Melih Kurtuluş: Acılarımızın korlanmasına bile izin vermiyorlar

Melih Kurtuluş: Acılarımızın korlanmasına bile izin vermiyorlar

Çorlu tren katliamının üzerinden geçen bir yılı, katliamda eşi ve 5 aylık bebeğini yitiren Melih Kurtuluş'la konuştuk.

Tugay Candan - Twitter: @TugayCandann

Mail: [email protected]

8 Temmuz 2018’de Tekirdağ’ın Çorlu ilçesi Sarılar Mahallesi mevkiinde 25 kişinin hayatını kaybettiği, 300 kişinin ise yaralandığı tren katliamının üzerinden bir yıl geçti.

Aradan geçen süre zarfında bu olayın bir kaza değil de katliam olduğu daha ilk günlerde ortaya çıkarken, katliamın hukuki süreci ise büyük skandallara sahne oldu.

Ailelerin adalet mücadelesi sürerken, aradan geçen bu bir yılı, katliamda eşi Derya Kurtuluş ve 5 aylık kızı Beren Kurtuluş’u kaybeden, 3 yaşındaki oğlu Kemal ise ‘ölüm treni’nden kurtulan Melih Kurtuluş ile konuştuk.

‘ACIMIZIN KORLANMASINA BİLE İZİN VERMİYORLAR’

Katliamda eşiniz ve 5 aylık kızınızı kaybettiniz. İnsani açıdan nasıl geçti bu bir yıl?

Bir 3 ay kendime gelemedim zaten. Ben hiç ilaç kullanmadım bu sürede. Çünkü bakmakla yükümlü olduğum bir çocuğum vardı. Bir defa denedim sadece; antidepresan da değil, daha çok sakinleştirici tarzı bir şey. Uyuşuk yaptı beni. Sabah da çocuğumu kreşe bırakma lazımdı, uyku yaptı bende. Daha sonra ilaç kullanmanın bana göre olmadığına karar verdim ve ilaçsız geçirdim bu dönemi.

Onun haricinde bu hissin tarifi yok zaten. Bunu yaşamayan anlayamaz. Bu konuda empati yapabilen de yok. Ancak evlat acısı yaşamış biri anlar benim yaşadıklarımı. Eş acısı keza zaten, bu da çok zor. Artı iki canımız daha yitip gitti bizim orada. Bir aileden en fazla kayıp bizim bildiğim kadarıyla, 4 kaybımız var. Kolay olmuyor tabi. Aynı evde yaşıyorum, ev hatıra dolu. Eşimin köyüne gidiyorum hatıra dolu. Her tarafta hatıralarla yaşamaya çalışıyorum. Bir yandan da annesinin eksikliğini gidermeye; hem analık, hem babalık yapmaya çalıştığım bir evladım var. Atlatmış sayılmam bu dönemi senin anlayacağın. Acımız hala korlanmadı, kolay da alevleniyor bu süreçte. Bu acının korlanmasına bile izin vermiyorlar.

‘EVLADIMIN PSİKOLOJİSİNİ DÜŞÜNMEM GEREKİYOR’

“İnsanlar, kaybettiklerinin acısını tam anlamıyla yaşamadan, bu durumu aşamaz” derler. Siz acınızı yaşayabildiniz mi?

Yaşadım dersem yalan söylemiş olurum. Bakmakla yükümlü olduğum bir çocuğum var, söylediğim gibi. Onun psikolojisini de düşünmem gerekiyor. Bu yüzden pozitif görünmem gerekiyor. Gülmem gerekiyor. O şimdi bazı şeylerin farkında, bazılarının değil.

Geçen yıl 3 yaşındaydı, şimdi 4…

4 bitiyor, 5’ten gün alacak yakında. Geçen bir çizgi film izliyor. Çizgi filmde tren var. “Baba bak, bizim tren” diyor. Tren yanlıyor falan çizgi filmde. Köye gidiyoruz, tren yolundan geçiyoruz, “Aa baba biz de buradan bindik annemle” diyor. Daha çok şeyler söylüyor da… Kaçamıyorsun yani…

‘HİÇBİR MERCİDEN BEKLEDİĞİMİZ HASSASİYETİ GÖREMEDİK’

Aileler, söylemlerinde “Biz acımızı anlamaya başladığımız an, öfkeye döndü hissettiklerimiz. Acımızın boyutlarını anlayamadık” diyorlar.

Evet çünkü hiçbir merciden beklediğimiz hassasiyeti göremedik olayla ilgili. Yani olay sadece baş sağlığı düzeyinde kaldı. TCDD ile ilişkisi bulunan kişiler bilirkişi atandı. O gece apar topar o rayların altı dolduruldu. “İnceleme yapıldık” deniliyor ama zaten inceleyen bilirkişilerin tarafsızlığı malum. Hazırladıkları rapora baktığın zaman 4 kişiye odaklanmışlar ama aynı zaman da olaydan önce menfezle ilgili dolgu raporunu hazırlayan memurun bu raporunu kimin görmezden geldiğine yönelik bir tespit yok.

Bizim de zaten en yakıcı sorularımızdan birisi bu. Mayıs ayında yapılan kontrollerde menfezdeki balast kayması tespit ediliyor. Yani benim görüşüm fiziki muayene bile yapılmadığı yönünde.

Sanırım gözle muayene ediliyor.

Yani o bile önemli bir şey. Adam gözle geçerken görmüş balast kayması olduğunu.

Gözle bile görülüyor yani…

Evet yazmış raporunda zaten, duvar güçlendirilmesi yapılması gerek diye. Zaten bunu yapmayanlar, bu raporu dikkate almayanlar asıl suçlular.

‘BU ORTAMI YARATANLARIN SORGULANMASI GEREKİYOR’

Hukuki süreci konuşalım biraz. Sondan başlayalım. 3 Temmuz’daki duruşmada siz de oradaydınız, ben de…

Ben duruşmayı fiyasko olarak yorumluyorum. Adaletin ne kadar alt seviyelere düştüğünü görmüş olduk. Kimsenin gıyabında konuşmak istemiyorum ama bazı reel durumlar var. Sen de görmüşsündür, herkes gördü. Valiliğin “bazı marjinal gruplar” açıklamasından sonra Twitter’da da yazdım. Ben orada marjinal bir grup falan görmedim. Kimse marjinal gruplar çıksınlar söylesinler. Orada arbedenin içinde olanlar avukatlarımız, müştekiler, anasını babasını kaybetmiş, çoluğunu çocuğunu, yakınlarını kaybetmiş insanlar. Ama sen buna rağmen 300 müşteki, 40 avukat, müştekilerin birinci derece yakınları, hayatını kaybeden insanların yakınlarının olduğu minimum 500 kişilik bir davayı 130 kişilik bir salona alırsan bu fiyaskodan başka kelimeyle anlatılamaz. Bunun iki mantıklı açıklaması olabilir; bir, davayı ciddiye almamak. İki, kasıtlı yapmak. İnsanın aklına başka bir şey gelmiyor.

Bir şey daha var. Mahkeme salonuna girdiğinizde mübaşirin kapıyı üzerinize kilitlemesi. İçeride biri fenalaşsa dışarı çıkarılamayacak. Sen bunu hangi hakla yapıyorsun, sana bu emri kim verdi? Şimdi esas provokasyon bu. Esas bu ortamı kim yarattı, onların sorgulanması gerekiyor.

Bunlara rağmen de salonda bir mahkeme ortamı sağlandı. Heyet geldi ve “Çekiliyoruz davadan” dedi. Biz de şok olduk.

Bu duruşmayla ilgili öncesinde baro başkanları ve avukatların verdiği dilekçeler de var, salonun yeterli olması yönünde.

Tabi ki. “Buradaki sayı dikkate alınmalı” diye bir talepleri oldu.

‘BUNLAR BİZİM CANIMIZI ACITMIYOR ARTIK’

Duruşmanın tarihi de aileler arasında bir itiraz sebebi oldu sanırım. Az önce konuştuğumuz şeyler. Kaybettiklerini anacağı günlerde yapıldı.

Evet ama bunları da geçtim. Bunlar bizim canımızı acıtmıyor artık. Biz sadece adalet arıyoruz, “Gerçek sorumlular yargılansın” diyoruz bizim bir derdimiz yok. Ama ısrarla, bu adalet ortamının oluşmaması için her şey yapılıyor.

Tabi hukuki kısım da bir süreç. Ya aslında katliamın üzerinden geçen bir yılda öyle skandallar var ki ne konuşursak konuşalım eksik bir şey kalıyor illa ki. Olayın hemen ardından konulan yayın yasağıyla başlıyor bence bu süreç…

Ülkemizde yayın yasakları hep skandal olaylara getiriliyor zaten.

Bu bir süreç dedik tabi ki. Bilirkişiler teşhir edildiğinde ne hissettiniz. “Bu katliamın üzerini örtmeye çalışıyorlar” dediniz mi?

Demez olur muyuz? Bilirkişi raporu bu katliamın tüm sorumluluğunu 4 alt düzey çalışanın üzerine yıkıp, onlara bireysel olarak cezalar verdirip, üst kademeyi bu süreçten sıyırmak için adeta bağırıyor.

Bilirkişilere gelince. Birisi Ulaştırma Bakanlığı ve TCDD’nin danışmanlığını yapıyor, diğeri ise TCDD’den ihale alan bir firmanın yöneticisi. Rapora dönersek yine menfezle ilgili muayene raporunu görmeyen üst sorumlular bu raporda yer almıyor. Bir de bu rapor hazırlanırken TCDD’nin iç hat raporu da hazırlanıyor. Bu raporda o menfezin bakımının yapılmaması bir kusur olarak işleniyor. Bu bilirkişi raporu bunları görmüyor.

Biz savcıdan umutluyduk…

Galip Özkurşun…

“Savcı bunları tespit eder” diyorduk. Burada iki şey öne çıkıyor. Burada savcıyı zan altında bırakmak gibi bir durumumuz yok ama ya ciddiye almamış raporu, okumamış yani ya da kendisi de baskı altında bu kararları vermiş ve iddianameyi hazırlamış.

Savcı bir de bu süreçte ailelere değişik bir yaklaşım sergilemiş.

Evet evet, ben hiç gitmedim kendisiyle görüşmeye. Çünkü bu rapordan olaya yaklaşım açısı belliydi. Bu rapor hazırlandıktan sonra adliyeye, kendisinden bilgi almaya giden yakınlarıma da “Hiç merak etmeyin, biz gerekeni yapacağız” demiş ama var olan kusurların hiç birinin daha sonra iddianamede yer almadığını, dikkate alınmadığını gördük. Esas soru, bunların neden dikkate alınmadığı.

‘NEREDEN TUTSAN ELİNDE KALIYOR’

Bu süreçten anlaşılıyor ki tüm bu yapılanlar, gerçek sorumluların bu katliamdaki rolünü gizlemek üzerine kurgulanmış.

Nereden tutsan elinde kalıyor. Diyebilir miyiz ki bu menfez sıkılaştırma önerisini dikkate almayanlar bu katliamda suçsuzdur? Böyle bir şey söyleyebilir miyiz? Vicdanı olan hiç kimse böyle bir şey söyleyemez.

İddianame hayal kırıklığı yarattı. Sonra siz diğer ailelerle bir araya geldiniz. Ne oldu sonrasında?

Biz bu sürecin soğutulmaya, üzerinin örtülmeye çalışıldığını konuştuk. Çünkü hükümet kanadından bize “Merak etmeyin, gereken yapılacaktır ve sorumlular eğer suçlularsa cezalandırılacaklardır” denildi.

‘ERDOĞAN BENİ DE ARADI’

Kim dedi bunu size? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan mı? Necmettin Sel’i aradığını biliyorum.

Beni de aradı…

Böyle bir sorum vardı aslında. Biz sürece dönelim.

Biz, senin anlayacağın lafta kaldığını gördük bazı şeylerin. Bu olayın üstünün örtülmeye çalışıldığı kanısı uyandı bizde. Çünkü bu süreçte buna yönelik birçok işaret gördük. Bilirkişi raporlarından tutun da, TCDD’nin bu süreçteki yaklaşımı, mesela İsa Apaydın bizi hiç aramadı.

Sosyal medya üzerinden aileleri engelledi ama…

Evet evet, yaptı. Biz savcıdan umutluyduk dediğim gibi. İddianame de hayal kırıklığı olunca biz sesimizi kamuoyuna duyurmaya karar verdik. Çünkü ülke öyle bir hale geldi ki hak aradığını bağıra bağıra duyurmazsan, hakkını alamıyorsun. Bağıracaksın ki insanlar sana yardım etsin ve hakkını alasın. Bir Rabia Naz, bir Şule Çet, şimdi hatırlayamadığım benzer olaylar da böyle mesela.

Şimdi Anayasa Mahkemesi önünde bir polis saldırısı var ailelere. Çorlu’daki duruşmada da benzer şeyleri gördük…

Evet. “Süpürün” diyenler, vatandaşa kafa atan polisler orada da vardı. Yaklaşım bu çünkü.

‘MARJİNAL GRUP BİZ MİYİZ ACABA?’

Bu düşmanca tavrın kaynağı ne?

Valla onu onlara sormak lazım. Valiliğin “marjinal grup” açıklamasına inansak mı? “Marjinal grup” biz miyiz acaba?

Ailelerin adalet nöbetleri, hayatımda gördüğüm en sessiz eylemlerdendi diyebilirim. Yani bu insanlara bu tavır…

Şimdi adalet nöbetleri sırasında beni bazı gazeteciler aradı. İsim vermeyeceğim sen de tanırsın. Ben adalet nöbetlerine katılamadım. Beni arayıp tam olarak böyle söylemeseler de  “Bazı marjinal gruplar adalet nöbetlerini provoke” ediyor gibi bir şeyler anlatmaya çalıştılar. Ben de kendilerine “Senin eşin ve çocuğun bir gün böyle ihmaller dolayısıyla hayatını kaybederse, sen o ‘marjinal’ dediklerinden medet ummazsın” cevabını verdim. “Anladım” diyebildiler.

‘AK PARTİLİ VEKİLLERDEN KÖSTEK DIŞINDA BİR ŞEY GÖRMEDİK’

Keşke gelselermiş de kendileri kontrol etselermiş, en azından belki nöbetin haberini yaparlardı.

Bilemeyeceğim. Şimdi muhalefet bize destek verince olayı oraya çekmeye çalışıyorlar ama biz AK Parti’den destek görmedik ki. AK Parti milletvekillerinden de köstek dışında bir şey görmedik. Neden? Çünkü ucu kendi siyasetçilerine, bürokratlarına kadar uzanıyor. Olayı siyasileştiren kendileriyken, neden biz böyle oluyoruz? Biz herkesi çağırdık desteğe. Muhalefet geldi, onlar gelmedi.

‘OLAYA BAKIŞLARI İNSANİ DEĞİL’

Bu konu Meclis’te muhalefet tarafından da pek çok defa gündeme getirildi. AKP araştırma komisyonu kurulma önerilerini sürekli direkt olarak reddetti. Soru önergelerine ise “mücbir sebep” gibi cevaplar verildi. Nedeni ucunun kendilerine dokunması mı?

Olaya bakışları bir defa insani değil ki. Daha olayın üstünden kısa bir süre geçmiş, bu ülkenin bakanı çıkıp yağmuru gerekçe gösteriyor. Ne bir tespit yapılmış, ne savcılık iddianame hazırlamış…

İsa Apaydın da Meclis’te yağmura bağladı katliamı.

Yağmur bir bu ülkede mi yağıyor ya?

‘DİNGONUN AHIRI’NA ÇEVİRMİŞLER’

Apaydın Meclis’te “Meteoroloji bizi uyarmadı” dedi ama TCDD’nin Meteoroloji’yle protokolü olmadığı ortaya çıktı. Ama daha sonra hemen yapmışlar.

Bakın işte bunların yapacağı iş bu kadar. ‘Dingonun ahırı’na çevirmişler. Ama işte açık veriyorlar. Yalan söyledikleri ortaya çıkıyor. Bunlar yalan söylerken yargılanmıyorlar, biz mahkemede hak aradığımızda “marjinal” oluyoruz.

Peki Meclis Başkanı, aynı zamanda da AKP Tekirdağ Milletvekili Mustafa Şentop sizi bu süreçte hiç aradı mı?

Hiç aramadı.

’25 CANDAN DAHA ÖNEMLİ İŞLERİ VARDIR’

Çok acayip değil mi böyle bir sürece hiç dahil olmaması?

Onun muhtemelen 25 candan daha önemli işleri vardır!

Katliamdan bir gün sonra Ankara’da başkanlık için bir kutlama var. Çok iyi hatırlıyorum o günü. Akşam üzeri sosyal medyada önüme art arda iki fotoğraf düşmüştü. İlkinde siz vardınız ve elinizde küçük bir tabut. İkincisinde ise Erdoğan’ın aracının önüne gül döken, alkışlayan insanlar. Bu katliama dair aklımda bir gün tek bir şey kalsa bu iki fotoğrafın kolajı kalır.

Tek bir şey söyleyeceğim. Demek ki bizim Mursi kadar değerimiz yok.

Erdoğan’ın sizi aradığını burada öğrendim. Necmettin Sel’i aradığını biliyordum. Size de ona da aynı şeyleri söylemiş. Bu ülkede yargının harekete geçmesi için Cumhurbaşkanının takipçi mi olması gerekiyor böyle olaylarda?

Bu ayıp zaten. Neyse, devam ettirmeyeceğim…

TCDD’den size de ziyarette bulunuldu sanırım katliam sonrası?

Evet. Bir avukat, bir psikolog ve sanıyorum ki bir şoför geldi. Üst düzey sorumlular adına baş sağlığı dilediler ve komik ama gerekenin yapılacağını söylediler. Şimdi telefonlarına bile ulaşmak mümkün değil.

‘MEMLEKET YANGIN YERİ GİBİ’

Sizin dışınızda da birçok adalet mücadelesi var ülkede. Soma, Rabia Naz, Şule Çet…

Memleket yangın yeri gibi. Yani belki biz de öyleydik, daha önce ama insan başına gelince anlıyormuş. Başımıza her an, her şey gelebilir bu ülkede. İnan, şuramda bir taşla yaşıyorum.

Büyük bir zincirleme kötülük var gibi…

Evet, organize kötülük.

Yılgınlığa düştünüz mü bu tüm bu yaşananların ardından?

Düşmez miyim? Düştüm tabi ki. Beddua ettirdiler kendilerine.

‘BU HESAP ÖBÜR DÜNYAYA KALMAYACAK’

Adalet arayışınızı engelleyecek bir yılgınlık mı bu peki?

Yok, hayır. Başta da söyledim. Eğer biz şu an adaleti bulamazsak, devranın dönmesini bekleyeceğiz. O zaman soracağız hesabını. Bizi böyle yıldıramayacaklar. Bu bedeli ödeyecekler, öbür dünyaya kalmayacak bu hesap…