“Normal insanlar dönemine” ihtiyacımız var!

Sorunluluk durumunun bir yanı, bu toplumun insanlarının “sanatçıya” (sanata değil!) olması gerekenden fazla önem vermesi, değer biçmesiyle ilgilidir. Bilebildiğimiz kadarıyla, özellikle “solda” sayılan ünlü sanatçılara ilişkin siyasal-ideolojik eğilmezlik ve bükülmezlik beklentisi başka hiçbir toplumda bizdeki kadar yüksek değildir.

Günümüzde Türkiye’de sol camianın, sosyal medya imkanlarının kullanılmasıyla daha da belirginleşen “sorunlu” birtakım özellikleri olduğu kanısındayız.

“Sol camia” derken kendini solda tanımlayan, seçimlerde kendince sol saydığı partilere oy veren ve sayıca milyonları bulan geniş bir nüfus kesimini kastediyoruz.  “Sorunlu” sıfatı ise, bu özellikler henüz “marazi” boyutlara ulaşmadığı için bilerek seçilmiştir; yani dil kullanımında “yumuşak” olmanın gereği değildir.

Neyi “sorunlu” gördüğümüzü birazdan açmaya çalışacağız. Önce, etkisini tam olarak kestiremediğimiz iki nedenden söz edip öyle devam edelim.

Birincisi: Bugün Türkiye’de sosyalizmin siyaset alanında yeterince güçlü biçimde temsil edilemiyor olması sonucunda meydan bir anlamda boş kalmış olamaz mı? Solcular, bu boş alanda akıllarına ilk gelenleri ve içgüdüsel tepkilerini geniş bir çevreyle paylaşmakta kendilerini alabildiğine serbest (ve sorumsuz) hissediyor olamazlar mı?

İkincisi: Az öncekine “alternatif” sayılmamak kaydıyla, geçmişten farklı olarak, sosyal medya kanalları ve imkanları, insanları kendilerinin de “fikir sahibi” olduklarını göstermek için özensiz ve sorumsuz bir dışavurumculuğa teşvik ediyor olabilir mi?

***

“Sorunluluk” durumu, bu toplumun “ünlüleri” bir şekilde gündeme geldiğinde ayan beyan ortaya çıkmaktadır. Örneğin Sezen Aksu olayında yapılması gereken bu işin orasını burasını kurcalamadan hedef gösterilen bir sanatçıya sahip çıkmak, kendisini ikirciksiz biçimde desteklemektir, o kadar. Ne var ki o kadarla kalmamakta, solun bir kesimi Aksu’nun sicilini ortaya döküp “oh olsun” deme çiğliğini gösterebilirken, gene soldaki diğer bir kesim de kendisinin bu kez “olumlu” sayılan geçmişine odaklanmakta, desteğini “Biz bir dönem onun şarkılarıyla büyüdük” gibi ifadelerde gerekçelendirmektedir.

Aksu’dan sonra, vefatı üzerine Fatma Girik için de benzer bir ortam oluşturuldu.

Daha önce Tarık Akan’dan Fazıl Say’a ve Erkan Oğur’a kadar başka sanatçılar da bu bağlamda gündem olmuşlardı.

Gerçekten, bu kadar önemli mi?

Sorunluluk durumunun bir yanı, bu toplumun insanlarının “sanatçıya” (sanata değil!) olması gerekenden fazla önem vermesi, değer biçmesiyle ilgilidir. Bilebildiğimiz kadarıyla, özellikle “solda” sayılan ünlü sanatçılara ilişkin siyasal-ideolojik eğilmezlik ve bükülmezlik beklentisi başka hiçbir toplumda bizdeki kadar yüksek değildir. İyi yazan, iyi beste yapan, iyi söyleyen iyi çalan ve iyi oynayan bir sanatçının bu üstünlüklerinin siyaset alanında da yansıma bulmasını beklemek bize özgü bir naifliktir.  

***

Sorunluluk durumunun ikinci boyutu ise, bu kez günümüze ve geleceğe ilişkin umutsuzluğun tezahürü sayılabilecek geçmiş güzellemelerinde belirginleşmektedir.

Örneğin, 1980 öncesi sosyalist hareket, örgütler ve liderler hakkında bugün öyle şeyler söyleniyor ki bilmesek Türkiye’de sosyalizmin 12 Eylül 1980 öncesinde iktidarı almak üzere olduğunu düşüneceğiz. Şu örgütün Türkiye’nin şu kadar vilayetinde kadroları vardı, bu örgüt neredeyse tüm fabrikalarda örgütlüydü, 1960-80 döneminin sosyalist liderleri bu topraklara bir daha gelmesi mümkün olmayan eşi benzeri olmayan insanlardı, vb. vb.

1980 öncesi hareketin, örgütlerin ve liderlerin önemini ve değerini biz de biliyoruz; ama bu örgütlerin ve insanların kendilerinin bir dönem yaratmadıklarını, dönemin bu örgütleri ve insanları yarattığını da…

İşte burada, sorunun “sosyal medyadan” değil hareketin bugünkü güçsüzlüğünden kaynaklandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

***

Hepsi bu mu?

Hepsi bu değil; bir de başka bir boyut var ki burada “sorunluluk” yerine “marazilik” tanımına başvurmak mümkün görünüyor.

Bu boyut, soldaki insanla, insanımızla, onun bu dönemde bir türlü ulaşamadığı özel yaşam derinliğini, “romanesk olanı” arama dürtüsüyle ilgilidir.

Öyle ki örneğin “aşk” söz konusu olduğunda bu iş Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e yönelik sonuçsuz aşkı gibi olmalıdır, aşağısı kurtarmaz! Ya da aşık olacaksan Halil usta gibi birinin “suretine” aşık olacaksın (Metin Erksan, Sevmek Zamanı, 1965). Aşk üçgenleri mi?  Tomris Uyar ve çevresindeki şairler ne güne duruyor?

Yanlış anlaşılmasın: Az önce adı geçen insanların yaşadıklarının “sorunlu” olduğunu iddia etmiyoruz. Sorunlu, hatta bu kez marazi olan, bu insanların yaşadıklarının başkaları tarafından “idealize edilmesi”, adeta bir “norm” sayılması ve “olacaksa böylesi olsun” denmesidir.

Kendin yapamayacaksan, otur, anlamaya çalış, değer ver, ama bari standart koyma…

Neyse, çok önceleri yazmıştık: “Normal insanlar dönemine” her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var!