Nuriye Gülmen: Evde olmam beni çok iyi etkiledi

Nuriye Gülmen: Evde olmam beni çok iyi etkiledi

Semih Özakça ile başladığı açlık grevinin 285. gününde olan akademisyen Nuriye Gülmen ile tahliye olmasını, hapishanede tutuklu olduğu günleri ve hastane sürecini konuştuk.

Esra Tokat

Açlık grevinin 76. gününde tutuklanan ve ardından zorla hastaneye yatırılan Nuriye Gülmen açlık grevinin 269. gününde tahliye edilmesinin ardından direnişine Ankara’daki evinde devam ediyor.

Evde olmasının kendisinin çok iyi etkilediğini ifade eden Gülmen, “Benim tahliye olmam bir zaferdir. Hepimiz aynı şeyi hissediyoruz, elimi tutan herkeste bunu görüyorum. Ama biz hala işimize geri dönmedik” diyor.

Tutuklu bulunduğu süre boyunca Yüksel Direnişi’ni takip etmeye çalıştığını belirten Gülmen, “Yüksel Direnişi ile ilgili olan haberleri gördüğümde o kadar öfkeleniyordum ki oraya gidip polisleri engellemek, karşılarında durmak istiyordum” ifadelerini kullanıyor.

“Açlık ve bedenimizdeki yıkım ilerliyor ve biz zafere çok hasretiz” diyen Gülmen şunları söylüyor:

“Biz artık zafere çok yakın olduğumuzu düşünüyoruz, hep beraber kazanacağız. Bu zafer hepimizin olacak bundan dolayı herkesi direnişi sahiplenmeye, büyütmeye ve bir adım daha atmaya davet ediyorum.”

‘KENDİMİ ÇOK İYİ HİSSEDİYORUM’

Öncelikle kendinizi nasıl hissediyorsunuz ?

Çok iyi hissediyorum. Tahliye edildiğim günle bugün arasında bile fark var. Bunu Semih’te de gözlemlemiştik bende de aynısı oldu. İnsanların destekleri ve dayanışmasını yakından tecrübe etmek bana çok iyi geliyor. Enfeksiyon riskinin yüksek olmasına rağmen gelen misafirleri bırakamıyorum, onların ellerini tutmak, sarılmak istiyorum. Aynı zamanda gelenleri neredeyse hiç konuşturmuyorum çünkü sürekli ben bir şeyler anlatıyorum. Galiba bu durumun tecritte uzun süre kalmamla ilgisi var. Yani evdeyim ve o yüzden de çok iyiyim, kendimi çok iyi hissediyorum. Ama bu ara boğazımda bir tonsillit ve faranjit oluşmuş. Şu an için bu durum zorluyor, Yutkunmama ve bir şey içmeme engel değil ama yutkunduğumda acı hissediyorum. Umuyorum bir an önce geçer.

'İNSANLARIN BU KADAR SAHİPLENDİĞİNİN FARKINDA DEĞİLDİM’

Eve gelip ambulanstan indiğinizde sizi bir çok kişi sevinçle karşıladı o an ne hissettiniz?

Müthiş bir duyguydu. Bunun hikayesi şöyle, Beyza ‘Abla sen dışarı çıkınca insanlar çıldıracak biliyor musun?’ dedi. Bana bunu daha önce de söylemişti. ‘Tahliye olursan insanlar kim bilir neler yapacak’ diyordu. Ama ben bu durumu çok tahayyül edemiyordum. Çünkü günlük olarak Beyza ben hastanedeyken dışarı çıkıp yemek yemeye gidiyordu ve bundan dolayı da dışarıdaki havadan haberdardı. Ama ben bunu gözlemleyemediğim için farkında değildim. Anladığım kadarıyla böyle büyük eylemler olmuyordu veya insanların beni sahiplendiklerine dair şeyler daha çok sosyal medya üzerinden oluyordu. Bu durum gazetelerden takip edebileceğim bir şey değildi. Bundan dolayı Beyza’nın duyduklarını, gördüklerini hissedemiyordum. İnsanların bu kadar sahiplendiğinin farkında değildim, bu bir gerçeklik. Tahliye haberimden sonra Beyza ‘insanlar çıldıracak’ dedi tam anlamıyla bu kelimeyi kullandı. Ama ben hiç bu kadarını düşünmemiştim. Tahliye kararımdan sonra Beyza ile hazırlandık, 23.30 gibi işlemler bitti ardından hastaneden çıktık. O sırada ben çıkmadan önce Numune Hastanesi’nin önünü dağıtmışlar benim bundan haberim yoktu. Dolayısıyla hastaneden çıkarken annem, babam, avukatlar ve Beyza vardı. Ambulansla evin önüne geldiğimizde dışarıdan bir kalabalık sesi geliyordu. ‘Acaba insanlar mı geldi, basın mı var’ diye düşündüm. Kapı açıldığında büyük bir kalabalıkla karşılaştım ve çok şaşırdım. Müthiş bir duyguydu. O sırada Acun’u gördüm gözleri dolmuş bana bakarak ağlıyordu. Onu öyle görünce ben de çok duygulandım ve ağlamaya başladım.Veli abi de oradaydı ve çok coşkuluydu. Benim için tahliye olup evin önüne geldiğimde yaşadıklarım hayatım boyunca asla unutamayacağım bir durum.

(Fotoğraflar: Anıl Doğruluk)

‘AÇLIK GREVİNE DEVAM ETME SEBEPLERİMİZDEN BİRİSİ DE YÜKSEL DİRENİŞİ’NİN DEVAM ETMESİ’

Açlık grevinin 76. gününde Semih hoca ile beraber tutuklandınız. Aslında bunu yaparak öznesi olduğunuz Yüksel Direnişi’ni kırmaya çalıştılar ama Yüksel’de direniş bir gün olsun bile bitmedi. Her gün Nuriye ve Semih işe geri alınsın diyerek direnmeye devam ettiler. Bu durum sizi nasıl etkiledi?

Gazetelerden mutlaka her gün Yüksel’e dair olan haberleri okuyup, takip ediyordum. Aynı zamanda her gün mutlaka avukat ve aile görüşmem oluyordu, dışarı ile olan bağımı onlar üzerinden kuruyordum ama bu bağ Numune’de kesildi. Kampüs hastanesinde mutlaka her gün bir ya da iki avukat görüyordum onlardan ve gazetelerden dışarıya dair haberler alıyordum. Yüksel’de ne olup bittiğini her zaman soruyordum “ Bugün ne oldu, gözaltı var mı?” diye. Bizden sonra direnişe devam edenler orada Nuriye ve Semih diyordu. Yüksel’de İnsanlar artık kendi taleplerinden vazgeçmişçesine bizim için direniyorlardı. Aslında sadece bizim açlık grevimizde değil Yüksel’de de bir irade savaşı var ve devam ediyor. Bu bir ‘Mevzi savaşı' aslında ve çok önemli. Biz Yüksel’de eylemlerimizle, direnişimizle, açlık grevimizle bir şeyler yapmaya başladık ve Yüksel’i kazandık. Dolayısıyla direnişin bu boyuta gelmesinin sebebi orada gösterilen iradedir. Biz Yüksel’de kazandığımız mevziyi OHAL koşullarında kazandık. Semih ile ben tutuklandıktan sonra da insanlar aynı iradeyi göstermeye devam ettiler. Biz tutukluyken taleplerimizi insanlara duyurmaya devam ettiler, bu açıdan onların hala direnmesi çok önemli. Yani biz mevzimizi bırakmıyoruz bunu göstermiş olduk iktidardakilere. Yüksel’de sahiplenilmek bana çok iyi hissettiriyordu, güç veriyordu ama bir taraftan da çok ciddi gözaltılar, saldırılar ve işkenceler oldu Yüksel Direnişçileri’ ne karşı. Örneğin onları 100 den fazla kez gözaltına alındılar. Biz bu kadar gözaltına alınmamıştık. Aynı zamanda onlara bizden daha sert saldırdılar bizi sadece sürükleyip gözaltına alıyorlardı ama onlara karşı plastik mermi ve çok yoğun gaz kullandılar. Ama tüm bunlara rağmen irademizi bu kadar uzun ve kararlı sürdürünce bu mevzi savaşı onlar için daha ciddi bir hal aldı. Doğalında direnişin sürmesi açısından bizim için önemli bir hal aldı. Ben tutukluyken Yüksel ile olan haberleri televizyondan izlediğimde o kadar öfkeleniyordum ki televizyonun içine girip o polisleri engellemek, karşılarında durmak istiyordum, izlerken onlara bağırıyordum ‘işkenceciler’ diye. Mesela Şengül ablanın çok paylaşılan bir fotoğrafı var polis bariyerlerine tek başına yüklenirken Mehmet Özer çekmiş, sonrasında da çok kötü bir saldırıya maruz kalmışlar hepsi. Mehmet amcanın hırpalandığı görüntüler, Veli abinin plastik mermi yağmuruna tutulduğu görüntüler bunları hiç unutamıyorum. Bu saldırıları gördüğüm zaman çok öfkeleniyordum ama bu öfke aynı zamanda da bizi besliyordu. Bundan dolayı direnişe ve açlık grevine devam etme sebeplerimizden birisi de Yüksel Direnişi’nin  hala devam etmesi oldu. Onlar bize 'sizden güç alıyoruz’ diyorlar ama asıl biz içerdeyken onlardan ve bizim için yapılan her şeyden güç alıyorduk. Bir insan açlık grevine girdiğinde  açlığını sürdürmesi için sebepleri olmalı özellikle de tecritteyseniz. Yüksel Direnişi bizi her zaman bu doğrultuda besledi. 

24 Kasım’da doğum gününüzde Yüksel Direnişçileri size doğum günü hediyesi olarak İnsan Hakları Anıtı’nın etrafındaki barikatları yıkmışlardı…

Evet bu müthiş bir şeydi benim için. 24 Kasım’da çeşitli etkinlikler olmuş doğum günüm dolayısıyla ama bunun yeri çok ayrı oldu. Düşünebiliyor musun dört direnişçi kol kola girmiş orada barikatları yıkıp anıtın önünde oturuyorlar. Bunu duyduğumda sürekli Beyza’ya soru sormuştum ‘Barikatları nasıl yıkmışlar? Şöyle mi yıkmışlar, böyle mi yıkmışlar?’ diye çünkü bütün ayrıntıları ile öğrenmek istiyordum her şeyi. Ama Beyza’nın çok fazla işi oluyordu ve tüm bunları öğrenmesi mümkün olmuyordu. Oysa bu ufak tefek görünen ayrıntılar o koşullardaki insan için çok kıymetli oluyor. Bu hediye benim için çok özel çünkü o sırada Anıtı hapseden hiçbir şey yok. Hayatım boyunca böyle bir doğum günü hediyesi almamıştım. Gerçekten hiç düşünmeden söyleyebilirim aldığım en güzel hediyeydi. Ama sadece benim için yapılmış bir hediye değil, benim doğum günüm vesilesiyle Türkiye Halklarına bir armağan bu. Çünkü orada yapılan her şey AKP’ye karşı yapılan bir kazanımdır. Bundan dolayı çok anlamlı ve şimdiye kadar aldığım en güzel hediye diyorum.

Cezaevinde ve hastanede çok kötü koşullarda tutulduğunuzu biliyoruz. Evde bir gününüz nasıl geçiyor bize anlatabilir misiniz ?

Günlerim çok yoğun geçiyor. Normal şartlarda sabahları 07.00 gibi uyanmış oluyorum ama uyku düzenim dağınık. Mesela dün gece 2 gibi uyuyabildim. Sıvı alımımdan dolayı geceleri sık sık tuvalete gitmem gerekiyor bu nedenle en az 3 kez uyanıyorum. Uyandığımda bazen tekrar uykuya dalmakta güçlük çekiyorum. Dolayısıyla az uyuyorum. Bazen gece 04.00’te uyanıp hiç uyuyamıyorum. Bazen de 07.00’de uyanıyorum. Ama saat 11.00’de röportajım oluyor düzenli olarak bu nedenle mutlaka 09.00 gibi  kalkmış olmam gerekli hazırlanabilmem için. Sonrasında kıyafet seçiyorum bu fazlasıyla zamanımı alıyor biraz fazla zayıfladığım için bedenime göre kıyafet bulmam çok mümkün olmuyor. Şimdiye kadar eldeki kıyafetlerle çeşitli kombinler yapmaya çalıştım. Genelde pantolon, bluz ve bluzun üstüne bir hırka giyiyorum. Bu giyinme süreci tek başıma giyinemediğimden dolayı ve yavaş hareket ettiğimden çok vaktimi alıyor. Çoğu zaman böyle oluyor ama normalde programımda gazete okumak var buna yaklaşık bir, bir buçuk saat ayırıyorum. Hapishanede mutlaka 4 gazete takip ediyordum şimdi de bunu devam ettirmek istiyorum. Yani röportajdan önce vaktim olursa gazetelerimi okuyorum. Sonra 11.00’de röportajlar başlıyor, iki röportaj yapıyoruz bunlar genelde saat 2’ye kadar sürüyor. Sonrasında saat 2’de ziyaretler başlıyor 4’e kadar.  Bu ziyaret saatleri çok yoğun geçiyor. Burada bana yardımcı olan, refakat eden arkadaşlar gelenleri 5 dakikada bir tembihleyerek içeri alıyorlar. Gelen misafirler hep tedirgin oturuyorlar; ‘acaba yoruyor muyuz?’ diye ama onları hep ben tutuyorum, sürekli konuşuyorum. Ziyaret saati genelde 16.30’a doğru sarkıyor sonrasında da  18.00’a kadar uyuyorum. Gece uykusunu çok iyi almadığımdan dolayı hemen uykuya dalıyorum. Bazen 18.30 a kadar uyuyorum uyandırmıyorlar beni misafirleri bekletiyorlar. Dışarıda bir çardak var oraya bir ufo koydular gelenlere çay ikram ediyorlar. Sonra 18.00-20.00 arası tekrar ziyaret başlıyor. O da 20.30 bazen 21.00 ‘e kadar sarkabiliyor. Akşamları eğer gazetelerimi okumamışsam onları okumaya çalışıyorum. Yani o kadar çok yoğun geçiyor ki kitap okumaya bile hiç zamanım olmuyor. Eğer uyuyamazsam o zaman okuyabiliyorum. Bunun içinde her zaman motivasyonum olmuyor. Çizim yapıyorum, çizim defterim var. Hastanede de Beyza ile bitki çayından ve şekerden boya yapmaya çalışmıştık çünkü hem hapishanedeyken hemde Numune’deyken renkli kalem vermiyorlardı bize. Dışarıya çıktığımda bir arkadaşım bana 36’lık bir kuru boya kalem seti getirmişti boyayı görünce o an sevinçten çığlık atmıştım ve herkes çok şaşırmıştı.

‘DIŞARIDA OLMANIN ANLAMI SEMİH İLE OLMAK DEMEK BENİM İÇİN’

Bazen yıllardır görmediğim bir arkadaşım geliyor böyle olunca onla daha uzun vakit geçirmek istiyorum. Yani günlerim hep insanlarla görüşmekle geçebiliyor. Mesela dün akşam Semih’lere gittim. Böyle ev ziyaretleri yapıyoruz birbirimize. Çünkü dışarıda olmanın anlamı biraz da Semih ile olmak demek benim için. Ama Semih ile birlikte değiliz ayrı ayrı kalmak bana korkunç bir şey gibi geliyor. Bundan çok hoşlanmıyorum o yüzden mümkün olduğunca birbirimizi görmeye çalışıyoruz. 

‘FİLİSTİN’LE GERÇEK ANLAMDA DAYANIŞAN DEVRİMCİLERDİR’

Açlık grevine devam ederken bir yandan da gündemi takip etmeyi bırakmıyorsunuz. Açlık grevinin 69’uncu gününü Filistinli mahkumlara adamıştınız. Şu an da Filistin’de bir direniş başladı. Ölenler ve yaralananlar oldu. Nasıl değerlendiriyorsunuz şu anki durumu?

Biz o zaman da söylemiştik; Türkiye’de Filistin ile gerçek anlamda bağ kuran, onlarla dayanışan devrimcilerdir. Kudüs ve Filistin meselesi iktidarın çok uzun zamandan beri üzerinde oynadığı bir mesele. İktidar anti-emperyalistlermiş gibi bir hava yaratmaya çalışıyor. Ama İsrail ile kimin silah anlaşması var? Türkiye’nin var, bunlara bakmak lazım. Bir dönem Konya’da ki bir üsse İsrailli askerler Eğit-Donat projesi için gelmişlerdi. Türkiye’nin nasıl Amerika ile siyasi anlamda bir bağı varsa İsrail ile de silah anlaşmaları var, Eğit-Donat gibi projeleri var. Türkiye gerçekten Filistin’i önemsiyorsa, Filistin halkının direnişini destekliyorsa İsrail ile yaptığı bütün anlaşmaları iptal etmeli. Ama etmiyor, çünkü bunda samimi değiller. Bizse elimizde ne imkan varsa; eylem mi yapabiliyoruz onu yapıyoruz, dayanışabiliyor muyuz dayanışıyoruz, oraya gidebiliyor muyuz gidiyoruz. Daha önce canlı kalkan olarak giden insanlar olmuştu Filistin’e. Gerçek anlamda Filistin ile dayanışan devrimcilerdir, AKP iktidarı ancak takiye yapar, bunun üzerinden prim yapmaya çalışır Müslüman halkımıza oynar mesela bu one-minute meselesi gibi.

‘BU KADAR BÜYÜK BİR SAHİPLENMEYİ TAHMİN ETMEMİŞTİM’

“Bu kadar yaşayacağımı tahmin etmezdim” demiştiniz bir söyleşinizde. Eskiye dönüp baktığınızda yaşamak sizin için şu an ne ifade ediyor?

Yüksel Caddesine ilk çıktığım gün bu kadar uzun süren bir direniş yapacağımı tasarlamamıştım, aynı şekilde de açlık grevine başladığımda 270 küsürlü günlere geleceğimi de hiç tahmin etmiyordum. Mesela 100 gün benim için çok ileri bir zamandı açlık grevi için. Ama aynı zamanda da Türkiye’de ki deneyimleri biliyordum örneğin; 589 gün hayatını devam ettiren biri var: Berkan Abatay. Berkan tam 589 gün yaşamış. Bundan dolayı açlık sürecinin B1 vitaminin alımıyla birlikte çok uzayabileceğini biliyordum. Ama benim vücut-kitle endeksim tecrit koşullarından dolayı doktorların tehlikeli aşama dediği yere erken bir evrede geldi.  Hapishanede de sağlık sorunları yaşadım, hatta avukatım Selçuk Kozağaçlı nabzımın 39’a düşmesinden ötürü görüşmeyi bir defa yarım bırakmak zorunda kalmıştı. Bu tarz sebeplerden ötürü bazı anlarda yaşam sürem bana daha kısa görünüyordu. O yüzden “Bu kadar yaşayacağımı tahmin etmezdim” diye söylemiştim. Ama bunu genele yayarsak bu kadar uzun sürecek bir direniş olmasını beklemiyordum. Çünkü bu kadar büyük bir sahiplenmenin olacağını tahmin etmemiştim. Doğalında bu sahiplenme karşısında da devletin saldırıları çok arttı. Normalde biz bir örnek, bir simge olmasaydık şimdiye kadar işimize dönmüştük. İşin çelişkisi de bu aslında. Erken bir evrede ben açığa alınmıştım FETÖ gibi saçma bir sebepten, dolayısıyla da ‘Nuriye Gülmen’i işine döndürelim çünkü böyle bir şey yok’ derlerdi benim için. Ama öyle olmadı.Direniş o kadar büyük sahiplenildi ki artık net bir irade savaşına döndü. Onlar çok küçük hesaplar yaptılar çok büyük yalanlar söylediler ama direniş her zaman bunların karşısında çok güçlü oldu. Bundan dolayı da bizi işlerimize geri iade etmek onlar için daha da zorlaştı. Kendilerini zor bir noktaya  sürüklediler ve hala direniş sürüyor. Çok sıkışmış olduklarını düşünüyorum, bunu hep Yüksel’de direnirken de söylüyordum. Biz onların bu sıkışmışlığını görüyoruz ve biliyoruz. Bizim ölümümüz onlar için çok tercih edilir bir şey olmayacak. 

‘ARTIK ZAFERE ÇOK YAKIN OLDUĞUMUZU DÜŞÜNÜYORUZ’

Pek çok kişi açlık grevini bitirmenizi ya da dönüşümlü bir hale getirmenizi istiyor. Siz bu çağrılar karşısında ne söylemek istersiniz? Bundan sonrası için bir öngörünüz var mı? 

İleriye dair maalesef bir öngörümüz yok. Direnişimiz şu an sürüyor ama 15 gün sonra ne olacağını biz de bilmiyoruz. Mesela OHAL Komisyonu bir karar verecek ve biz de o karara göre hareket edeceğiz. Dolayısıyla net bir şey söylemek mümkün değil. Şu an için benim de bildiğim tek şey direnişin devam ettiği ve bunun çok güçlü olduğu. Komisyon bir karar verdiğinde biz de bu karara göre yeniden bir değerlendirme yapacağız. Ben insanlara hep şu çağrıda bulunuyorum.  “ Evet ben tahliye oldum. Benim tahliye olmam bir zaferdir. Hepimiz aynı şeyi hissediyoruz, elimi tutan herkes de bunu görüyorum. Ama biz hala işimize geri dönmedik”. Tahliye olmam çok büyük bir kazanım, bizi hala tutuklu olarak bırakabilirlerdi. Ama onlar bizim büyük bir sahiplenmemizle ve avukatların çok büyük çabalarıyla karşılaştılar ki gerçekten bizi tahliye etmek zorunda kaldılar. Benim bu şekilde tutulamayacağımı çok iyi biliyorlardı. Bu kadar zayıflamamın sebebi tecrit ve hastane. Düşünsenize mahkemeye anlatıyorsunuz ben tutukluyum, tutukluluk bir tedbir ve bu tedbirin bu koşullarda uygulanmasını gerektirecek hiç bir şey yok. Çünkü ben kaçamam ve tam tersi kaçabilmem için önce tedavi olmam lazım bu tedavi de çok uzun süren bir süreç. Tüm delillerin toplandığının söylenilmesine rağmen delilleri karartma gibi bir şüpheden bahsettiler. Çünkü mahkemenin sunduğu bütün argümanlarını çürüttük. Bu o kadar yüzlerine çarpıldı ki artık bizi çıkarmak zorunda kaldılar. Şu an direniş sürüyor ve herkesin yapacağı bir şey var. Bugün açlık grevinin 278.günündeyiz. Açlık ilerliyor, bedenimizdeki yıkım ilerliyor ve biz zafere çok hasretiz. Artık zafere çok yakın olduğumuzu düşünüyoruz ve bunu hep beraber kazanacağız. Bu zafer hepimizin olacak bundan dolayı herkesi direnişi sahiplenmeye, büyütmeye ve bir adım daha atmaya davet ediyorum.