Oktay Işıklar yazdı | Boğaziçi Direnişi bize ne anlatıyor?

Oktay Işıklar yazdı | Boğaziçi Direnişi bize ne anlatıyor?

Oktay Işıklar

Tam 40 gündür Boğaziçi öğrencilerinin başını çektiği ama üniversitelerin sınırlarını aşarak toplumun geniş kesimlerine yayılan bir direnişe tanık oluyoruz. 500’ü aşkın gözaltı, onlarca ev hapsi ve tutuklamaya rağmen kırılamayan, etkisini ve gündem yaratma gücünü kaybetmeyen bir direniş…

Öğrenci hareketinin hiç beklenmeyen bir anda yükselmesiyle kitleselleşen bu direnişin, Türkiye’nin siyasi geleceği için bir sonun başlangıcı olduğu ve sosyalist hareket için de bir yeniden kuruluş imkanlarını barındırdığını söyleyebiliriz. Bu iki önemli iddianın altını doldurmak için 40 günlük direniş sürecinin gelişimine biraz daha yakından bakmak gerekiyor.

2021’in ilk günlerinde kendiliğinden bir patlama olarak ortaya çıkan bu hareket, kökünü üniversite öğrencilerinin derinleşen ekonomik krizin gençler üzerinde yarattığı geleceksizlik endişesinden ve OHAL’den beri süregelen demokratik ve sosyal hakların gasbedilmesinin yine gençlik üzerinde yarattığı siyasal özgürlük talebinden alıyor.

Bu hareketin ayak sesleri, 2020’nin başlarında irili ufaklı gerçekleşen üniversite eylemlerinde ve pandemiyle beraber başlayan gençliğin sosyal medya üzerinden harekete geçmesiyle duyulmaya başlamıştı. Tabii bu ayak seslerini, başta sosyalist hareket olmak üzere bütün bir toplumsal muhalefet güçleri duymakta çok eksik kalmıştı. İçinden geçtiğimiz süreçte bu kesimlerin şaşkınlık ve hareketsizlik halinin tam da bu kavrayış eksikliğinden kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Saray Rejimi’nin çeşitli hamlelerle toplumsal muhalefetin farklı kesimlerini felç ettiği bir dönemde hem de birçok siyasi partinin 2023 seçimleri üzerinden anket hesabından başka bir siyaset üretememesine rağmen nasıl oldu da gün geçtikçe kitleselleşen, toplumun farklı kesimlerini harekete geçirmeyi başaran bir direniş hattı ortaya çıktı?

Bu soruya verilecek doğru cevap(lar); Saray Rejimi’ne karşı verilmesi gereken mücadele için yol gösterici olacaktır. Lafı hiç uzatmadan sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim, Boğaziçi Direnişi'nin başarısının temelinde dayanışma ağı siyaseti yatmaktadır. Geldiğimiz noktada Boğaziçi Dayanışması’nın yarattığı siyasi etki ve süreklilik toplumsal muhalefete yön verdiği gibi mücadelenin diğer üniversitelere taşınmasında da bir kaldıraç etkisi yaratmıştır. Mevcut dayanışma ağlarının güçlenmesinde, henüz kurulmamış olan üniversitelerde ise bu ağların kurulmasında ön açıcı bir etkisi olmuştur.

Peki nedir bu dayanışma ağlarının özelliği ve gücü nereden gelmektedir? Dayanışma ağı siyasetinin iki temel noktasını öne çıkartarak bu soruya cevap verebiliriz. Gezi’den öğrendiğimiz ve kadın hareketinden hala öğrenmekte olduğumuz şey; insanları mücadeleye özne olarak katma, dar bir öncülük tartışmasından çıkıp bireylerin bulundukları dayanışma ağlarındaki kolektif iradeye katkıları üzerinden şekillenen ve bunun sonucunda mücadelelerin geniş kesimlerce sahiplenilmesi… Dayanışma ağlarının itici gücü tam olarak buradan yani kitleleri etkin özneler olarak çağırması ve meşru bir temsiliyet ilişkisi yaratmasından kaynaklanmaktadır.

Yukarıda bahsettiğimiz özneleşme ve temsiliyet meselesi kritik önemde olsa da tek başına eksik ya da yetersiz kalma tehlikesi taşıyor. Bu noktada dayanışma ağlarının siyasi etkisini ortaya çıkaran bir ikili iktidar mantığı yani bulunduğu alanda mevcut iktidara karşı oluşturduğu karşı-hegemonya/karşı-iktidar gücü devreye giriyor. Yaratılan meşru temsiliyet çizgisini tamamlayan nitelikte bir siyasi hat bu karşı-iktidar mekanizmasının oluşabilmesine imkân sağlıyor. Somut duruma geri döndüğümüzde yasalardan ve yönetmeliklerden gücünü alan kayyum rektöre karşı öğrencilerin başını çektiği mücadelenin meşru karşı-iktidar organı olarak Boğaziçi Dayanışması bu denklemde yerini alıyor.

Son söz olarak bu mücadelenin nasıl kazanacağını, sadece kayyum rektör Melih Bulu’ya karşı bir mücadelenin sınırlarını çoktan aşmış olan ve Saray Rejimi’nin kurduğu korku imparatorluğunu dağıtacak potansiyeli taşıyan bu siyasi çizginin nasıl sürdürüleceğine dair birkaç şey söylenebilir. Boğaziçi Dayanışması’nın direnişin başından beri sunduğu perspektif bu sorunun yanıtı niteliğindedir. Ayağını okulun bileşenlerinin haklı mücadelesine ve temsiliyetine basarak mücadeleyi okul sınırlarının dışına taşımaya çalışan, bütün üniversite öğrencilerinin beraber mücadelesini savunan, toplumsal muhalefet güçleri ve demokrasi mücadelesi veren bütün kurumlarla mücadeleyi buluşturmaya çalışan bir siyasi perspektif… Bu perspektifin somut karşılıkları ve pratikleri başka bir yazının konusu olmakla birlikte, gücünü ayağını bastığı zeminden kopartan ya da mücadeleyi tamamen belirli sınırlarına (okul sınırları) hapsedecek bütün yaklaşımlar, bütün iyi niyetlerine rağmen mücadeleye zarar verecek nitelikte olacaktır. Unutulmamalıdır ki; “Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir”.