Millet İttifakı işçi sınıfına ne diyor?

Altılı Masa’nın liderler katında işleyen, toplumsal muhalefet odaklarıyla temas etmeyen yöntemi çalışma hayatı alanında sokağın taleplerini, beklentilerini, deneyimlerini yansıtmayan bir metin ortaya çıkmasında etkili görünüyor.

Bu yazıda Millet İttifakı’nın 30 Ocak 2023’te ilan ettiği kapsamı “Ortak Politikalar Mutabakat Metni”nde yer alan çalışma yaşamına ilişkin maddeler notlar halinde değerlendirilecektir.  Değerlendirmede aynı zamanda Millet İttifakı (Altılı Masa) içerisinde yer alan CHP, İYİP, Deva Partisi ve Saadet Partisi programları da dikkate alınacaktır.

- Mutabakat Metninde “Çalışma Hayatı” başlıklı, 1.5 sayfada toplam 24 maddeden oluşan alt bölüm Sosyal Politikalar ara başlığının altında sunulmuştur. Bu bölümün birçok alt bölüme göre az hacimli bir bölüm olduğu söylenebilir. Örneğin hemen arkasından gelen Engelliler başlıklı bölüm 4,5 sayfa, şehit yakınları ve gaziler 2 sayfadır. Bu başlığı taşıyan bölüm alt bölüm dışında da çalışma hayatına ilişkin talepleri içeren maddelerin özellikle Sosyal Politika ana bölümünün farklı yerlerinde bulunduğu görülmektedir.

- Metinde yer alan şu ifadelerin birebir Deva Partisi programından (sayfa 86) alındığı görülmektedir:

1. “Sendikal alanı düzenleyen mevzuatı ILO ve AB standartlarına uygun hale getirecek ve böylelikle çalışanların sendikal hak ve özgürlüklerden çağdaş normlara uygun biçimde ve azami ölçüde yararlanmalarını sağlayacağız.”

2. “Sendikalaşmayı ve işyerlerinde toplu iş sözleşmesi yapılmasını destekleyecek, sendikalı işyerlerinin rekabet gücünü korumak amacıyla destek modelleri geliştireceğiz.”

3. “Kıdem tazminatı sistemini sosyal taraflarla diyalog çerçevesinde gözden geçireceğiz.”

4. “İşsizlik ödeneğinden daha fazla işsizin daha uzun süre ve daha fazla yardım almasını sağlayacak düzenlemeleri hayata geçireceğiz.”

- Çalışma hayatına dair metinde yer alan en kritik maddelerin doğrudan ittifakın en liberal partisinin programından alınmış olması manidardır ve programın sınıfsal konumlanışına dair bir şeyler söylüyor olsa gerek. 

- Çalışma hayatına ilişkin bölümlerin İYİP programında 2/3 sayfa, Deva programında 1,5 sayfa, Saadet programında 1 sayfa, CHP programında ise 7 sayfa olarak yer aldığı görülmektedir. CHP programı bireysel ve toplu iş hukuku, sendikal haklar, iş güvencesi vb. gibi temaları ayrıntılı maddelerle ele alan bu başlıkta en fazla temel alınabilecek program olmasına karşın doğrudan alıntı hiç yapılmadığı, sendikal haklar başta olmak üzere alanın kritik konularında hemen hiç yararlanılmadığı anlaşılmaktadır. Çalışma hayatının ittifakta yer alan sağ partilerin bakış açısının hakim olduğu bir çerçevede kaleme alındığı söylenebilir.

- Yer alan maddelere bakıldığında ifadelerden ve taleplerden metne bir “sendikacı elinin değmediği”, emek hareketinin uzun yıllardır öncelikle mücadele ettiği sorunların ve dile getirilen taleplerin yer almadığı gözlenir. Aynı zamanda detay olmakla beraber metinde gözlenen birkaç terminolojik sorun da alana uzaklığın bir işareti olarak yorumlanabilir:

1. “İşsizlik ödeneğinden daha fazla işsizin daha uzun süre ve daha fazla yardım almasını sağlayacak düzenlemeleri hayata geçireceğiz.” ifadesinde “yararlanması” yerine “yardım alması” ifadesinin tercih edilmesi sağın haktan çok yardıma yönelik bakış açısının yarattığı bir kalem sürçmesi olsa gerekir. İşsizlik ödeneği bir yardım değil, ödenen primler karşılığında yararlanılan bir haktır.

2. Yine metinde yer alan “işyeri müfettişlerinin sayısını arttıracak…” ifadesindeki “işyeri müfettişi” tanımı doğru değildir. Kast edilen “iş müfettişleri” olmalıdır.

- Metindeki 6 maddede ILO ve AB standartlarına ya da doğrudan belli sözleşme ve yönergelerine atıf yapılırken bu alanda kritik ve ileri bir metin olan Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın örgütlenme ve toplu pazarlık haklarını düzenleyen maddelerine Türkiye tarafından konan çekincelerin kaldırılmasının gündeme getirilmemesi dikkate şayandır. Oysa CHP programı bu yönde bir taahhüt içermektedir (s.273). Bu talep aynı zamanda uzun yıllardır sosyal politika alanında akademik ve sendikal düzeyde işlenmiş, güçlü bir taleptir.

- Uluslararası sözleşmelerin kabulüne ilişkin taahhütler yerinde olmakla birlikte bir “topa girmeme”, konforlu alanda talep geliştirme yaklaşımına da işaret ediyor. Örneğin “Asgari ücret tespitine ilişkin 131 sayılı ILO Sözleşmesi onaylayacağız” deniyor. Bu olumlu ama asgari ücret-hele de son yıllarda ve günlerde- bu denli yaygın ve yakıcı bir sorunken, emek mücadelesi verenlerden talepler yükselmişken, bu kadar steril bir maddeye konu olması tuhaf kaçıyor.

- Keza “İş sağlığı ve güvenliğini ILO standartlarına getireceğiz” maddesi de iş cinayetlerinin neredeyse patlama yaptığı bir ülkede yaşamıyormuşuz izlenimi veriyor (Emek hareketinin ısrarcı olduğu “işçi sağlığı” terimi yerine “iş sağlığı”nın tercihi de manidar bu arada).

- Metinde “Ev iş yerlerinde iş kazası ve meslek hastalıklarının yaşanmaması için önleyici tedbirleri zorunlu tutacak, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda gerekli düzenlemeleri yapacağız.” deniyor. “ILO’nun 189 sayılı ‘Ev İşçileri İçin İnsana Yakışır İş’ sözleşmesini onaylayacağız.” deniyor. Adeta büyük patronlarla karşı karşıya gelmemek için mikro düzeye kaçılıyor. Ortaya konan taahhütler kuşkusuz olumlu ama son birkaç yılda bile, başta madenler, çok büyük ölçekli sanayi kazalarının meydana geldiği bir coğrafyada bunlara dair kamuoyunda da var olan önleyici, sıkı tedbirlerin gündeme gelmemesi de metnin sınıfsal çerçevesine işaret eden bir başka husus. Metinde çok daha detay konularda ayrıntılı, somut maddeler düzenlenirken “İş sağlığı ve güvenliği kurallarına uymayan işyerlerine ağır yaptırımlar getireceğiz” gibi çok genel bir ifade ile konunun metinde yer alması dikkate değer. Ayrıca vurgulamak gerekir ki mevcut mevzuat uygulanırsa da aslında İSİG’le ilgili ciddi yaptırımlar var. Ama kamuoyunun da izlediği gibi yaptırımların uygulanması siyasi irade işi. En yakıcı örnek olarak Soma’daki faciadan sonra asıl patronların nasıl kısa süreli tutuklulukların ardından kurtarıldığını hep beraber izlediğimi anımsayalım. Ya da 3. Havaalanı inşaatındaki dehşet verici tablodan ötürü hiçbir yönetici ceza almazken itiraz eden sendikacı ve işçilerin gördüğü işkenceyi, aylar süren hapis cezalarını…  

- Metindeki çalışma hayatına dair geniş kesimleri ilgilendiren birçok temel konuya (örneğin iş güvencesi, grev, tazminatsız işten çıkartmayı düzenleyen kodlar, vergi dilimleri vb.)  hiç girilmemiş ya da çok genel değinilmişken; ev işçileri, çağrı üzerine çalışanlar, dijital platformlarda kendi hesabına çalışanlar vb. bazı grupların taleplerine yer verilmiş olması metnin mimarisinde bir dağınıklık ve özensizliğe işaret eder.

- Yukarıda Deva Partisi programından aynen alıntılandığını belirttiğimiz “Kıdem tazminatı sistemini sosyal taraflarla diyalog çerçevesinde gözden geçireceğiz.” maddesi kıdem tazminatı fonu önerisine örtük olarak göz kırpmaktadır. Sermaye çevreleri ve Hak-İş’in kıdem tazminatı konusunda fon yaklaşımını gündeme taşırken başvurdukları meşrulaştırıcı ifade budur. Oysa sendikal camianın geri kalanı için fon önerisi reddedilen bir öneridir ve kıdem tazminatı kongre belgelerinde kırmızı çizgi olarak tanımlanmıştır. Üstelik özellikle pandemi sonrası dönemde artan bir biçimde kıdem tazminatı hakkının gasp edildiği de unutulmamalıdır. Konuyla ilgili DİSK-AR raporunda (https://arastirma.disk.org.tr/wp-content/uploads/2022/10/Kidem-tazminati-Hakki-Kagit-Uzerinde-DISK-AR-RAPOR.pdf)  işten çıkartma bildirgelerinin %80’inin kıdem tazminatı ödenmeyecek biçimde düzenlendiği yönündeki verisi ortadayken beklenen bu temel hakkın korunmasına yönelik düzenlemelerken “taraflar”dan söz etmek programın sermaye lehine baskılanmış olmasına bir örnek teşkil etmektedir.

- Metinde yer alan “İşçi alacaklarında zorunlu arabuluculuk mekanizmasını işçilere maddi külfet getirmeyecek şekilde düzenleyeceğiz” ifadesi de bu bağlamda değerlendirilmeli. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun TOBB’un 74’üncü Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmasında işçilerin hak aramak için doğrudan iş mahkemelerine başvurmasını yasaklayan 'zorunlu arabuluculuk' kurumu hakkında yaptığı açıklamayı burada alıntılamak isteriz:

“Özellikle iş mahkemelerindeki davalarda işveren yüzde 99 haksız çıkıyordu. Bunu değiştirmek üzere, zorunlu arabuluculuk sisteminin uygulamaya alınmasını sağladık.”

Nitekim yukarıda bahsedilen kıdem tazminatı ödemesinden kaçınarak işten çıkartma uygulamasının yaygınlaşabilmesini de sağlayan şey işçilerin bu mekanizmaya mahkum edilmesi, yargının bir anlamda özelleştirilmesidir. Metin sahada işçilerin çok yaygın olarak yaşadığı bu deneyime uzak görünüyor. Mekanizmanın “külfet yüklemeden” de olsa devamından yana görünüyor.  

- Metinde grev hakkının hiç yer almaması en çarpıcı hususlardan. Aziz Çelik hocamızın deyimiyle ve rakamlarla ortaya koyduğu üzere “AKP’nin grev hakkının kökünü kuruttuğu” (https://sendika.org/2022/11/grevin-kokunu-kuruttular-aziz-celik-birgun-671540/) bir dönemde, daha yeni Bekaert işçilerinin grev yasaklarını fiili mücadele ile aştığı bir dönemde, yoksullaşma, geçinememe sorunun aşma noktasında emekçilerin elindeki en önemli olanak olan grev hakkı konusunda bir şey söylememek metnin sınıf karakteri konusunda hayli açık bir gösterge. Kamu çalışanlarının yandaş sendika cenderesinde ezildiği bir Türkiye’de nu kesime grev hakkının metinde hiç yer almaması da ayrıca belirtilmeli. Grev hakkı konusunda detaylı talepler içeren CHP Programı (sayfa 61) düşünüldüğünde sosyal demokrasinin, sağa verdiği başlıca ödünlerden biri olarak değerlendirilebilir.

- Aynı durum yüzlerce işçinin sendikalaşma için direnişlerde olduğu bir Türkiye’de sendikal barajlardan, sendikal örgütlenme önündeki engellerden kurtulunması için somut öneri getirilmemesi dahası bu konuda “sendikalı işyerlerinin rekabet gücünü korumak amacıyla destek modelleri geliştireceğiz” gibi sermaye eksenli bir sözün öne çıkarılması için de söz konusu. Oysa örneğin daha geçen aylarda Türkiye İşçi Partisi sendikalaşmanın önündeki yıldırıcı engelleri aşmaya yönelik hızlı bir çözüm önerisini yasa teklifi olarak meclise sunmuştu (https://tip.org.tr/hakkimiz-var-vaktimiz-yok/) Yine CHP programı da bu konuda çok sayıda ileri önerinin yer aldığını da geçerken belirtelim.

- Metinde kamuda taşeronlaşmaya izin verilmemesi, kamu çalışanları arasında ücret ve maaş adaleti sağlanması, madencilikte taşeron sistemine son verilmesi, İşsizlik Sigortası Fonu’nun amaç dışı kullanılmasının önüne geçilmesi gibi bir dizi olumlu taahhüt bulunması takdire değer. Ancak tüm bunlar içinde yaşadığımız ülkede otoriter, hatta vahşi bir emek rejimi oluştuğunu ve bu rejim aşılmadan, en azından geriletilmeden, demokratik inşanın olanaksız olduğunu gören bir yerden konuşul(a)madığında sembolik önermeler olarak kalmaya mahkum.

- Metin genel olarak sermayeyi korkutmamaya hatta ona yeni bir yük getirmemeye odaklanmış görünüyor. Örneğin kadınların işgücüne katılımı için kreşler açılması gerektiğinden bahis var ama işletmelerin bu konuda zorlanmasından söz edilmiyor. Yerel yönetimler kreş, sosyal yardım vb. ile kadınları, yoksulları vb. kesimleri desteklemek, yoksulluğun en kötü biçimlerini ortadan kaldırmak için öne çıkan aktörler. Özetle sermayeye yük olmadan kamunun görev üstlendiği, bölüşüm ilişkilerine dokunmayan bir programla karşı karşıyayız.

- Altılı Masa’nın liderler katında işleyen, toplumsal muhalefet odaklarıyla temas etmeyen yöntemi çalışma hayatı alanında sokağın taleplerini, beklentilerini, deneyimlerini yansıtmayan bir metin ortaya çıkmasında etkili görünüyor.

Millet İttifakı’nın programı, emekçilere hakları için beklemelerini söylemiş oluyor.