“Oligarşi” derken…

Türkiye’de kapitalizmi bir oligarşi olarak görenler varsa oligarşiyi kahretmeye devam edebilirler; yeter ki ara sıra daha “büyük resme” de bakılsın ve  oligarşi kahrolurken burjuvazinin keyfi çatmasına izin verilmesin…

Günümüzün sol söylemlerinde “oligarşi” sözcüğü eskisi kadar, örneğin 1970’lerde olduğu gibi sık kullanılmıyor. Biraz deşildiğinde, bu sözcüğün 1960’ların “yarı-feodal Türkiye” tezinin geçerliliğini yitirip ülkede kapitalizmin egemenliğinin kabulüne doğru bir geçişi temsil ettiğini söylemek mümkün. Böylece “oligarşi”, artık kapitalist sayılan bir ülkede kapitalizmin ve siyasal rejimin tanımlayıcı kavramı haline geliyor.

Oligarşi, küçük, dar ve elit bir grubun mutlak denebilecek iktidarı demek oluyor. Bu tanımıyla oligarşi denilen durum, ülkelerde olduğu gibi siyasal partilerde ve çeşitli kuruluşlarda da ortaya çıkabiliyor.   Örneğin Alman asıllı İtalyan sosyolog Robert Michels’e (1876-1936) göre, işe gerçekten demokratik ilkelerle başlayan kuruluşlar, örneğin siyasal partiler, zamanla kaçınılmaz biçimde oligarşik yapılara dönüşüyor. Buna da “oligarşinin demir yasası” deniyor. 

Ayrıca tartışılabilir ve bizim bu yazıdaki konumuz değildir.

***

“Oligarşi” tanımı, bir ülkedeki, örneğin günümüz Türkiye’sindeki kapitalizm için kullanıldığında bu kullanım ciddi sakıncaları da beraberinde getiriyor. Ara sıra duyuyoruz: Şu “beşli çete” denilen müteahhitler grubunun, ülkedeki kapitalizmin oligarşik yapısını ortaya koyduğunu söyleyenler çıkabiliyor…

Oligarşi kavramının bu şekilde kullanılması, başka her şeyden önce, totolojik bir özelliğe sahiptir. Bugün dünyada, kişiler ve şirketlerle ifade edilmek üzere “en üst katmanı”, “kaymak tabakası”, “kreması”, “tepesi”, vb. olmayan hiçbir kapitalizm yoktur.   Eskiden de yoktu; nitekim kapitalizmde büyük iş çevrelerinden kişiler için “oligark”ın yanı sıra bizde “dev”, “büyük patron”, “kodaman” gibi anlamlar taşıyan pek çok sözcük kullanılagelmiştir (örneğin “giant”, “tycoon”, “magnate” gibi).   

Peki ya “oligarşi” kavramı diğerlerinden farklı olarak aynı zamanda iş hayatının yanı sıra, siyasette ve devlet yönetiminde de mutlak egemenliği ifade ediyorsa?

Böylesinin örnekleri gerçekten vardır. Örneğin “oligarşi” kavramının en yaygın kullanıldığı bir dönemin Latin Amerika ülkelerini bu kategoride düşünmek mümkündür. Ancak, Latin Amerika oligarşilerinin özelliği, emperyalist merkezlerle bağlantılı, içerde sivil ve askeri bürokrasiyle iç içe geçmiş büyük toprak sahipliğine dayanmasıdır: özellikle tropik meyveler, şeker kamışı, kahve ve büyük baş hayvan üretiminde…

Bu, bir dönemin Latin Amerika’sı ve oligarşisidir…

Peki ya Türkiye?

***

Türkiye’de oligarşi kavramının ülkedeki kapitalizmin yapısını/yapılanmasını tanımlamak için kullanılmasındaki sakıncalara değinen eski bir örnekle devam edeceğiz.

Mesut Odman, Yürüyüş dergisinin 18 Temmuz 1978 tarihli 171’inci sayısında yer alan “Kahrolan Oligarşi Keyif Çatan Burjuvazi” başlıklı yazısında bizce meselenin bam telini oluşturan şu soruyu ortaya atıyor: “Türkiye kapitalizmi ‘oligarşik’ bir tepeden mi ibaret, yoksa tepesi ile gövdesi arasında güçlü bağlar bulunan bir piramidi mi andırıyor?” (*).

Ayrım için kullanılan metafor yerinde, soru da gerçekten can alıcı önemdedir.

Türkiye kapitalizminin “tepesi ile gövdesi arasında güçlü bağlar bulunan” bir piramit değil de “oligarşik bir tepe” olarak görülmesi, yalnızca ülkedeki kapitalimin yapılanmasını yanlış yansıtmakla kalmaz. Bu bakışın aynı zamanda solun izleyeceği siyasal çizgiden olası ittifaklara kadar uzanan ve pek hayırlı sayılamayacak yansımaları da olacaktır. En “somutu” da şudur: “Oligarşik tepe” görüşünün, örneğin AKP’nin bugün bile sahip olduğu desteğin maddi temellerini (ideoloji dışındaki temeller) açıklaması mümkün değildir.

***

Özetin özeti: Türkiye’de kapitalizmi bir oligarşi olarak görenler varsa oligarşiyi kahretmeye devam edebilirler; yeter ki ara sıra daha “büyük resme” de bakılsın ve  oligarşi kahrolurken burjuvazinin keyfi çatmasına izin verilmesin…

__________________________________________________________________________

(*) Yürüyüş dergisindeki bu yazı için bakınız, Mesut Odman, Her Zaman Sosyalizm, YGS yayınları, 2000, s. 92.