritik olduğu bildirildi.

Açlık grevinin 90. gününde ölüm orucuna başlayan Mustafa Koçak'ın arkadaşı Başak Kavruker, Koçak'ın son durumuyla ilgili bilgi verdi.

MUSTAFA KOÇAK 38 KİLOYA DÜŞTÜ

Kavruker, Mustafa Koçak'ın 38 kiloya düştüğünü ve durumunun kritik seviyede olduğunu belirterek "Türk Tabipler Birliği (TTB) ile görüştük, her an risk olduğunu, Mustafa'nın boyunun da çok uzun olmadığı için kitle endeksinin 12'lerde çıktığını ve 15'in altında risk oluşturduğunu söylediler" ifadelerini kullandı.

'HAPİSHANE İDARESİ TEHDİT EDİYOR'

Hapishane idaresinin ve doktorunun Koçak'ı sürekli müdahale etmekle tehdit ettiklerini söyleyen Kavruker, idarenin, "er ya da geç müdahale ececeğiz" yönündeki söylemlerinin devamında, "sakat kaldığın zaman uluslar arası vakıflar sana para öder, sen de bu parayı yersin" gibi birçok ifadeler kullandığını belirtti.

'ÖLÜM ORUCU KIRILMAYA ÇALIŞILIYOR'

İdarenin, saf B1 vitamini vermediğini ve Koçak'ın eylemini ölüm orucuna dönüştürdüğü günden itibaren meyve suyu içtiği taktirde B1 vitamini verecekklerini söyleyerek ölüm orucunu kırmaya çalıştıklarını dile getiren Kavruker, TTB'nin gözetiminde bir doktorun Mustafa Koçak'ı görmesinin Sağlık Bakanlığı'nın yaptığı düzenlemelerden dolayı mümkün olmadığını söyledi. Başak Kavruker, Koçak'ın bilincinde bir sorun olmadığını fakat görme sorunu yaşadığı ekledi.

Tutuklu Mustafa Koçak açlık grevinin 90. gününde ölüm orucuna başlarken bir mektup yazmıştı:

30 Eylül 2019 günü, ÇHD İzmir Şubesi’nde Ailesi ve Avukatlarının Katılımıyla Mustafa Koçak’ın Ölüm Orucu’na Başladığı İlan Edildi. Mustafa Koçak’ın, Neden Ölüm Orucu Direnişi Yaptığını Anlattığı Mektubu:

BASINA, AYDINLARA, SANATÇILARA, TÜM DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİNE ve HALKIMIZA

“Günümüzde insan olmanın

Çok ağır bedeli vardır

Ya parçası olacaksın alçaklığın

ya parçalarlar seni

Oysa insan olmak

çoğalabilmektir başkalarıyla

insansın, birinin canı yanıyorken

senin de canın acıyorsa…”

                                    Ataol Behramoğlu

Bugün Açlık Grevimin 90 günü! Peki Neden Açlık Grevine Başladım?

23 Eylül 2017 tarihinde İstanbul-Mecidiyeköy’de yürürken gözaltına alındım. Gözaltına alınma nedenim ise -artık söylediği yalanlarla, herkesin tanıdığı ve bildiği- Berk Ercan isimli itirafçının hakkımda uydurduğu yalanlar ve iftiralardı.

12 gün boyunca gözaltına alındım. Gözlerimin bağlanmasından, kafamda teneke çalınmasına kadar, hamile ablama, kız kardeşlerime tecavüz edileceği tehdidine varıncaya dek işkenceye maruz kaldım. Avukatlarımla görüşmemem için tam 110 avukata kısıtlama kararı getirdiler!

Yapılan bu işkencelerin sebebi Berk Ercan gibi, siyasi polisin önüme koyduğu iftiralar içeren ifadeleri imzalamayı kabul etmemiş olmamdı. Şairin de dediği gibi

‘... Ya parçası olacaksın alçaklığın

ya da parçalarlar seni...’

Kendimi kurtarmak adına alçaklığın, iftiracılığın bir parçası olmayı reddettim.

Ve ‘Savcı Mehmet Selim Kiraz’ davası olarak bilinen davaya iftiracı Berk Ercan’ın ‘Eylemde kullanılan silahı kendisinin temin ettiğini bana 2015 yılı sonlarında köftecide köfte yerken söylemişti.’ demesiyle eklendim.

Hakkımdaki tek iddia budur! Başka hiçbir bilgi, belge, delil ve kanıt yoktur.

 Bu mektubumda mahkemede yaşananları tek tek anlatmayacağım. Hakkımda uydurulmuş bu kadar saçma ve inandırıcılığı olmayan bir iddia üzerinden hüküm kuran mahkemenin yaşadığı zorluğu ve içine düştüğü durumu da anlatmayacağım.

Bütün dünyanın şahit olduğu bir olayda, o gün o odada bulunan 3 kişiyi de, onları kimin katlettiğini de herkes gördü ve biliyor.

Ve yine herkes biliyor ve bilsin ki; bu davanın gerçek sanıkları bizler değiliz! İktidar kendi ‘prestijini’ kurtarmak, intikam ve öç almak için bu davayı bizim üzerimize yıkmaya çalışıyor.

Winston Churcill ‘Gerçek bazen yalanla örtülmeye ihtiyaç duyar’ demişti. Mahkemedeki savcı, yargıç, hakim demeye bin şahit kişiler, gerçeklerin ortaya çıkması yönünde herhangi bir çaba göstermek yerine tam tersini yaparak, gerçeklerin üstünü kapatma çabasına girişip, ihtiyaç duydukları yalana sarıldılar.

11 Temmuz’da da hakkımda ağırlaştırılmış müebbet ve 42 yılı geçen cezalar verildi.

Yargılandığımız davayı gazeteler manşetlerden verdiler. TV kanalları adliyeden canlı yayın yaptılar. Bir kampanya olduğu çok açıktı, yapılan yargılama değil adeta açık bir siyasi faaliyetti. Yargıladık, hesap sorduk demek için siyasi polisin iş aletine dönüşmüş birinin dedikodularıyla tiyatro kurdular. Ve söz konusu halk olunca; devrimci-demokrat, sosyalistler ve aydınlar olunca adalet dükkanlarından bol keseden cezalar dağıtıyorlar!

Evet böyle dağıtıyorlar ama öyle uygulamak kolay değil diyoruz! Soma’dan Ermenek’e, Aladağ’dan Çorlu’ya, Mecidiyeköy’deki Torunlar Center’a ve daha birçok örnekle uzayıp gidecek kadar milyonlarca halkımız ‘Adalete Açız’ diye haykırıyor...

Tarih sahnesinde asırlar öncesinden beri bir avuç zalim ve onların zulmü ile karşı karşıya gelen bir halk var... İnsanlık tarihinin her döneminde bu zalimlerin isimleri değişmiş olsa da halklara uyguladıkları zulüm değişmemiştir.

Bu tarih; egemenlerin adaletsizlik, baskı, katliam ve sömürüsüne karşı; başkaldırı ve direniş tarihidir.

Bu tarih; Spartaküsler’den ‘Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan’ diyen Pir Sultanlar’a, ‘Yarin yanağından gayrı her şeyde, her yerde hep beraber’ diyerek asılan Bedreddinler’e, ‘Bizim de günümüz gelecek’ diyen Bobby Sandsler’e…

Ve daha birçok, geçmişten günümüze dek zalimin zulmüne, zorbalığına ve adaletsizliğine karşı direnme hakkını kullanıp; zafer kazananların, yenilenlerin, düştüklerinde bile tekrar yeniden ve yeniden atağa kalkanların, her koşulda ve şartta; bedel ödeyerek mücadele edenlerin tarihidir...

Direnmek, hayatın en onurlu damarıdır. Hayatın en onurlu yanıdır. Adaletsizlik altında direnme geleneği dünden mirastır bizlere...

Ben de yaşadığım adaletsizlikler altında direnme hakkımı kullanarak 3 Temmuz 2019 tarihinde; ‘Adalet’ talebiyle süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine başladım.

BU ÜLKEDE ADALET YOK! MİLYONLARCA İNSAN ADALETSİZLĞİN ULAŞTIĞI EN ÜST NOKTAYI YAŞIYOR!

Ve yine diyoruz ki; bizi adaletsizliğe mahkum etmelerine seyirci kalmak zorunda değiliz!

‘Gerçekten insan olan herkes, başkasına atılan tokadın acısını kendi yanağında duymalıdır.’ diyerek özetlemiş Che... Ben de bu sözün pusulasıyla yola çıkarak sadece kendi yaşadığım adaletsizlikler, hukuksuzluklar ve kanunsuzluklar için değil; Adalete Açız, diye haykıran milyonların içinden milyonda biri olarak, tüm adaletsizlik yaşayan ve adaletin peşinden ayrılmayanlar için de yatırdım bedenimi açlığa...

Adalet çığlığım Avrupa’nın en büyük adalet sarayında boğulmak istendi. Çünkü sarayları adalete dair tüm sesleri yutmak, yok etmek üzerine inşa edilmişti.

Bize hukuksuzca bu cezaları vererek aslında tüm halka gözdağı veriyorlar. Yaşanan tüm bu adaletsizliklerin ve saldırıların önüne açlığa yatırdığım bedenimi bir set görevi görmesi için koydum.

90 gündür açlığa yatırdığım bedenimle adalet diye haykırmaya devam ediyorum... Haykırışta bulunan sadece ben değilim; dışarıda annem, babam ve kız kardeşlerim sesimi duyurmam için Kurban Bayramı’nın 1. gününden beri, 1 haftalık dönüşümlü destek açlık grevleri yapıyorlar...

Sadece ailem de değil; arkadaşlarım da, avukatlarım da açlığıma ortak olarak ve her yolu deneyerek anlatmaya çalışıyorlar bu hukuksuzluğu, adaletsizliği...

Her kesimden insanın bu yakarışını, öfkesini duymamak mümkün değil. Ancak adaletsizliğin uygulayıcıları kulak tıkıyorlar bu duruma.

En açık kulakların işitemediği fısıltıları değil, en sağır kulakların bile duyacağı tek ve büyük bir çığlık yaratmak için; açlığa yatırdığım bedenimi Ölüm Orucu yatağına yatırmaya karar verdim.

Sadece kendim için yapmadığım, tüm adaletsizlik yaşayan ve adaletin peşinden ayrılmayanlar için de yaptığım süresiz-dönüşümsüz Açlık Grevi Direnişimi 30.09.2019 tarihinden itibaren yani Açlık Grevimin 90. gününde Ölüm Orucu yatağına yatırmaya karar verdim.

“... Biz saraylarda sesi olmayanlar, özel arazilerde yabancı olanlar, her zaman ölü olanlar, tarihin mülksüzleri, geleceksizler, taze öfkenin sahipleri, sahici kadın ve erkekler... En küçükler... En onurlular... En sonuncular... En iyiler...” * Yaşadığım haksızlığı, hukuksuzluğu ve adaletsizliği anlatmanın var mıdır daha ötesi?

Adalet mahkeme salonlarına gömülmüş durumdadır. Ve her mahkeme savcılar, hakimler üzerine bir kürek toprak daha atmaktadır. En büyük küreklerden biri bizim duruşmamızda atıldı.

Şimdi ben, kürek kürek attıkları toprağın altındaki adaleti gün yüzüne çıkartmak için; ömrümün baharında olan hayatımı öne sürerek ‘ölüm orucu’na yatıyorum.

Mücadelem adalete yapılan saldırıya karşıdır. Adaletin ölümüne karşıdır! Adalet ki, bin yıllardır uğruna nice yiğitler can vermiştir.

Ve ben de ölüm pahasına bile olsa adaleti savunacağım! Adaletsizliğin karşısında da ölümüne duracağım.

‘Ben sabahlara güneş olmaya gidiyorum. Kimse karanlığa uyanmasın diye’ ** Bu uzun ama onurlu yola çıktığımda asla durmak için değil, hep bir adım daha ileriye gitmek için yola düştüm. Ve o yolda en büyük adımlardan birini ucunda ölüm olan bu eyleme başlayarak atıyorum.

Atmış olduğum bu adım haktan, hukuktan, adaletten, özgürlükten ve insanca bir yaşamdan yana olmak isteyen herkese bir çağrıdır!

Bugün bir şeyleri kaybetmek korkusuyla feda ettiklerimiz gelecekte en kahredici pişmanlıklarımız olabilir. İnsanım diyen hiç kimse başı önde, onurunu ve doğrularını savunamamış olarak ölmek istemez.

Bu bir direniş çağrısıdır! Etrafımızı adaletsizlikle saran korku duvarlarının koskocaman karanlıklarına bizi hapsetmek isteyenlere karşı, tek bir alev topu gibi parlayarak en kör karanlıkları aydınlatmanın, kağıttan yapılmış korku duvarlarını parçalamanın bugün tam sırasıdır!

Bu bir direniş çağrısıdır!

Karanlığı alt etmek, aydınlığın ateşini yakmak için, en sağır kulakların “Duy!” diyeceği, en kör gözlerin “Gör!” diyeceği o tek ve büyük çığlığı yaratmak için sesini sesime kat ki gürül gürül haykıralım!

ÖLÜM ORUCU TALEPLERİM:

 - Soruşturma-kovuşturma aşamasında tehdit, şantaj psikolojik işkence altında gerçek dışı beyanlarda bulunduğunu dosyaya dilekçe ile bildiren Cavit Yılmaz isimli “tanık” beyanları hükme gerekçe yapılamaz. Cavit Yılmaz tekrar istinabe yolu ile dinlensin!

- Hakkımda hukuksuzca verilen bu hüküm kaldırılsın. Yeniden ADİL YARGILAMA YAPILSIN!

- Hukuksuz, kanunsuz tutukluluğuma son verilsin. TAHLİYEMİ İSTİYORUM!

 - BANA ve BU HALKA YAŞATILAN ADALETSİZLİKLER SON BULSUN, ADALET İSTİYORUM!

Zafere ulaşıncaya dek yürüyeceğimiz bu hakikat ve adalet yolculuğunda benimle beraber yürüyen ve yürüyecek olan herkese, halkımıza umut ve kavga dolu selamlarımı gönderiyor, başarılar diliyorum...

Mutlaka Kazanacağız! Ve Che yine haklıdır bu macerada. Hakikatin bedeli hoş gelir, sefa gelir...

YAŞASIN ÖLÜM ORUCU DİRENİŞİMİZ!

ADALET İSTİYORUZ, ALACAĞIZ!

DİRENE DİRENE KAZANACAĞIZ!

Sizi Çok Seviyoruz...

Umutla Kalın!

Mustafa KOÇAK