Metaların gizemli dünyası

Metaların gizemli dünyası

Yaman ve Öztürk’ün Ankara Dayanışma Akademisi’nde 2017-2018 güz döneminde verdiği “Metaların Kerameti” başlıklı ders notlarının derlenip geliştirmesiyle oluşturdukları kitap,metalarda saklı olan özü gözler önüne sererek bu alanda yeni okumalar ve araştırmalar için motivasyon sağlıyor. Metaların kerametinin sırlarını, antik çağdan günümüze Marksist yöntemden yararlanarak açığa çıkarmaya çalışan yazarlar, kapitalist toplumu anlamak ve geleceğin toplumunun örgütlenmesi üzerine düşünmek isteyen okurları heyecan dolu bir yolculuğa çağırıyor.

Ufuk Akkuş

Karl Marx, dev eseri Kapital’e metayı inceleyerek başlar. Marks’a göre kapitalist toplumun zenginliği ilk bakışta muazzam bir metalar yığını olarak görünür. Bunun basit biçimi tek bir metadır. Bu nedenle Marx, Kapital’in ilk satırlarında incelemesine metanın analizi ile başladığını belirtir. Marx’ın kapitalist toplum incelemesini; neden para, sermaye, emek, sömürü gibi kavramlar ile değil de meta ile başlattığına dair pek çok makale yazılmıştır. Marx, Kapitalist toplumda emek ürünleri metalar biçiminde olduğu için, emek ürününün en basit toplumsal biçimi meta olduğu için buradan yola çıktığını söylüyor. Marx, başlangıç noktasını dönemin diğer iktisatçılarının yaptığı gibi tarih aşırı bir genellik düzeyinde değil, kapitalist üretime özgü bir düzeyde belirleyecektir. Ayrıca analiz edilecek nesne, kapitalist üretime özgü olmanın yanı sıra, aynı zamanda diğer kategorilerin kendisinden türetilebileceği somutlukta bir genel (evrensel) olmalıdır. Burjuva toplumu için emek ürününün meta biçimi iktisadi bütünün hücre biçimidir. Meta kapitalist sistemin en temel birimidir ve bu temel birim içerisinde diğer tüm düzeyleri kavrayabilmek için gereken belirlenimleri barındırır.

Melda Yaman ve Özgür Öztürk; ”Metaların Kerameti” adlı kitaplarında, doğayı ve insanı tarihsel ve toplumsal olarak kavramanın başlangıç noktasını oluşturan  meta kavramının Marksist yöntem ışığında izini sürüyor.  Meta analizini tarihi ve antropolojik bilgilerden yararlanarak ilk toplumlarda meta, değer ve mübadeleye bakışı özellikle Aristoteles’in eserleri aracılığı ile geliştiriyorlar. Marx’ın büyük ilgi gösterdiği ve Adam Smith’in etkilendiği Aristoteles, mübadele kavramını formüle edip deşifre etmeye çalışmış ancak içinde bulunduğu toplumun köleci üretim koşulları nedeniyle değer teorisini geliştirememiştir. Melda Yaman ve Özgür Öztürk’e göre; Aristoteles’in değer kavramının arkasında yatan içeriği bulamamasının tek nedeni köleci toplumda yaşaması değil, aynı zamanda bu koşulları doğal kabul etmesidir. Aristoteles’in körlüğünün bir benzerine klasik politik iktisadın Smith ve Ricardo gibi en parlak temsilcilerinde de rastlarız. Bu iktisatçılar değerin içeriğinin emek olduğunu doğru olarak görebilmişlerdir fakat değerin biçimini ihmal etmeleri daha doğrusu insanların emek ürünlerinin meta biçimine bürünmesini doğal kabul etmeleri onları daha derin bir analizden alıkoymuştur. Melda Yaman’a göre mübadelenin yapısına ilişkin çözümlemesiyle Aristoteles de Marx’ın erken öncüllerinden sayılabilir. Yaman; Alman felsefesi, İngiliz politik iktisadı ve Fransız sosyalizmi olarak gösterilen Marx’ın üç temel kaynağına dördüncü kaynak olarak Aristoteles’i ekleyebileceğimizi düşündüğünü söyler. 

Yaman ve Öztürk metaların bilmecesini çözmek için Aristoteles’ten bu yana bilinen metaların ikili karakterine vurgu yapar. Metanın ilk bilmecesi, süper kahramanlar gibi taşıdığı ikili karakterden gelir: Meta bir yandan ölümlü, sıradan biridir öte yandan süper güce sahiptir. Bir yandan yararlı, tekil bir nesnedir, öte yandan evrenseldir, yani öbür metalarla değiştirilebilir. İşte metaların esrarı buradadır. Bir yandan kullanım değerine sahiptir, öbür yandan mübadele değerine. Kullanım değeri nesnenin yararlılığından gelir. Bir ürünün meta karakteri taşıması için insanların maddi veya manevi ihtiyacını karşılaması zorunludur. Ancak onu mübadele edebilmem için kullanım değeri taşımamalıdır. Marx’ın sözleriyle; İnsanın meta üretmek için yalnızca kullanım değeri değil, başkaları için kullanım değeri, toplumsal kullanım değeri üretmesi gerekir. Engels’in eklemesiyle meta olabilmek için ürünün, kullanım değeri olarak hizmet edeceği başkasına mübadele yoluyla aktarılması zorunludur. Ancak Yaman’a göre bu da yetmez çünkü birçok ürün meta karakteri kazanmadan bir armağan olarak, bir biçimde mübadele edilebilir. Bu nedenle, üreticilerin ürünlerini pazara başka bir ürünle değiştirmek için getirmelidir. Kitapta meta mübadelesi ile armağan ekonomisi üzerine de tartışmalara değinilir ve meta fetişizmi ve yabancılaşma kavramlarından hareketle armağan ile meta arasındaki ayrım açık hale getirilmeye çalışılır. Meta fetişizmi ve yabancılaşma da kitapta analiz edilen konulardandır. Bazı yazarlara göre, marksizmde hak ettiği yeri alamayan metaların fetiş karakteri teorisi, Marx’ın tüm iktisadi sisteminin ve özellikle de ortaya koyduğu değer teorisinin temelidir. Kapitalist toplumda insanlar arasındaki ilişkilerin yerine şeyler (nesneler) arasındaki ilişkiler geçmiştir. Üreticiler arası ilişkiler emek ürünlerinin toplumsal bir ilişkisi biçimini almıştır. Dolayısıyla toplumsallık insanlar arasında değil, nesneler arasındaymış gibidir. Kişiler arasında gelişmesi beklenen toplumsal ilişkiler nesneler arasında gerçekleşmiştir. Bu ilişkilere bakıldığında insanların etkinliği değil nesnelerin kendi içsel doğalarından kaynaklanıyormuş gibi görünen bazı özellikleri görürüz ve metalara keramet atfetmeye başlarız. Metaların kendi aralarında kurduğu birlik, insanların kendi aralarındaki toplumsallığa hükmetmeye başlar.

Öztürk’e göre Mübadele ilişkisinin genişlik ve kararlılık kazanmasıyla, nesnelere gerçekte sahip olmadıkları özellikler atfedilmeye başlanır ki bu “fetişin” tanımıdır. Değer ilişkisi, insanların iradelerinden bağımsız olarak fetiş biçimler yaratır. Marx, meta fetişizminden değil, metaların fetiş karakterinden bahseder. Yani bu yanılsamalı bir inanç değil, nesnel bir olgudur. Fetişist olan insanlar değildir, toplumsal ilişkiler bütünü fetiş bir sonuç yaratmaktadır. Metanın fetiş karaktere bürünmesinden dolayıdır ki, insanlar “fetişist” yanılsamalar içinde yaşamaktadır. Fetiş kavramının ideoloji teorisinin bir parçasını oluşturduğu söylenebilir. Her ikisinde de yanlış tanıma ve nesnel bir yön bulunmaktadır. Bununla birlikte ideoloji kavramının statüsü fetişizmden biraz daha geniş olup bir üstyapı kurumlaşmasına ve hukuki duruma işaret eder. Metanın fetiş karakteri teması yabancılaşmadan epeyce farklı olup yabancılaşmanın bir uzantısı veya daha rafine hali değildir. Metaların fetiş karakteri en temelde insanlar arasındaki ilişkinin yerinin nesneler arasındaki ilişkinin alması demek iken yabancılaşma işçinin -ürettiği nesnenin kendisi ile ilişkili olmaması ve kimi zaman ne ürettiğini bilmemesinden kaynaklanan- kendi emeğine ve diğer insanlara karşı yabancılaşmasıdır.

Kapitalist üretim biçiminde emek gücü de diğer metalar gibi alınır satılır bir meta haline gelmiştir. Ancak emek gücü diğer metalardan ayrı özellikler gösterir. Özgüllüğü, sermayenin üreticisi ve yeniden üreticisi olmasıdır. Emek gücü, değeri yaratan tek kaynak olduğu gibi artı değerin de kaynağıdır. Çünkü üretim sürecinde emekçi ürüne kendi emek gücünün değerinden daha fazla değer aktarır. Emek gücünün sahibi, sermayenin yaratıcı gücü olmakla kalmaz; aynı zamanda devrimci özneyi, sermayeyi ortadan kaldıracak sınıfı da inşa eder. Emek gücünün bir diğer farklılığı insanı ve insani ilişkileri içermesidir. Emek gücü analize girdiği andan itibaren analize; aile, kadın erkek ilişkileri, çocuklar, neslin üremesi de girer. Yaman, emek gücünün metalaşma sürecinin cinsiyete bağlı özelliklerine vurgu yapar ve işçinin yeniden üretiminde kadınların rolünün göz ardı edilmesini ve kapitalizm tarihi boyunca devam eden cinsiyete dayalı toplumsal iş bölümünü eleştirir. Yaman, tüm mal ve hizmetler metalaşma eğilimindeyken hane içinde kadınların ürettiği mal ve hizmetlerin meta karakteri taşımamasını eleştirerek kadınların hane içindeki ücretsiz emek sürecini dikkate alan bir sosyalist feminist yöntemsel çerçeve önerir. Bu öneri; toplumsal üretimin ihtiyaç nesneleri ve toplumun yeniden üretimi biçiminde ayrışması sadece günümüz toplumunu değil, bütün toplumları karakterize eden bir çerçeve oluşturmasından hareketle geleceğin toplumunun örgütlenmesi için de ufuk açıcıdır.

Yaman ve Öztürk’ün Ankara Dayanışma Akademisi’nde 2017-2018 güz döneminde verdiği  “Metaların Kerameti” başlıklı ders notlarının derlenip geliştirmesiyle oluşturdukları kitap,metalarda saklı olan özü gözler önüne sererek bu alanda yeni okumalar ve araştırmalar için motivasyon sağlıyor. Metaların kerametinin sırlarını, antik çağdan günümüze Marksist yöntemden yararlanarak açığa çıkarmaya çalışan yazarlar, kapitalist toplumu anlamak ve geleceğin toplumunun örgütlenmesi üzerine düşünmek isteyen okurları heyecan dolu bir yolculuğa çağırıyor.

Künye: Metaların Kerameti, Melda Yaman-Özgür Öztürk, İletişim Yayınları, 2019, 230 Sayfa.

DAHA FAZLA