Mısra Öz: Birileri adaleti işletebilecek cesareti gösterse bu düğüm çözülecek

Mısra Öz: Birileri adaleti işletebilecek cesareti gösterse bu düğüm çözülecek

Çorlu tren katliamının üzerinden geçen bir yılı, katliamda oğlu Oğuz Arda Sel'i yitiren Mısra Öz ile konuştuk.

İzel Sezer - @izelsezer

E-posta: [email protected]

8 Temmuz 2018’de Tekirdağ’ın Çorlu ilçesi Sarılar mevkiinde 25 kişinin hayatını kaybettiği, 300 kişinin ise yaralandığı tren katliamının üzerinden bir yıl geçti.

Aradan geçen süre zarfında bu olayın bir kaza değil de katliam olduğu daha ilk günlerde ortaya çıkarken, katliamın hukuki süreci ise büyük skandallara sahne oldu.

Ailelerin adalet mücadelesi sürerken, aradan geçen bu bir yılı katliamda oğlu Oğuz Arda Sel'i ve eski eşi Hakan Sel'i kaybeden Mısra Öz ile konuştuk.

'GEÇEN 1 YIL BU ÜLKEDE İNSANIN NE KADAR DEĞERSİZ OLDUĞUNU GÖSTERDİ'

Tren faciasının üstünden tam 1 yıl geçti. Bu bir yıl sizin için nasıldı?

Bir yıl benim için tabii ki çok zor geçti. Tüm hayatımın düzeni, tüm hayatımın planları, hayalleri her şeyi bozuldu. Bir yıldır tam anlamıyla çalışamıyorum, kendimi mutlu hissetmiyorum. Zaten nasıl hissedebilirim? Çok büyük bir acı. Onun haricinde de bu ülkede insanın ne kadar değersiz olduğunu gösterdi bu bir yıl. Zaten biliyorduk yaşanılan bir sürü olaydan ama 25 kişinin adeta katledildiği bu olayın her kademesinde, her aşamasında biz hayal kırıklığı yaşadık. Bilirkişilerinden tutun da, olay gecesi karşılaştığımız durumlarla ilgili birçok şeyde hayal kırıklığı yaşadık. Olay yerine, oğluma ulaşmak çok zordu. Kurtarma ekiplerinde kurtarmaya dair hiçbir tecrübe, hiçbir bilinçli hareket yoktu. Kurtarma çok zayıftı. 

‘JANDARMA 'ORADA YAŞAYAN KİMSE YOK, NİYE SU GETİRDİNİZ Kİ' DEDİ’

Olay yerine ulaşamıyorsunuz, bilmiyorsunuz... Traktörlerle ulaştık oraya. Ben oraya giderken su taşımak sözü ile zorla bir polis aracına binip öyle gittim oraya. Yakın bir yerde indik, dediler ki bundan sonrasını araba gidemez. Ben oraya gittiğimde jandarma sivil polislere "Siz niye geldiniz?" dediler, polislerse su getirdiğimizi söyledi. Jandarma ise "Orada yaşayan kimse kalmadı, niye su getirdiniz ki?" dediler. O an bir umutla çocuğunuza koşuyorsunuz ve öyle bir şey duyuyorsunuz...

'BİZİ UZAKLAŞTIRMAK İÇİN 'YAKINLARINIZ İYİ, MÜŞAHADE ALTINDA' DEDİLER'

Olay yerine ulaşmak için bir traktörün römorkuna bindik, bata çıka oraya gittik. Olay yeri kapkaranlık, çığlık çığlığa... Olay yerine vardığımızda bizi oradan uzaklaştırmak istediler, ardından hepimize aynı anda bir telefon geldi yakınlarımızın iyi olduğuna, çeşitli hastanelere kaldırıldıklarına dair. Kendinde, müşahade altında tutuluyor dediler yakınlarımız için. Bu, bizi olay yerinden uzaklaştırmak için yapılan bir şeydi. 

'BU DAVA ADİL BİR ŞEKİLDE GÖRÜLMEDEN PES ETMEYECEĞİZ'

Faciadan sonra iktidardan, TCDD'den hiç kimse beni arayıp bir taziyede bulunmadı. Sonra bilirkişiler ortaya çıktı onlar, onlar ayrı bir hayal kırıklığıydı. İddianamedeki savcının tavrı büyük bir hayal kırıklığıydı. Biz böyle acılarla aynı zamanda da değersizlikle bir yılı geçirdik. Evet, çok yıpratıcı bir süreç. Psikolojik olarak çok yıpranıyoruz, çok acı çekiyoruz. Ama bildiğimiz ve inandığımız bir şey var ki biz hayatını kaybedenlerin aileleriyle resmen bir aile olduk. Biliyoruz ki bu dava adil bir şekilde görülmeden pes etmeyeceğiz ve birbirimize de en büyük gücü bu birliktelik ve kendimize olan inancımız veriyor. Biz inanıyoruz ki her şeyin üstesinden geleceğiz, devran değişecek.

'ACIYI YAŞAMADIK, ACIYLA BÜTÜNLEŞTİK'

Peki faciadan bu yana birçok şey yaşarken, acınızı yaşayabildiniz mi?

Acıyı yaşamadık, acıyla bütünleştik. Nereye giderseniz gidin, ne yaparsanız yapın aynı acıyla uyuyor aynı acıyla uyanıyorsunuz. Acı nasıl yaşanır bilmiyorum açıkçası. Artık bildiğim tek şey Oğuz Arda'nın yokluğuyla bu hayatta nasıl mücadele verebileceğim. Ben oğlumun adını yaşatabilmek için tutundum bu hayata. Onun adına bir hatıra ormanı yaptırdık, adına çocuk derneğini kurduk, bugüne kadar onun adıyla bin tane çocuğa değdik. Oğuz Arda'nın adına düzenlenen turnuvalara gittim, kütüphaneler açıldı oraya gittim. Kendimi onun adını yaşatmaya adadığım için bir şekilde hayata böyle tutundum. Bu yaptığım şeylerden bahsederken bile keşke hayatta olsaydı da onunla birlikte yapabilseydim dediğim çok zaman oldu.

'KOLLUK KUVVETLERİ KRALDAN ÇOK KRALCI'

3 Temmuz'da davanın ilk duruşması görüldü ve duruşma günü faciada hayatını kaybedenlerin ailelerine yönelik polis saldırısı oldu. Saldırının ardından ne hissettiniz?

Hissedilen en büyük şey değersizlik. Bu ülkede kolluk kuvvetlerinin ne yazık ki yönetimden kaynaklı kraldan çok kralcı olduğunu düşünüyorum. Duruşma gününe gidecek olursak, duruşmanın öncesinde çok ciddi bir talebimiz vardı. Bu salon bize yetersiz demiştik ve dilekçelerimizi vermiştik. Baro başkanları gittiler, talebimizi ilettiler. Üzerine bir de avukatlarımız gidip savcı ve hakimlerle görüştü. Buna rağmen bize o salon verildi. 25 kişinin öldüğü bir katliamın duruşmasını düşünün, zaten 300 tane müşteki var. Baktığınız zaman o salona sığmayacağımız aşikar. Ben o duruşmaya sadece Oğuz Arda Sel'in annesi olarak girmiyorum, anneannesi de gelecek tabii ki. Onu seven ailelerinin aileleri de gelecek. Haliyle oraya sığmayacağımız zaten ortadaydı ama sanki biz bunların hiçbirini talep etmemişiz gibi bir saldırıyla karşılaştık. Sanki yapmak istedikleri bu davayı ertelemekmiş gibi hareket ettiler. Niyetlerinin ne olduğunu inanın anlamadık. 

'POLİS 'KAPILARI AÇIN' DEDİĞİMİZDE 'DAHA ÇOK BEKLERSİNİZ' DEDİ'

Heyetin "Biz çekiliyoruz" dediği anda aileler olarak duruşma salonunda sakin bir şekilde oturup duruşmanın başlamasını bekliyorduk. Orada çekilmeyi gerektirecek hiçbir durum yoktu. Haliyle insan bu planlı bir şey miydi diye düşünüyor. Biz o kadar talebimizi iletmişiz, bilerek o salonu hazırlıyorsunuz. Demek ki bu davayı ötelemek ya da zora sokmak amacı var diye düşünüyoruz. Valilik bir açıklama yaptı polislerin sakin bir şekilde yürüttüğüne dair. Kendi gözümüzün önünde arkadaşımız darp edildi. "Kapıları açın" dediğimizde "Daha çok beklersiniz" dedi polis. Biz tepki gösterdiğimizde özür diledi. Bunlara acıya saygı duyup yanında olmak değil de olayı kaosa sürükleyip, zora sokup başka bir boyuta taşımak. Bu olanlarda başka bir niyet varsa birisinin çıkıp bunları açıklaması gerekiyor. 

'BU KADAR ACILI AİLEYE KARŞI BU ŞİDDET NİYE?'

Ankara'daki adalet nöbetinde de duruşma gününde de o kadar çok polis vardı ki, inanın Çorlu'da o kadar polis yoktu. Polislerin hepsinin üstünde copları, silahları var. Duruşma salonuna silahla girdi polisler ama silahla girmek yasak. Siz kimi korumak için silahlarınızla duruşma salonuna giriyorsunuz? Ankara'da 20-25 kişi olduğumuz, içinde 10 yaşında çocuğun olduğu ve genelinin 50-60 yaşında anne babaların olduğu bir toplama 200 kişilik polis ordusu saldırdı. Bu kadar acılı aileye karşı bu şiddet niye? Kimden kimi koruyorlar? Asıl bizim kendimizi korumamız gerek çünkü bizim canlarımızı aldılar. Biz kendimizi korumayıp üstlerine gittikçe onlar kendilerini korumaya alıyorlar. Bu gösteriyor ki bu ülkede bazıları siyasi güçten, kendilerine aldıkları görev tanımlarından belki de bir gün başlarına gelecekleri düşünmeden hareket ediyorlar. Başka bir şey değil yani.

‘TOPU MARJİNALLERE ATIP KENDİLERİ SIYRILMAYA ÇALIŞIYORLAR’

İlk duruşmanın ardından Tekirdağ Valiliği "polis müdahalesinin sebebi marjinallerin provokatif davranışları" şeklinde bir açıklama yaptı. Sizce kim bu marjinal gruplar?

Sanırım bu marjinal gruptakilerden bir tanesi benim 59 yaşındaki annem, orada torunu için bağırıp yürüyordu. Bir diğeri 70 yaşındaki eski kayınvalidem. Herhalde bizleriz marjinal gruplar. Çünkü duruşma gününde ailelerden, avukatlardan, yaralılardan ve baro başkanlarından başka kimse yoktu. Dışarıdan gelip duruşmaya giren herhangi bir sivil toplum örgütü üyesi bile yoktu, biz bizeydik. Talihsiz bir açıklama olduğunu düşünüyorum. Her zaman yaptıkları gibi topu marjinallere atıp kendileri sıyrılmaya çalışıyorlar. Kendi yaptıkları taşkınlık ve rezillikle olayı buralara taşıdılar. Aslında hiçbir şey yoktu, ailelere kapıları açsalardı biz içeri girecektik. Kapı üstümüze kilitlenmeseydi orada düzgün bir şekilde oturacaktık. 

İsmail Kartal faciada annesini ve babasını kaybetmiş, üstüne duruşma salonunun kapısını kilitliyorlar ve İsmail duruşma salonunun dışında kalıyor. Kardeşi ve eşi ise içeride kalıyor. Asıl annesini babasını kaybeden kişiyi dışarıdan içeri almıyorlar. Sonrasında haliyle o da tepki verince "marjinal" oluyor.

‘AKLANMAYA ÇALIŞILAN BİRİLERİNİN OLDUĞUNU ANLADIM’

Bilirkişi raporunda üst düzey sorumluların olayda bir ihmalinin olmadığı vurgulanıyordu. Fakat raporu hazırlayanlardan Mustafa Karaşahin'in Ulaştırma Bakanlığı'nın danışmanı olduğu, Bekir Sıddık Binboğa Yarman'ın ise Ulaştırma Bakanlığı'nın ihale verdiği Savronik firmasının Yönetim Kurulu üyesi olduğu ortaya çıktı. Siz bu bilirkişilerin kimliklerini öğrendiğinizde ne hissettiniz?

Duruşmanın adli bir şekilde yürümeyeceğini çok net gördüm. En başında da dediğim gibi hayal kırıklıkları bu silsilelerin üst üste gelmesiyle başladı. Burada aklanmaya çalışılan birilerinin olduğunu, siyasileri davaya dahil etmeyeceklerini, üst düzey TCDD yetkililerini çok sağlam koruyacaklarını bilirkişilerin kimliğini öğrendiğimde anladım. Ama geçtiğimiz günlerde Ankara Katliamı'nın da bilirkişi raporu ortaya çıktı ve hala onurlu, görevini yapan bilirkişilerin olduğunu gördüm. Ankara Katliamı'nın bilirkişi raporunda birinci dereceden suçluların İsa Apaydın ve yönetim kurulu olduğu açık yüreklilikle ortaya koyulmuştu. Birileri aklamaya çalışırken birileri ise katliamlara elden geldiğince ışık tutmaya çalışıyor. Orada da içimize bir umut doldu.

‘SAVCI ONURLU VE AHLAKLI BİR DURUŞ SERGİLEMEDİ’

Savcı Galip Özkurşun size “Gönlünüz rahat olsun, acılarınızı hafifletecek bir iddianame hazırlanacak” diyerek bilirkişi raporunu eleştirmişti fakat sonradan bilirkişi raporuna göre bir iddianame hazırladı. Bu iddianameyle üst düzey sorumlular sanık olarak dosyada yer almadı. Sizce savcı neden böyle bir şey yaptı?

Birilerinden talimat aldı diye düşünüyorum. Sonrasında da faciada kızını kaybeden Zeliha Bilgin kendisine “Vicdanınız rahat mı?” diye sorduğunda savcı “Evet, rahat” cevabını verdi. Mustafa Hoş’un Çorlu Tren Katliamı kitabında da Galip Özkurşun’un iktidardaki kişilerle bağlantısının olduğu, bazı olayları çözümlediği gözüküyor. Demek ki boşuna Fethiye’den Çorlu’ya getirilmedi. Galip Özkurşun onurlu ve ahlaklı bir duruş sergilemedi. Bu, acılarla ve insanlarla dalga geçmektir. Hele ki “Ben de bir babayım, benim de evladım var” dedikten sonra bunu yapmak kendi çocuğuyla da dalga geçmektir.

‘CUMHURBAŞKANI DAVANIN TAKİPÇİSİ OLACAĞIM DEDİ AMA TAKİP ETTİĞİNİ DÜŞÜNMÜYORUM’

Geçtiğimiz sene 9 Temmuz’da, yani faciadan bir gün sonra Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı yemin töreninde 101 pare top atışı yapıldı, yoluna güller döküldü ve Saray’da abıhayat suyu içildi. Oysa siz henüz oğlunuzun naaşını bile alamamıştınız. Faciadan bir gün sonraki bu kutlamaları gördüğünüzde neler hissettiniz?

Yalnızlık duygusunu hissettim. Çünkü bu ülkede toplumun ayrıştırılmış kısmında olduğunu fark ettim ve bu 25 kişinin de orada olduğunu fark ettim. Açık söylemek gerekirse o an sıcağı sıcağına hiçbir şey düşünmedim. Ama sonrasında bu ayrıştırmanın toplumun içine kadar girdiğini ve bütün bu toplumsal olayların bundan kaynaklandığını hissettim. Bize kendimizi çok yalnız hissettirdiler. Beni hiçbir şekilde aramadılar ama Oğuz Arda’nın dedesini aradı Cumhurbaşkanı ve bu davanın yakinen takipçisi olacağım dedi. Takip ediyorsa çok merak ediyorum ne düşünüyor diye. Takip etmediğini düşünüyorum çünkü takip ediyor olsa bu kadar tepkisiz kalamazdı. Kalıyorsa da zaten yine “ayrıştırılmış” gruba karşı tepkisini görmüş olurduk. O yüzden de dediğim gibi değersizlik ve yalnızlık toplumda ayrıştırılan grubun içinde bulunduğu bir duygudur.

‘BİRİLERİ ADALETİ İŞLETEBİLECEK CESARETİ GÖSTERSE BU DÜĞÜM ÇÖZÜLECEK’

Rabia Naz olsun, Berkin Elvan olsun... Türkiye’nin dört bir yanında çocuğu katledilen ailelerin mücadelesi sürüyor ve siz de bu ailelerle bir araya geldiniz. Ülkedeki bu adaletsizlik ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ülkemizde aslında bir hukuk sistemi var ama ahlaklı ve vicdanlı bir şekilde yürüyen bir sistemimiz yok. Baktığınız zaman bir kere örnek teşkil edecek bir olay olsa, birileri korkmasa, birileri adaleti işletebilecek cesareti gösterse aslında bu düğüm bir yerden çözülecek ve adalet arayan bu insanlar gerçek adalete kavuşabilecekler. Görüyoruz Şule Çet davası hala sürüyor, Bora Aşçılar’ın davası hala sürüyor. Birileri korunduğu müddetçe hiçbir zaman ülkede adalet olamayacak ve bu acılar yaşanmaya devam edecek. Çünkü siz tecavüz edenlere karşı bir yaptırım uygulamıyorsunuz. Ya da Çorlu tren katliamı yaşandığında hemen akabinde Denizli’de bir ray hattı boşalmıştı, arkasından Ankara tren katliamı yaşandı. Ardından Arifiye’deki olay yaşandı. Demek ki yönetimde bir bozukluk var ve siz gereğini yapmıyorsunuz ve o kişi de oradan istifa etmiyor. Doğal olarak da bunlar böyle devam ediyor, insanlar katlediliyor. 

‘YANDAŞ MEDYA TÜRKİYE’DE ÇOCUKLAR ÖLMÜYOR GİBİ DAVRANIYOR’

Medyanın Çorlu tren faciasındaki tutumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yandaş medyayı hiç ele almıyorum. Çok gariptir ki Türkiye’yi güllük gülistanlık göstermeye bayılıyorlar. Türkiye’nin gerçeklerini göstermekten korkuyorlar. Bizim yanımızda olan yürekli gazeteciler, basın oldu ama onun haricindekiler sanki Türkiye’de böyle olaylar yaşanmıyor, çocuklar ölmüyor gibi davranıyor. Ama böyle gösterdikleri sürece hitap ettikleri toplulukların içinde de bu olaylar yaşanmaya başlanacak ve onlar ne kadar örtmeye çalışsa da birilerinin başına gele gele birileri bunu idrak edecek. Yani nereye kadar saklayabilirsiniz ki gerçekleri?

'OTURDUKLARI KOLTUKTAN KONUŞMAK KOLAY'

CHP’li ve İYİ Partili milletvekillerinin Çorlu tren faciasına ilişkin Meclis’e verdiği araştırma önergeleri AKP’li ve MHP’li milletvekillerince reddedildi. Sizce bu önergelerin reddedilmesinin sebebi nedir?

Biz Anayasa Mahkemesi’nin önüne gittiğimiz gün Meclis’e de gittik. Önergeleri Meclis’te gözümüzün önünde reddettiler. Açıklamayı da orada yaptılar aslında. Bir tane milletvekilinin eline bir kağıt vermişler, kağıttan “Bu menfezde hata yok, bu hatta kusur yok. Gayet düzgün yapılmış durumda. Bu tamamen bir doğal afettir” diye okudu biz oradayken. Ki Türkiye’de bütün yazılı raporlarıyla delillerin alenen ortada olduğu tek olaymış bu, gazeteciler ve araştırmacılarla konuştuğumuzda “Böylesini görmedik” dediler. Adını hatırlayamadığım bir milletvekili bize orada “Halihazırda süren bir dava olduğu için orada yürütülen soruşturmada zaten araştırılıyor, Meclis’in araştırmasına gerek yok” dedi. Ama zannediyorum ki davanın ve duruşmanın ne şekilde yürüdüğünün farkında değiller, biraz araştırma yapmaları gerekiyor. Oturdukları koltuktan konuşmak çok kolay. Bu katliamda savcının araştırma yapması gereken şeyleri bile araştırmadan iddianameyi oluşturduğunu görebilirler. Dünyadan haberleri yok.

‘HAKİMLE GÖRÜŞMEK İÇİN ODASINA GİTTİM, BENİ REDDETTİ’

Peki aylardır düzenli şekilde çeşitli yerlerde nöbet tutuyorsunuz. Adalet Nöbeti’ni yapma kararını nasıl aldınız?

İddianame oluştuktan sonra 4 kişinin yargılanacağını söylediler ama biz de bunu kabul etmeyeceğimizi söyledik. Ardından bununla ilgili dilekçe vermeye karar verdik. Dilekçe verirken de “Her şey hukuki yollardan ilerliyor ama bu dilekçelerin arkasında biz varız, yaşanmışlıklar var, canımızla kanımızla buradayız” dedik ve bizi görsünler diye gittik aslında. “İtiraz ettiğimiz raporun arkasında biz varız, bizi görün” amacıyla gittik ve Çorlu Adliyesi önündeki nöbetimiz böyle başladı. Fakat gördük ki orada dilekçelerimiz hiçe sayılmakla birlikte biz de hiçe sayıldık. Polisler bizi her gün kamerayla kayıt altına aldılar sanki bir şey yapıyormuşuz gibi. Ben bizzat hakimle görüşmek için odasına gittim, “Görüşmeyeceğim” diyerek beni reddetti. Bir gün sonra da zaten dilekçelerimize ret geldi. O zaman davanın gidişatını fark ettik ve “Biz doğru bir şey yapıyoruz” dedik. İş dilekçeler üzerinden yürümüyor, biz durduğumuz zaman da yürümüyor. Demek ki bunun üstü kapatılmaya çalışılıyor. “O zaman bizim yapmamız gereken şey burada bizi görene kadar kendimizi göstermek” diyerek nöbete başladık. Bundan sonra da aynı şekilde devam edeceğiz.