Mozart'ın kayıp eseri ilk kez Türkiye'de seslendirilecek
Klasik müziğin dehası Mozart’ın 239 yıldır tozlu raflarda saklı kalan 'Wendling Flüt Konçertosu'nun dünyada ilk seslendirmesi Türkiye'de yapılacak.
18-11-2016 21:47

Klasik Batı Müziği'nin dehası Wolfgang Amadeus Mozart’ın 239 yıldır tozlu raflarda saklı kalan "Wendling Flüt Konçertosu"nun dünyada ilk seslendirmesi "Sihirli flüt" unvanıyla tanınan Şefika Kutluer tarafından Türkiye'de gerçekleştirilecek.
Mozart hakkında yaptıkları akademik çalışmalarla ünlenen Avusturyalı Tutti Mozart Orkestrası ve şefleri Vinicius Kattah'ın, geçen ay bulunduğunu açıkladığı, Mozart'ın 239 yıldır tarihin karanlık raflarında kalan flüt konçertosunun dünyadaki ilk seslendirmesi Türkiye'de yapılacak.
İsviçre’deki Kütüphane’de bulununcaya kadar kimse tarafından seslendirilmediği ve kayda alınmadığı duyurulan konçerto, "Sihirli Flüt" unvanıyla tanınan Şefika Kutluer tarafından Nef sponsorluğunda 2 Aralık’ta Zorlu Performans Sanatları Merkezi'ndeki 7. Uluslararası Şefika Kutluer Festivali’nin açılışında seslendirilecek.
KONSER 2-4 ARALIK'TA
Konserde, Devlet Sanatçısı ve Avusturya Devlet Kültür Nişanı sahibi uluslararası flüt sanatçısı Kutluer'e Şef Vinicius Kattah yönetimindeki Avusturyalı Tutti Mozart Orkestrası eşlik edecek. Konser, 4 Aralık’ta da festival kapsamında, Ankara'daki Nazım Hikmet Konser Salonu'nda tekrarlanacak.
Şefika Kutluer, Mozart'ın parasız kaldığı bir dönemde annesiyle 21 yaşındayken, flüt sanatçısı Johann Baptist Wendling'in evinde kaldığını, Wendling’in kendisine beste siparişi alması için yardımcı olduğunu ve onu çevresiyle tanıştırdığını anlattı.
Mozart'ın babası Leopold'e 22 Kasım 1777 yazdığı mektup ile annesinin mektuplarında Mozart'ın, Wendling'in bir melodisi üzerine orkestrasyon yaptığına ilişkin bilgilerin yer aldığını aktaran Kutluer, Mozart'ın minnettarlığını göstermek için bu flüt konçertosunu ismini yazmadan Wendling'e hediye ettiğini belirtti.
GÜN YÜZÜNE ÇIKMAMIŞ KONÇERTO
Eserin 239 yıldır tozlu raflarda kaldığını vurgulayan Kutluer, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Eser, literatürde hep kayıp olarak geçiyor. Uzun zamandır Tutti Mozart Orkestrası, bu konçertoyla ilgili araştırma yapıyordu. Şef Vinicius Kattah gerçekten bir polis hafiyesi gibi çalıştı. Yeni bulunan, Mozart'ın babasına yazdığı mektubu ve annesinin babasına yazdığı mektupları, bütün mektupları inceledi. Bunlar gerçekten önemli. Yeni ortaya çıkan mektup önemli."
Konçertonun uzun yıllar gün yüzüne çıkamadığını belirten Kutluer, "İsviçre’deki kütüphanede 'Wendling Flüt Konçertosu' olarak duruyor ve hiç çalınmıyor. Ancak Mozart'ın babasına yazdığı mektup yeni ortaya çıkınca Wendling'in müziği üzerine orkestrasyonunu Mozart'ın yaptığı konçerto, Mozart'ın eseri olarak yerini almış oluyor ve bu mektup üzerine esere katalog numarası olarak K.284 veriliyor. Böylece, dünyadaki müzisyenler Mozart'ın bir eserine daha sahip oluyor. Bu eseri seslendirmek benim için bir gurur. Böyle bir konçertoyu benim çalmam gerçekten büyük bir gurur, kendimi çok şanslı addediyorum" ifadelerini kullandı.
Uluslararası Şefika Kutluer Festivali’nin düzenleyicisi Refik Kutluer de 239 yıldır hiç çalınmamış konçertonun, ilk defa seslendirileceği festivalle Türkiye'nin tanıtımına katkı sağladığına işaret ederek, "Her konuda olduğu gibi klasik müzik dünyasında da ilk seslendirmeler, dünya prömiyerleri çok önemlidir. Hele bu Mozart'ın içinde olduğu, yıllardır çalınmamış, orkestrasyonunu yaptığı bir konçertonun ilk seslendirmesi olunca önemi çok daha artıyor, bunun bizim festivalimize denk gelmiş olması, bu onurun bize verilmesi bizi çok mutlu ediyor" diye konuştu.
KONSERİN CD'Sİ YAYIMLANACAK
Eserin dünyadaki ilk kaydının yer aldığı CD, şef Viniciua Kattah yönetimindeki Tutti Mozart Orkestrası eşliğinde, Şefika Kutluer’in yorumuyla 2017 başında dünya çapında raflardaki yerini alacak.
SİHİRLİ FLÜT KUTLUER
Uluslararası pek çok ödülün sahibi Devlet Sanatçısı Şefika Kutluer, müzik dünyasında ''Sihirli Flüt'' olarak tanınıyor. Şefika Kutluer, eğitiminin uzmanlık dönemini en iyi Mozart yorumcusu eğitimci Werner Tripp ile Viyana’da geçirdi, Viyana’da dünya birincisi oldu, Avusturyalılarca da çok sevilen sanatçılar arasında bulunuyor.
Avusturyalı bestecilerin ve özellikle Mozart’ın eserlerini yorumlaması ile öne çıkan Kutluer’in "Mozart" CD'si American Record Guide tarafından yılın en başarılı CD'leri arasında gösterilmişti. Kutluer'in sayısız başarılara imza attığı müzik kariyerinde aldığı ödüllerden bazıları şunlar:
"Viyana'da Uluslararası Flüt Yarışması'nda dünya birinciliği, Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü, Devlet Sanatçısı unvanı, İtalyan Devlet Nişanı, Avusturya Altın Liyakat Nişanı, Kazakistan Devlet Nişanı, Sony Classical 'Altın CD' ödülü, Gallo International firması Gallo Altın CD Koleksiyonu ödülü."
İLGİLİ HABERLER
Mehmet Said Aydın: Ölüme bile hürmet olamadığı bir dönemin ertesinde, normal bir şiir yazamazdım
Son şiir kitabı raflardaki yerini alan şair Mehmed Said Aydın'la 'Lokman Kasidesi' hakkında konuştuk.
16-02-2019 00:19

Nazlı Eda Piyade / @nazliieda_
Lokman Kasidesi, geçtiğimiz hafta raflardaki yerini aldı. Kusurlu Bahçe, Sokağın Zoru ve Dedemin Definesi'nden tanıdığımız şair Mehmet Said Aydın bu kez de tarihe not düştüğümüz tüm yaraları da açık açık önümüze seriyor. Bunu da alışık olduğumuz bir tarzla değil kaside formatını kullanarak yapıyor.
Biz de 90'ların Kızıltepesi'nden aldıklarını 2010'ların metropolüne bırakan Aydın'la son şiir kitabı Lokman Kasidesi'ni konuştuk.
"Susma/ gördüklerin oldu/ bildiklerini hatırla/ susma" diyen Aydın, “Böyle günlerden geçerken normal şiirler yazamazdım” diyor.
'İYİ ÖĞRETMEN ŞANSI OLAN BİR DÖNEMDİ'
Kusurlu Bahçe, Sokağın Zoru, Dedemin Definesi’nden sonra Lokman Kasidesi’yle karşımızdasınız. Ben yazdıklarınızı okuduğumda günlük hayatlardan çok bir derdi anlatma gayenizi hissettim. Sizin için de böyle mi gerçekten? Nereden geliyor bu yazma eylemi sizin için?
Sanıyorum büyük kriz dönemlerinde insanlar “kurtulmak” ya da “rahatlamak” biraz, söylemenin imkânlarını kullanmak için bir şeyler yapıyor. Bizim kuşak, biraz erken ihtiyarladı denebilir. Büyüme koşulları, dünyanın vardığı hal... Küçükken her şey daha büyüktür malum. Yaş farkı da öyle gelirdi bana. Kocaman adam diye düşündüğüm insanlar, olsa olsa 20’lerindeymiş meğer. Biz de benzer bir süreçten geçtik belki. Tüm bunların içinde kendini yazmaya, çizmeye atıyorsun elbette.
Öte yandan benim yaş grubumun “iyi öğretmen” şansı olmuş. Çoğumuzun iyi bir öğretmen hikâyesi var. Benim de çok iyi bir öğretmenim oldu.
Ve bizim lise dönemi de genel olarak böyleydi. O dönem oralarda büyüyenler arasında, yazar da felsefeci de sinemacı da çıktı.
Bir yandan da tuhaf entelektüel bir dünyanın içindeydik ben daha lisedeyken Foucault okunuyordu, bu emsali sanırım sık verdim. Belediyelerin festival yapma dönemiydi öte yandan. O kadar çok müzisyen, edebiyatçı, kültür sanat insanı geldi ki Diyarbakır’a. Şimdiden bakınca hayal gibi görünüyor. Yayıncılık da bu kadar vahşi değildi sanırım, birçok edebiyat dergisi gelirdi ve okurduk.
'DAHA SOMUT BİR ŞEYİN PEŞİNDEN GİTMEYİ TERCİH ETTİM'
Peki böylesi 90’larda çocuk olmak, sizi yazmaya ittiği kadar yazıların içeriğini de şekillendirdi diyebilir miyiz?
Ben yazmaya başladığımda Selim Temo, Seyyidhan Kömürcü, Kemal Varol gibi isimlerin ilk kitabı çıkmıştı. Onlardan hemen önce Metin Kaygalak’ın şiirleri yayımlanmıştı. Hepsi çok değerli ve güçlü şairler olmakla birlikte başka başka şeyler yazdı aslında. Benim tercih ettiğim onlarınkinden biraz daha farklıydı denebilir.
Ben 2002 yılında İstanbul’a geldim, 18-19 yaşından beri, hayatımın esas kısmını gurbette geçirdim. Belki Kızıltepe’de kalsaydım, karşısında olduğumu farz ettiğim lirik bir dille devam edebilirdim. Daha anti-lirik, daha somut bir şeyin peşinden gitmeyi tercih ettim. Bu somutluk beni gündeliğe, kendi hayatıma götürdü. Aynı dönem, Marksizm’e de ikna olduğum, dünyaya emek temelli, fabrika emeği temelli bakmaya başladığım bir dönemdi. İlk kitaptaki şiirlerde bahsini açtığım metroya binmek, durak isimlerini ezberlemek, aradaki mesafeleri öğrenmek ile Levent’te hangi işçi mahallelerinin olduğunu öğrenmenin at başı gittiği bir zamandı. O fabrikalara gittim, oralarda “turist” olmadan konuşmaya, bakmaya çalıştım. İşçi örgütlenmesini kitabi bir şey olmaktan çıkarıp, tecrübe etmeye çalışıyordum kendi hayatımda. Tüm bunlarla daha somuta, belki geçmişime götürdü, bunları kendi hayatımla birleştirdim. O yüzden o bahçeye (“Kusurlu Bahçe”) gittim, o yüzden “Sokağın Zoru” dedim.
Yoksa zaten ben yazmaya başladığım dönemde, çok güçlü bir şiir yazılıyordu. Ben de orada doğmuş, oradan konuşmuş insanların içinden bir şey çıkarmaya çalıştım. Ahmed Arif'ten, çok kuvvetli bir yerden bize emanet kalan sesi, daha bugünden konuşan hatta bazen edebiyatı da geriye atarak çıkarmaya çalıştım.
Şunu demek de bir sakınca olmaz sanıyorum, Kızıltepe'de büyüyen bir Mehmet Said Aydın'la büyümeyen Aydın arasında bir fark olacaktı?
Elbette. Sanırım o yüzden, Kızıltepe Muhipleri Cemiyeti Murahhas Azası olarak habire Kızıltepe’den bahsediyorum.
'ANKARA'YI, SURUÇ'U HAKKIYLA KONUŞAMADIK BİLE'
Gezi kuşağının içinden biri olarak, henüz bizim kuşağın yaşadıklarını anlattığı, çok güçlü yapıtlar ortaya konmadığını söyleyebilirim. Siz her ne kadar “Kendi durduğum yerden anlatmaya çalıştım” deseniz de ben “Çalınmış bütün uykuların hesabını soracağız / hesabını soramadık çalınmış bütün uykuların” dizelerini okuduğumda kendimden bir şeyleri de çokça görebiliyorum...
Böyle hissetmeniz benim muratlarımdan biriydi doğrusu. Benim bu kitaptaki birincil derdim, edebî üslubu öne çıkarmak değildi. Yani bir form arıyordum bunları anlatmak için ve o formu geçmişte buldum. Ama aslında bugünü anlattım o formla. Çünkü bunların konuşulamıyor olmasına inanamıyorum.
Bu ülkede Ankara Katliamı oldu, kitlesel olarak inanılmaz büyük katliam. Çoğumuzun eşi dostu öldü, hepimiz orada olabilirdik. Birçok arkadaşımız oradaydı. Onun hemen öncesinde Suruç oldu, orada gencecik pırıl pırıl arkadaşlarımız, kardeşlerimiz katledildi. Konuşulamadı bile üzerine, bir şey söylenemedi. Bugün anması bile yapılamıyor hakkıyla.
'DOSTLUĞUN MERTÇE OLMASINDA BİR ŞEY YOK, DÜŞMANLIK DA MERTÇE OLSUN'
Bizim oturup kalkıp Ankara’yı konuşmamız lazımdı. Cizre’yi, Sur’u, Nusaybin’i saymıyorum bile. Taybet Ana’nın ölüsü günlerce sokakta kaldı, bir bebeğin cenazesi buzdolabında bırakıldı, çürümesin de gömülebilsin diye. Faraza o bebek bile “terörist” olsun, en yoğun savaş dünya dönemlerde bile insanlar birbirlerinin cenazesine hürmet göstermişlerdir. O yüzden Ahmed Arif diyor ya “Mertçe olsun isterim dostluk da düşmanlık da.” Dostluğun mertçe olmasında bir şey yok. Düşmanlık da mertçe olsun. Madem düşman olarak görülüyoruz o zaman o da mertçe olsun. Ölüme bile hürmet olamadığı bir dönemin ertesinde, normal bir şiir yazamazdım.
“Siyah poşetlere her gece ölmemiş bedenlerimizi koyarak evlerimize gittik, yürüdük sokakları bir şey olmamış gibi lokman” dizeleri de buradan çıktı öyleyse...
Hendeklerden hemen sonra Diyarbakır’a gitmiştim. Romantize etmek istemiyorum ama sokaklarda in cin top oynuyor, kimse kimsenin gözünün içine bakamıyordu. Bizim oralarda da birçok taşra kenti gibi siyah poşetle eve giden abilere laf edilir. Nedir siyah poşetle eve gitmek? İçinde içki var demektir. Anneme “Nasıl durumlar?” diye soruyordum o günlerde habire. Bir defasında “Herkes siyah poşetle eve gidiyor,” demişti. Yani hiç beklediğimiz insanlar bile evlerine siyah poşetle gider olmuştu. Bu cümle kulağımda, “siyah poşetlere kendi cesetlerimizi koyuyoruz aslında” cümlesini doğurdu. O yenilgi halinin bir görüntüsü, zihnimde siyah poşetler haliyle kaldı..
Peki kapak resmi? Yani kitabın içinde kendinden bu kadar şey bulan ben, kitabın kapağını yabancılıyorum. Nedir hikâyesi?
Kapak İhsan Oturmak diye ressam bir arkadaşımın işleri. Diyarbakırlı, çok beğendiğim bir ressamdır, aynı yerden konuştuğumuzu düşünmüştüm. Kitap yayımlanmadan, aslında bir buçuk yıl önce kapağı yapılmıştı. Kapağın kendisi, yazılma sürecinde vardı; ki muhakkak etkilenmişimdir de yazarken o resimlerden. Safların aralarında boşluklar var söz gelimi, o boşlukları ölüme yormuştum ben.
Ama bir risk de almış oldum. İki yönlü aslında: İlki anlattığım gibi, diğeriyse 17 yıldır söylemi siyasal İslam’a yaslanan bir iktidar var ve tüm bunlar onların döneminde oldu. Dolayısıyla bu insanların zamanında olan şeyleri anlatırken, onların hayatındaki bir şeyle söylemeyi de tercih ettim diyebilirim. Onlar da gördüklerinde “Bir dakika ya ne alaka?” diyebilsinler diye düşündüm. Örneğin arka kapakta da toplanıp bakan insanlar var ve nereye baktıkları konusunda bir soru işareti koymak istedim.
'ARTIK HİÇBİR KELİME SERİN DEĞİLDİ BENİM İÇİN'
Sokağın Zoru’nda “serin bir kelime” vardı. Lokman Kaside’sinde ise “şimdi hiçbir kelime zinhar serin değildir”e dönüşmüş. Nedir ikisi arasındaki fark?
Türkçede “serin” sıfatı, biraz olumsuzluk vurgusu taşır. Kürtçede ise “serin” yani “hênik” müthiş olumludur. O dizeyi, Türkçenin imkânıyla Kürtçedeki kullanılma biçimini bilerek çarpıştırmıştım.
“Sokağın Zoru” Gezi direnişi zamanıydı, “Kusurlu Bahçe”de benim için her şey çok yeniydi, Lokman’da ise hendek süreci geçmiş, Rojava geçmiş, kitlesel tutuklamalar, katliamlar yaşanmıştı. Sonuçta bu anlamıyla, Lokman Kasidesi bir “yenilgi” kitabıdır. Dolayısıyla hiçbir kelime serin değildi benim için, yazarken.
Burada kendimi de şerh ediyorum öte yandan. Hiçbir kelimeyi serin görmemekle birlikte, artık kelimelerin bize faydasının olmadığı bir zamana geldiğimizi hissediyorum. Böyle dönemler tarihin her uğrağında yaşandı elbette, sonuçta köşeye sıkışırsın, sonra başka bir kitlesellik doğar ve başka bir şey olur.
Peki siz buna inanıyor musunuz? Yani bu cenderenin kırılacağına?
Diyalektik de, tarih de bize bütün cenderelerin kırıldığını söylüyor. Yılmaz Güney’in o cümlesini hatırlayalım. İyidir hatırlamak.
Bu hafta vizyona giren 8 film
Bu hafta vizyona giren 8 yeni filmi Sinema Kolektifi sizin için derledi. İyi seyirler..
15-02-2019 23:33

Bu hafta 8 yeni film vizyona girerken; Van Gogh’un hayatından bir kesiti anlatan Van Gogh: Sonsuzluğun Kapısında haftanın öne çıkan filmi oluyor. Robert Rodriguez’in yönettiği Alita: Savaş Meleği filmi ve Göç Mevsimi de haftanın öne çıkan filmlerinden.
1- VAN GOGH: SONSUZLUĞUN KAPISINDA
Yönetmen: Julian Schnabel
Oyuncular: Rupert Friend, Oscar Isaac, Willem Dafoe
Sonsuzluğun Kapısında / At Eternity’s Gate, Vincent van Gogh’un Arles’teki son zamanlarını konu ediyor. Ünlü ressamının hayatının ele alındığı filmde, Van Gogh’u Willem Dafoe canlandırıyor. Ülkemizde geçen sene vizyona giren Loving Vincent filminde sanatıyla büyük bir izleyici kitlesine ulaşan Van Gogh, bu filmde hayatının bilinmeyenleriyle seyirciyle buluşuyor. Yönetmen koltuğunda ise Kelebek ve Dalgıç / The Diving Bell and The Butterfly filminden tanıdığımız Julian Schnabel oturuyor. Senaryosunu yönetmen Schnabel ve Jean-Claude Carrière’nin birlikte kaleme aldığı biyografik yapımın oyuncu kadrosunda Oscar Isaac, Rupert Friend, Mads Mikkelsen gibi ünlü isimlere yer veren filmde, Willem Dafoe sergilediği muhteşem performans ile En İyi Erkek Oyuncu Oscarı’na aday.
2- ALITA: SAVAŞ MELEĞİ
Yönetmen: Robert Rodriguez
Oyuncular: Mahershala Ali, Rosa Salazar, Jennifer Connelly
Alita, kim olduğunu veya nereden geldiğini bilmediği bir halde tanımadığı bi gelecekte uyanır. Şefkatli bir doktor olan Ido onu yanına alır ve cyborg görüntüsünün altında olağanüstü bir geçmişe sahip genç bir kadının kalbi ve ruhu olduğunu fark eder. Alita yeni hayatına alışmaya çalışırken, Doktor Ido da onu gizemli geçmişinden korumaya çalışır. Yeni arkadaşı Hugo ise Alita’nın anılarını tetiklemesine yardımcı olmak ister. Bu sırada şehri yöneten tehlikeli ve yozlaşmış güçler Alita’nın peşine düşer. Eşi benzeri görülmemiş dövüş yeteneklerine sahip olduğunu fark eden Alita, geçmişine dair bir ipucu elde edecektir. Tehlikeli insanlarla karşı karşıya olan Alita; arkadaşlarının, ailesinin ve dünyasının kurtarılmasında kilit rol oynayacaktır.
3- GÖÇ MEVSİMİ
Yönetmen: Cristina Gallego, Ciro Guerra
Oyuncular: Carmiña Martínez, José Acosta, Natalia Reyes
1970’li yıllarda bir aile kurma umuduyla köklü bir aileden kız almak isteyen Rapayet, başlık parası için en yakın arkadaşı Moises’le birlikte illegal ticarete atılır. İşler düşündüklerinden de kârlı gider; Rapayet de Moises de artık hayal edemeyecekleri kadar zengindir. Ancak parayla gelen hırs ve açgözlülük, sıkı sıkıya bağlı oldukları geleneklerinin ve aile bağlarının zedelenmesine neden olur. Rapayet ailesini korumak için her türlü fedakarlığı yapsa da kapıda bekleyen büyük savaşa engel olamaz.
4- BİR AŞK İKİ HAYAT
Yönetmen: Ali Bilgin
Oyuncular: İpek Bilgin, Osman Sonant, Engin Akyürek, Merve Dizdar, Bergüzar Korel
Engin Akyürek’in yönetmen Umut’a, Bergüzar Korel’in ise mimar Deniz karakterine hayat verdiği filmde, Umut’un kaderini o gece vereceği karar değiştirecek. Köpeğini dışarı çıkarmak ile evde kalmak arasında bir tercih yapması gereken Umut, aşk ve hayatın sonsuz seçenekleri arasına hangisinin doğru olduğunu bilmeden adım atacak. Biri karşısına hayatının aşkını çıkarırken, diğeri ise onu fırtınalı günlere savuracak.
5- ATERIKS: SİHİRLİ İKSİRİN SIRRI
Yönetmen: Alexandre Astier
Yenilmez Galyalıların gücüne güç katan Sihirli İksir için ot toplamaya çıkan Büyüfix ufak bir kaza geçirir. Artık iyice yaşlanan Büyüfix’in, bu kaza üzerine Galyalıların geleceği ile ilgili endişesi artmaya başlamıştır. Büyüfix, sihirli iksirin tarifini paylaşacağı, yetenekli ve dürüst bir büyücü bulmak üzere Galya’yı baştan başa dolaşmaya karar verir: Tabi Asterix ve Oburix’in eşliğiyle…
6- COOL ÇOCUKLAR KAMPTA
Yönetmen: Lisa Arnold
Oyuncular: Connor Rosen, Logan Shroyer, Michael Gross
Utangaç bir genç olan Spence annesi Taryn, erkek kardeşi Zach ve dedesi Norman ile birlikte yaşamaktadır. Dedesi Norman, ona anlattığı masallar ve geçmişte yaşadığı maceralar ile Spence’in bu utangaçlığından kurtulması için cesaret verir. Spence için bu utangaçlığını yeneceği en büyük sınav gideceği yaz kampıdır. Kampta tanışacağı yeni arkadaşlarının da yardımıyla tüm korkularıyla yüzleşip daha cesur olmak adına hayatı boyunca unutamayacağı çılgın maceralar yaşayacaktır.
7- HEP YEK 3
Yönetmen: Özgür Bakar
Oyuncular: Yıldırım Memişoğlu, İnan Ulaş Torun, Gökhan Yıkılkan, Mahmut Tuncer, Ali Sürmeli
Altan ile Gürkan, Serinin 2. filminde yanlışlıkla cezaevine düşürdükleri Cevat Bakır’ı kurtarmak için Nizam Baba ile anlaşırlar. Yaptıkları büyük bir salaklık ile tekrar mafyanın bir numaralı öldürülecekler listesine düşen Altan ile Gürkan, kendilerini istanbul’un en büyük tarihi eser kaçakçısı Bilal Özkök’ün yılbaşı partisinde bulurlar. Yılbaşı partisini birbirine katan Altan ve Gürkan’ın başına gelenler komedi tufanını zirveye çıkaracak.
8- ŞEYTANIN BÜYÜSÜ
Yönetmen: Bidisha Chowdhury
Oyuncular: Jill Evyn, Lane Townsend, Jeremy Walker
Şeytanın Büyüsü, kendisine miras kalan eve yerleşmesiyle, geçmişin kapılarını aralayan genç bir kadının hikayesini konu ediyor. Genç bir kadın olan Daniela, sanat ile ilgilenmektedir. Kendisine ait bir dünya kuran Daniela’nın yaşamı, avukattan aldığı bir haberle farklı bir hal alır. Daniela’ya, teyzesi Sofia’dan yüklü miktarda para ve bir ev kalmıştır. Kendisine kalan miras ile ne yapacağına karar veremeyen Daniela, şehir dışına çıkmanın kendisine iyi geleceğini düşünerek, eve gitmeye karar verir. Vakit kaybetmeden yola koyulan genç kadın, yeni bir yer görecek ve yeni insanlarla tanışacak olmasından dolayı oldukça heyecanlıdır. Ancak onu bekleyen şeyler, düşündüklerinin çok ötesindedir. Teyzesinin evine yerleştikten kısa bir süre sonra, tuhaf olaylarla karşı karşıya kalan Daniela, evde genç bir kıza ait olan bir günlük bulur. Genç kadın, günlüğü okumaya başlayarak, geçmişin kapılarının aralar ve geçmişin korkunç gerçekleri ile yüzleşmek zorunda kalır.
Sanatçı Ferhat Tunç hakkında hapis istemi
Sanatçı Ferhat Tunç hakkında örgüt üyeliği ve örgüt propagandası suçlamasıyla sekiz buçuk yıldan 20 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.
15-02-2019 22:32

Sanatçı Ferhat Tunç hakkında iki suçlamayla 20 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Diyarbakır Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma tamamlanarak iddianame hazırladı.
Diyarbakır 5’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nin kabul ettiği iddianamede sanatçı hakkında örgüt üyeliği ve örgüt propagandası suçlamasıyla sekiz buçuk yıldan 20 yıla kadar hapis istendi.
Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre, hazırlanan iddianamede, Tunç’un teknik ve fiziki takip sonucunda farklı tarihlerde Demokratik Toplum Kongresi (DTK) toplantılarına katıldığının tespit edildiği aktarıldı.
İddianamede şu şekilde:
“Kürt kökenli vatandaşların devlet tarafından katledildiği, ezildiği, sömürüldüğü ve tecride mahkum bırakıldığı yönünde algı oluşturmak, terör faaliyetlerinin meşru olduğuna insanları inandırmak, vatandaşların devlete karşı kin ve nefret duyguları beslemesini sağlayarak, devlete küskün kitleler oluşturmak ve bu kitleyi örgütün saflarına çekmek maksadıyla paylaşımlarda bulunduğu anlaşılmaktadır.”
Akit buyurdu, rektörlük yaptı: Yıldız Teknik Üniversitesi'nde sanata sansür!
Yeni Akit'te dün sanat eserlerini hedef alan haberin ardından Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörlüğü eserlere sansür uyguladı.
14-02-2019 09:26

Yandaş Yeni Akit gazetesi geçtiğimiz gün yaptığı bir haberde, sanat eserlerini buzlayarak vermiş, haberde ise "YTÜ Sanat Tasarım Fakültesi'nde sanat adı altında düzenlenen rezil sergide, kadın ve çocuk bedeni hayasızca tablolarda teşhir edildi" ifadelerini kullanmıştı.
İleri Hatırlatıyor
Bunun üzerine harekete geçen Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörlüğü söz konusu sanat eserlerinin kaldırılmasını istedi. Böylece sanat eserleri öğrenciler tarafından kaldırıldı.
İleri Hatırlatıyor
Barış Atay: Sanatçı umudunu kestiğinde sanat yapamaz, meta üretmeye başlar
İzmir'de düzenlenen 'Kültür ve Siyaset Söyleşisi' etkinliğine katılan sanatçı ve milletvekili Barış Atay, gündemdeki sanat tartışmalarına dair değerlendirmelerde bulundu. Atay, kimi isimlerin AKP'nin kültürel değişimine omuz vermesindeki temel nedenin, umutsuzluk olduğunu söyleyerek "Umutsuz insan sanat yapmaz, meta üretmeye başlar" dedi.
14-02-2019 08:41

İleri Haber- İzmir
Sanatçı ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Barış Atay'ın katılımıyla İzmir Fuar Gençlik Tiyatrosu’nda ‘Kültür ve Siyaset Söyleşisi’ düzenlendi.
İzmir'in Konak ilçesindeki 'İzmir Fuar Gençlik Tiyatrosu’nda Nazım Hikmet Kültürevi'nin düzenlediği söyleşiye katılan sanatçı Barış Atay, sanatın ve sanaçının günümüzdeki durumuna ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Konuşmasına, TİP'in 58'inci, DİSK'in 52'inci kuruluş yıl dönümününü selamlayarak başlayan Atay, "Türkiye’de sanırım en çok karıştırılan şeylerden bir tanesi kültür ve sanat başlıkları; çünkü biz hemen hemen ikisini eşitliyoruz. Ne yazık ki aslında kültürün oluşmasında sanat bir aracı olabilir ama kültürü oluşturan birçok noktadan bahsetmek mümkün. Bir ülkenin ya da bir coğrafyanın barındırdığı diller, dinler, insani ilişkiler, sosyolojik yapı bunların tamamı bir kültürel iklim oluşturur" dedi.
Sanatla ilgilenen insanların çoğunun özü itibariyle sanattaki muhalif kimliği özümsenmiş, sol, sosyalist ya da sosyal demokrat kimliğe sahip insanlar olduğunu ifade eden Atay, 'kültürel iktidar' tartışmalarına dair şöyle konuştu:
'KÜLTÜREL İKTİDAR, SİYASETİN BİREBİR KONUSU'
"Etrafımızda çokça sol tandanslı sanatçı gördüğümüz zamanda bizde kültürel iktidarın solda olduğu yanılsamasıyla karşılaşıyoruz ama ne yazık ki durum öyle değil. Örneğin ‘Diriliş Ertuğrul’ dizisinden hepiniz haberdarsınızdır. Evinin salonunda çocuğunun oyuncak atının üzerinde oturup kafasında tencere ile Diriliş Ertuğrul dizisini izleyip orada gördüğü, Osmanlı’nın ilk dönemiyle gurur duyan kişi, aslında Türkiye’nin yeni kültürel iktidarının sahibidir. Aslında bize ait hiçbir şey yok ortada. Bu siyasetle birebir ilgili bir konu. İlk medeni topluluklardan bu yana toplumların yöneticilerinin tamamı, kültürel iktidarları, yaşadıkları toplumun içerisindeki bireylerin üzerinde birer hakimiyet kazanmak adına belirlemeye çalışırlar."
Son dönemde 'sansür yasası' olarak bilinen yeni sinema kanunun imzalanmasında gündeme gelen tartışmalara da değinen Atay, "Yaşadığınız toplumla ilgili bir derdiniz varsa bu sanatsal üretiminizi etkiler. Derdiniz yoksa etkilemez. O zaman da yaptığınız sanat mıdır ticaret midir sorusunu sorarız" dedi. Atay, sözlerine şöyle devam etti:
'UMUTSUZ İNSAN SANAT YAPMAZ META ÜRETMEYE BAŞLAR'
"Mesela Yılmaz Erdoğan ilk çıktığında Kürt siyasi kimliğinin getirdiği birçok birikimi içine koyan, derdi olan bir sanat adamıydı. Şimdi tercih ettiği şey ise meta üretimidir. Yılmaz Erdoğan bir zamanlar solcu olduğunu unutmuş değil. Yılmaz Erdoğan ve onun gibilerin yaptığı bir tercihtir. AKP’nin yarattığı kültürel değişime omuz vermişlerdir. Ben buranın bir parçası olayım tercihinin sebebi umutsuzluktandır. Umutsuz insan sanat yapmaz meta üretmeye başlar"
Atay'ın, Erdoğan'ın Fazıl Say konserine gitmesiyle ilgili değerlendirmesi ise şöyle oldu:
'ERDOĞAN, SAY'IN KONSERİNİ İZLEMEYE GELEBİLİR AMA SİYASET ŞOVUNA DÖNÜŞTÜREMEZ'
"Biz Fazıl Say’dan ne bekliyoruz? Fazıl Say dünyaca ünlü bir piyanist. Ülkesinin cumhurbaşkanı da konserine gelmiş. Erdoğan hiçbir şeyi hesapsız yapmaz. Ülkesinin cumhurbaşkanı konserini gelip izleyebilir ama sadece izler, siyaset şovuna dönmez. Fazıl Say muhalefet etme şansını yitirdi böylelikle. Erdoğan’ın onunla uzlaşmak istediğinden bahsetti. Bunu neden yaptığı tartışma dışı ama herkesten bir şey bekleyemeyiz. Bu bizi çöküntüye uğratır"
'TEK BAŞINA VERDİĞİM MÜCADELENİN BİR ANLAMI YOK, SİZ OLMADAN, BEN OLMADAN BU MÜCADELENİN BİR SONUCU OLMAZ'
Örgütlü mücadelenin önemine de değinen Atay, “Herkes kendince bir mücadele veriyor. Bu mücadele içerisinde herkesin kendince ödediği bedeller vardır. Bedel de yarıştırmıyoruz. Ama sonuç itibariyle bunun örgütlü bir mücadele gerektirdiğini biliyoruz. Ortak bir akılla mücadele etmenin öneminden defalarca bahsetmeye gerek yok. Nasıl yola çıkabiliyorsanız örgütlenmenizi naçizane tavsiye ederim. Bu size güçlü hissettirir. Sanatın politik gücünün mesleği seçmemde önemi büyük. O günden bugüne karşımızdakinin güçlenmesi üzücü. Cesaretle aptallık arasında fark olduğunu hayatınıza önemli şeyler girdiğinizde öğreniyorsunuz. Hayatım hep mücadeleyle geçti. Bir karakter şekillendi ve doğal olarak bugüne kadar geldik. Ama şunu biliyorum ki tek başıma verdiğim mücadelenin bir anlamı yok. Siz olmadan, ben olmadan bu mücadelenin hiçbir sonucu olmayacaktır” dedi.
Kız Kardeşler filmi sinema eleştirmenlerinden en yüksek oyu aldı
Emin Alper’in yeni filmi Kız Kardeşler, Screen Daily dergisine değerlendirme veren sinema eleştirmenleri tarafından en yüksek oyu aldı.
14-02-2019 00:35

Berlin Film Festivali Ana Seçki’de yarışan Emin Alper’in yeni filmi “Kız Kardeşler”, dünya prömiyerinin gerçekleşmesinin ardından Screen Daily dergisine değerlendirme veren sinema eleştirmenleri tarafından en yüksek oyu aldı.
“Tepenin Ardı” ve “Abluka” filmlerinin ardından 2019’un ilk yarısında Türkiye’de de vizyona girmesi planlanan “Kız Kardeşler” filmi ile Berlin Film Festivali’ne davet edilen ve söz konusu film ile Ana Seçki’de yarışacak olan Emin Alper, sinema eleştirmenlerinin değerlendirmesiyle Screen Daily dergisi tarafından oluşturulan listede ilk sıradaki yeri aldı. Filmin, 11 Şubat 2019 günü gerçekleştirilen dünya prömiyerinin ardından uzun süre ayakta alkışlanan Emin Alper’in yeni filminin, 7-17 Şubat 2019 tarihleri arasında sürecek olan Berlin Film Festivali’nden ödül ile ayrılıp ayrılmayacağı merak konusu oldu.
BARIŞ BİLDİRİSİ İMZACILARINDAN OLAN EMİN ALPER 1 YIL 3 AY HAPİS CEZASINA ÇARPTIRILMIŞTI
Kürt illerinde sokağa çıkma yasaklarının başladığı evrede vizyona giren “Abluka” filmi ile Venedik Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü ile dönen Emin Alper, yasakların uygulanmaya başladığı dönemde insanların içine itildikleri ablukayı gözler önüne sermesi ile adından söz ettirmişti. Politik filmlere imza atan Emin Alper, aynı zaman “Barış İçin Akademisyenler”in oluşturdukları “Barış Bildirisi”nin de imzacılarından. “Barış Bildirisi” gerekçe gösterilerek hakkında dava açılan ve İstanbul Teknik Üniversitesi Tarih bölümünde çalışma yürüten Barış Akademisyeni Emin Alper, geçtiğimiz haftalarda görülen karar duruşmasında “örgüt propagandası” iddiasıyla 1 yıl 3 ay hapis cezası almıştı. Ayrıca Emin Alper’in Yıldız Teknik Üniversitesi’nde bir öğrenci kulübü tarafından düzenlenecek olan etkinliğe katılımı, üniversite yönetimi tarafından yasaklanmıştı.